Padişahlık Sırası 17
Saltanatı 17 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 82
Cülûsu 10 Eylül 1623
Babası Sultan Birinci Ahmed Hân
Annesi Mâhpeyker (Kösem) Sultan
Doğumu 27 Temmuz 1612
Vefâtı 9 Subat 1640
Kabri İstanbul Birinci Ahmed Hân Türbesi'ndedir
Osmanlı padişahlarının on yedincisi ve İslâm halifelerinin seksen ikincisi. Babası birinci Ahmed Han, annesi Mâhpeyker (Kösem) sultandır. 27 Temmuz 1612'de İstanbul'da doğdu. Tam bir İslâm terbiyesi ve ahlâkı ile yetiştirildi. Enderun mektebindeki hocalarından husûsi dersler aldı.
Genç Osman'ın başına gelen acı felâket ve yerine geçen amcası Mustafa Hanın kısa bir süre sonra tahttan indirilmesi üzerine henüz on bir yaşında iken 10 Eylül 1623'te Osmanlı tahtına çıktı. Eyyûb Sultan hazretlerinin türbesinde hocası Aziz Mahmûd Hüdâi'nin elinden kılıç kuşandı. Yaşı küçük olduğu için, devleti bilfiil idâre edemeyeceği görüşü hâkim olarak annesi Mâhpeyker Kösem Sultan, saltanat nâibesi tâyin edildi. Tahta geçtiğinde, iç ve dış işlerdeki karışıklıklar devam ediyordu. İdâri işler karışık olduğundan, Yeniçeri ve Sipâhi askerleri zorbalığa baş vuruyorlardı. Vasi durumunda olan annesi Mâhpeyker Kösem sultanın yardımı ile iş başına kıymetli devlet adamları ve kumandanlar getirerek, ortalığı düzeltti. İran Şâhı Birinci Abbâs (1588- 1629), Osmanlı hudûdunu geçip, Bağdat'ı işgâl ederek, otuz bin Ehl-i sünnet Müslümanı kadın, çoluk çocuk demeden kılıçtan geçirdi. Rus kazakları ise kayıklarla Karadeniz sâhilindeki bâzı köyleri yaktılar. 1625'te sadrâzamlığa getirilen Hâfız Ahmed Paşa, kazak korsanlarına ve Safevilere karşı harekete geçti. 1625'te Köstence'de kazakların iki yüz elli kayığı batırılarak, dört bin kadarı öldürüldü. Şah Abbâs'ın Bağdat'taki zulmünün önüne geçmek için 1625'te ordu sevk edildi. 11 Kasım 1625'te Bağdat yakınlarındaki Azamiyye kurtarılarak, Bağdat kuşatıldı. Ancak yeniçerilerin isyânıyla Bağdat kuşatmasını kaldıran Sadrazam Hâfız Paşa, Irak'ın kuzey ve güneyini işgalden kurtardı. 1 Aralık 1626'da Sadrazamlığa getirilen Kayserili Halil Paşa, tekrar başlayan Safevi saldırılarının önüne geçmek ve Abaza Mehmed Paşanın isyanlarını bastırmak için 4 Aralık 1626'da sefere çıktı. Serdar Halil Paşanın muvaffakiyetsizliği üzerine 6 Nisan 1628'de Sadrazamlığa Hüsrev Paşa getirildi. 22 Eylül 1628'de Abaza Mehmed Paşayı yola getiren yeni sadrazam Safevilere karşı 5 Mayıs 1630'da Mihribân'da, 14 Temmuz 1630'da Cemhâl'da zafer kazandı. İranlılar mağlup olunca, Anadolu'da asâyiş temin edildi. Dördüncü Murâd Hanın yaşının küçüklüğünden istifâde eden yeniçeriler, İstanbul'da zorbalıklarını ve ahâliye kötü muâmeleyi artırdılar. Sadrazam Hüsrev Paşanın azlini bahâne eden yeniçeriler ve sipahiler ayaklanarak saraya yürüdüler. Yeni Sadrazam Müezzinzâde Hâfız Ahmed paşayı öldürdüler. (1632) Bundan sonra zorbaların zoru ile sadrazam olan Receb paşa döneminde İstanbul'da karışıklıklar günlerce sürdü. En küçük bir olayda Receb paşanın tahrikiyle harekete geçen zorbalar yeni kelleler istiyorlardı. Diğer tarafdan tahta geçtiği günden itibaren bütün hâdiseleri dikkatle tâkip ederek, eşkiyanın elebaşlarını tesbit eden Sultân Murâd Han, 8 Haziran 1632'de devlet idâresini bizzat eline aldı. İsyancıların elebaşısı olan Topal Receb paşayı öldürttü. Yeniçeri ve sipahi ocaklarını sindirerek, zorbalıkların önüne geçti. Kahvehâneleri ve meyhâneleri kapatarak tütünü ve alkollü içkileri yasakladı. Emri dinlemeyenleri şiddetli cezâlar verileceğini ilan edip, sıkı kontroller yaptı ve yaptırdı.
Lehistan Kazaklarının Karadeniz'de Osmanlı sâhillerine ve Rumeli'de Tuna yalılarına yaptıkları saldırının önüne geçmek için 1633 Nisanında Lehistan seferine çıktı. Osmanlı ordusu Edirne'ye geldiğinde, Lehistan hükümeti sulh istedi. 1634'de imzalanan osmanlı- Lehistan Antlaşmasına göre; Kazak akınlarına son verilmesi, Leh krallarının kırım hanlarına ve Osmanlı Sultanına vergi vermesi, esirlerin karşılıklı değiştirilmesi kabul edildi. Sultan Dördüncü Murâd Han, Safevi saldirılarının önüne geçmek için ordunun başında sefere karar verip, hazırlıkları tamamladı. 18 Mart 1635'de Revan seferine çıkan Dördüncü Murâd Han, önceden tesbit ettirdiği zorbalardan yolu üzerindekileri cezalandırdı. 27 Temmuz 1635'te Revan önlerine ulaştı. Sefer boyunca ordunun başında bulunup, askerlerle alakadar olan, kuvvet, heybet ve dehşetinden ürkülen sultan Murâd Hana ordu içinde büyük bir emniyet ve hürmet hissi uyandı. 28 Temmuz 1635 gecesi başlatılan Revan kuşatmasında bütün muharebe planları tatbik edildi. Sultan Murâd Hanın kuşatmanın ilk gecesi yaralanan askerleri ateş hattından geriye çektirerek hastahane çadırlarında, cerrahlar tarafından tedavi ettirip, ilaçlarının verilmesini emretmesi ve top atışlarında bulunması askerleri coşturdu. Revan kalesini düşürmek için yapılacak umûmi taarruz öncesinde Safeviler vire ile teslim olmak istediklerini bildirdiler. 8 Ağustos 1635'te Revan kale muhafızı Emirgûneoğlu Tahmasp Kulu Han, Sultan Murâd Hana kaleyi teslim etti. Revan Kalesi tâmir edilip, içine on iki bin asker ve yeteri kadar cephâne konularak muhâfızlığına Vezir Murtaza Paşa bırakıldı. 11 Eylül 1635'te Tebriz şehri tekrar zaptedildi. Safevi ordusu, Osmanlılarla meydan muharebesine cesâret edemediğinden karşılaşılmadı. Aras Nehri taraflarındaki Zeynelli aşiretinden bin kadar nüfusun, Pasin-Erzurum, Tercan-Erzincan taraflarındaki boş arazilere işgal edilmesi emrolundu. Van ve Diyarbakır'da kalan sultan Murâd Han, Revan seferine çıkışından on ay sonra 27 Aralık 1635'te İstanbul'a döndü. Osmanlı ordusunun doğudan ayrılmasıyla; Safeviler, hududa tecâvüz ederek 1 Nisan 1636'da Revan'ı işgal ettiler. 2 Şubat1637'de sadrazamlığa getirdiği Bayram Paşayı Doğu seferi serdarlığına tâyin eden Sultan Murâd Hanın kendisi de hazırlıklara başladı ve 8 Mayıs 1637'de Bağdat seferine çıktı. 16 Kasım 1638'de kuşatmanın başladığı sırada padişahtan, daha önce ele geçirilmiş bulunan İmâm-ı A'zam türbesini ziyâret etmesi istendi. Ancak sultan; ''Bağdat, sapıkların pis ayaklarıyla kirlenirken, gidip o yüce İmâmı ziyâretten hayâ ederim.'' cevabını verdi. Derhal tertibat alarak muhâsaraya başladı. Şehirde Bektaş Han Türkmen'in kumandasında 40.000 kişilik bir Safevi garnizonu bulunuyordu. Şâh Sâfi ise, atlı kuvvetleriyle Kasr-ı Şirin'de olup Osmanlı muhâsarasının gün gün tâkip etmesine rağmen müdâhaleye cesâret edemiyordu. Sultan Murâd Han, 12.000 sipahiyi İran içlerine sokup Şehriban bölgesini çiğnettiği hâlde, Şâhı savaş meydanına çekemedi. Şâh, Bağdat'taki büyük kuvvetlerine güveniyor, padişahın muhasaradan bıkınca çekilip gideceğini zannediyordu. Padişahın ve seksen altı yaşındaki şeyhülislâm Yahya Efendinin de ön safta olduğu bu kuşatmada dehşetli vuruşmalar oldu. Muhasaranın otuz yedinci gününde ön saflarda yalın kılıç kahramanca çarpışarak askeri çoşturan Sadrazam Tayyar Mehmed Paşa, birkaç kuleyi ele geçirdiği sırada alnından vurularak şehit oldu. Yerine sadarete getirilen Kemankeş Mustafa Paşa, selefi gibi gayret edip birkaç kuleyi daha ele geçirdi. bu muvaffakiyetler üzerine muhasaranın otuz dokuzuncu günü umûmi taarruza karar verildi. Sabah erkenden başlayan şiddetli hücum karşısında kale teslim oldu.
Böylece on dört sene on bir ay önce bir ihânet sebebiyle Safevilerin eline düşen Bağdat artık kesin olarak Osmanlı idâresine geçti. Sultan Dördüncü Murâd Han, ilk iş olarak İmâm-ı A'zam ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin kabr-i şeriflerini ziyâret etti. Bu büyük zâtların türbeleri, sapık düşünceli Safeviler tarafından tahrip edilmiş ve eşyâları yağmalanmıştı. Padişah emir verip bütün kabirlerin ve eserlerin tâmirini bildirdi. Şeyhülislâm Yahya Efendiyi de, bu işlere nezâret etmekle vazifelendirdi. Bu zaferden sonra Bağdat fâtihi diye anılan Dördüncü Murâd Han ordu ile sadrazam Mustafa Paşayı Bağdat'ta bırakarak İstanbul'a döndü.
Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa, büyük bir kuvvetle İran içlerine doğru harekete geçtiği sırada Şâhın barış isteği ile gönderdiği elçiler geldi. Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşayla İran murahhasları Saru Han ve Muhammed Kuli Han arasında yapılan görüşmeler sonrasında, aşağı yukarı bugünkü türk İran sınırının tesbit edildiği Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalandı. (17 Mayıs 1639) Bu antlaşmaya göre; Bağdat, Basra ve Şehr-i zûr havalisinden mürekkep Irak-ı Arap Osmanlılarda, Erivan Safevilerde kaldı. Ayrıca Safevilerin gerek Irak, gerekse Kars, Ahıska va Van taraflarına saldırmayacakları, Eshâb-ı kirâmı kötülemeyecekleri de antlaşma şartları içinde yer almıştı. Sultan Murâd Han, doğuda İran'la meşgulken, batıdaki hadiselerden de günü gününe haber alıyordu. Bilhassa Venediklilerin hudut tecâvüzlerine karşı bu Cumhuriyetle bütün ticâri münâsebetlerin kesilmesini ve hemen savaş açılmasını emretti. Ancak bu sırada damla hastalığından muzdarip bulunan sultanın durumu ağırlaştı. bunun üzerine Divân, emri çeşitli bahanelerle on üç gün geciktirdi. bu arada Venedik elçisi gelip, divanın bütün şartlarını kabul etti ve savaş durduruldu. Nitekim çok geçmeden padişahın hastalığı daha da artarak 8/9 Şubat 1640 günü, güneş battıktan sonra İmâm Yûsuf Efendi Yâsin-i şerif okurken vefât etti. Sultanahmed Câmii avlusunda Şeyhülislâm Yâhya Efendinin imâmlığında müezzinlerin ''Er kişi niyyetine!'' nidâları ve Müslümanların gözyaşları arasında kılınan cenâze namazından sonra babası Birinci Ahmed Hanın türbesine defnedildi.
Dördüncü Murâd Han Arapça ve Batı dillerine hâkim olup her türlü memleket meselesine vâkıftı. İlmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, onları teşvik ederdi. Evliyâ Çelebi ve Kâtib Çelebi gibi âlimler, teşvik ettiği kimseler arasında idi. Kur'ân-ı kerim okumayı ve ibâdetlerini hiç ihmâl etmezdi. Dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi o da Hırka-i saâdet dâiresinde Kur'ân-ı kerim okurdu. Ömrünü devlete hizmet ve Allahü teâlânın emir ve yasaklarına itâatle geçiren bu türk hakanı, Ehl-i sünnet düşmanı Acemlerin pekçok iftirâlarına mâruz kaldı. Bunlar kendilerinde bulunan zilletleri bu büyük padişaha da bulaştırmaya kalkıştılar.İnsanlara zulüm ettiğini ve içki içtiğini söylediler. Halbuki devrin kaynaklarında Murâd Hanın içki içtiğine dâir en küçük bir bilgi yoktur.
Birçok tarihçinin Kânuni sonrası en büyük Osmanlı padişahı olarak kabul ettikleri Dördüncü Murâd Han, hep dedesi Yavuz Sultan Selim Hana benzemeye çalışırdı. Gerçekten de birçok vasıfları onunla uyuşurdu. Fakat Yavuz'un sâhip olduğu kıymetli Devlet adamlarına ve tecrübeye mâlik değildi. Tahta geçtiğinde hazine bomboştu. Vefâtında ise, on beş milyon altın olup, gümüş paranın haddi hesabı belli değildi. Avrupa baştan başa istihbârat ağı ile örülmüştü. Avrupalıların en gizli sırları, Osmanlı sarayına gününde ulaşıyor ve ona göre vaziyet alınıyordu. Tahta çıktığında neye yaradığı belli olmayan yüz bin yeniçeri varken, vefâtında itâat altına alınmış otuz beş bin yeniçeri bulunuyordu. Dördüncü murâd Han, bozulmuş devlet nizamını yoluna koymak için mülâzimlikleri kaldırdı. Timar sistemini yeniden düzene koydu. İsrâfın önüne geçmek için kânunlar çıkarttı. Sipâhilerden zorbalıkla ele geçirdikleri evkâf idâresini ve diğer hükümet hizmetlerini aldı. Sipâhileri intizam ve itâat altına alarak, bunların ve bir takım bozguncuların toplandığı yerler olan kahvehâneleri kapatarak âsâyişi temin etti. Yeniçerilik tahsisâtının şuna buna yemlik olması sûistimâlini kaldırarak, yeniçeriliği ıslâh etti. Vefâtında içte ve dışta huzurlu ve itibârlı bir devlet bıraktı. Sultan Murâd Hanın cesâreti, her türlü zorluğa tahammülü, keskin zekası, hünerleri, askeri dehâsı, atıcılık, binicilik, silâhşörlükteki başarısı, askerleri ve tebeası tarafından çok takdir ediliyordu. İki yüz okkalık gürzleri kolayca kaldırır, hızla giden iki atın birinden diğerine atlar, attığı ok, tüfek mermisinden uzağa düşerdi. Devrinin bütün silâhlarını en iyi şekilde kullanırdı. En küçük suçları bile memleketin selâmeti için cezâlandırmaktan çekinmeyen sultan Dördüncü Murâd Hanın merhameti de çoktu. Savaş esnasında otağının yanına kurdurduğu seyyar hastahanelerdeki yaralı ve hastaları ziyaret eder, onlarla yakından ilgilenirdi. Memleketin her tarafındaki imârethanelerin vakıf şartlarına uygun şekilde çalışması, fakir ve yetimlerin aç ve açıkta kalmaması için gayret gösterirdi. Din ve Devlet menfaatine iş yapanı hemen mükafatlandıran Sultan Murâd Han, pekçok hayırlı işin yanında, topkapı sarayında Revan ve Bağdat köşkü gibi nâdide eserler, köprüler, kervansaraylar, hanlar ve benzeri hayır eserleri de inşâ ettirdi. Boğazda yaptırdığı sarayda, oğlu Muhammed'in doğumundan yedi gece kandilleri astırıp şenlikler yapıldığından, buraya Kandilli denildi. Kavaklar'daki kaleleri yaptırdığı gibi, pekçok şehrin de surlarını tâmir ettirdi. Bağdat'ı feth edince, İmâm-ı A'zam ve Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin türbelerinin tâmiri yaptırdı. Kâbe-i muazzamayı su basması üzerine; Ankaralı Mehmed ile Rıdvan Ağayı Kâbe-i muazzamayı tâmirle vazifelendirdi. Sultan Dördüncü Murâd Han devrinde kazanılan zaferlerin yanında pekçok âlim, şâir, târihçi ve sanatkar yetişerek kıymetli eserler meydana getirmişerdir. bunlardan bibliyografya, târih, coğrafya sahasında kâtip Çelebi ve Vekâyi-nâme sâhibi Topçular kâtibi Abdülkâdir, Ravdat-ül-Ebrâr ve Zafernâme sâhibi Karaçelebizâde Abdülaziz, Târih-i Gılmâni sâhibi Mehmed Halife, teşkilât ve idâre sahasında Koçi Bey vardır. Yine Erzurumlu Ömer, Nef'i, Azmizâde Mustafa Hâleti, Nâibi, Yahya, Bahâi, Cevri ve Fehim-i Kadim, devrinde önde gelen şâirlerdir. Yine süslü nesrin on yedinci yüzyıldaki temsilcilerinden Nergisi de Dördüncü Murâd devrinin meşhûrlarındandır.
Bundan başka şâir olan bu padişahın devrinde halk edebiyâtı sarayca desteklenmiş, zaferlerine destanlar, ölümüne halk şâirlerince şiirler yazılmıştır. Bu şâirlerden bâzıları saraya intisap etmişlerdir. Bunların belli başlıları Kuloğlu, kâtibi, Kayıkçı Kul Mustafa gibi halk şâirleridir. Yine devrin tekke edebiyatındaki büyük temsilcisi Aziz Mahmûd Hüdâi de, bu devrin sahasında önde gelen şâirlerindendir.
Saltanatı 17 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 82
Cülûsu 10 Eylül 1623
Babası Sultan Birinci Ahmed Hân
Annesi Mâhpeyker (Kösem) Sultan
Doğumu 27 Temmuz 1612
Vefâtı 9 Subat 1640
Kabri İstanbul Birinci Ahmed Hân Türbesi'ndedir
Osmanlı padişahlarının on yedincisi ve İslâm halifelerinin seksen ikincisi. Babası birinci Ahmed Han, annesi Mâhpeyker (Kösem) sultandır. 27 Temmuz 1612'de İstanbul'da doğdu. Tam bir İslâm terbiyesi ve ahlâkı ile yetiştirildi. Enderun mektebindeki hocalarından husûsi dersler aldı.
Genç Osman'ın başına gelen acı felâket ve yerine geçen amcası Mustafa Hanın kısa bir süre sonra tahttan indirilmesi üzerine henüz on bir yaşında iken 10 Eylül 1623'te Osmanlı tahtına çıktı. Eyyûb Sultan hazretlerinin türbesinde hocası Aziz Mahmûd Hüdâi'nin elinden kılıç kuşandı. Yaşı küçük olduğu için, devleti bilfiil idâre edemeyeceği görüşü hâkim olarak annesi Mâhpeyker Kösem Sultan, saltanat nâibesi tâyin edildi. Tahta geçtiğinde, iç ve dış işlerdeki karışıklıklar devam ediyordu. İdâri işler karışık olduğundan, Yeniçeri ve Sipâhi askerleri zorbalığa baş vuruyorlardı. Vasi durumunda olan annesi Mâhpeyker Kösem sultanın yardımı ile iş başına kıymetli devlet adamları ve kumandanlar getirerek, ortalığı düzeltti. İran Şâhı Birinci Abbâs (1588- 1629), Osmanlı hudûdunu geçip, Bağdat'ı işgâl ederek, otuz bin Ehl-i sünnet Müslümanı kadın, çoluk çocuk demeden kılıçtan geçirdi. Rus kazakları ise kayıklarla Karadeniz sâhilindeki bâzı köyleri yaktılar. 1625'te sadrâzamlığa getirilen Hâfız Ahmed Paşa, kazak korsanlarına ve Safevilere karşı harekete geçti. 1625'te Köstence'de kazakların iki yüz elli kayığı batırılarak, dört bin kadarı öldürüldü. Şah Abbâs'ın Bağdat'taki zulmünün önüne geçmek için 1625'te ordu sevk edildi. 11 Kasım 1625'te Bağdat yakınlarındaki Azamiyye kurtarılarak, Bağdat kuşatıldı. Ancak yeniçerilerin isyânıyla Bağdat kuşatmasını kaldıran Sadrazam Hâfız Paşa, Irak'ın kuzey ve güneyini işgalden kurtardı. 1 Aralık 1626'da Sadrazamlığa getirilen Kayserili Halil Paşa, tekrar başlayan Safevi saldırılarının önüne geçmek ve Abaza Mehmed Paşanın isyanlarını bastırmak için 4 Aralık 1626'da sefere çıktı. Serdar Halil Paşanın muvaffakiyetsizliği üzerine 6 Nisan 1628'de Sadrazamlığa Hüsrev Paşa getirildi. 22 Eylül 1628'de Abaza Mehmed Paşayı yola getiren yeni sadrazam Safevilere karşı 5 Mayıs 1630'da Mihribân'da, 14 Temmuz 1630'da Cemhâl'da zafer kazandı. İranlılar mağlup olunca, Anadolu'da asâyiş temin edildi. Dördüncü Murâd Hanın yaşının küçüklüğünden istifâde eden yeniçeriler, İstanbul'da zorbalıklarını ve ahâliye kötü muâmeleyi artırdılar. Sadrazam Hüsrev Paşanın azlini bahâne eden yeniçeriler ve sipahiler ayaklanarak saraya yürüdüler. Yeni Sadrazam Müezzinzâde Hâfız Ahmed paşayı öldürdüler. (1632) Bundan sonra zorbaların zoru ile sadrazam olan Receb paşa döneminde İstanbul'da karışıklıklar günlerce sürdü. En küçük bir olayda Receb paşanın tahrikiyle harekete geçen zorbalar yeni kelleler istiyorlardı. Diğer tarafdan tahta geçtiği günden itibaren bütün hâdiseleri dikkatle tâkip ederek, eşkiyanın elebaşlarını tesbit eden Sultân Murâd Han, 8 Haziran 1632'de devlet idâresini bizzat eline aldı. İsyancıların elebaşısı olan Topal Receb paşayı öldürttü. Yeniçeri ve sipahi ocaklarını sindirerek, zorbalıkların önüne geçti. Kahvehâneleri ve meyhâneleri kapatarak tütünü ve alkollü içkileri yasakladı. Emri dinlemeyenleri şiddetli cezâlar verileceğini ilan edip, sıkı kontroller yaptı ve yaptırdı.
Lehistan Kazaklarının Karadeniz'de Osmanlı sâhillerine ve Rumeli'de Tuna yalılarına yaptıkları saldırının önüne geçmek için 1633 Nisanında Lehistan seferine çıktı. Osmanlı ordusu Edirne'ye geldiğinde, Lehistan hükümeti sulh istedi. 1634'de imzalanan osmanlı- Lehistan Antlaşmasına göre; Kazak akınlarına son verilmesi, Leh krallarının kırım hanlarına ve Osmanlı Sultanına vergi vermesi, esirlerin karşılıklı değiştirilmesi kabul edildi. Sultan Dördüncü Murâd Han, Safevi saldirılarının önüne geçmek için ordunun başında sefere karar verip, hazırlıkları tamamladı. 18 Mart 1635'de Revan seferine çıkan Dördüncü Murâd Han, önceden tesbit ettirdiği zorbalardan yolu üzerindekileri cezalandırdı. 27 Temmuz 1635'te Revan önlerine ulaştı. Sefer boyunca ordunun başında bulunup, askerlerle alakadar olan, kuvvet, heybet ve dehşetinden ürkülen sultan Murâd Hana ordu içinde büyük bir emniyet ve hürmet hissi uyandı. 28 Temmuz 1635 gecesi başlatılan Revan kuşatmasında bütün muharebe planları tatbik edildi. Sultan Murâd Hanın kuşatmanın ilk gecesi yaralanan askerleri ateş hattından geriye çektirerek hastahane çadırlarında, cerrahlar tarafından tedavi ettirip, ilaçlarının verilmesini emretmesi ve top atışlarında bulunması askerleri coşturdu. Revan kalesini düşürmek için yapılacak umûmi taarruz öncesinde Safeviler vire ile teslim olmak istediklerini bildirdiler. 8 Ağustos 1635'te Revan kale muhafızı Emirgûneoğlu Tahmasp Kulu Han, Sultan Murâd Hana kaleyi teslim etti. Revan Kalesi tâmir edilip, içine on iki bin asker ve yeteri kadar cephâne konularak muhâfızlığına Vezir Murtaza Paşa bırakıldı. 11 Eylül 1635'te Tebriz şehri tekrar zaptedildi. Safevi ordusu, Osmanlılarla meydan muharebesine cesâret edemediğinden karşılaşılmadı. Aras Nehri taraflarındaki Zeynelli aşiretinden bin kadar nüfusun, Pasin-Erzurum, Tercan-Erzincan taraflarındaki boş arazilere işgal edilmesi emrolundu. Van ve Diyarbakır'da kalan sultan Murâd Han, Revan seferine çıkışından on ay sonra 27 Aralık 1635'te İstanbul'a döndü. Osmanlı ordusunun doğudan ayrılmasıyla; Safeviler, hududa tecâvüz ederek 1 Nisan 1636'da Revan'ı işgal ettiler. 2 Şubat1637'de sadrazamlığa getirdiği Bayram Paşayı Doğu seferi serdarlığına tâyin eden Sultan Murâd Hanın kendisi de hazırlıklara başladı ve 8 Mayıs 1637'de Bağdat seferine çıktı. 16 Kasım 1638'de kuşatmanın başladığı sırada padişahtan, daha önce ele geçirilmiş bulunan İmâm-ı A'zam türbesini ziyâret etmesi istendi. Ancak sultan; ''Bağdat, sapıkların pis ayaklarıyla kirlenirken, gidip o yüce İmâmı ziyâretten hayâ ederim.'' cevabını verdi. Derhal tertibat alarak muhâsaraya başladı. Şehirde Bektaş Han Türkmen'in kumandasında 40.000 kişilik bir Safevi garnizonu bulunuyordu. Şâh Sâfi ise, atlı kuvvetleriyle Kasr-ı Şirin'de olup Osmanlı muhâsarasının gün gün tâkip etmesine rağmen müdâhaleye cesâret edemiyordu. Sultan Murâd Han, 12.000 sipahiyi İran içlerine sokup Şehriban bölgesini çiğnettiği hâlde, Şâhı savaş meydanına çekemedi. Şâh, Bağdat'taki büyük kuvvetlerine güveniyor, padişahın muhasaradan bıkınca çekilip gideceğini zannediyordu. Padişahın ve seksen altı yaşındaki şeyhülislâm Yahya Efendinin de ön safta olduğu bu kuşatmada dehşetli vuruşmalar oldu. Muhasaranın otuz yedinci gününde ön saflarda yalın kılıç kahramanca çarpışarak askeri çoşturan Sadrazam Tayyar Mehmed Paşa, birkaç kuleyi ele geçirdiği sırada alnından vurularak şehit oldu. Yerine sadarete getirilen Kemankeş Mustafa Paşa, selefi gibi gayret edip birkaç kuleyi daha ele geçirdi. bu muvaffakiyetler üzerine muhasaranın otuz dokuzuncu günü umûmi taarruza karar verildi. Sabah erkenden başlayan şiddetli hücum karşısında kale teslim oldu.
Böylece on dört sene on bir ay önce bir ihânet sebebiyle Safevilerin eline düşen Bağdat artık kesin olarak Osmanlı idâresine geçti. Sultan Dördüncü Murâd Han, ilk iş olarak İmâm-ı A'zam ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin kabr-i şeriflerini ziyâret etti. Bu büyük zâtların türbeleri, sapık düşünceli Safeviler tarafından tahrip edilmiş ve eşyâları yağmalanmıştı. Padişah emir verip bütün kabirlerin ve eserlerin tâmirini bildirdi. Şeyhülislâm Yahya Efendiyi de, bu işlere nezâret etmekle vazifelendirdi. Bu zaferden sonra Bağdat fâtihi diye anılan Dördüncü Murâd Han ordu ile sadrazam Mustafa Paşayı Bağdat'ta bırakarak İstanbul'a döndü.
Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa, büyük bir kuvvetle İran içlerine doğru harekete geçtiği sırada Şâhın barış isteği ile gönderdiği elçiler geldi. Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşayla İran murahhasları Saru Han ve Muhammed Kuli Han arasında yapılan görüşmeler sonrasında, aşağı yukarı bugünkü türk İran sınırının tesbit edildiği Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalandı. (17 Mayıs 1639) Bu antlaşmaya göre; Bağdat, Basra ve Şehr-i zûr havalisinden mürekkep Irak-ı Arap Osmanlılarda, Erivan Safevilerde kaldı. Ayrıca Safevilerin gerek Irak, gerekse Kars, Ahıska va Van taraflarına saldırmayacakları, Eshâb-ı kirâmı kötülemeyecekleri de antlaşma şartları içinde yer almıştı. Sultan Murâd Han, doğuda İran'la meşgulken, batıdaki hadiselerden de günü gününe haber alıyordu. Bilhassa Venediklilerin hudut tecâvüzlerine karşı bu Cumhuriyetle bütün ticâri münâsebetlerin kesilmesini ve hemen savaş açılmasını emretti. Ancak bu sırada damla hastalığından muzdarip bulunan sultanın durumu ağırlaştı. bunun üzerine Divân, emri çeşitli bahanelerle on üç gün geciktirdi. bu arada Venedik elçisi gelip, divanın bütün şartlarını kabul etti ve savaş durduruldu. Nitekim çok geçmeden padişahın hastalığı daha da artarak 8/9 Şubat 1640 günü, güneş battıktan sonra İmâm Yûsuf Efendi Yâsin-i şerif okurken vefât etti. Sultanahmed Câmii avlusunda Şeyhülislâm Yâhya Efendinin imâmlığında müezzinlerin ''Er kişi niyyetine!'' nidâları ve Müslümanların gözyaşları arasında kılınan cenâze namazından sonra babası Birinci Ahmed Hanın türbesine defnedildi.
Dördüncü Murâd Han Arapça ve Batı dillerine hâkim olup her türlü memleket meselesine vâkıftı. İlmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, onları teşvik ederdi. Evliyâ Çelebi ve Kâtib Çelebi gibi âlimler, teşvik ettiği kimseler arasında idi. Kur'ân-ı kerim okumayı ve ibâdetlerini hiç ihmâl etmezdi. Dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi o da Hırka-i saâdet dâiresinde Kur'ân-ı kerim okurdu. Ömrünü devlete hizmet ve Allahü teâlânın emir ve yasaklarına itâatle geçiren bu türk hakanı, Ehl-i sünnet düşmanı Acemlerin pekçok iftirâlarına mâruz kaldı. Bunlar kendilerinde bulunan zilletleri bu büyük padişaha da bulaştırmaya kalkıştılar.İnsanlara zulüm ettiğini ve içki içtiğini söylediler. Halbuki devrin kaynaklarında Murâd Hanın içki içtiğine dâir en küçük bir bilgi yoktur.
Birçok tarihçinin Kânuni sonrası en büyük Osmanlı padişahı olarak kabul ettikleri Dördüncü Murâd Han, hep dedesi Yavuz Sultan Selim Hana benzemeye çalışırdı. Gerçekten de birçok vasıfları onunla uyuşurdu. Fakat Yavuz'un sâhip olduğu kıymetli Devlet adamlarına ve tecrübeye mâlik değildi. Tahta geçtiğinde hazine bomboştu. Vefâtında ise, on beş milyon altın olup, gümüş paranın haddi hesabı belli değildi. Avrupa baştan başa istihbârat ağı ile örülmüştü. Avrupalıların en gizli sırları, Osmanlı sarayına gününde ulaşıyor ve ona göre vaziyet alınıyordu. Tahta çıktığında neye yaradığı belli olmayan yüz bin yeniçeri varken, vefâtında itâat altına alınmış otuz beş bin yeniçeri bulunuyordu. Dördüncü murâd Han, bozulmuş devlet nizamını yoluna koymak için mülâzimlikleri kaldırdı. Timar sistemini yeniden düzene koydu. İsrâfın önüne geçmek için kânunlar çıkarttı. Sipâhilerden zorbalıkla ele geçirdikleri evkâf idâresini ve diğer hükümet hizmetlerini aldı. Sipâhileri intizam ve itâat altına alarak, bunların ve bir takım bozguncuların toplandığı yerler olan kahvehâneleri kapatarak âsâyişi temin etti. Yeniçerilik tahsisâtının şuna buna yemlik olması sûistimâlini kaldırarak, yeniçeriliği ıslâh etti. Vefâtında içte ve dışta huzurlu ve itibârlı bir devlet bıraktı. Sultan Murâd Hanın cesâreti, her türlü zorluğa tahammülü, keskin zekası, hünerleri, askeri dehâsı, atıcılık, binicilik, silâhşörlükteki başarısı, askerleri ve tebeası tarafından çok takdir ediliyordu. İki yüz okkalık gürzleri kolayca kaldırır, hızla giden iki atın birinden diğerine atlar, attığı ok, tüfek mermisinden uzağa düşerdi. Devrinin bütün silâhlarını en iyi şekilde kullanırdı. En küçük suçları bile memleketin selâmeti için cezâlandırmaktan çekinmeyen sultan Dördüncü Murâd Hanın merhameti de çoktu. Savaş esnasında otağının yanına kurdurduğu seyyar hastahanelerdeki yaralı ve hastaları ziyaret eder, onlarla yakından ilgilenirdi. Memleketin her tarafındaki imârethanelerin vakıf şartlarına uygun şekilde çalışması, fakir ve yetimlerin aç ve açıkta kalmaması için gayret gösterirdi. Din ve Devlet menfaatine iş yapanı hemen mükafatlandıran Sultan Murâd Han, pekçok hayırlı işin yanında, topkapı sarayında Revan ve Bağdat köşkü gibi nâdide eserler, köprüler, kervansaraylar, hanlar ve benzeri hayır eserleri de inşâ ettirdi. Boğazda yaptırdığı sarayda, oğlu Muhammed'in doğumundan yedi gece kandilleri astırıp şenlikler yapıldığından, buraya Kandilli denildi. Kavaklar'daki kaleleri yaptırdığı gibi, pekçok şehrin de surlarını tâmir ettirdi. Bağdat'ı feth edince, İmâm-ı A'zam ve Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin türbelerinin tâmiri yaptırdı. Kâbe-i muazzamayı su basması üzerine; Ankaralı Mehmed ile Rıdvan Ağayı Kâbe-i muazzamayı tâmirle vazifelendirdi. Sultan Dördüncü Murâd Han devrinde kazanılan zaferlerin yanında pekçok âlim, şâir, târihçi ve sanatkar yetişerek kıymetli eserler meydana getirmişerdir. bunlardan bibliyografya, târih, coğrafya sahasında kâtip Çelebi ve Vekâyi-nâme sâhibi Topçular kâtibi Abdülkâdir, Ravdat-ül-Ebrâr ve Zafernâme sâhibi Karaçelebizâde Abdülaziz, Târih-i Gılmâni sâhibi Mehmed Halife, teşkilât ve idâre sahasında Koçi Bey vardır. Yine Erzurumlu Ömer, Nef'i, Azmizâde Mustafa Hâleti, Nâibi, Yahya, Bahâi, Cevri ve Fehim-i Kadim, devrinde önde gelen şâirlerdir. Yine süslü nesrin on yedinci yüzyıldaki temsilcilerinden Nergisi de Dördüncü Murâd devrinin meşhûrlarındandır.
Bundan başka şâir olan bu padişahın devrinde halk edebiyâtı sarayca desteklenmiş, zaferlerine destanlar, ölümüne halk şâirlerince şiirler yazılmıştır. Bu şâirlerden bâzıları saraya intisap etmişlerdir. Bunların belli başlıları Kuloğlu, kâtibi, Kayıkçı Kul Mustafa gibi halk şâirleridir. Yine devrin tekke edebiyatındaki büyük temsilcisi Aziz Mahmûd Hüdâi de, bu devrin sahasında önde gelen şâirlerindendir.