[Batı Sibirya'daki Barnaul şehrinde Yüksek Madencilik Okulunda Almanca ve Latince dersleri verdi. 1859-1871 yılları arasında kışları öğretmenlik yapan W. Radloff, yazları; dil, tarih ve etnografya malzemeleri toplamak amacıyla Sibirya ve Türkistan' da yaşayan Türk kavimlerine geziler düzenledi. Orta Asya Türk Kavimlerinin tarihi, etnografyası, dili ve folkloruyla ilgili yoğun çalışmalar yapan W. Radloff, Türkçenin hemen her tarihsel dönemiyle ilgili yazma yapıtlar üzerinde durdu ve bu yapıtları bilim dünyasına tanıttı.]
*
[Altaylı Türk boylarından bahsediyor] Gök ve yerin katlarında yaşayan bütün bu yukarı dünya tanrıları, insanlığı meydana getiren, yaşatan ve koruyan varlıklar olarak görülürler. İnsanlar, en çok Yer-Su tanrılarına yakın bulunmakta, onların iyiliğinden doğrudan doğruya yararlanmakta ve bu nedenle aracısız onlarla bağlantı kurarak kurban sunumunda bulunmaya cesaret etmektedirler.
Zayıf insan, en yüksekteki gök tanrıları ile karanlığın ruhlarına doğrudan doğruya başvurmaya cesaret edemez, o, bunun için bir aracıya gerek duyar; bu aracılar, onun cennette yaşayan atalarıdır. İnsan, bu atalar aracılığıyla gökteki yüksek tanrılara dileklerini bildirir ve onlardan yardım ister. Bunun için, her yurt'un put yerinde semanın katlarını temsil eden bir çembere asılı olarak yüksek tanrıların bir şekli bulunur, onun yanında da insanı koruyan dokuz atayı temsil eden somo vardır. Fakat herkes etkili bir şekilde atalarına baş vuramaz ya da daha doğrusu, her ataya etkili bir şekilde yardım etmek gücü verilmemiştir. Bu güç, ancak şamanlardan olan pek az soyda bulunur ki, onlar kendi güçlerini babadan oğla bunun dış belirtisi olan şaman davulu ile birlikte geçirirler.
Bu davul aracılığıyla ve atalarının gücü yardımıyla Yer-Su ruhları çağrılır ve onlar etkin bir yardıma zorlanabilir. Ataların nasıl çağrıldığını, tören sırasında yazıp almış olduğum (bu işi, ayin sırasında yapmak mümkün değildir) duadan görmek mümkündür. Bunlardan birincisi iyi hava için okunan bir duadır. Bunu, 1861 yılında, Abakan kaynakları çevresinde haftalarca fırtına altında kaldığımız zaman Tölös boyundan olan (Çolışman bölgesi) kılavuzlarımdan biri okumuştu. Duayı okuyan bir Yadaçı (hava büyücüsü) olup, o sırada elinde yada-taş bulunmadığı için, benim yolcu ecza torbamdan alınan bir ilaçla duasını etkili bir duruma sokmuştu. İlacı bir kaşıkla ateş üzerinde ısıttıktan sonra iki elini ve kaşığı semaya kaldırarak şöyle dedi:
Kayra Kan! Kayra Kan!
Alas! Alas! Alas!
Avuç içi kadar açık ver!.
Çuvaldız kadar deşik ver!
Soylu kişinin torunuyum!
Sedir ağacının köküyüm,
Abu Tobu diye çağırdım,
Ongustay Kuldurak diye çağırdım,
Göğün göbeği yerde olsun!
Yerin göbeği gökte olsun!
Paştıgan dayımı çağırıyorum,
Göğün yolunu aç!
Avuç içi kadar açık ver!
Çuvaldız kadar deşik ver!
Yüksek dağın arkasından geç!
Abakan dağının başından geç!
Kayra Kan, ey Kayra Kan.
Alas, Alas, Alas!
İkincisi bir saygı duası olup, Baçat'ta kaldığım evin sahibi olan bir Teleüt şamanı tarafından söylenmiş, sonra da, yazmam için tekrar edilmişti.
Ey yükseklerde yaşayan
Gökler hanı Kan Abıyaş,
Yerden otlar,
Ağaçlardan yapraklar çıkarttın,
Butta etler,
Başta saçlar büyüttün,
Ey varlıkları yaratan,
Onlara sen gök oldun,
Ey Altmış güçlü han,
Babamı yükseklere aldınız,
Ey sen yüksek Ülgön Bay!
O annemi yükseklere aldı.
Tanrım, sen hayvan ver!
Tanrım, sen ekmek ver!
Eve bir başkan ver!
Varlıkları sen yarattın,
Onlara sen gök oldun!
Babam aracılığıyla sana yalvarıyorum;
Ey baba, beni kutsa!
Ey baba, bana yardım et!
Evde başıma,
Kırda hayvanlarıma!
Senin önünde eğiliyorum,
Varlıkları sen yarattın,
Varlıkların gök hükümdarı!
Yukarıda anlattığım gibi, karanlıklar diyarı olan yer altı dünyası dokuz kattır. Bütün bu katlarda, yer altına özgü bir güneşten çıkan korkunç bir ışık vardır. Burada bütün kötü ruhlar, yani insanların peşine düşen ve bütün çabaları onlara zarar ve ziyan vermek olan varlıklar yaşarlar. Altaylılar, bu düşman kuvvetlere genel bir isimle Tümangi Tos (aşağı dünya) derler. Bunlar, acayip şekilli cinlerden, kuğuya benzeyen bakire kızlardan, Ayna, Körmös, Etkar ve Yaman Üsütlerden oluşmuştur.
Bütün bu varlıkların başında, Bay Ülgön tarafından yaratılmış olan Erlik Kan bulunur. Hiddetli hükümdar Erlik Kan aşağı dünyanın beşinci ya da dokuzuncu katında, kendisinin, yukarıda sayılan kötü ruhlardan oluşan saray adamları tarafından çevrilmiş olarak kara bir tahtın üzerinde oturur. Erlik' ten daha aşağıda, sürülmüşlerin yeri olan cehennem (kasırgan) bulunur. Bu dünyanın günahkar ve canileri, öteki dünyaya gidince, burada hakkettikleri cezayı çekerler. Erlik Kan, insanların korkunç düşmanıdır, fakat "hepimiz de ona ait olup hayatımızı en sonunda o mahvettiği için", o yine Erlik Baba diye çağrılır. Onun dış görünüşü bile korku saçar, şamanların büyü dualarında o şu şekilde
anlatılır:
Ey kara beygir üzerindeki Erlik,
Kara kunduzdan bir yatağın var,
Kalçan o kadar geniş ki,
Hiçbir kucak kuşatamaz,
Güçlü boynunu,
Hiçbir kişi kuşatamaz;
Kaşların karış genişliğinde,
Sakalların kapkara,
Yüzün kana bulaşmış.
Ey zengin Kan Erlik,
Saçları parlar, kıvılcım saçar,
Sen kova olarak
Ölü kişi göğsü kullanırsın;
Kişilerin kafatası sana bardak olur,
Yeşil demirdir kılıcın,
Demirdendir kürek kemiğin,
Kara yüzün kıvılcım saçar,
Saçların dalgalanır.
Çadırının kapısında,
Birçok görkemli tahtlar vardır.
Topraktan bir sehpan vardır,
Çadırının damı demirdir.
Kocaman bir öküze binersin.
Eğerini örtmek için
Bir atın derisi yetişmez;
Elini uzatmakla bahadırları yıkarsın,
Atın kolanını çekmekle
Hayvanları yuvarlarsın.
Ey Erlik, babam Erlik,
Niçin halkı böyle izlersin?
Söyle, niçin onu yok edersin?
Senin yüzün her zaman kurum gibi karadır,
Kömür gibi parlar, karadır,
Ey Erlik, babam Erlik;
Nesilden nesile
Uzun devirler içinde
Seni gece gündüz sayarız,
Sen, nesilden nesile
Çok saygın bir başkansın!
İzlenen zavallı insan kalbi bu Erlik' ten nasıl korkmasın? Çünkü bütün kötülük ondan gelir, o insanı günaha sürükler, ona hastalık verir, ölümü göndererek onu yakınlarından ayırır. Büyümede anormallik, hayvan hastalığı ve yoksulluk gibi şeylerin hepsini de Erlik gönderir. Bu yüzden, insan için Erlik'i her zaman saymaktan, ona baba ve başkan demekten ve bol kurban
sunarak kendisine kazanmaktan daha önemli bir görev olamaz.
İnsan doğacağı zaman Bay Ülgön, oğluna emir verir, o da babasının emrini yerine getirir ve atalarının yalvarması üzerine doğumu Yayuçilardan birine verir, bu da Süt-Ak Köl'den hayat kuvveti alarak yeni doğanı dünyaya çıkartır ve yeryüzünde yaşadıkça yardım ederek insanın yanında bulunur. İnsanın doğacağını bilen Erlik ise, doğuma engel olmak amacıyla bir Körmös gönderir. Körmös doğuma engel olmaya, bunu yapamazsa hiç olmazsa zorlaştırmaya çalışır, zavallı ana bu yüzden ağır sancılar içinde kıvranır. Buna bakmadan doğum başarı ile sona erse bile Körmös yeni doğanın yanından ayrılmaz ve onu Erlik'in buyruğu gereğince yer yüzünde hayatının sonuna kadar izler.
Böylece insanın yanında sürekli olarak iki yoldaşı bulunur: sağ omuzu yanında Yayuçi, sol omuzunda Körmös. Bunların her ikisi de insanı bütün hayatı boyunca durmadan izlerler. Yayuçi, insanın iyi hareketlerini, Körmös ise kötü işlerini yazar. Sonunda, Erlik insanın hayat gücünü yıkmaya başarılı olduğu zaman, yani ölüm insana ulaşınca, Körmös, insanın daha yaşamakta olan ruhunu aşağıdaki dünyanın yedinci katına kadar sürükleyerek Erlik' in karar kürsüsü önüne götürür. Burada, Yayuçi ve Körmös adlı bu iki yoldaş, ölenin hareketleri hakkında tanıklık ederler. Eğer insan kötülükten daha çok iyilik yapmışsa, Erlik' in ona gücü yetişmez. Körmös onu terkeder ve Yayuçi de onu karanlıklar
diyarından alarak yukarıya çıkarır. Kötü insanın ruhunu ise Yayuçi terkeder, ve Körmös de onu, aşağıdaki dünyanın, korkunç cehennemin bulunduğu en alt katına kadar sürükler. Burada
kaynayan ziftle doldurulmuş kocaman bir kazan vardır ki, Körmös, günahkar insanın ruhunu bunun içine atar. Bir zaman sonra ruh, kaynayan ziftin üzerinde belli bir dereceye kadar yükselir.
Yer yüzündeki hayatları sırasında hiç iyilik yapmamış olan en ağır günahlılar, sonsuza kadar yerin altında kalırlar; günahı tarafından daha az aşağıya sürüklenen kimsenin ruhu ise, saçı ile başının tepesi kazandaki siyah akıcı maddenin üzerinde görünecek şekilde yukarıya doğru yükselir. İyilikleri fazla olan insanlar daha az batarlar, öyle ki, başlarının saçla örtülü kısmı tamamen kazanın dışında kalır. İnsanın iyi emelleri ne kadar çoksa, kazandan yükselmesi de o kadar fazla olur, örneğin, bazılarının alnı, bazılarının kaşları, gözü, burnu, ağzı, çenesi ve boynu ile birlikte bütün başı gözükür. Demek oluyor ki, insanın hayatında yaptığı iyi işler ölümünden sonra da kaybolmuyor ve Erlik'in korkunç cezası ve laneti de sonsuz değildir.
Semadaki mutlu kimseler, günahkarlardan kabul ettikleri iyilikleri unutmazlar, onlar ve günah işlemiş kimsenin ataları, orada acı çeken hayırseverlere yardım etmek amacıyla kendi Yayuçilarını cehenneme gönderirler. Yayuçi, iyilik yapmış olan ve kendisinin eski koruyucusu sayılanın ardılını ziyaret ederek onu saç örgüsünden yakalar (işte bunun için her Kalmık' ın başında bir örgü vardır) ve onu kaynayan ziftten çekip çıkarmaya çalışır. Yayuçi'nin kuvveti, günahkar tarafından işlenmiş olan iyilikler oranında artar ve böylece onu gittikçe yükseklere kaldırır. Günahkar kimseyi kaynayan sıvıdan büsbütün çekip çıkarabildiği zaman, onu kendi kollarına alarak yukardaki dünyaya götürür.
Fakat, şamanlık dünyasında yine de sonsuz bir hakkaniyet yoktur. Ne ışık diyarının tanrıları, ne de karanlıklar diyarının ruhları yalnız ahlak ilkelerine dayanarak hareket etmezler, tersine, onları tatlı yemeklerle de kazanmak mümkündür, zengin hediyeler aldıkları zaman onlar göz yumarlar; insanların elindeki zenginliği de kıskanır ve her şeyden hediyelerini isterler. Bundan dolayı, yetenekli kimseler aracılığıyla, ışık ve karanlıklar diyarının ruhları ile her zaman ilişkide bulunmak bir görevdir. Bu aracılık görevini şaman soyları üzerlerine alırlar. Güçlü Erlik karanlıkta sürgün kalıp kendi ruhları ile gündüz ışığında görünmedikçe, evrende Tanrı'nın iradesiyle yaratılmış olduğu şekilde her zaman bir düzen hüküm sürer ve bu durum her yaratılan gibi bir gün sonu gelecek olan dünyanın yıkılmasına
kadar devam eder. Fakat, dünyanın sonu, yaklaşırsa:
Kara yer alevlenir,
İnsan toplulukları yok olur,
Irmaklarda kanlı dalgalar akar,
Dağlar girdapta döner.
Kayalar gürültü ile yuvarlanır,
Semanın kubbesi titrer, sallanır,
Deniz dalgaları biribiri üzerine yığılır,
Öyle ki dibi görünür.
Denizin dibinde şimdi,
Dokuz büyük ve kara taş parçalanır,
Bu taşın herbirinden,
Birer Demir Bahadır çıkar;
Güçlü Demir Bahadırlar,
Demir atlara binerler.
Atların ön ayakları çizgisinde
Dokuz demir kılıç parıldar,
Arka ayakları çizgisinde
Dokuzar demir mızrak parıldar,
Koşarken ağaçlara dokununca
Bütün ağaçlar yere yıkılır;
Canlı varlıklara dokununca
Hepsi mahvolur, yuvarlanır,
Tanrım, babam, Kayra Kan,
Bu dünyayı yaratan,
O zaman kulaklarını kapar,
Halkın bağrışmasını dinlemez,
O zaman Şalyima, Mandışira'yı
Boşuna yardıma çağırır,
O cevap vermez,
May-Tara'yı boşuna çağırır,
May-Tara cevap vermez,
Sonra Erlik'in Karan Bahadır ve
Kere Bahadır adlı iki kahramanı,
Yerden yükselirler.
May-Tara ile Mandışira
Bu bahadırların üzerine atılırlar,
Şimdi yer, May-Tara'nın kanı ile
Alevlenir,
İşte bir gün dünyanın sonu böyle olur.
Şamanlığa bağlı Altaylı Türk boyları arasında genel olarak yayılmış olan dünya görüşü, ana çizgileri ile işte böyledir. Bu tasviri daha kesin bir şekilde tespit etmek olanaksızdır, çünkü ayrıntının her yanında tasvirin birliğini karıştıran ve hatta büsbütün bozan birbirine aykırı bilgilerle karşılaşmaktayız.
Wılhelm Radloff, Ana Kaynak: Aus Sibirien (Sibirya'dan), Leipzig, 1893, Türklük ve Şamanlık ismiyle Türkçe'de yayımlanmış bir derlemeden alındı, Örgün Yayınevi, 2008, s.23-38