Amerika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Amerika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ekim 2021 Salı

Obama ve Esad

Obama ve Esad



Obama'nın 4 yıllık Suriye politikası ABD Başkanı Barack Obama'nın dört yıllık Suriye politikasının özünü, askeri müdahaleden uzak durmak ve Beşşar Esed'siz bir siyasi

6 Eylül 2010 Pazartesi

Yerli Silah Takıntısı

Yerli Silah Takıntısı

Albay Ripley ve İngiliz Tüfekleri
1860, ABD

West Point'ten 1813'de mezun olan Albay James Ripley belki de dört yıl süren kanlı Amerikan iç savaşının çıkmasından sorumlu kişilerin başında geliyor. Aslında bu anlaşmazlık birkaç ay içinde halledilebilirdi. 1861'de Birleşik Devletler ordusunun Savaş Gereçleri Bölümünün başına getirildiğinde altmış yedi yaşında olan Ripley ordunun silahlarını güçlendirmek için teklif edilen her türlü buluşa burun kıvırıyordu.

Ripley, özellikle piyade için gerekli ateşli silahların alınmaması için her türlü bürokratik yolu deneyen adam olarak da tarihe geçmiştir. Aralıksız atış sağlayan Spencer tüfeklerinin askerlerin çok fazla cephane harcamasına neden olacağını ve bunun da orduya pahalıya mal olacağını öne sürmüştür.

En büyük aptallığıysa yaptığı bir şey değil, yapmadığı bir şey nedeniyledir ve iki tarafın da on binlerce asker kaybetmesine yol açmıştır.

Hikayemiz 1852'de İngiltere'nin modern dünyanın ilk fuarını Kristal Saray'da düzenlemesiyle başlıyor. Fuarda, Amerikan standı açıldığında sadece mekanik parçalar olan kutular ortaya çıktı. İzleyicilerin arasından gönüllüler alındı ve birazcık yardımla birkaç dakika içinde bu parçaları bir Colt tabancaya dönüştürdüler. Bu silah kusursuz bir isabet oranına sahipti ve çok kolay bir araya getirilebiliyordu. Bu gösteri öylesine yeni bir şeydi ki, İngiliz Parlamentosu bu yeni teknolojiyi keşfetmek üzere bir komisyon oluşturup Amerika'ya gönderdi.

Komisyonun ilk durağı Springfield cephaneliğiydi. O sırada burada 1855 model Springfield 58 tüfeklerinin seri üretimine geçilmişti. Bu yüksek isabet oranına hayran kalan İngiliz hükümeti tüm fabrikayı satın aldı. Üç yıl içinde de İngilizler kendi Springfield tüfeklerini üretmeye başladılar. 577 kalibre Enfield... Bu model Amerikalıların Springfiel'ine çok benziyordu. Sadece kabzasında ve kalibresinde ufak farklılıklar vardı.

Amerika'da düşmanlıkların artması federal hükümeti hazırlıksız yakaladı. Ancak daha sonra ortaya atılan bazı iddialara göre Buchanan'ın emrindeki Savaş Bakanı Jefferson Davis, hala görevdeyken alınan önemli kararları sabote etmişti. Ordunun yirmi binden az askeri vardı. Dahası, sahip olmaları gereken modern silahlar da yoktu. 1855 model Springfield tüfekleri sadece yirmi otuz bin kadardı ve çoğu da güneydeki cephaneliklerdeydi.

Konfederasyonun Sumter Kalesine ateş açmasından üç gün sonra Lincoln yetmiş beş bin gönüllüye çağrıda bulundu. Yaz sonunda ise yarım milyon adama daha savaş çağrısında bulunuldu. Birlik'in sorunu gönüllüler bulmak değil onlara silah verebilmekti. Aslında gönüllülerin birçoğu geri çevriliyordu. Albay Ripley'nin masasına gelen sorun buydu.

Öncelikle Ripley o an sahip olunan silahlarla ilgili bir sorun olmadığını söyledi. Bu silahlar 1812'de yapılan savaşlarda güzel güzel çalışmıştı. Ancak herkes ateş mekanizmalı silahlar konusunda ısrarlıysa aralıksız atış yapan silahlar alınabilirdi. Ancak burada bir sorun vardı; Springfield silah fabrikasının ve öteki silah üreticilerinin bu kadar silahı yapması en az bir yıl alırdı. Zaten silah alımı için özel sektöre başvurmaktan bahsedilemezdi bile.

Bu ikilem karşısında Ripley'nin emrindeki bir personel müdürü krize basit bir çözüm önerdi: İngiltere'ye gidip, gerekli silahlan Enfield'dan satın almak. İngilizler bu silahlar için maliyetine fiyat veriyordu, çünkü kendileri daha ileri bir teknolojiye geçişin hazırlıkları içindeydiler. Sonuç olarak Birlik ordusu birkaç ay içinde silahlanabilirdi.

Albay James Ripley bu fikri duyunca çılgına döndü. Bir zamanlar İngilizlere karşı savaşmıştı şimdi silah almak için tutup onlara koşması düşünülemezdi bile. Dahası, Ripley savaşın yaz sonuna kadar biteceğinden emindi ve birkaç yüz bin silah satın almak boşa gidecek paralar demekti. Silahlar ulaştığında belki de ordular çoktan dağılıyor olacaktı. Sonunda şöyle bir fikirle geldi; bu bir Amerikan savaşıydı ve Amerikan mallarıyla yapılmalıydı. Bundan başkası hiç de vatanseverce bir davranış olmazdı.

Personel müdürü bu fikri geri çekti, bir daha düşündü ve bu yaşlı adamın kalbini kazanacağını umduğu yeni bir fikirle geri geldi. İstihbarat birimlerinden alınan bilgiye göre Konfederasyoncular çoktan İngiltere'ye gitmiş ve tüm Enfield silahlarını satın alıp daha da yenilerini imal ettirmek üzere anlaşıyorlardı.

Ripley yine çıldırdı ancak bu kez paniğe kapılmadı. Eğer Konfederasyon İngiliz silahlarını satın almak istiyorsa bu onların bileceği işti, Ripley'yi hiç ilgilendirmezdi. Tekrar, silahlar gelene kadar savaşın biteceğini ve Amerikan askerlerinin Amerikan silahlarıyla savaşacağını yineledi. Personel müdürü ısrarla karşı çıktı ve Federal hükümetin Konfederasyonun o silahları almasına engel olması gerektiğini savundu. Eğer Ripley o silahları kullanmak istemiyorsa bile ötekilerin almaması için satın alınıp okyanusa atılabilirdi.

Personel müdürü Ripley'in huzurundan kovuldu ve bir daha bu konuyu gündeme getirmemesi istendi.


Üç ay sonra Manassas'ta otuz beş binin üzerinde Birlik askeri savaşa girdi. Çoğunluğunda eski püskü silahlar vardı. Son saldırıyı Henry Tepesinden yaptılar ve Konfederasyon direnişini kırdılar. Bu son kahramanca atak Stonewall Jackson'ın adamlarının yepyeni Enfield tüfekleriyle açtığı yaylım ateşiyle son buldu. Bu silahlar üç yüz elli metre öteden bir insanı vurabiliyordu. Yüz metreden daha yakından ateşlendiğinde ise mutlaka öldürücü oluyordu. Bu mesafeden Birlik askerlerinin eski tüfekleri bir işe yaramazdı.

Sonunda Ripley yönetimden gelen baskılara dayanamadı ve Enfield tüfekleri sipariş etmeye başladı. Ancak artık çok geçti. İlk stoklar Güney'e gitmişti. Savaşın en ironik yanlarından biri İngilizlerin hem güneylilere, hem de kuzeylilere Enfield tüfeklerini satmaya devam etmiş olmasıdır. Ripley umutsuz bir şekilde yüzünü Prusyalılara döndü.

Prusyalılar çoktan üstten doldurmalı silah teknolojisine geçmişlerdi ve eski önden doldurmalı silahları satmak için can atıyorlardı. Onlardan başka Belçikalılardan da bir miktar silah alındı. Ancak bu tüfekler arkasında olanlar için önünde olanlardan çok daha tehlikeliydi. Birlik askerlerinin çoğu bürokrasiyi bir yana bırakıp soğuk bir mantıkla savaş alanında hayatlarının buna bağlı olduğunu düşünerek, kendi paralarıyla Sharps ve Burnside gibi daha ileri teknoloji ürünü ve Ripley'i isyan ettirecek kadar pahalı mermileri olan silahları satın aldılar.

Amerikan İç Savaşı'nın en büyük mitlerinden biri savaş boyunca Konfederasyon ordularının yetersiz bir donanımla savaşmış olduğudur. Bu, Albay Ripley sayesinde, savaşın ilk yılları için kesinlikle doğru değildi. 1862 yazına kadar Birlik askerleri, özellikle batıdaki operasyonlarda eski tüfeklerle savaşmıştı.


Konfederasyon birliklerinde ise Enfieldler vardı. Enfieldler olmadan Güney kesimi 1861 ve 1862'deki savaşlarda yıkılabilirdi. Konfederasyon ordusu üstten doldurmalı silahlarla donanmış bir Birlik ordusuyla karşılaşsaydı ve bir de Enfieldleri olmasaydı Güney'in asla İkinci Manassas, Antietam, Gettysburg gibi zaferleri olamazdı.

Ripley'nin ordusu ilk savaşlarından çoğunu kaybetti. Kendilerinde de olabilecek silahlarla etkisiz hale getirildiler. Ripley değişime karşı savaştı ve bu yüzden aralıksız atış yapan tüfeklerin alınması gecikti. Bu karar daha erken alınsaydı iç savaş çok daha kısa sürebilirdi. Ripley, 1863'de ordudan atıldı. Daha sonra hatası için özür diledi mi, dilemedi mi bilinmiyor...
Vikingler ve Amerika

Vikingler ve Amerika

Koskoca bir kıtanın kişisel nedenle kaybı
İS 1001

11. yüzyıl Viking halklarının en güçlü olduğu dönemdi. Kanunları çok iyi düzenlenmiş, vahşetleriyle ünlenmişlerdi. Yöneticileri dünyanın en zengin ve en güçlülerindendi. Bizans İmparatorluğu'nun gurur duyduğu şeylerden biri, İmparator Varangian'ın muhafızlarının tamamen Rusya'dan ve İskandinavya'dan gelme Vikinglerden oluşmasıydı. Vikingler gemileriyle Dublin'den Kiev'e kadar yelken açarlardı.

Ama şaşırtıcı bir şekilde, Amerika kıtasına yerleşmediler. Hem de Avrupalılar arasında yerleşme olanağına ilk onlar sahip olmuşken... Vikinglerin toprak hırsları, neredeyse altına duydukları kadardı. Nova Scotia kıyılarındaki yemyeşil 'Vinland' harika bir ödül olacaktı onlar için. Ayrıca Vikinglerin yerleştiği İzlanda'dan ve Grönland'dan daha iyi bir iklimi vardı. Toprağı verimsiz, havanın hep kasvetli olduğu anavatanları Norveç'ten de iyiydi. Yerlilerin karşı koyması yerleşmelerine bir engel teşkil etmedi.

Amerika'ya yerleşen Avrupalı göçmenlerin yerlilere karşı sahip oldukları tüfek gibi teknolojik üstünlükleri olmasa da zırhları ve çelik silahları yetmişti. Hem de pek uzak değildi. Grönland'dan Amerika kıyısına gitmek, Norveç'ten İzlanda'ya ya da İzlanda'dan Grönland'a gitmenin yarısı kadardı. Bugün bile Nova Scotia'da durursanız, ufukta yüksek Grönland zirvelerinin gölgesini görebilirsiniz. Öyleyse Avrupa'nın en yayılmacı, en dinamik insanlarından olan Vikingler yağmaya böylesine hazır bu kıtayı neden tercih etmediler?

Bunun yanıtı, Viking tarihinin en ünlü iki adamının karanlık geçmişlerinde yatıyor. Birisi Kızıl Eric, ya da nam-ı diğer Kanlı Eric; diğeri de oğullarından Leif Ericson'du.

Vikingler, tecavüz ve çapulculukta kötü bir üne sahip olsalar da, Kızıl Eric onlar için bile çok vahşiydi. Norveç'te ufak bir kavga sonucunda silahsız bir komşusunu öldürdüğü için önce Norveç'ten İzlanda'ya sürgüne gönderildi. Orada oğlu Leif doğdu. İzlanda'ya yerleştikten sonra yeni bir kavgaya tutuştu ve orada uzun süredir yaşayanlardan birini öldürdü. O sıralar onu sürgüne gönderecek başka bir yer olmadığı için, Eric'e birkaç komşusunun olduğu İzlanda'nın batı kesimine yerleşmesi emredildi. Bu da bir işe yaramadı.

982 yılında Eric yeniden kavga sonucunda birisini öldürmesiyle 'Kanlı' lakabıyla anılmaya başladı. Böylece Eric İzlanda'dan da uzaklaştırıldı. Ama katil aynı zamanda insanları etkilemesini de biliyordu. Etrafına bir grup memnuniyetsiz, sıkılmış Viking'i topladı. Uzun yola dayanaklı gemiler inşa ettiler ve batıya doğru yelken açtılar.

Eric ve arkadaşları, kara görene kadar beş yüz mil yol aldılar. Eric, yeşil ülke anlamına gelen Grönland adını, buzla kaplı bölgeye yeni insan çekmek için koymuştu. Eric ve arkadaşları İzlanda'ya geri döndüler ve orada bir koloni kurmak üzere birkaç yüz Vikingli aileyi ikna ettiler. Hava kötü, toprak kayalık olmasına rağmen burada yaşayan başka kimsenin olmaması her şeyi katlanılır kılıyordu. Böylece Eric'in bilfiil komutası altında belki de beş yüz kişiden oluşan bir koloni Grönland'e yerleşti.

1001 yılında, o zamanlar bütün Vikingleri çeken gezi tutkusu Eric'in oğlu Leif in de kanına girdi. Ama gitmek için kesin bir hedef belirlemişti. Çeşitli belirtilere ve söylenenlere göre daha batıda başka bir ada daha vardı. Babası hala Grönland'ın yöneticisiydi ve bu da Leif'in gemisine adam topla****** bu adayı keşfetmek üzere yelken açmasına olanak verdi. Şaşırtıcı bir şekilde kısa süren bir yolculuktan sonra Nova Scotia'nın kıyısına vardılar. Babası gibi, Leif de iyi bir ismin insanları çekeceğini bildiğinden buraya Vinland adını verdi.


Vinland'ın anlamının üzümle pek bir ilgisi yoktu, doğru tercümesi "bereketli" ya da "dostane" ülke olabilir. Sonra, artık bin beş yüz kişilik kalabalık bir topluluğa sahip Grönland'a döndü. Babası gibi o da Vinland'ın keşfini duyurmak, yerleşecek insan çekmek ve babasının Grönland'da yaptıklarını yapmak istiyordu.

Ama kader buna izin vermedi. Kızıl Eric tahtını Leif'e bırakarak öldü. Anladığımız kadarıyla Grönland'ı iyi yönetmiş ve liderliği zamanında koloni genişlemişti. Ama Leif, yönetiminin ilk birkaç yılında ülkesiyle ilgilenmekten Vinland'a hiç vakit ayıramadı. Bu yüzden Vinland'la ilgilenme görevini kız kardeşi, Freydis'e verdi.

Freydis'in araştırma gezileri sonucunda ilk kez Vikingler ve Amerika yerlileri birbirleriyle karşılaşmış oldu. Vikingler taş ev yapmaya başladıklarında kalmaya karar verdikleri anlaşılınca, yerliler çevrelerinde küçük bir kontrol halkası oluşturdular. Bir araya geldiler ve elli kadar Vikingi gemisini geri püskürttüler. Vikingler kaybetmiş olsa da Freydis bu kaybedilen çatışmada bile bir kahraman olmuştu. Geri dönüp yerlilerin üstüne vahşi bir şekilde saldırarak, gemiler güvenle yola çıkana kadar geri çekilmelerini sağlamıştı.

Freydis, birkaç yıl sonra daha büyük bir grupla geri döndü. Bu sefer daha iyi silahlanmışlardı, sayıca daha fazlaydılar. Ama koloninin kaderi çoktan kötü çizilmiş gibiydi. Freydis'in gemisi karaya ilk çıkanlardan değildi. Freydis geldiğinde, sahiplenmeyi düşündüğü eve daha önce gelen iki erkek kardeş ve ailelerinin yerleştiğini gördü.

Babası, Kanlı Eric'in geleneğini sürdüren Freydis bunu kabullenemedi. Her iki kardeşi birden öldürdüğünde kimse araya girme gereğini duymadı. Ama karılarının ve çocuklarının da öldürülmelerini emrettiğinde kimse bunu yapmaya yanaşmadı. Öfkeden deliye dönen Freydis, eline bir savaş baltası aldı ve bu işi de kendi halletti.

O yıl sömürgeciler kışı geçirmek için Grönland'a döndüler. İki ailenin katlinin duyulmaması için çaba harcandı ama birileri yine de konuştu. Bu, Leif'i çok zor bir duruma soktu. Kız kardeşi nedensiz yere, Leif'in korumakla sorumlu olduğu kadınları ve çocukları öldürmüştü. Kurallara göre katili öldürtmesi gerekiyordu, ama aynı zamanda kendi kız kardeşini ölüme göndermesi Viking kurallarını çiğnemesi anlamına geliyordu. Sonunda, üzüntüyle ve kendini zorlayarak Leif bir çözüm buldu, kız kardeşini sürgüne gönderdi ve Vinland'a gidilmesini yasakladı.

Belki de, Vinland'da hiç yerleşim olmazsa, hafızalardan bu kötü anıyı silebileceğine ve kız kardeşini geri getirebileceğine inanıyordu. Ya da bu fiyaskodan o kadar hayal kırıklığına uğramıştı ki, katliamın gerçekleştiği yerin bir daha ne adını duymak, ne de görmek istiyordu.

Böylece yıllar boyunca yasak sürüp gitti. Hatta Leif'in ölümünden sonra kötü hasatlar, zor kışlar yaşanmasına rağmen koloniyi batıya, Kuzey Amerika'ya doğru yaymamaları, bunu akıllarına bile getirmediklerini gösteriyor. Bunun yerine birçok kişi Grönland'da kalmalarının olanaksızlığını anladılar ve tekrar İzlanda'ya döndüler. Birkaçı kalmaya devam etti, ama iki yüz elli yıl sonra Grönland, tekrar kıta Avrupasından kimsenin olmadığı bir yere döndü.

Bu arada bütün bu yıllar sırasında, sadece ailede bir katil olduğu için Leif'in Vinland'a koyduğu yasak saygı gördü. Sonuç olarak, dönemin en dinamik ırkı Kuzey Amerika'yı işgal etme şansını kaçırmış oldu. Eğer Eric'in oğlu, kız kardeşinin gözden düşürdüğü topraklara gitmeyi yasaklamasaydı, bugün dünya ne kadar farklı olurdu?


Ama o zaman, yapılacak en iyi şey gibi görünmüştü.
Misafir Çevrimdışı  

19 Nisan 2008 Cumartesi

Igor Gouzenko

Igor Gouzenko


13 Ocak 1919'da Rusya Rogachev'de doğar. Öğretmen olan dul annesi tarafından büyütülür. İlk eğitimini annesinden alır. Başarılı okul yıllarından sonra 1938'de Moskova Mimarlık Fakültesine başlamıştır. Üçüncü sınıftayken Rusya'nın İkinci Dünya Savaşına girmesiyle Askeri İstihbarat Akademisine gönderilir. Mimarlık fakültesindeyken tanıştığı Svetlana Gusev ile evlenir. İstihbarat Akademisini 1943 yılında bitirir ve teğmen rütbesiyle Kanada Ottawa'daki Sovyet Büyükelçiliği Şifre memurluğuna atanır.1945'te 109 gizli belgeyi Sovyetlerden kaçırarak, Kanada'ya iltica eder. Bu belgeler, Sovyetler'in Kanada,İngiltere, ABD'ndeki önemli bir casus şebekesini açıklamış ve bu alanda Batılıların eline geçebilen tek ve en değerli doküman olmuştur.

Sovyetlerin atom bombası hakkındaki istihbarat çalışmalarını ve projede çalışan bilim adamlarından Allan Nunn May Sovyetler’e aktardığı bilgilerin olduğu bu belgeyi almak için Stalin büyük uğraş vermiş ve Sovyetler Gouzenko'ya Ottawa'da bir operasyon düzenlemişlerdir. Fakat başka bir ajan olan Stephenson tarafından Gouzenko ölümden kurtulmuştur. Bu olaydan sonra 40 yıl sürecek olan Soğuk Savaş başlamıştır.


Gouzenko'ya ve ailesine Sovyetlerin saldırısından korumak amacıyla Kanada Hükümeti tarafından farklı farklı kimlikler verilir. Gençlik yıllarında kısa hikayeler yazmasına karşın,en önemli eseri, Bir Devin Düşüşü'dür (The Fall of a Titan). Bu romanda Sovyetleri eleştiren bir üslubu vardır. Esas kitap 600 sayfadır. Gouzenko tarafından 200 sayfalık bir nüsha olarak kısaltılmıştır. Kitapta gerçek olan şahısların isimleri değiştirilerek, gerçek olaylar anlatılmaya çalışılmıştır. Kitabın kahramanı Mihail Gorin'in Maksim Gorki olduğu bilinir. Sovyet ihtilalinin hazırlık aşamasından 1954'e kadar geçirilen safhalar ve bu ihtilale katkısı olan insanların o günkü durumları izlenir. 1954 yılında Bir Devin Düşüşü ile Kanada'da Governor-General Edebiyat ödülünü alır. Haziran 1982'de Kanada Mississauga'da kalp krizi sonucu ölür.


Kaynak:Wikipedia