I. Dünya Savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
I. Dünya Savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Kasım 2019 Çarşamba

Mondros'tan Sonra: İşgaller, Taraflar ve Şimdi Ne olacak, Sorusuna Verilen Cevaplar

Mondros'tan Sonra: İşgaller, Taraflar ve Şimdi Ne olacak, Sorusuna Verilen Cevaplar

Dilara Kahyaoğlu
2011-19

Birinci Dünya Savaşı'nın sonuçlarını ve Mondros Ateşkesi'ni bundan önceki metinlerde yazmıştım.  O nedenle burada bir daha tekrar etmeyeceğiz. 

Ahmet İzzet Paşa Hükumeti
Ekim ayından itibaren itibaren savaşın yenilgiyle sonuçlanacağını artık Osmanlı yöneticileri ve iTC ileri gelenleri de kabul ediyordu. Çünkü cephede işler iyi gitmiyordu, Bulgaristan ve Avusturya-Macaristan ateşkes antlaşması imzalayarak savaştan çekilmiş, Osmanlı'nın Almanya ile karasal ulaşımı da ortadan kalkmıştı. 

Savaşın sorumlusu olarak görülen İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) iktidardan çekilerek, parti olarak kendini resmi olarak tasfiye etti. Gerçekte İTC örgütü illegal olarak varlıklarını ve faaliyetlerini yürüteceklerdi. Güvenilir bir asker olan İzzet Paşa önderliğinde kurulan yeni hükumette İttihat ve Terakki ileri gelenlerinden oldukları halde, savaş sorumluluğuna katılmayan ve savaş yıllarındaki yolsuzluk ve cinayetlere (Ermeni Tehciri ve Kırımı kastediliyor) bulaşmamış olan Rauf (Orbay), Fethi (Okyar) ve Cavit Bey gibi kişiler  de yer almıştı. İzzet Paşa kabinesinin en önemli icraatı 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi ile savaşa son vermek oldu. Mütarekeyi hükümet adına Bahriye Nazırı Rauf Bey imzaladı. 

2/3 Kasım gecesi Talat, Enver ve Cemal Paşa'ların gizlice yurt dışına kaçması iç siyasette büyük bir galeyana neden oldu. İttihatçı şeflerin kaçışına göz yummakla suçlanan İzzet Paşa kabinesi, 25 gün süren iktidardan sonra 8 Kasım 1918'de istifa etti. Ama daha sonraki Osmanlı hükumetlerinde çeşitli görevler üstlendi. 

Mondros'tan İki hafta sonra İtilaf donanması İstanbul’a demir attı bu arada taze padişah Vahdettin de ittihatçı mebusların ağırlıkta olduğu **Meclis-i Mebusan’ı kapattı (12 Aralık 1918).
İşgaller ve Gizli Antlaşmalar
Mondros Ateşkes Anlaşmasının 7. Maddesi, itlaf devletlerine güvenliklerini tehdit eden bir durum ortaya çıktığında istedikleri bölgeyi işgal etme hakkı veriyordu. Mondros Ateşkes Anlaşmasının imzalanmasından kısa süre sonra itilaf devletleri bu maddeyi dayanarak ülkenin çeşitli bölgelerine asker çıkarmaya başladılar.
-3 kasım 1918’de İngilizler, Musul’u işgal etti.
-Bu arada doğuda Ermenistan, Osmanlı ordusunun çekilişinden yararlanarak Kars ve çevresini işgal etmişti (buraları Brest Litovsk Antlaşması ile Rusya'dan devralınmıştı).
-18 Kasım 1918’de İtilaf devletleri donanması İstanbul önlerinde demirledi.
-İngilizler Anadolu'nun birçok kentine (İzmit, Eskişehir, Afyon, Samsun v.b.) asker yolladılar.
-Fransızlar; Adana, İskenderun, Urfa, Maraş ve Antep yöresini işgal ettiler.
-İtalya; Antalya, Konya ve Kuşadası yörelerini işgal etti.
-15 Mayıs 1919’da ise Yunanistan İzmir’e asker çıkardı. Bu konudaki karar Paris Barış Konferansı'nda alınmıştı, Mondros'la doğrudan ilgisi yoktur
İtilaf devletlerinin Anadolu’da işgal ettikleri bölgelere baktığımızda, bunların I. Dünya Savaşında aralarında yaptıkları gizli anlaşmalarla kararlaştırdıkları Anadoluyu paylaşma planlarına büyük ölçüde uygun düştüklerini görüyoruz. Bu gizli anlaşmalarla, Adana, Maraş, Antep, Urfa bölgesi kuzeyde Sivas’a kadar Fransa’nın payına düşmüştü. Güney ve Batı Anadolu İtalyanlara bırakılmıştı. Boğazlar ve Doğu Anadolu Rusların olacaktı. İngiltere ise Anadolu yerine Osmanlının Arap vilayetlerinin büyük bölümünü almayı yeğlemişti.

Savaş sürerken Rusya’da meydana gelen ve Sosyalist bir rejimin kurulmasıyla sonuçlanan Bolşevik Devrimi sonucu Rusya savaştan çekilince, Rusya’nın payına düşen bölgeler açıkta kaldı. Bunlardan Boğazların uluslarası bir statüye kavuşturulması, Doğu Anadolu’nun ise kurulacak bir Ermenistan’a verilmesi düşünüldü.

Gizli anlaşmalarla kararlaştırılan paylaşım planlarını bozan bir diğer gelişme de savaşın sonlarına doğru Yunanistan’ın itilaf devletleri yanında savaşa girmesi oldu. Yunanistan gizli anlaşmalarda İtalya’ya söz verilen Anadolu topraklarının bir bölümünü istiyordu. Yunanistan’ın istediği bölge Rum nüfusunun yoğun olarak yaşadığı İzmir ve çevresiydi.

İtilaf devletlerinin lideri konumunda olan İngiltere, Yunanistan’ın bu isteğine destek verdi. İngiltere, İtalya gibi ileride kendine rakip olabilecek güçlü bir devlet yerine bu bölgeyi Yunanistan gibi kendi sözünden çıkmayacak küçük bir devlete bırakmayı çıkarlarına daha uygun görüyordu. Diğer itilaf devletlerine de baskı yaparak Yunanistan’ın İzmir yöresini işgal isteğini kabul ettirdi. Bunun kararı Paris Barış Konferansı'nda alındı. Bu sayede 15 Mayıs 1919’da İtilaf devletlerinin desteği ile Yunanistan İzmir’e asker çıkardı. Ancak bu itilaf devletleri arasındaki görüş ayrılıklarının ve çıkar çatışmalarının da başlangıcı oldu. Kendini aldatılmış olarak gören İtalyanlar, bu kararı hiçbir zaman içlerine sindiremediler. Yunanistan İzmir ve çevresinin işgali ile yetinmeyip bütün batı Anadoluyu ele geçirmeye kalkınca, Fransızlar, Yunanistan'ın  Anadolu'daki varlığının yalnızca İngilizlere yaradığını görüp yavaş yavaş desteğini bu işgal ordusundan çekecektir. Yunanlılardan en son desteğini çeken İngilizler olacaktır o da ancak Milli Mücadele savaşlarının sonunda..

İşgallere tepki olarak Anadolu’nun işgal tehlikesi yaşayan bölgelerinde Müdafaa-i Hukuk (Hakların Korunması) cemiyetleri adı verilen derneklerin kurulduğunu görüyoruz. Genellikle ilgili bölgelerin “eşraf” denilen ileri gelenlerinin, aydınlarının ve askeri ve sivil bürokratlarının öncülüğünde kurulan bu dernekler önceleri mitingler, gösteriler yoluyla işgalleri protesto etmişler, sonra kongreler toplayarak işgallere karşı neler yapılabileceği konusunda yöre halkının da katılımıyla kararlar almışlar ve bu kararlar doğrultusunda giderek silahlı direniş kuvvetleri oluşturmaya başlamışlardır. Kurtuluş savaşının başlangıcında bu şekilde oluşturulan silahlı direniş kuvvetlerine “Kuvayı Milliye (Milli Kuvvetler)” adını veriyoruz.

Bugünkü Türkçe “Ulusal Kuvvetler” diyebileceğimiz Kuvayı Milliye merkezi bir komutanlığa bağlı olmadan "gerilla" veya "milis" usulü ile savaşan silahlı direniş birlikleri biçiminde örgütlenmişti. Düzenli bir ordu değillerdi kısacası. Ancak düzenli bir ordunun olmadığı bir ortamda (Mondros Ateşkes Anlaşması uyarınca Osmanlı ordusu dağıtılmıştı) yapacak başka bir şey de yoktu doğrusu. Kuvayı Milliyeyi oluşturanlar o yöre halkından gönüllü olarak katılan kişilerden oluşuyordu. Yani bu kuvvetler aynı zamanda milis kuvvetleri özelliğini taşıyordu.

Kuvayı Milliye birlikleri özellikle güney cephesinde Fransız kuvvetlerine ve Batı cephesinde Yunanistan kuvvetlerine karşı savaşmışlardır. Her iki cephede de birçok başarılar elde ettiklerini görüyoruz. Ancak milis kuvvetlerinin düzenli bir ordu karşısında kesin zafer kazanması mümkün değildir. *Düzenli orduyu yıpratabilir, ama uzun vadede onun ilerleyişini durduramaz.

Batı cephesinde Yunanistan ordusu karşısında yaşanan işte bu durumdur. Kuvayı Milliye birlikleri, bazı yerlerde Yunanistan ordusuna karşı çok parlak başarılar elde etmiş olsa da sürekli yeni askerler ve silahlarla desteklenen güçlü Yunanistan ordusunun ilerleyişini uzun süre durdurmayı başaramamışlardır. Ancak bu sıralarda yapılabilecek fazla bir şey yoktur. Daha fazlasını yapabilmek için ulusal direnişin ülke çapında ve tek bir merkeze bağlı olarak örgütlenmesi gerekmektedir. İşte bunu yapacak olan mustafa Kemal Paşa bu sıralarda Anadoluya geçmiş ve bu yönde girişimlerine başlamış bulunmaktadır.
...............

**Hey’et-i Meb‘ûsan olarak da adlandırılan Meclis-i Meb‘ûsan, 23 Aralık 1876’da yürürlüğe giren Kānûn-ı Esâsî’nin öngördüğü Meclis-i Umûmî adlı Osmanlı Parlamentosu’nu oluşturan iki meclisten biri olup halkın seçtiği mebuslardan meydana gelmekteydi. Parlamentonun diğer kanadı padişahın tayin ettiği üyelerin oluşturduğu Meclis-i A‘yân’dı.


*Düzenli ordu: belirli bir sistem içinde, belirli süreler için askere alınan kişilerden oluşmuş, merkezi bir komutanlığa bağlı olarak ve katı bir hiyerarşi ve disiplin içinde hareket eden, profesyonel bir subay kadrosu tarafından idare edilen ordu.


23 Ekim 2019 Çarşamba

Wilson İlkeleri veya Ondört Nokta (Fourteen Points)

Wilson İlkeleri veya Ondört Nokta (Fourteen Points)



Başkan Wilson bu maddeleri ilk kez 8 Ocak 1918'de yaptığı tarihi konuşmasında açıklamıştır,  Bu konuşma -Başkan Woodrow Wilson tarafından- Amerika Birleşik Devletleri Kongresi'ne savaşın amaçlarını ve barışla ilgili devletin, hükumetin yaklaşımını açıklamak için yapılmıştır.
Konuşmanın üçüncü sayfası. Orijinal metin. İlkeler bu sayfadan itibaren başlıyor.

  1. Tam bir açıklık içinde varılmış barış anlaşmalarından sonra hiçbir özel uluslararası anlaşmaya gidilmemeli ve diplomatik etkinlik her zaman içtenlikle ve kamuoyunun gözü önünde yürütülmelidir.
  2. Denizlerin uluslararası sözleşmeler gereğince bütünüyle ya da kısmen kapatılabilmesi dışında, savaşta ve barışta karasuları dışındaki bütün denizlerde mutlak seyrüsefer serbestliği sağlanmalıdır.
  3. Barışı onaylayan ve korumak için anlaşan ülkeler arasındaki bütün ekonomik engeller olabildiğince kaldırılmalı ve ticaretin eşitlik temelinde yürütülmesi sağlanmalıdır.
  4. Her ülkede silah gücünün iç güvenliği sağlamaya yetecek en düşük düzeye indirilmesi için yeterli güvenceler karşılıklı olarak verilmelidir.
  5. Sömürgelerin bütün talepleri serbest, açık görüşlü ve tümüyle tarafsız bir yaklaşımla ele alınmalı, bu tür egemenlik sorunlarının çözümünde ilgili halkların çıkarlarıyla egemenliği tartışılan devletin adil taleplerinin eşit ağırlık taşıması ilkesine kesinlikle uyulmalıdır.
  6. Rus İmparatorluğu'na ait bütün topraklardan yabancı askerler çekilmeli, Rusya'yı ilgilendiren bütün sorunlar, kendi siyasal gelişimini ve ulusal politikalarını bağımsızca belirlemesine olanak verecek biçimde dünyanın öbür uluslarının en uygun ve özgür işbirliğiyle çözülmeli, Rusya'nın kendi belirleyeceği kurumsal yapıyla özgür uluslar topluluğuna içtenlikle kabul edimesi, hatta gereksinim duyabileceği ya da isteyebileceği her türlü yardımın yapılması sağlanmalıdır. Gelecek birkaç ay içinde öbür ulusların Rusya'ya karşı tutumları iyi niyetlerinin, Rusya'nın gereksinimlerinin kendi çıkarlarından farklılığını kavrayıp kavramadıklarının ve bencillikten uzak, akıllı bir yaklaşımla onun sorunlarına yakınlık duyup duymadıklarının kesin göstergesi olacaktır.
  7. Yabancı askerler Belçika'dan çekilmeli ve bu ülke hiçbir kısıtlama olmaksızın bütün öbür özgür ulusların sahip olduğu egemenlik haklarına yeniden kavuşmalıdır. Bunun gerçekleşmesi, ulusların birbirleriyle ilişkilerini düzenlemek amacıyla koydukları kurallara duydukları güvenin yeniden sağlanmasında en önemli rolü oynayacaktır. Bu düzeltme yapılmadan uluslararası hukukun yapısı ve geçerliliği örselenmiş kalacaktır.
  8. Bütün Fransız toprakları özgürlüğüne kavuşmalı ve işgal edilen kesimler geri verilmelidir. 1871'de Alsace-Lorraine konusunda Fransa'ya Prusya tarafından yapılan ve yaklaşık elli yıldır dünyada istikrarlı bir barışın kurulmasını önleyen haksızlık, herkesin çıkarlarına olan barışın yeniden sağlanabilmesi için düzeltilmelidir.
  9. İtalya'nın sınırları, açıkça belirlenmiş ulusal sınırlar temelinde yeniden çizilmelidir.
  10. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu halklarının uluslar arasındaki yeri korunmalı ve güvence altına alınmalı, bu halklara özerk gelişme olanağı tanınmalıdır.
  11. Yabancı askerler RomanyaSırbistan ve Karadağ'dan çekilmeli, işgal edilen topraklar geri verilmelidir. Sırbistan'a denize serbest ve güvenli çıkış sağlanmalıdır. Çeşitli Balkan devletleri arasındaki ilişkiler tarihsel bağlılık ve ulusal sınırlar temelinde dostça görüşmeler yoluyla yürütülmelidir. Balkan devletlerinin siyasal ve ekonomik bağımsızlığıyla toprak bütünlüğüne ilişkin uluslararası güvenceler anlaşmada yer almalıdır.
  12. Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Türk yönetimindeki öbür uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliğiyle özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır. Ayrıca Çanakkale Boğazı uluslararası güvencelerle gemilerin özgürce geçişine ve uluslararası ticarete sürekli açık tutulmalıdır.
  13. Polonyalıların yaşadığı tartışmasız olan toprakları içine alacak bağımsız bir Polonya devleti kurulmalı, bu devletin denize serbest ve güvenli çıkışı sağlanmalı, siyasal ve ekonomik bağımsızlığıyla toprak bütünlüğü de uluslararası sözleşmeyle güvence altına alınmalıdır.
  14. Büyük küçük bütün devletlerin siyasal bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü konusunda karşılıklı güvence vermek üzere özel sözleşmelerle bütün ulusları içine alan bir birlik oluşturulmalıdır.

İngilizce'si

1. Open covenants of peace, openly arrived at, after which there shall be no private international understandings of any kind but diplomacy shall proceed always frankly and in the public view.

2. Absolute freedom of navigation upon the seas, outside territorial waters, alike in peace and in war, except as the seas may be closed in whole or in part by international action for the enforcement of international covenants.
Get unlimited access to all of Britannica’s trusted content.Start Your Free Trial Today

3. The removal, so far as possible, of all economic barriers and the establishment of an equality of trade conditions among all the nations consenting to the peace and associating themselves for its maintenance.

4. Adequate guarantees given and taken that national armaments will be reduced to the lowest point consistent with domestic safety.

5. A free, open-minded, and absolutely impartial adjustment of all colonial claims, based upon a strict observance of the principle that in determining all such questions of sovereignty the interests of the populations concerned must have equal weight with the equitable claims of the government whose title is to be determined.

6. The evacuation of all Russian territory and such a settlement of all questions affecting Russia as will secure the best and freest coöperation of the other nations of the world in obtaining for her an unhampered and unembarrassed opportunity for the independent determination of her own political development and national policy and assure her of a sincere welcome into the society of free nations under institutions of her own choosing; and, more than a welcome, assistance also of every kind that she may need and may herself desire. The treatment accorded Russia by her sister nations in the months to come will be the acid test of their good will, of their comprehension of her needs as distinguished from their own interests, and of their intelligent and unselfish sympathy.

7. Belgium, the whole world will agree, must be evacuated and restored, without any attempt to limit the sovereignty which she enjoys in common with all other free nations. No other single act will serve as this will serve to restore confidence among the nations in the laws which they have themselves set and determined for the government of their relations with one another. Without this healing act the whole structure and validity of international law is forever impaired.

8. All French territory should be freed and the invaded portions restored, and the wrong done to France by Prussia in 1871 in the matter of Alsace-Lorraine, which has unsettled the peace of the world for nearly fifty years, should be righted, in order that peace may once more be made secure in the interest of all.

9. A readjustment of the frontiers of Italy should be effected along clearly recognizable lines of nationality.

10. The peoples of Austria-Hungary, whose place among the nations we wish to see safeguarded and assured, should be accorded the freest opportunity of autonomous development.

11. Rumania, Serbia, and Montenegro should be evacuated; occupied territories restored; Serbia accorded free and secure access to the sea; and the relations of the several Balkan states to one another determined by friendly counsel along historically established lines of allegiance and nationality; and international guarantees of the political and economic independence and territorial integrity of the several Balkan states should be entered into.

12. The Turkish portions of the present Ottoman Empire should be assured a secure sovereignty, but the other nationalities which are now under Turkish rule should be assured an undoubted security of life and an absolutely unmolested opportunity of autonomous development, and the Dardanelles should be permanently opened as a free passage to the ships and commerce of all nations under international guarantees.

13. An independent Polish state should be erected which should include the territories inhabited by indisputably Polish populations, which should be assured a free and secure access to the sea, and whose political and economic independence and territorial integrity should be guaranteed by international covenant.

14. A general association of nations must be formed under specific covenants for the purpose of affording mutual guarantees of political independence and territorial integrity to great and small states alike.

Kaynak

20 Ekim 2019 Pazar

Türk-İtalyan Savaşını Bir Görsel Üzerinden İncelemek

Türk-İtalyan Savaşını Bir Görsel Üzerinden İncelemek

Dilara Kahyaoğlu
2011-19

kaynak
Poster, 1912 İtalyan-Türk Barış anlaşmasının (UŞİ) hayali bir tasvirini, 'LA PACE ITALO-TURCA' başlığı altında göstermektedir. Aşağıdaki soruların yardımıyla resmi analiz edelim. Bazı sorular için sözü edilen savaşla ilgili olgusal bilgilere ihtiyacınız olacaktır. Yeri geldiğinde ilgili kaynaklara bakmayı ihmal etmeyiniz.

1. Önce şu temel problemleri çözelim:
- Resimdekiler kim? Onların kim olduğunu hangi ipuçlarını kullanarak anladınız?
- Burası neresi? Bunu hangi ipuçlarını veya bilgilerinizi kullanarak çözdünüz?

2. Herkesin erkek olduğu bu ortamda iki kadın var:
- Onlar neyi temsil ediyor? (Neden kadın olarak düşünülmüş? (Benzer tabloları hatırlayınız.)
- Kadınların birbiriyle ilişkisi nasıl? Birbirlerine nasıl davranıyorlar? Neden? Görüşünüzü örneklerle açıklamalısınız.
- Neden başka kadın yok? Tabloya konmuş iki kadının, kadınları temsil ettiğini düşünebilir miyiz? Düşüncelerinizi argümanlarla destekleyerek, tartışınız.
3. Savaşın sonunda kimin kazandığını hangi ipuçlarından çıkarabiliyoruz? Resmi gözlemleyerek (okuyarak) saptama yapın ve bunları tek tek yazınız.

4. Çizer, yerli halkı nasıl betimlemiş? Neden böyle çizmiş olabilir? Bu gösterge, İtalyanların yerli halkı nasıl gördüğüne dair ne gibi ipuçları barındırmaktadır?

5. Bu tablo, çizer/yazar hakkında neler düşündürdü? İpuçlarından yola çıkarak çizerin profilini çıkarınız. Saptamalar ipuçlarıyla birlikte belirtilmeli (kanıt göstermek).

6. Görsel hakkında sizde oluşan duygu ve düşünceleri ifade ediniz. Serbestçe yazın. Kısıtlama yok.



kaynak belirtilmeden kullanılamaz
Zihin Haritasıyla Trablusgarp Savaşı

Zihin Haritasıyla Trablusgarp Savaşı

Dilara Kahyaoğlu
2011-19
Zihin haritasıyla Trablusgarp Savaşı

Çalışma Soruları

1. Trablusgarp Savaşı dünya literatüründe hangi isimle bilinmektedir?

2. İtalya'nın yerini bir haritada bulun sonra da Libya'yı bulun... İtalya, Libya'da ne arıyor? Deniz aşırı bu toprakları ne yapacak?

3. Osmanlı'nın burayı doğrudan savunamamasının nedenlerini düşünün sonra da şu konuyu tartışın: Osmanlı Devleti bu duruma nasıl düştü? Neden?

4. Haritada Libya için Osmanlı'nın Kuzey Afrika'da elinde kalan son toprak parçası deniliyor. Bu doğru mu? Mesela Osmanlı egemenliğinde olan Mısır vardı, Cezayir vardı... Onlara ne oldu?

5. Haritada Uşi Antlaşması'nın ayrıntıları belirtilmemiş. Bunları maddeler halinde yazınız. 

6. Haritada şantaj politikası diye bir not var. Nedir bu şantaj politikası? 

7. İngiltere başta olmak üzere Batı devletleri İtalya'nın Libya'yı işgalinin yolunu açıyor veya sesini çıkarmayarak destekliyor. Neden? 

Kaynağı belirtilmeden kullanılamaz


19 Ekim 2019 Cumartesi

Zihin Haritasıyla Balkan Savaşları

Zihin Haritasıyla Balkan Savaşları

Dilara Kahyaoğlu
2011

Üzerine tıklayarak büyütünüz
Çalışma Soruları

1. Haritayı bir metne dönüştürünüz. Bunu yaparken varsa eksik bulduğunuz olguları da ekleyiniz. Kendi bulduğunuz bir yöntemle bunların sizin eklemeniz olduğunu da göstermeyi unutmayınız.

2. Haritadaki "Dikkat, Bulgaristan Ege Denizi'ne açıldı" uyarısı üzerinde düşününüz. Bu gerçekten de o dönem için önemli bir gelişme midir? Tartışınız.


3. Haritada İTC'li subaylar ile "diğer" subaylar arasındaki çatışmadan bahsediliyor.
-Öncelikle isimlerin ne anlama geldiğini açıklayınız. İTC'li subaylar ve diğer subaylar... Kim bunlar?
-Bu iki farklı kesim subay neden birbirleriyle kavga ediyor?

4. Birinci Balkan Savaşı'nın nedeni nedir diye sorulduğunda şu cevabın verildiğine çok kere tanık olunur. "Çünkü Bağımsızlıklarını istiyorlardı." Bu cevap doğru mu? Örneklendirerek açıklayınız.

Aşağıdaki haritaları da inceleyiniz
Kaynak: A Military Atlas of the First World, Arthur Banks

Kaynak: A Military Atlas of the First World, Arthur Banks



Kaynak belirtilmeden kullanılamaz

16 Ekim 2019 Çarşamba

Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı'nda

Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı'nda

Dilara Kahyaoğlu
2011-19
Savaş zamanının Osmanlı yöneticileri
Kaynak: Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Askerleri, Atlas Dergisinin eki, 
Savaşa Giriş Nedenleri
Savaş öncesinde ülkenin karşı karşıya kaldığı siyasi, ekonomik, askerî ve toplumsal koşullar ile yönetici elite (İTC yöneticileri) egemen olan siyasi-ideolojik bakış açısı gözden geçirildiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girme nedenlerini şöyle sıralamak mümkündür:
• İtilaf Bloku'nda yer alan devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’na karşı izledikleri saldırgan politikalar
• Son savaşlarda kaybedilen toprakların geri alınmak istenmesi
• Ekonomik bağımsızlığın kazanılmak istenmesi
• Almanya’nın savaştan üstün çıkacağı düşüncesi
• Osmanlı-Alman yakınlaşması
• Turan İmparatorluğu kurma düşüncesi
Yukarıda ana hatlarıyla verilen nedenler, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa sürüklenmesinde başlıca rolü oynadı.
Seferberlik ilanından sonra Sultanahmet'de yapılan destek mitinginden bir sahne
Kaynak: Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Askerleri, Atlas Dergisinin eki, 



Osmanlı –Alman Antlaşması
Trablusgarp ve Balkan Savaşlarından ağır yenilgiyle çıkan Osmanlı İmparatorluğu, dünya savaşından hemen önce ordu ve donanmasını modernleştirme ve siyasi yalnızlıktan kurtulmak için de bazı diplomatik girişimlerde bulundu. İngiltere’ye yakınlaşma ve İtilaf Devletleri blokunda yer alma çabası sonuçsuz kaldı. Bu durum karşısında yalnızlıktan kurtulmak isteyen Osmanlı İmparatorluğu, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Alman yanlısı üyelerinin (başta Enver Paşa olmak üzere) baskısıyla Almanya’ya daha çok yakınlaşmaya başladı. İki ülke arasında 27 Temmuz 1914’te başlayan ittifak görüşmeleri 2 Ağustos 1914’te antlaşmayla sonuçlandı. Osmanlı Hükümeti üyelerinin bir bölümünün haberi olmaksızın imzalanan ittifak antlaşmasının en önemli hükümleri şunlardır:
• İki devletin Avusturya-Macaristan ile Sırbistan arasında çıkan bir anlaşmazlıkta tam bir tarafsızlık içinde bulunması,
• Avusturya-Macaristan ile Rusya’nın savaşa tutuşması halinde Almanya’nın da buna katılmak zorunda kalması durumunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun da savaşa girmesi,
• Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun tehditle yüz yüze kalması durumunda silahla Osmanlı’yı savunması.
Osmanlı’nın Savaşa Girişi
Goben ve Breslau'nun İngiliz savaş gemilerinden kaçarken çizdiği rota
En son olarak önce Çanakkale'ye daha sonra İstanbul'a geliyor
Siyah çizgiler Alman, sarı çizgiler İngiliz gemilerinin rotalarını gösteriyor.

Osmanlı Hükumeti, antlaşmanın onaylandığı gün genel seferberlik kararı aldı ve tarafsızlığını ilan etti. Ancak antlaşmanın onaylanmasından sonra Alman-Rus Savaşı başladığından Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girmesi gerekiyordu. Oysa ittifak antlaşmasından haberi olmayan İtilaf Devletleri, Osmanlı Hükümeti’nin tarafsız kalacağını ilan etmesinden hoşnut kaldıklarını açıkladılar. Osmanlı Hükümeti de, İtilaf Devletlerinden kapitülasyonların kaldırılması, Ege Adalarının kendisine geri verilmesini ve Mısır sorununun çözümlenmesini istedi. İngiltere, bu istekleri kabul etmedi.

Osmanlı İmparatorluğu politik manevralarına rağmen hızla savaşa sürüklenmekten kurtulamadı. Akdeniz’de İngiliz donanmasının takibinden kaçan Goeben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisinin 10 Ağustos’ta Çanakkale Boğazı’nı geçerek Marmara Denizi’ne girmesi Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa katılması sürecini hızlandırdı. Uluslararası hukuka göre gemilere savaş sonuna kadar el koyması gereken Osmanlı Hükümeti, bunları satın aldığını açıkladı. Gemilere Türk bayrağı çekti, adlarını Midilli ve Yavuz olarak değiştirdi ve personele de fes giydirdi.

Yavuz Zırhlısı'nın Alman Komutanı Souchon ileTürk ve Alman kurmay heyeti.
Resimde görüldüğü gibi Alman subayları da fes ve Osmanlı üniforması giymiş.
Kaynak: Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Askerleri, Atlas Dergisinin eki, 
Almanya, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girmesi yönünde baskılarını arttırdı. Oysa Osmanlı Hükumeti çeşitli gerekçeler öne sürerek savaşa hemen girilmesini arzu etmemekteydi. Bir yandan da diplomatik ataklarını sürdürerek 19 Ağustos 1914’te Bulgaristan’la dostluk antlaşması imzaladı. Yıllardan beri Osmanlı İmparatorluğu’nun sömürülmesine neden olan kapitülasyonları 7 Eylül 1914’te tek taraflı olarak kaldırdığını ilan etti. Ancak Almanya ve Avusturya başta olmak üzere ilgili devletler itiraz ettiler.

Almanya, bir oldu bitti ile Osmanlı İmparatorluğu’nu savaşa sürükleyerek üzerindeki yükü hafifletmeye çalıştı. Nitekim Osmanlı Hükumeti tarafından donanma komutanlığına getirilen Alman Amirali Souchon (Zuşon) başta Yavuz ve Midilli olmak üzere Osmanlı donanmasını 29-30 Ekim 1914’te Karadeniz’e çıkartarak (Enver Paşa’nın bilgisi ve onayı dahilinde) Odessa ve Sivastopol gibi Rus limanlarını bombardıman ettirdi. Bu olay üzerine Rusya 2 Kasım’da, İngiltere ve Fransa da 5 Kasım’da Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan ettiler. Osmanlı İmparatorluğu da 12 Kasım 1914’te bu devletlere resmen savaş açarak çöküşünü hızlandıracak adımı attı.
Savaş propagandası posterinde Osmanlı Devleti Avusturya-Macaristan ve Almanya'nın
yanında yer almış olarak gösterilmiş.


Padişah Mehmed Reşad savaşa girildikten kısa bir süre sonra Almanya ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin isteğiyle İtilaf Devletlerinin egemenliği altındaki Müslümanları onlara karşı ayaklandırmak amacıyla 23 Kasım 1914’te Kutsal Cihat (Cihad-ı Mukaddes) ilan etti. Ancak bu girişimi de savaş sırasında bir yarar getirmediği görüldü.


Osmanlı İmparatorluğu’nun Savaştığı Cepheler
Osmanlı İmparatorluğu şu cephelerde savaştı:
• Kafkasya ve Doğu Anadolu Cephesi
• Irak Cephesi
• Kanal Cephesi
• Çanakkale Cephesi
• Galiçya Cephesi (ana cephe değildir)
Daha ayrıntılı incelemek için linke gidiniz.
Kafkasya ve Doğu Anadolu Cephesi: Bu cephenin açılmasının temel nedeni Güney Kafkasya ve Kuzey İran’a girip Rusya’nın arkasını çevirerek bu ülkeye ölümcül darbe vurmak, Kafkaslardan Hindistan’a ulaşmak ve Orta Asya Türkleriyle birleşerek bir Turan İmparatorluğu kurmaktı. Osmanlı-Alman askerî planı doğrultusunda açılan bu cephe, Başkomutan Vekili Enver Paşa emrindeki 190 bin kişilik ordu, sözü edilen hedeflere ulaşmak için 22 Aralık 1914’te Sarıkamış Harekâtı’na girişti. 9 Ocak 1915’e kadar devam eden taarruz soğuk, yolsuzluk, açlık, hastalık ve iyi planlama yapılmamış olmasından dolayı Osmanlı Ordusu’nun 60 bin kişilik kaybına rağmen (bazı kaynaklarda 90 bin) başarıya ulaşamadı. Bunun üzerine karşı saldırıya geçen Rus Ordusu, Şubat-Temmuz 1915 arasında Artvin, Erzurum, Muş, Bitlis, Rize, Trabzon ve Erzincan gibi önemli kentleri işgal etti. Çanakkale Savaşı’nın sona ermesinden sonra 16. Kolordu Komutanlığı’na atanan Mustafa Kemal (Atatürk), 6-7 Ağustos 1916’da başlattığı taarruz sonucu Muş ve Bitlis’i Rus işgalinden kurtardı. Bu cephedeki savaşlar Bolşevik İhtilâli’nin patlak vermesinden sonra, Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanan Erzincan Mütarekesi ile (18 Aralık 1917) sona erdi. 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk Barış Antlaşmasıyla tamamen kapandı.


Rus propaganda posterinde gülen Rus askeri İstanbul'da Ayasofya'nın
önünde keyfi yerinde, eğlenirken..  
Irak Cephesi: İngiltere savaşın başlamasından kısa bir süre sonra Hindistan ile deniz bağlantısını sağlamak, bölgedeki Alman tehlikesini ve varlığını ortadan kaldırmak ve petrol yönünden zengin kaynaklara sahip bu bölgeyi ele geçirmek için Basra Körfezi’ne askeri harekât düzenledi. Bununla birlikte İran petrolünün bulunduğu Abadan’ı güvenlik altına almak ve kuzeye doğru ilerleyerek Ruslarla birleşip, Osmanlı kuvvetlerinin İran’a girip Hindistan’ı tehdit etmesini önlemek de İngilizlerin amaçları arasındaydı. Osmanlı Ordusu, 29 Nisan 1916’da Kut-ül Amare’de İngiliz kuvvetlerini bozguna uğrattı. Binlerce İngiliz askeri esir alındı. Ancak ordusunu takviye eden İngiltere, yeni bir taarruzda bulunarak 11 Mart 1917’de Bağdat’a girdi.


Süveyş Kanalı'nın avantajları
Kanal Cephesi:
Osmanlı İmparatorluğu Mısır’ı geri almak, bu bölgedeki İngiliz varlığını ortadan kaldırarak Süveyş Kanalı’nın kontrolünü ele geçirmek amacındaydı. Almanya da bu bölgeye özel önem veriyordu. Bu nedenle, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin/Partisi’nin önemli aktörlerinden biri olan Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Suriye ve Filistin’deki 4. Ordu Komutanlığı’na atandı. Cemal Paşa komutasında Osmanlı Ordusu, Şubat 1915’te Kanal’ı geçmek için iki girişimde bulundu. Ancak başarısızlığa uğradı. Padişah Mehmed Reşad’ın ilan ettiği Kutsal Cihat (Cihad-ı Mukaddes) bu cephede de etkili olmadı. Araplar, Mekke Şerifi Hüseyin’in önderliğinde İngiliz Ordusu’yla iş birliğine girerek büyük bir ayaklanma çıkarttı. Osmanlı kuvvetleri bu cephede ağır yenilgi aldı.


Çanakkale Cephesi: İngiltere ve Fransa, Boğazları ve İstanbul’u almak, Osmanlı İmparatorluğu’nu savaş dışı bırakmak, Karadeniz’e çıkarak Rusya’ya her türlü yardım ve savaş gereçleri ulaştırmak ve Batı Cephesi’ndeki yüklerini hafifletmek üzere Çanakkale’de bir cephe açmayı planlamışlardı. İngiliz Bahriye Nazırı Winston Churchill’in ısrarı sonucu İngiliz ve Fransız gemilerinden oluşan bir filo, 19 Şubat 1915’te Kumkale ve Seddülbahir tabyalarını dövmeye başlamasıyla bu cephede savaş başlamıştı. İngiliz-Fransız Donanması, 18 Mart 1915 günü Boğaz’ı geçmeye çalıştı. Ancak bu güçler, ağır bir yenilgiye uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Gelibolu Yarımadası’na asker çıkaran İtilaf Devletleri, Osmanlı Ordusu’nun olağanüstü direnişiyle karşılaştı. Ağustos 1915’te Osmanlı kuvvetleri Anafartalar ve Conkbayırı’nda büyük başarılar kazandı. İngiliz ve Fransızlar, 19 Aralık 1915’ten itibaren kuvvetlerini geri çekmeye başladılar. 8-9 Ocak 1916’da da bu cepheyi tamamen boşalttılar. Bu cephede kazanılan zafer, Bolşevik İhtilali’nin başarıya ulaşmasını etkiledi.

Çanakkale Cephesi'nin genel komutanı Alman General Liman Von Sanders 
cephede ele  geçen İngiliz silahlarını inceliyor (ortada)
Yanında; 3. ordu kumandanı Esat Paşa ve kurmay albay Fahrettin Altay var. 

Galiçya Cephesi: Alman, Avusturya-Macaristan birlikleri, 1915 yılının kış aylarında Rusya’ya karşı düzenledikleri ortak saldırı sonucunda Galiçya’yı ele geçirmişlerdi. Ancak Rusya, 1916 yılının Nisan ayı sonlarında karşı bir saldırıya geçerek Avusturya-Macaristan’ı gerilemeye zorlamıştı. Osmanlı Hükümeti de zor durumda kalan ortaklarına 33 bin kişilik bir askerî birliği yardıma gönderdi. Osmanlı kuvvetleri ağır kayıplar verdi.

Osmanlı İmparatorluğu’nu Parçalayan Gizli Antlaşmalar
Avrupalı emperyalist devletlerin Şark Meselesi (Doğu Sorunu) adını verdikleri Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması girişimi, savaş sırasında yapılan gizli antlaşmalarla doruk noktasına ulaştı.
Gizli Antlaşmalarda Osmanlı Devleti'nin paylaşımı

 İngiltere, Fransa ve Rusya Arasında Boğazlarla İlgili Yapılan Antlaşma: İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını ele geçirmek için yıllarca çaba gösteren Rusya, İngiltere başta olmak üzere Avrupa devletlerinin karşı çıkmasından dolayı amacına ulaşamamıştı. İngiltere ve diğer Avrupa devletlerinin bu politikası 19. Yüzyılın sonlarından itibaren değişmeye başladı. Nitekim Rusya, 1913 yılında İstanbul ve Boğazlar konusunda ilgili devletlerle pazarlıklara girişti. Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra da Boğazlar sorununu kendi çıkar ve amaçları doğrultusunda çözmek üzere 4 Mart 1915’te İngiltere ve Fransa’ya bir nota verdi. Rusya bu notada; İstanbul ve Boğazlar Sorunu’nun yüzlerce yıllık Rus isteklerine göre çözümlenmesini, İstanbul kentini, Boğaziçi’ni, Marmara Denizi’nin ve Çanakkale Boğazı’nın batı kıyılarını ve Midye-Enez hattına kadar Güney Trakya’nın kendisine verilmesini istedi. Ayrıca İstanbul Boğazı’nın doğu kıyısıyla, Sakarya Nehri ile İzmit Körfezi’nin sonradan saptanacak bir noktası arasında kalan toprakların ve Marmara Denizi’ndeki Adalar’ın Rusya’ya katılması notanın diğer koşulları arasındaydı.

İngiltere 12 Mart 1915’te, Fransa ise 10 Nisan 1915’te Rusya’ya verdikleri notalarla bu istekleri kabul ettiklerini bildirdiler. Buna karşılık Rusya da, bu iki devletin Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli bölgeleri ile Asya’da bulunan topraklar üzerindeki çıkar ve amaçlarını kabul ettiğini açıkladı.

Londra Antlaşması: İngiltere, Fransa ve Rusya, Nisan 1915 tarihli Londra Antlaşması’yla İtalya’nın savaşa girmesi koşuluna bağlı olarak bu ülkeye Antalya iline yakın olan Akdeniz bölgesinde adil bir pay verilmesinin uygun olacağını belirtmişlerdi. Yine bu üç devlet, İtalya’nın Uşi Antlaşması (1912) gereğince geçici olarak elinde bulundurduğu Oniki Ada üzerinde egemenliğini tam olarak kurmasına yardımcı olacaklardı. İtalya da, üç İtilaf Devleti’nin (Fransa, İngiltere ve Rusya) Arabistan ile Müslümanlarca kutsal sayılan yerlerin bağımsız Müslüman yönetim altında bırakılmasına dair olan açıklamasını kabul edecekti.

Sykes-Picot Antlaşması (Seyko-Piko): İngiltere ve Fransa, Rusya’nın Boğazlar ve çevresini alması, İtalya’ya da Anadolu’dan pay ayrılması üzerine Ortadoğu topraklarını paylaşmak için harekete geçtiler. Ayrıca savaş başladıktan sonra Mekke Şerif’i Hüseyin’i kışkırtarak kendi saflarında savaşmaya ikna eden İngiltere, Ortadoğu’yu kontrol etmek için büyük bir mesafe de almıştı. İşte bu hızlı gelişen uluslararası gelişmeler sonucunda İngiltere ve Fransa, Ortadoğu topraklarını paylaşmak üzere 16 Mayıs 1916’da anlaştılar. Bu antlaşmanın görüşmelerini Fransa adına Georges Picot, İngiltere adına Sir Mark Sykes sürdürdüğü için antlaşmaya bu ad verildi. Bu antlaşmaya göre Adana, Antakya bölgesi, Suriye kıyıları ve Lübnan Fransa’ya, Musul hariç Irak, İngiltere’ye bırakıldı. Fransa ve İngiltere’nin bu bölgelerde istedikleri yönetimleri kurabilmesi, Suriye’nin diğer bölgeleri ile Musul ve Ürdün’ü kapsayan Büyük Arap Krallığının kurulması da bu antlaşmanın maddeleri arasındaydı. Hiç kuşkusuz kurulacak Arap İmparatorluğu’nun koruyuculuğunu Fransa ve İngiltere üstlenecekti. Ayrıca bkz. 

Saint Jean de Maurienne Antlaşması (Sen Jan dö Moriyen): İtalya; İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan gizli antlaşmaların ortaya çıkması üzerine 19 ve 20 Kasım 1916’dabu üç ülkeye nota vererek bir takım isteklerde bulundu. Bir dizi diplomatik girişim ve gelişmelerin sonucunda 19 Nisan 1917’de İngiltere ve Fransa arasında Saint Jean de Maurienne Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre İtalya, üç müttefiki arasında imzalanan antlaşmayı kabul edecekti. Ancak Anadolu’dan Antalya, Konya, Aydın ve İzmir gibi önemli şehirleri kendi topraklarına katacaktı.
Balfour Deklarasyonunun orjinal metni ve Lord Balfour 


Balfour Deklarasyonu: İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Balfour 2 Kasım 1917’de Uluslararası Siyonizm Hareketi’nin liderlerinden Lord Rothschild’e bir mektup göndererek Filistin’de Yahudilere bir “ulusal yurt” kurulması çabasının ülkesi tarafından destekleneceğini bildirdi. Ancak bölgenin Yahudi olmayan halklarının hakları ihlal edilmeyecekti. İngiliz Dışişleri Bakanı bu girişimle çok sayıda Yahudi’nin yaşadığı ABD’nin sempatisini ve desteğini sağlamayı amaçladı. Diğer İtilaf Devletleri Hükümetleri tarafından da desteklenen bu bildiri, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Filistin üzerinde kurulacak olan “manda” sisteminin temelini oluşturdu.
...
Birinci Dünya Savaşı sırasında imzalanan gizli antlaşmalar, Avrupalı emperyalist devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaya yönelik yaklaşık 150 yıldır sürdürdükleri girişimlerin en çarpıcı halkasıydı. Çelişkilerle dolu idi. Araplara büyük bir imparatorluk vaat eden İngiltere, Ortadoğu’yu Fransa ile paylaşmıştı. Bolşevikler bu antlaşmaları açıklayarak oyunun ortaya çıkmasını sağladılar.

Osmanlı askerînden 550.000’i cephelerde şehit düşmüştür. 2.167.841 yaralının, yarıya yakını sakat kalmıştır. 103.731 kayıp ve 129.644 esir olmuştur. Esaret altında ölenlerle birlikte ölen sayısı 600.000 civarındadır.

OKUMA PARÇASI
Galiçya Cephesinde Savaşan Apti Topal Anlatıyor, Çanakkale - Kayadere Köyü'nden 1315 (1899) yılında doğdum. Askere aldıklarında İngiliz kaçmıştı Çanakkale’den. Galiçya cephesine yolladılar bizi. 5 senede geldim askerden.

Önce Eceabat’ın Yalova köyüne götürdüler bizi. Cephane vapuru gelmişti. Bir tayyare geldi, iki bomba attı. Biri deniz kenarına kuma düştü, öteki de denize. Bizi 200 kişi ayırdılar. O gece cephaneleri boşalttık gemiden sabaha kadar. Harp gemisiydi, bizimdi. Yalova köyü ağzında indirdik cephaneleri gemiden. Ya Barbaros’tu, ya Turgut’tu. Bilmiyorum. Çamların içinde askerler hasta yatıyorlardı. Biz 40 gün durduk orada. İstirahat ettik. Soğandere'ye götürdüler bizi sonra. Soğandere'de talim terbiye gördük. İngiliz kaçmıştı o zaman. Seddülbahir Soğanderesi'nde 3 ay kadar kaldık. Yürüyüşe çıkardıklarında hep cesetlerle doluydu ortalık. Bir gün Enver Paşa ile başka paşalar geldi. Bizi teftiş ettiler. 400 kişi kadar ayırdılar bizi. Siz Galiçya’ya gideceksiniz dediler.
Yaya başladık yürümeye. Araplı, yeğen köy, Uzunköprü’ye geldik. Bindirdiler trene Uzunköprü’de. Bulgar içinden, Sofya’dan geçtik, Romanya’ya, Galiçya’ya geldik.
.....
Aramızda bir dere var düşmanla. Yağmur da nasıl yağıyor, karavana da gelmiyor. Tam 18 gün aç durduk. 18 gün yiyecek bir şey bulamadık. Zabitlerden emir geldi ki: "taş sarın belinize" diye. Göbeğime taş koyup kayışla bağladım. Epey durduk öylecene iki tane çiğ patates bulup yedim.

Almanlar bozulunca cephede bizi de geri çektirler. Çıplak dedikleri yere. Çıplak Tepe’de mevzilerde bir ay Ruslarla savaş yaptık. Avusturyalılar kaçtılar. Sonra orduların yerlerini değiştirdiler. Sağa bizi, sola Almanı, ortaya Avusturyalıları aldılar. Tekrar cephe tuttuk. Bir buçuk ay kaldım orda. Bir karavana yedik hücuma kalktık. İkinci hücumda ben yaralandım. Şarapnel tuttu beni. Bizim asker bozuldu. Çok şarapnel attılar. Ben yaralı kaldım yerde, yatıyorum. Gâvur askerleri geldiler. Tüfeğimi attılar. Çantamda cephane vardı. Onu da attılar uzakça bir yere. Ateş ederim diye mi korkuyorlar acaba. Gâvur askerinin biri de bir dilim ekmek koydu göğsüme. "su" dedim. "yok" dedi omuzlarıyla. Geçtiler yukarı doğru gittiler. Çok kıştı. Bir gâvur askeri geliyor, elinde süngüsüyle koşarak. Beni süngüleyecek herhalde. Bir başkası koştu geldi. Çatra patra, çatra patra konuştular. Götürdü onu, uzaklaştırdı benim yanımdan. Ne merhametli gâvurlar da var yarabbim. İki saat geçmedi arası bizim asker imdat gelmiş. Bir hücum etti bizimkiler. Gâvurlar lap lap düşüyorlar. Bir de kaldırdım kafamı şöyle bir baktım. Arpa demeti gibi döşemişler gâvurlar.

Sabah oldu. Beni alıp sargı mahalline götürdüler. Bir subay var, yazıyor. Dedim ki:
-Müslümansan yanıma gel, beyim. Geldi.
-Bir kaput atın üstüme, bir de su verin, dedim.
-Şimdi asker yolladım suya, gelince çok vericem, dedi.
Sonra doktorlar geldiler.
"Bunun yarası ağır, burada sarılmaz. Büyük sargı mahalline götürün" dediler.

Sabahleyin bir gâvur arabası geldi. Atlı araba. Atıverdiler bizi içine. 4-5 kişi yaralı varız arabada. Arabacı gâvur askeri bir kamçı vurdu atlara. Dört nala kalktı hayvanlar. Yaram çok acıdı sarsıntıdan. Kafama karanlık çöküverdi. Gâvurun saçından tuttum. Bir darttım. Badırdandı gâvur. "arkandaki adam ölecek" dermiş. Bir daha vurdu kamçıyı atlara. Gâvur haklı. Dolaşıverdik sargı mahalline vardık. Bir subay geldi başıma. Baktı bana:
-Haaa dedi. Bir düdük çaldı. Sıhhiye askerleri koştular, geldiler.
Subay:
-İndirin şunu yarasını temizleyin çabuk sargılayın, atın trene, dedi.
4 gün 4 gecede Gedik kasabasına geldim. Avusturya'da bir kasaba. Hastanede çok iyi baktılar bize. Francala verdiler. Kıtlıktı o seneler. Haftada iki gün ziyaret günüydü. Çokcası kadınlar gelirdi ziyaretçi olarak; sigara, bisküvi, bazan da para dağıtırlardı yaralılara. Pani doktor derdik erkek doktorlara. Hemşireler de öyle derdi.

Pavla diye bir hemşire vardı. 20-25 yaşlarında. Yaşıyorsa selam söylerim. Çok güzeldi. Bana çok baktı. Ah! O Pavla yok mu? Viyana'da: "Bir kadın vereceğiz, bir de dükkân vereceğiz, kalırsanız" diye ilan ettiler. Kalmadık. Cahillik ettik. Kalsana be adam, kalsana. Banger olacaktık. Bak şimdi millet oralara gitmek için birbirini yiyor.

Avusturya'da bir hastanede iki sene yattıktan sonra Edirne’ye geldim. Biraz Bakırköy hastanesinde kaldım. Sonra Büyükdere'ye götürdüler. 2 sene de böyle geçti. Köye gelince 5 sene oldu. Edirne'ye geldiğimde bir heyet beni muayene etti. Avusturya hastanesinden bana verdikleri kâğıtları hep yırttılar. Türkiye ödeyemez bu maaşı dediler. Avusturya hastanesinde "sana tam maaş yazdık" demişlerdi. Edirne'de 75 kuruş maaş yazdılar.

Madalyam yok. Üç ayda bir 30 bin lira falan maaş alıyorum. 60 senedir alıyorum bu maaşı.

Sağ kalçamda kırık var. Sağ yanıma yatamıyorum.
Bizim köyden Kuvayı Milliye’ye katılanlar oldu. Ben nasıl gideyim. Yaralıyım, sakatım.
...
Ninenin adı "yete" idi [karısı]. 4 çocuğum oldu. Biri yaşıyor. Ben de onun yanında yaşıyorum. Kaynak: http://www.canakkale.gen.tr/gaziler/g5.html
Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Ortadoğu

ÇALIŞMA SORULARI

1. Savaşın nedenleri verilirken “son savaşlarda kaybedilen yerler…” cümlesi geçiyor. Burada kastedilen son savaşlar hangileridir. Ve hangi toprakların geri alınması hedefleniyor?

2. Osmanlı-Alman ittifakının tarihine dikkat ediniz. O sırada büyük savaş başlamış mıydı?

3. Goeben ve Breslau’nun yaptığı saldırıyı, Franz Ferdinand’ın öldürülmesi olayına benzetebilir miyiz? Neden? Düşüncelerinizi argümanlarla destekleyiniz.

4. Odessa ve Sivastopol günümüzde hangi devletin sınırları içindedir?

5. Sultan Reşad’ın cihat ilanı etkili oldu mu? Osmanlılar Araplardan destek alabildi mi? Tartışınız.

6. Hangi Cepheleri Osmanlı Devleti açtı, hangilerini İtilaf devletleri? Saptayarak yazınız.

7. Çanakkale Cephesi’nin açılış nedenini ve sonuçlarını maddeler halinde özetleyiniz.

8. Gizli Antlaşmalar hangi tarihlerde imzalanmış? Neden daha önce değil?

9. Gizli Antlaşmalar sonucu ortaya çıkan durum ilgili haritada verilmiştir. Buna göre Osmanlı Devleti’ne nereleri kalmaktadır? Saptayarak yazınız.

10. Gizli Antlaşmalarda verilen kararlardan hangisi veya hangileri sonuca ulaşmıştır? Tartışın ve yazın.

11. Savaş öncesi ve sonrası durumu gösteren haritaları kıyaslayarak değişen duruma ilişkin en az beş saptama yazınız.

12. Okuma parçasını okuyarak duygu ve düşüncelerinizi yazınız.

13. Çanakkale Cephesi'nin genel komutanının Alman General Liman Von Sanders olduğunu biliyor muydunuz? Evet veya hayır demeniz yeterli değildir. Nasıl? Neden? sorusuna da yanıt vererek açıklayınız.


Kaynak belirtilmeden kullanılamaz

14 Ekim 2019 Pazartesi

Zihin Haritasıyla Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı'na Girişi

Zihin Haritasıyla Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı'na Girişi

2011-19
Zihin Haritasıyla Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı'na Girişi
Harita bana aittir DK


Çalışma Soruları

1. Elinizdeki kaynakları ve zihin haritasını değerlendirerek şu soruyu tartışınız. "Osmanlı Devleti Müttefikleri yenildiği için, yenilmiş sayıldılar" iddiası doğru mu? Görüşlerinizi argümanlarla destekleyiniz. 

2. Haritada Osmanlıların ağır antlaşmalar imzalamasının nedeni olarak kısaca, "gizli antlaşmalar" denilmiştir. Ne demek bu? Burada anlatılmak istenen fikri açıklayınız. Somut örnekler vererek açıklamanız gerekmektedir. 

3.  Elinizdeki kaynakları ve zihin haritasını değerlendirerek şu soruyu tartışınız. "Osmanlı Devleti, Almanlara ait iki savaş gemisi Rus topraklarını bombaladığı için savaşa girmiş sayıldı" iddiası doğru mu? Görüşlerinizi argümanlarla destekleyiniz. 
4. "Osmanlı Devleti için savaşa giriş kaçınılmazdı" tezini doğru  buluyor musunuz? Görüşlerinizi argümanlarla destekleyiniz. 

5. Yukarıdaki soruyu (4.) bu sefer de biraz farklı soralım. Osmanlı'nın, Almanyanın yanında savaşa girmek dışında başka seçenekleri var mıydı? Somut örnekler vererek açıklamanız gerekmektedir. 

6. Haritada eksik bulduğunu yerler var mı? Varsa bunların neler olduğunu maddeler halinde yazınız.


Kaynak Gösterilmeden Kullanılamaz

13 Ekim 2019 Pazar

Birinci Dünya Savaşı: Savaş, Cepheler, Okuma Parçaları ve Sorular

Birinci Dünya Savaşı: Savaş, Cepheler, Okuma Parçaları ve Sorular

Dilara Kahyaoğlu
2011-2019
Birinci Dünya Savaşı (WWI) 
Nedenler, Savaş ve Sonuçlar
Satirik haritada devletlerin Birinci Dünya Savaşı başındaki konum ve yaklaşımları gösterilmiş.


Franz Ferdinand Suikasti
Savaş bu olayla başladı.
Savaşı tetikleyen kıvılcım...
A. NEDENLER

Birinci Dünya ya da Birinci Paylaşım Savaşı olarak adlandırılan bu insanlık tarihinin en trajik olaylardan birinin öne çıkmış nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:

a) Sömürgecilik: ekonomik ve siyasi yayılma (emperyalizm) ve bu durumun yarattığı rekabet ve çatışmalar… bkz. https://tarihegitimi.blogspot.com/2016/01/somurgecilik-uzerine-calsma.html

b) Büyük güçler ittifakı ve bağlantılar sistemi: Bloklaşma ( bölgesel ve tarihi çatışmalar, siyasi ve ekonomik rekabet, milliyetçilik, düşmanlık vb. nedeniyle bir araya gelen güçler…)

c) Silahlanma yarışı (Alman donanmasının hızla geliştirilmesi ve Almanların muazzam silah yatırımı diğerlerini de harekete geçirdi, İngiltere donanmasını yeniledi vb.)

d) Milliyetçilik
(Panslav-Pangermen rekabeti, Sırp milliyetçiliği, İtalyan milliyetçiliği, Fransız milliyetçiliği, Alman milliyetçiliği)  Bkz. Zihin Haritası
Krupp silah fabrikasında I. Dünya Savaşı sırasında üretim yapılıyor



Okuma Parçası: 1 
I. Dünya Savaşı Öncesinde Milliyetçilik, Irkçılık ve Militarizm
Bu sürecin temel taşlarından birini de aşırı milliyetçilik oluşturdu. Fransız Devrimi ideolojisinin temel İlkelerinden biri olan milliyetçilik, imparatorluklarda yaşayan çeşitli etnik unsurları etkiledi ve bu unsurların ayaklanarak ulus-devletlerini kurmalarını tetikledi. Ancak 20. yüzyılla birlikte Büyük Avrupa Devletlerinde yeni milliyetçilik adı verilen akımlar ortaya çıktı. Bu akımların en önemli özelliği, devletin gücünün arttırılması, itibarının yükseltilmesi, yayılmacılığına gerekli ideolojik desteğin verilmesi ve kamuoyunun manipüle edilerek hükumetler üzerinde baskı kurulması anlayışına dayanmasıydı. Almanya’da Pangermanistler, Rusya’da Panslavistler, Fransa’da intikamcılar, İtalya’da i(irredentizm: Bir devletin, kendi sınırına yakın yaşayan soydaşlarının oturduğu bölgeleri ilhak etme politikasıdır) ve İngiltere’de de imparatorlukçular yaptıkları yayınlarla ve kurdukları derneklerle ülkelerinin politikalarını etkilemeye çalıştılar.

Alman sömürgecilik politikasının temel kaynaklarından biri olan Pangermanizm, Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun yeniden kurulması, Almanya’nın üstün devlet, Almanların da üstün ırk tezlerine dayanmaktaydı. Pangermanistler bu amaçlarını gerçekleştirmek için 1891’de Berlin’de Pangermanistler Birliğini kurdular. Bu birliğin Alman ekonomik ve politik çevrelerinde etkili üyeleri vardı. Birliğin ideologlarından biri olan Ernst Hasse, 1905 yılında yayımladığı Weltpolitik (Dünya Politikası) adlı kitabında Alman yayılmacılığıyla ırkçılık arasında doğrudan bir ilişki kurdu. Ernest Hasse, yayılmacılığı, “sağlam ve canlı bir mekanizmanın gelişmesi için zorunlu bir aşama” olarak gördü. Bu yayılmacılığın da “üstün ırkların yararına ve yaşama yeteneğinde olmayan aşağı ırkların zararına” gerçekleşeceğini savundu.

Rusya’da yönetici elit tarafından desteklenen Panslavist akım, Doğu Avrupa’da ve Balkanlarda yaşayan Slavların birliğini öngörmekteydi. Bu siyasi akım, Rusya’nın 1904-1905 savaşında Japonya’ya yenilmesi ve 1907 İngiltere-Rusya arasında yapılan antlaşmadan sonra tekrar canlandırıldı.

Panslavistler, Moskova’da yaptıkları kongrede, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarında yaşayan Slavları da içeren bir Slav birliğinin kurulmasını ve Almanya’nın isteklerine nasıl karşı konulabileceğini tartıştılar.

Fransa’nın 1870’de Almanya’ya ağır bir şekilde yenilerek Alcase-Lorraine’i kaybetmesi, bu ülkede adeta ulusal bir travma yarattı. Bu tarihten sonra Fransa’ya eski gücünün ve itibarının kazandırılması, Almanya’dan intikam alınması ve sözü edilen yerlerin tekrar Fransız egemenliğine sokulması gibi arayışlar, milliyetçi bir eğilim olarak ortaya çıkmıştı. General Boulanger adlı eski bir asker intikamcılığın sembolü oldu. Genellikle sağ partilerin desteklediği bu akım, 1904 İngiliz-Fransız Antlaşması’ndan sonra bazı sol partilerin de desteklediği bir akım haline geldi.

20. yüzyılın başında yeni bir milliyetçilik hareketi başlatan İtalyan milliyetçileri yalnız Avusturya-Macaristan boyunduruğu altında yaşayan İtalyanca konuşan halkların kurtarılmasıyla yetinilmemesini, aynı zamanda yeni pazarların, yeni hammadde kaynaklarının bulunmasını ve göçmenlerin yerleştirilebileceği bakir toprakların elde edilmesini savunmaya başlamışlardı.

İngiliz milliyetçiliği ise sömürgeciliği haklı göstermek için “İngiliz halkının yeryüzündeki görevi”, “İngiliz ırkının üstünlüğü” gibi temaları işledi.

Güney Afrika’daki Boer Savaşı, bazı kimselerde milliyetçilik ateşini düşürdü. Fakat Almanya’nın denizlere açılma isteği, savaş öncesindeki milliyetçilik ve sömürgecilik duygularını yeniden kamçıladı.

Yukarıda kısaca açıklanmaya çalışılan milliyetçilikler arasındaki rekabet, ekonomik ve mali çıkarlarla daha da körüklendi. 1889-1914 yılları arasında sosyalist hareketin önemli kuruluşu olarak görülen II. Enternasyonel de dünyayı savaşa sürükleyen saldırgan milliyetçiliği önlemede başarısız oldu.


II. Enternasyonal: Tam adı Uluslararası İşçi Derneği olan oluşum, ilk kez 1864’te Marx ve Engels’in liderliğinde kuruldu (I. Enternasyonal). Paris Komünü’nden sonra dağıldı. 1889’da yeniden açıldı. Bu dönemde Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin etkisi altında kaldı ve Marksizm’i reformist bir anlayışla uygulamaya çalıştı. 1907 ve 1912’de yapılan kurultaylarında militarizmi mahkûm etti ve silahlanmaya karşı bir tutum takındı. Ancak etkili olamadı ve bölündü.

Savaşın çıkmasını körükleyen etkenlerden biri de dinsel ve kültürel yayılmaydı. Diğer bir deyişle kültür emperyalizmiydi. Sömürgeci devletler, kültürlerini ve dinsel inançlarını sömürdükleri bölgelere taşıyarak, siyasal ve ekonomik yayılmalarını pekiştirdiler. Katolik ve Protestan misyonerleri Latin Amerika, Afrika, Ortadoğu ve Uzakdoğu’nun en ücra köşelerine kadar giderek Hristiyanlık öğretisini yaydılar. Misyonerlerin temel hedefi, yerli halkları Hıristiyanlık öğretisi ve Avrupa medeniyeti çerçevesinde tepeden tırnağa değiştirmekti. 20. yüzyılın başında bin misyoner, çeşitli kuruluşların çatısı altında örgütlenerek dil, eğitim, inanç, sosyal yaşam, ahlak başta olmak üzere kültürün çeşitli alanlarında “medeniyet transferi” gerçekleştirmeye çalıştı. 1913’e gelindiğinde Katolik misyonerler iki milyon, Protestanlar ise 1.600.000 Afrikalıyı Hıristiyanlaştırmışlardı. Hatta sömürgeleştirilmiş toplumlarda yerli halktan Avrupa uygarlığının üstünlüğünü savunan seçkinler grubu oluşturmayı başarmışlardı. Bu topluluğun Hıristiyanlığın ve Avrupa uygarlığının yayılmasında, aracı bir rol oynadığı bilinmektir.  (kaynak: Siyasi Tarih, AÖF Yayınları, 2012)

B. SAVAŞ
Harita 1

Karael örgütünde ayin sırasında
kullanılan haç.
Blokları karşı karşıya getiren uluslararası krizlerin çıkması ve bu krizleri sona erdirici etkin çözümler bulunamaması büyük bir savaşın kapıda olduğunu göstermişti. Savaş Kara El örgütü üyesi Gavrilo Princip isimli bir Sırp milliyetçisinin askeri manevraları denetlemek üzere Bosna’da bulunan Avusturya veliaht prensi Franz Ferdinand’la karısını öldürmesi üzerine Avusturya Macaristan bu işten sorumlu tuttuğu, diğer yandan da dersini vermek için fırsat aradığı Sırbistan’a savaş açtı. Avusturya-Macaristan’ı n 28 Temmuz 1914’te Belgrat’ı bombardıman etmesinden kısa bir süre sonra İtilaf ve İttifak Devletleri karşılıklı olarak birbirlerine savaş ilan ettiler.


Harita 2
Batı Cephesi 
Tıklayarak büyütünüz

Schlieffen Planı'na ait haritalar Batı cephesini değil, Alman planlarını göstermektedir.
Karıştırmayalım.


Harita 3
Schlieffen Planı 
(Okunuşu Şilifin)
Almanlar bu planı gerçekleştirememiştir.
Bunun nedeni hiç hesapta olmayan bir şekilde Belçika'nın direnişi
ve İngiliz takviye kuvvetlerinin büyük bir gizlilik içinde bölgeye yerleştirilmesidir.
Bu taktikler Fransız ordusuna cepheyi kuşatma ve yerleşme zamanını sağladı.


Batı Cephesi
Alman Ordusu daha önce hazırlanan Schlieffen Planı uyarınca Fransa’yı ele geçirmek üzere harekete geçti. Fransız-İngiliz kuvvetleri Alman Ordusu’na karşı koydu. En şiddetli çarpışmalar Verdun ve Somme’da oldu. Verdun Savaşı Birinci Dünya Savaşının en kanlı çarpışmalarından biri olarak tarihe geçti. Bir yıla yakın süren savaşın sonucunda Fransızlar burada 377 bin, Almanlar ise 337 bin kayıp vermişlerdir. Her iki taraf da Marne Cephesi’nde ağır kayıplar verdiler. Savaş bu andan itibaren siper savaşına döndü iki taraf da cephenin daha ileri kaydırılması konusunda bir şey yapamadılar ve ordular uzun yıllar kendi siperlerine çakılı olarak kaldı. (“Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” – bkz. Erich Maria Remarque’ın romanı)
1916 yılında Somme siperlerinde..

OKUMA PARÇASI: 2
Batı Cephesinde Hayatın Bir Yüzü
Batı cephesi Fransa, Hollanda ve Belçika’yı içine alan uzun bir cephedir. İlk şiddetli çarpışmaların ardından siperlere çekilen askerler aylarca cephenin birçok noktasında tek bir kurşun atmadan karşılıklı olarak o korkunç siperlerde yaşadılar. National Geographic'in I. Dünya Savaşını anlattığı belgeselde İngiliz General Lord Edward Gleichen şöyle bir anısını anlatır:
"Siperleri dolaşırken bir askere 'hiç Alman vurma fırsatın oldu mu? diye sordum. Bana siper duvarının üstünden sık sık başını çıkaran kel, uzun sakallı yaşlıca bir beyefendi gördüğünü söyledi. 'Peki onu neden vurmadın?' dedim. Asker hayret etti. 'Vurmak mı? Ama komutanım, adamın bana hiçbir zararı olmadı ki!' "
Alman eri August Bader'de günlüğüne şunları yazmış:
Bir gün siperde yemek pişirirken karşı taraftan bir Fransız "ben de gelip yiyebilir miyim?" diye seslendi. Davet ettik, yemeğini yedi sonra da biraz kestirdi ve teşekkür ederek siperine döndü. Sonraki günlerde de kendisini yemeğe davet ettik. Yemek saatlerinde iki taraf arasında gidip gelenler çok olurdu, karşılıklı ikramlarda bulunulur, şarap ve sigara içilir, kağıt oynanırdı. Sonra birbirimize şans dileyip siperlere dönerdik. Yemek saatlerinde asla saldırıda bulunulmazdı ama bu durum, cephede savaşanların doğrusu bu olmalı diye düşünerek kendi kendilerine geliştirdikleri bir davranıştı.
Kraliyet erlerinden J.D. Hills de şöyle yazmış:
"Alman siperlerinden atılmış bir taşa bağlı şöyle bir mesaj aldık: 'size bir 40 pounder atacağız (kastettiği 120 mm'lik top mermisi). Yapmamız emredildi ama yapmak istemiyoruz. Bu akşam atmadan önce siper alabilmeniz için sizi ıslıkla uyaracağız.' ve aynen dedikleri gibi de oldu."
Bu durumu keşfeden iki tarafın kurmayları bu yaşa ve yaşat duygusunu kırmak için siper baskınları emri vermeye başlar. Silah arkadaşlarını kaybeden askerler artık karşı tarafı dost olarak göremez hale gelince, savaş nihayet savaşa benzemeye başlamış...
(https://eksisozluk.com/bati-cephesinde-yeni-bir-sey-yok/ventolin, sayfasından yararlanarak tarafımdan kurgulanmıştır. DK)
Alman askerleri savaşa gidiyor
Kullanılan gazlar (özellikle klor ve hardal gazı) yüzünden kör olmuş/yaralanmış İngiliz askerleri.
Kimyasal silahlar sınıfına giren bu türden gazların savaşlarda kullanılması daha sonra yasaklandı.
Ama buna rağmen kullanıldığı çok sayıda olay biliyoruz (ör: Halepçe 1988). 
Otto Dix'in tablosundaki gaz maskeli askerler, bu savaşın ayırt edici özelliğini vurguluyor.
Doğu Cephesi
Tanenberg savaşından sonra esir düşen Rus askerleri

Batı Cephesi’nde planlarını gerçekleştiremeyen Almanya, Doğu Cephesi’nde Tannenberg savaşlarında Rusya’yı ağır bir yenilgiye uğrattı. Böylece hem Doğu Prusya kurtarıldı hem de Rus Ordusu’nun kuzey grubunun savaşma gücü önemli ölçüde çökertildi. Dahası Galiçya Cephesi’nde zor durumda bulunan Avusturya-Macaristan Ordusu rahatlatıldı. Ancak çok kısa bir süre sonra Eylül ayının başlarında takviye edilmiş Rus güçleri Galiçya’da Avusturya-Macaristan güçlerini bozguna uğrattı. Bunun üzerine Avusturya-Macaristan Genelkurmay Başkanı bir savunma hattı oluşturulması emretti. Alman Genelkurmayı bu gelişme üzerine yeni bir ordu yapılandırarak Avusturya-Macaristan’ın yardımına koştu. Bu ordu Ekim ve Kasım aylarında Rus güçleriyle yaptığı savaşlarda başarılar kazandı. Avusturya-Macaristan Sırbistan’ın başkentini bombardıman etmesine rağmen 11 Ağustos’a kadar geniş bir saldırı başlatmadı. Bu tarihte yapılan saldırıda ise Sırp güçleri karşısında başarısız oldular. Ancak daha sonra takviye edilmiş Avusturya-Macaristan Ordusu önce Belgrad’ı ele geçirmiş ise de Sırp güçlerinin karşı saldırısı sonucu geri vermek zorunda kalmıştır. Doğu ve Batı cephelerindeki savaş yıpratma amaçlı saldırılarla sürdürüldü.
Harita 4
Doğu Cephesi

Harita Rus-İttifak Devletleri ileri cephelerini ve Rus Devrimi (1917) sırasındaki sınırları gösteriyor.
Çanakkale de Doğu Cephesinden sayıldığı için o da haritada belirtilmiş.

Avusturya-Macaristan Devleti ele geçirdiği Sırp yerleşimlerinde cezalandırma eylemi
olarak sivil halkı idam etmiştir.
Uzakdoğu’da Japonya’nın Faaliyetleri
Savaş Uzakdoğu’yu da etkiledi. Japonya büyük bir güce dönüşmek istediğinden bu savaşı fırsat olarak gördü. Nitekim Almanya’ya bir ültimatom vererek Almanya’nın Çin’deki donanmasını geri çekmesini ve Kiacohow’u kendisine vermesini istedi. İstediği cevabı alamayan Japonya, 23 Ağustos’ta Almanya’ya savaş açtı ve kısa sürede Alman sömürgelerini işgal etti. Çin üzerinde de çok önemli imtiyazlara sahip oldu.

Deniz Savaşları
Savaş denizlerde de sürdürüldü. Alman denizaltıları çok sayıda İngiliz gemisini batırdı. Pasifik ve Güney Atlantik’te iki tarafın donanmaları karşı karşıya geldiler ve ağır kayıplar vermekten kurtulamadılar. Almanya’ya ait Goeben ve Breslau Kruvazörleri Akdeniz’de bir dizi savaş aktivitesinden sonra İngiliz gemilerinin takibinden kaçarak 11 Ağustos’ta Çanakkale Boğazı’nı geçerek Osmanlı’ya sığındı. Akdeniz’de İngiliz ve Fransız donanmaları üstünlüğü ele geçirdi. (Çanakkale deniz ve kara savaşlarına bir sonraki konuda değinilecektir)
Harita 5
Savaşan devletlerin filoları ve ana deniz üsleri 1914
Ayrıntılı görmek için linke tıklayınız.

Savaşın Temel Özellikleri, Diğer Savaşlardan Farkı

Bu savaş adı üstünde bir dünya savaşıdır. Savaş kısa sürede Avrupa’dan Uzakdoğu’ya doğru hızla yayılmış, dünyanın hemen her yerinde dört yıl boyunca çeşitli güçler birbiriyle savaşmış, insanlar bu kadar büyük çapta bir savaşa ilk kez tanık olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nda yeni silahlar (makineli tüfekler) ve gazlar da (klor ve hardal gazı) kullanılmış ama gaz maskeleri kullanılarak gazın etkisi azaltılmıştır. Tank, uçak, uçak savar, sabit ve hareketli toplar gibi gelişmiş savaş araçlarından da yararlanılmıştır. Kilometrelerce uzunluğundaki siperler ise hiç şüphesiz bu savaşın temel karakteristiğidir.
Somme savaşının yapıldığı  siperlerle dolu yerler; 100 yıl sonra bile hala delik deşik.. 
"Savaş Tarlaları"
Avrupa’da Savaşın Yayılması
İtalya savaş başladığında İttifak blokuna üye olmasına rağmen yükümlülüklerinden kaçarak 3 Ağustos’ta tarafsızlığını ilan etti. Temel amacı daha fazla toprak vaat edenlerin safında savaşmaktı. İtalya, eski bağlaşıkları içinde en fazla anlaşmazlık halinde olduğu Avusturya-Macaristan’a 20 Mayıs 1915’te, Ağustos 1915’te de Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti. İtalya silah ve cephane açısından savaşa hazır olmamasına rağmen Avusturya-Macaristan sınırında saldırı başlattı. Ancak başarılı olamadı.

Almanya ve Avusturya-Macaristan karayolundan Osmanlı İmparatorluğu’na yardım edebilmek için tek yol olan Bulgaristan’ı yanlarına çekmek ve savaşa girmesini sağlamak için toprak vaadinde bulundular. İki ülkenin Bulgaristan’a vaat ettikleri ve esasında Bulgaristan’ın çok istediği yerler, bu ülkenin İkinci Balkan Savaşı’nda Romanya’ya kaybettiği Dobruca, Yunanistan’a kaptırdığı Kavala ve Serez ile Sırbistan’a kaybettiği Makedonya bölgesiydi. Bulgaristan amacına ulaşmak için Almanya ve Avusturya-Macaristan’la 6 Eylül 1915’te imzaladığı antlaşma uyarınca Sırbistan’a savaş ilan etmek durumundaydı. Bulgaristan 12 Ekim 1915’te Sırbistan’a karşı savaşa girdi. Sırbistan kuzeyde ve güneyden iki cepheli savaşın içinde kaldı. İngiltere ve Fransa, Yunanistan’ın tarafsızlığına aldırmayarak Sırbistan’a yardım etmek amacı ile Selanik’e asker çıkardılarsa da bu ülkeyi Avusturya-Macaristan’ın işgalinden kurtaramadılar.
Başka bir satirik haritada I. Dünya Savaşı öncesi Avrupa devletlerinin siyasi duruşları gösterilmiş


Savaşın genişlemesi sürecinde açıklanması gereken noktalardan biri de Yunanistan’ın savaşa katılmasıdır. Savaş başladığında Alman İmparatoru II. Wilhelm’in eniştesi olan Kral Konstantin’le İtilaf Devletleri yanlısı Başbakan Venizelos arasında bir rekabet yaşandı. İtilaf Devletleri Venizelos’a Anadolu’da toprak vaat ederek savaşa girmesini istediler. Kral tarafından Başbakanlıktan uzaklaştırılan Venizelos, Selanik’te bir ayaklanma çıkartarak ayrı bir hükümet kurdu. İngiliz-Fransız birlikleri Atina’ya girdi ve Kralı tahttan indirerek oğlu Aleksandr’ı başa geçirdiler. Yeni dönemde tekrar başbakanlığa getirilen Venizelos, 26 Haziran 1917’de İttifak Devletleri’ne savaş açtı. Böylece Balkanlarda savaşın alanı daha da genişledi. Savaşın ilk anlarında tarafsız kalan Osmanlı İmparatorluğu, yakın dönemde kaybettiği toprakları geri almak başta olmak üzere bir dizi gerekçeyle Almanya’nın safında savaşa girdi (bir sonraki konuda ayrıntılı işlenecektir).

Savaşın Sonunu Etkileyen Nedenler
Savaşın gidişatını değiştiren temel iki etken, Rusya’da devrim olması (bkz. Okuma Parçası) ve ABD’nin birtakım çıkarlarını koruma adına savaşa dâhil olmasıdır. ABD’nin savaşa girmesi, savaşın İtilaf Devletleri’nin lehine dönmesine yol açtı.

Savaş başladığında ABD, Avrupa sorunlarından uzak kalma politikasını (Monroe Doktrini) sürdürdü ve tarafsızlığını ilan etti. Fakat kamuoyunun İngiliz-Fransız liderliğindeki İtilaf güçlerine karşı büyük sempatisi vardı. Savaş sırasında Alman denizaltılarının ABD gemilerini batırması Amerikan kamuoyunun öfkesini arttırmıştı. İngiliz propagandasının etkisiyle de savaşın müttefik demokrasileri ile Alman militarizmi arasında geçeceği algısına kapılmıştı. Bu ülkenin İtilaf güçlerine (İngiltere ve Fransa başta olmak üzere) sattığı malzemenin bedelinin büyük miktarlara ulaşması savaş ekonomisi lobisini de harekete geçirmişti. Washington’un savaşa girme kararı aldığı Nisan 1917’de ABD’de 1,5 milyar dolarlık müttefik devletlere ait savaş bonosu satılmıştı. Dolayasıyla hem borçların tahsil edilmesi hem de savaş bonolarının geri ödenmesi için İngiliz ve Fransız güçlerinin galip gelmesi zorunluluk halini almıştı.

Ayrıca Başkan Woodrow Wilson, ABD’nin dünya güç politikasında etkin rol oynamasını ve savaş sonunda yeni bir dünya düzeninin kurulmasını savunagelmişti. İşte bu noktada ekonomik ve stratejik hesaplar ABD’nin İtilaf güçleri yanında savaşa girmesi beklentisini oluşturmuştu. Yukarıda da açıkladığımız gibi Alman denizaltılarının ABD’nin bazı ticari ve yolcu gemilerini torpillemesi ABD Başkanı’na olağanüstü fırsatlar verdi. Özellikle Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Şubat 1917’de sınırsız denizaltı savaşını başlattığını açıklaması, Başkan Wilson’u harekete geçirdi. Ayrıca bu sırada Alman Dışişleri Bakanı Zimmermann’ın Washington’daki Alman Büyükelçisi Bernstorff’a yolladığı 17 Ocak 1917 tarihli şifre-telgrafın İngiliz istihbaratı tarafından ele geçirilmesi Amerikalıların büyük tepkisine yol açtı. Almanya bu şifre-telgrafta, Meksika’nın ABD’ye savaş açması halinde bu ülkeye maddi destek sağlamayı ve Teksas, New Mexico ile Arizona’yı elde etmesine yardımcı olacağını belirtmişti. Ayrıca Japonya, Meksika ve Almanya’nın Amerika’ya karşı bir ittifak kurmaları gerektiği de açıklanmıştı. Başkan Wilson, Almanya ile diplomatik ilişkilerin kesildiğini duyurdu. ABD Kongresi 2 Nisan’da Wilson’un Almanya’ya karşı savaşa girilmesi talebini tartıştı ve 6 Nisan’da da bu talebi onayladığını belirtti. Böylece ABD, İtilaf Devletlerinin safında savaşa dâhil oldu.

Savaşın sonucunu etkileyen nedenleri düşünürken şunu da unutmamak lazım: Savaş dünyanın yeniden paylaşılması için çıkmıştı en büyük sömürgelere sahip olan İngiltere gerek hammadde gerekse savaşacak insanlar açısından (Anzaklar, Hintliler vb) sömürgelerinden yararlandı. Almanya’nın görece sınırlı kaynakları tükenirken İngiltere sömürgelerinden aldığı destekle çok daha iyi durumdaydı. Bu nedenle savaşın uzun sürmesi İngiltere’nin daha avantajlı duruma geçmesine neden oldu.
Anzaklar, Çanakkale Savaşı'nda

Savaşın sona erdirilerek taraflar arasında barışın kurulması yönünde ilk girişim, 1916 yılının hemen başında ABD Başkanı Woodrow Wilson’dan geldi. Taraflar içinde bulunulan koşullar nedeniyle bu öneriyi gerçekçi bulmadılar. Avusturya- Macaristan, savaştan çok yıprandığını görünce 1916 yılının sonlarında savaştan çekilmek istediyse de Almanya tarafından engellendi. Bu kez Almanya 12 Aralık 1916’da lehine bazı koşullar öne sürerek savaşın sona erdirilmesi ve barışın kurulması fikrini ortaya attı. Almanya’nın önerisi İtilaf Bloku’nda karşılık bulmadı. ABD Başkanı Wilson’un 18 Aralık 1916’da başlattığı yeni girişime, İtilaf Devletleri 10 Ocak 1917’de bazı koşullar öne sürerek cevap verdiler. Ancak bu girişim de başarısızlıkla sonuçlandı ve taraflar savaşmaya devam ettiler. Rusya, 1917 Bolşevik Devrimi’nden sonra savaştan çekilerek İttifak Devletleri’yle Brest-Litovsk Antlaşmasını imzaladı. ABD Başkanı Wilson da, savaşın sona erdirilmesinden sonra kurulacak barışın esaslarını içeren ilkelerini yayımladı. 1918’de savaş İttifak Devletlerinin aleyhine döndü. Art arda cephelerde yenilgi alan İttifak Devletleri ateşkes istemek zorunda kaldılar. Dört yıl süren savaş Kasım 1918’de fiilen sona erdi.

Wilson İlkeleri

ABD Başkanı Wilson tarafından 8 Ocak 1918 günlü Kongre toplantısında okunan ve tarihe Wilson prensipleri diye geçen Birinci Dünya Savaşı’na ilişkin ondört maddelik Amerikan savaş amaçları bildirisi özetle şöyledir:

Madde 1. Barış görüşmeleri kamuoyuna açık olarak yapılmalı ve görüşmeler sonunda varılacak antlaşmanın hükümleri de yine açık olmalıdır. Gizli antlaşmalara son verilmelidir.
Madde 2. Denizlerin, karasuları dışında kalan bölümleri, uluslararası antlaşmaların gerektirdiği özel durumlar dışında savaşta ve barışta herkesin özgür ve serbest kullanımına açık olmalıdır.
Madde 3. Ekonomik engeller olabildiğince kaldırılmalı, ticaret serbestisi ve fırsat eşitliği sağlanmalıdır.
Madde 4. Ulusların silahlanması, iç güvenliğin gerektirdiği en alt düzeylerde olmalı, bu konuda yeterli garantilerin verilmesi sağlanmalıdır.
Madde 5. Tüm sömürgecilik savları, ilgili halkların çıkarlarını ve egemenlik istemlerini dikkate alacak biçimde eşitlikçi ve hakkaniyete uygun düzenlemelere tabi tutulmalıdır.
Madde 6. İşgal altındaki Rus toprakları boşaltılarak, Ruslara kendi kurumlarını seçme hakkının tanınması sağlanmalı ve onlara istedikleri/gereksinim duydukları her türlü yardım yapılmalıdır.
Madde 7. Belçika toprakları boşaltılmalı ve bu devletin ulusal egemenliği yeniden kurulmalıdır.
Madde 8. 1871’de Almanya’ya geçen Alsace-Lorainne, Fransa’ya iade edilmelidir.
Madde 9. İtalya’nın sınırları ulusal esaslara göre yeniden çizilmelidir.
Madde 10. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içindeki halkların özerk gelişmeleri sağlanmalıdır.
Madde 11. Romanya, Sırbistan ve Karadağ toprakları boşaltılmalı, Sırbistan’ın denize çıkışı sağlanmalıdır. Tarihsel savları ve ulusal bağları dikkate alınarak çizilecek sınırları içinde Balkan devletlerinin dostça ilişkiler kurmaları sağlanmalı, siyasi ve ekonomik bağımsızlıkları ile toprak bütünlükleri uluslararası güvence altına alınmalıdır.
Madde 12. Osmanlı İmparatorluğu’nun, nüfusunun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bölümlerinde Türk egemenliği güvence altına alınmalı; İmparatorluk sınırları içindeki diğer ulusların yaşam güvenlikleri ve özerk gelişimleri sağlanmalıdır. Çanakkale Boğazı, uluslararası güvenceler altında tüm gemilere ve ticarete sürekli olarak açık hale getirilmelidir.
Madde 13. Polonyalıların yaşadığı topraklarda, denize açılımı olan, siyasal ve ekonomik bağımsızlığı ile toprak bütünlüğü uluslararası antlaşmalarla güvence altına alınmış bir Polonya Devleti kurulmalıdır.
Madde 14. Özel antlaşmalarla, küçük, büyük tüm devletlerin siyasi bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini karşılıklı olarak güvence altına alacak bir uluslar birliği kurulmalıdır.


OKUMA PARÇASI: 3 
Rusya’nın Savaştan Çekilmesi ve Sosyalizmin ilk Kez iktidara Gelişi
Rusya’daki 1905 İhtilâli’nden sonra toplumsal hareketler durulmamıştı. 19. yüzyılın sonlarından itibaren güçlenen sosyalist hareket, dünya savaşının dayattığı açlık ve sefalet nedeniyle daha da etkili olmaya başlamıştı. Orduyu takviye etmek amacıyla çok sayıda çiftçinin askere alınması tarım üretimini azaltmıştı. Köylerdeki sınıf farklılaşması keskinleşmiş, proletarya güçlenmiş ve en önemlisi de savaş ülkedeki çelişkileri hızlı bir biçimde arttırmıştı. Rejim reform yapma gücünü kaybetmişti. Güvenlik güçleri halkın gıda malzemesi bulmak için yaptığı gösterileri şiddetle bastırmaktan çekinmedi. Halkın öfkesi Çarlık rejimine yönelmişti. İngiliz ve Fransız donanmasının Boğazlardan geçerek bu ülkeye yardım ulaştıramaması çelişkileri daha da arttırdı. Ordunun savaşma kapasitesi çökmüştü. Birçok asker savaşacak silaha sahip değildi ve açlığın pençesinde kıvrandı. Sadece 1916-1917 kışında bir milyondan fazla asker cepheden kaçtı. St. Petersburg Garnizonu’nun 10 Mart 1917’de [eski takvime göre şubattır bu nedenle Şubat Devrimi diye bilinir] grevcilere ve yiyecek isteyen göstericilere ateş açma emrine uymaması, devrime giden süreci başlattı. Cephe ziyaretinde bulunan Çar II. Nikola, duruma müdahale etmek üzere St Petersburg’a dönmek istemişse de, generallerin baskısıyla tahttan feragat etmek zorunda kaldı.

Bu kararın Rusya Meclisi’ne (Duma’ya) ulaşmasından sonra 15 Mart’ta geçici bir hükümet kuruldu. Ancak bu hükumetin otoritesi güçlü değildi ve tüm Rusya’ya yaygınlaşmadı. Ülke genelinde İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti [Kurul demek] egemendi. Yeni hükümet, savaşa devam kararı aldı. Ancak ordudaki disiplin son gelişmeler üzerine iyiden iyiye yok olmuş, disiplini sağlamaya çalışan subaylar ise askerleri tarafından öldürülmeye başlanmıştı. Sosyalistlerin en ucunda yer olan Bolşevikler, Sovyetleri kontrolleri altına alarak ülkeye yeni bir biçim vermeye çalıştılar. Savaşı bir an önce sona erdirmeyi, çiftçiye toprak dağıtmayı hedeflediler. Alman gizli servisi İsviçre’de sürgünde bulunan Bolşevik lider Vlademir İlyiç Lenin ve bir grup sosyalistin Rusya’ya dönmesine yardımcı oldu. Alman Genelkurmayı da, Doğu Cephesi’ndeki askerî hareketleri durdurarak Rusya Ordusu’nun çözülmesini sağlamaya çalıştı. Rusya yeni bir döneme kapı araladı. Lenin’in liderliğindeki Bolşevikler, 1917 yılı Nisan ayı ortalarından itibaren St. Petersburg başta olmak üzere kontrolü ele geçirdiler. Mayıs 1917’de sosyalistlerin çoğunlukta olduğu yeni bir hükümet kuruldu. Hükümette etkili olan Savunma Bakanı Alexander Kerensky, Rus olmayan Kafkas, Fin, Kazak ve Sibirya asıllı askerlerden oluşturulan 200 bin kişilik yeni bir ordu oluşturdu. Brusilov’un komuta ettiği bu ordu, Galiçya’da Alman, Avusturya- Macaristan ve Osmanlı birliklerinden oluşturulan kuvvetle çarpıştı. Rus Ordusu ağır bir yenilgi aldı ve Eylül 1917’de dağıldı. Savunma Bakanı Kerensky Moskova’ya kaçtı. Lenin ve diğer Bolşevikler, hükümetin otoritesinin kaybolmasını ve ülkenin bunalıma sürüklenmesini iyi değerlendirerek yönetimi ele geçirdiler.
Sadece dünya savaşının gidişatını değil, 20. yüzyılın da seyrini değiştiren Ekim Devrimi’ni gerçekleştirdiler. Bolşevikler, “ulusların kendi kaderlerini tayin etme, barış, toprak, ekmek” ilkeleriyle iktidara gelmişlerdi. Bolşeviklerin savaşa bakışları ve analizleri farklıydı. Devrim’in lideri Lenin’e göre savaşa tekelci kapitalizmin yayılmacı güdüsü neden olmuştu ve özünde kendine karşı da yıkıcı olan bu güç, bizzat kapitalizmin çöküşüne de yol açacaktı. Bolşeviklerin temel beklentisi, emperyalist rekabetin yerini, yeni işçi sınıfı devletleri arasında oluşacak uluslararası dayanışmanın almasıydı. Böylelikle kalıcı barış sağlanacaktı. Bolşevikler, Avrupa’daki devrimci gücü harekete geçirmek üzere Kasım 1917’de bir barış bildirgesi yayınladılar. Bu bildirgeyle tazminat olmaksızın kalıcı bir barış antlaşmasının yapılmasını istediklerini ilan ettiler. Ardında da Çarlık Rusya’sının yaptığı gizli antlaşmaları açıkladılar.
Bolşeviklerin ilhak ve tazminatın kalkması ile Avrupa içinde ve dışında ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkının uygulanması ilkeleri, İttifak Devletleri tarafından İtilaf Devletlerinin de kabul etmesi koşuluyla benimsendi. Ancak İtilaf Devletleri bu ilkeleri kabul etmediler. Lenin, yeni rejimi korumak ve kökleştirmek amacıyla Almanya’nın başını çektiği İttifak Devletleri’yle diplomatik görüşmeler başlattı. Bolşevik Hükümet, Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğu ile 2 Aralık 1917’de Brest-Litovsk’ta görüşmeler yaptı. Öncelikle taraflar arasındaki görüşmelerden sonra 15 Aralık 1917’de ateşkes imzalandı. Ardından da 3 Mart 1918’de taraflar arasında Brest-Litovsk Barış Antlaşması kabul edildi. Böylece Rusya tamamen savaştan çekildi.
Bu Antlaşmayla Polonya, Baltık devletleri (Letonya, Estonya, Litvanya), Ukrayna, Finlandiya ve Kafkasya Almanya’nın uydusu haline geldi. Rusya, Çarlık dönemi topraklarının üçte birinden fazlasını, tarım topraklarının üçte birini, demir ve kömür endüstrisinin %80’ini kaybetti. İtilaf Devletlerinin Bolşevik rejimi yıkmaya yönelik çabaları sonuç vermedi. Meydana gelen iç savaşın ardından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) resmen kuruldu. (Kaynak: Siyasi Tarih, AÖF Yayınları, 2012)
Harita 6:  Brest Litovsk'a göre Rusya'nın kaybettiği topraklar
Mavi bölgeyi Almanya, Kırmızı bölgeyi Avusturya-Macaristan, Yeşil bölgeyi Osmanlı devleti alıyor.
Ama savaşın sonunda İttifak devletleri kaybettiği için nihai olarak sonuç böyle olmayacak.
C. Savaş Bitti: Konferanslar, Antlaşmalar ve Genel Sonuçlar

Paris Barış Konferansı
Birinci Dünya Savaşı 1918’in sonbaharında sona erdirildiğinde cevabı merak edilen pek çok soru vardı. Uluslararası sistemin nasıl kurulacağı, barışın sürekliliğini sağlamak için hangi mekanizmaların inşa edileceği ve yıkılan imparatorluklardan (Rus Çarlığı, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları) arta kalan siyasi boşluğun nasıl doldurulacağı, bu sorulardan sadece birkaç tanesiydi. Tarafların ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 8 Ocak 1918’de Kongre’de yaptığı konuşmada ilan ettiği 14 ilkenin ışığında barış yapıp yapmayacakları kuşkuluydu. Zira bu ilkeler, İtilaf Devletlerinin gizli savaş hedeflerini ve paylaşım isteklerini revize etmelerini zorunlu kılmıştı. Fransız Başbakanı Clemenceau ve İngiliz meslektaşı Llyod George kendilerine sorulmadan ilan edilen “liberal bir barışı” öngören bu ilkelerden hoşnut kalmamışlardı. Dahası üç lider arasında savaş sonrası düzen konusunda ortak bir görüş mevcut değildi.

Paris Barış Konferansı, 1815 Viyana Kongresi’nden beri yaşanan en önemli barış yapma süreci olacaktı. Konferans’ta ele alınacak başlıca konular, barış antlaşmaları yapmak ve uluslararası sistemi yeniden şekillendirmekti. Büyük umutların ve karmaşanın bir arada yaşandığı bir ortamda, davet edilen 32 ülkenin 70’i aşkın temsilcisi (çeşitli konularda uzmanlar, sekretarya ve mütercimler hariç) 1919 yılının Ocak ayının ilk günlerinde Paris’te toplanmaya başlamışlardı.

İngiliz, Fransız, ABD ve İtalyan delegasyon başkanları Fransız Dışişleri Bakanlığı “Quai d’Orsay’de” bir araya gelerek yöntem sorunlarını tartıştıkları bir hazırlık toplantısı yapmışlardı. Konferans, bütün hayatını Almanya’ya duyduğu öfke içinde geçiren Fransız Başbakanı Clemenceau’nun ısrarı sonucu 18 Ocak 1919’da (tam 48 yıl önce Alman İmparatorluğu’nun kuruluşunun yıl dönümünde) Versailles Sarayı’nın ünlü Aynalı Salonu’nda başladı. Katılan devletlerin çoğu İttifak Devletlerine savaş ilan etmiş ya da sembolik bir jest olarak savaşa katılmışlardı. Bu devletler, savaşın kazanılmasında çok etkili olmamakla birlikte, barışın kurulmasında eşit rol oynama arzularını açığa çıkarmışlardı.

Büyük devletlerin temsilcileri (ABD, İngiltere, Fransa, Japonya, İtalya) hem bu küçük devletlerin arzularını boşa çıkarmak hem de tartışmaların uzamasını engelleyerek hızla karar alabilmek için “On’lar Konseyi”ni oluşturdular. On’lar Konseyi ise ABD, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Japon Başbakanı (ABD’ninki devlet başkanı) ile Dışişleri Bakanlarından oluşacaktı ve Konferans’ın temel organı görevini görecekti. Büyük devletler, On’lar Konseyinin çalışmalarının hızlı ilerleyememesi nedeniyle Japonya’nın devreden çıkarılmasına ve sadece Başbakanlar ile ABD başkanından oluşan “Dörtler Konseyi”nin kurulmasına karar verdi.

Konferans’ta ilk olarak ele alınacak konunun ne olacağı tartışma konusuydu. Ev sahibi durumunda olan Fransa, Almanya’dan intikam alınmasını ve bir daha kıpırdamamasını sağlayacak koşullar içeren bir barış antlaşmasının hazırlanmasını ve gündemin ilk sırasına konulmasını arzulamıştı. ABD Başkanı Wilson ise önceliğin kurulacak uluslararası düzenin en önemli aracı olacak olan “Milletler Cemiyeti”nin kurulmasına verilmesini istemişti.

Milletler Cemiyeti (Cemiyeti Akvam)
Paris Barış Konferansı'nın 25 Ocak 1919'da yapılan toplantısında; uluslararası barışı ve güveni sağlayacak ve devam ettirecek bir Milletler Cemiyeti kurulmasına karar verildi. Bu kararı yerine getirmek için bir komisyon kuruldu. Komisyonun hazırladığı sözleşme 28 Nisan 1919 tarihinde Konferans Genel Kurulu'nda kabul edildi ve böylece Milletler Cemiyeti kurulmuş oldu.

20 yıl süreyle dünya milletlerine hizmet veren bu cemiyet tüm çabalara rağmen II. Dünya Savaşı'nın çıkmasını engelleyemedi. Savaş sonrası 18 Nisan 1946'da Cenevre'de toplanan konferans, XXI. Genel Kurul Toplantısıyla cemiyetin dağılmasına karar verdi. Yerini Birleşmiş Milletler aldı.

ABD Senatosunun Kasım 1919’da ve Mart 1920’de Versailles Antlaşması’nı onaylamaması, Milletler Cemiyetinin daha başta “sakat” doğmasına neden oldu. Yepyeni bir çağ başlatmak isteyen Wilson hayal kırıklığına uğradı. Büyük umutlarla kurulan Milletler Cemiyeti istenileni veremedi. Bu örgütün en önemli zayıflığı ABD’nin ve Sovyetler Birliği’nin olmamasıydı. ABD, Senatosu cemiyetin kuruluş hükümlerini de (Milletler Cemiyeti Anayasasını) onaylamamıştı. Öte yandan Doğu Avrupa’daki sınırlar Sovyet Hükûmeti’ni çok yakından ilgilendirmesine rağmen bu hükûmete danışılmadan çizildi. Bununla birlikte Cemiyet, Polonya ile Almanya arasında çatışma konusu olan Yukarı Silezya, Finlandiya ile İsveç arasında gerginlik yaratan Aland Adaları sorununun arabuluculuk girişimleriyle çözülmesini başardı. Milletler Cemiyetinin birkaç başarılı çalışmasına rağmen, uluslararası barış ve güvenliği koruma alanında başarılı olamadığı yaygın bir şekilde kabul edilmektedir. Esasen savaşın galibi olan devletlerin yönetiminde olan Cemiyet II. Dünya Savaşı’nı engellemede de yetersiz kalmıştır.

Milletler Cemiyeti'nin müzakere edildiği dönemde Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde varlık gösterebilecek bir siyasi durumu yoktu. Cemiyet kurulduğunda Kurtuluş Savaşı devam ediyordu. 14 Kasım 1922'de İsmet Paşa Lozan Konferansı'nda bir açıklama yaparak barış antlaşması sonrasında Türkiye'nin Cemiyet'e üye olmaktan memnun olacağını ifade etmiştir. Ancak Musul sorununun devam etmesi nedeniyle Türkiye üye olmamış, bu sorunla ilgili olarak Cemiyet'in verdiği karar da Cemiyet'e karşı olumsuz düşüncelerin artmasına yol açmıştır. Ancak gene de Türkiye Milletler Cemiyeti'nin konferanslarına ve silahsızlanma komisyonuna katılmış, teknik ve insani etkinliklerine ilgi göstermiştir. Türkiye MC'ye daha sonra üye olmuştur (18 Temmuz 1932).
Harita 7
Milletler Cemiyeti'ne üye olan ve olmayan devletler
Turuncu renkte olan yerler manda yönetimi altındaki bölgelerdir


Manda Sistemi
I. Dünya Savaşı'ndan sonra, eski Osmanlı ve Alman topraklarının bazıları üzerindeki yönetim yetkilerinin, Milletler Cemiyeti'nin belirlediği koşullar çerçevesinde, üye devletlerden biri tarafından kullanılmasına dayanan rejim.

Manda kavramı ilk kez 1919'da toplanan Paris Barış Konferansı'nda gündeme geldi ve 28 Haziran 1919'da imzalanan Milletler Cemiyeti Sözleşmesi'nin 22.ci maddesinde resmen tanımlandı.

Dünya siyasal tarihinde Birinci Dünya Savaşın’dan (1914-1918) sonra kullanılmaya başlayan bu terim kelime anlamı olarak Latince “Mandatum”, Fransızca “Manda” kelimelerinden gelmekte olup özellikle Vekâlet anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Devletler hukukuna göre manda altında bulunan devlet bağımsızlığı kısıtlı devletlerden sayılırdı.

Manda projesinin temelinde, I. Dünya Savaşı'nda yenilen Osmanlı Devleti ve Almanya'dan ayrılan ve Avrupa dışında kalan bölgelerin yönetimi sorunu yatıyordu. Dünya kamuoyunda sömürgeciliğe duyulan tepki nedeniyle, bu ülkelerin doğrudan doğruya galip devletlerarasında paylaşılması uygun görülmedi. Ayrıca barış konferansında etkin olan ABD, sömürgeci sistemin genişletilmesine karşı idi.

Savaştan galip çıkan itilaf Devletleri, Almanya’dan ve Osmanlı Devletinden kopan sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin kendilerini yönetecek bir gelişme düzeyinde bulunmadıkları gerekçesiyle buralarda manda rejimi uygulama yoluna gittiler.

Buna göre mandater sıfatını taşıyan devletler Milletler Cemiyeti'yle yapacakları antlaşmalarda öngörülen koşullar çerçevesinde bağımsızlık koşullarını hazırlamak üzere vesayet görevini yerine getireceklerdi. Manda rejimi, Daimi Manda Yönetimleri Komisyonu'nun yönlendiriciliği ve yardımıyla, Milletler Cemiyeti Konseyi'nin gözetimi altında yürütülecekti. Komisyon, çoğunluğu mandater olmayan devletlerin yurttaşlarından seçilmiş 10 kişiden oluşmaktaydı. Manda altındaki ülkelerde yaşayanlara, Milletler Cemiyeti'ne dilekçeyle başvurma hakkı tanınmakla birlikte bu hak mandater devlet hükumeti aracılığıyla ve onun onayı alınarak kullanılabiliyordu. Komisyonun mandater devletler üzerindeki denetim yetkisi, gerçek anlamda bir yaptırım gücünün olmaması nedeniyle sınırlıydı.

Milletler Cemiyeti’nin getirdiği manda rejimi, coğrafi konumlarıyla siyasal ve ekonomi gelişmişlik düzeylerine göre; A, B ve C olmak üzere üç farklı tipte mandanın kurulmasını öngörüyordu. A tipi manda rejimi, Osmanlı Devleti'nden ayrılan bazı topluluklara ilişkindi. Bunlar, bağımsız uluslar olarak tanınabilecek bir gelişme düzeyine erişmiş ülkelerdi; kendi kendilerini yönetecekleri olgunluğa erişecekleri aşamaya ulaşana değin yönetimlerine bir mandaterin tavsiye ve yardımları yol gösterici olacaktı, Mandaterin seçiminde, bu toplulukların istekleri temel bir koşul olarak göz önüne alınacaktı.

Nisan 1920'de gerçekleştirilen düzenlemeyle Irak, Filistin ve Ürdün İngiliz mandasına, Suriye ve Lübnan da Fransız mandasına girdi.

Milletler Cemiyeti döneminde yalnızca Irak, İngiltere'nin önerisi üzerine 1931’de bağımsızlığını kazandı. Suriye ve Lübnan'ın Fransa ile manda rejiminin sona erdirilmesi konusunda yaptığı antlaşmalar, ancak II. Dünya Savaşı sırasında onaylandı. Ürdün'deki manda rejimi 1946'da yapılan antlaşmayla sona erdi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun Kasım 1947'deki kararıyla ikiye ayrılan Filistin'in bir kesimi Ürdün'e bırakılırken, Yahudilerin yerleştiği topraklarda İsrail Devleti kuruldu.

Milletler Cemiyetinin öngördüğü B tipi manda rejimi Orta Afrika'daki eski Alman sömürgelerini kapsıyordu. Bu tip mandada, geniş yetkilerle donatılan mandater devlet yönetimi doğrudan doğruya üstüne alıyor­du. Mayıs 1919'daki düzenlemeyle bugün Tanzanya'nın bir parçası olan Tanganika İngiliz, Kamerun ve Togo'nun büyük bölü­mü Fransız, Ruanda-Urundi de (günümüz­de Ruanda ve Burundi) Belçika mandasına bırakıldı.

Eski Alman topraklan olan Güneybatı Afrika ve bazı Büyük Okyanus adaları için öngörülen C tipi manda rejiminde, manda­ter devletin yasalarının uygulanması ve yer­li halkların korunması koşuluyla söz konusu toprakların mandater devlete bağlanması il­kesi benimsendi. Bu düzenlemeye göre Gü­ney Afrika, Güneybatı Afrika'nın (bugün Namibia); Avustralya, Yeni Gine'nin ve Na­uru'nun (İngiltere ve Yeni Zelanda'yla bir­likte); Yeni Zelanda, Batı Samoa'nın; Ja­ponya da Ekvator'un kuzeyindeki Büyük Okyanus adalarının mandaterliğini üstlen­di. B ve C tipi manda rejimi 1946'da yerini Birleşmiş Milletler Vesayet Sistemi'ne bı­raktı.  Ana Kaynak: Ana Britannica, cilt 15, s: 267
Harita: 8
Savaşın başındaki ve sonundaki durum


ANTLAŞMALAR

Ateşkes Antlaşmaları
a- Bulgaristan'la, SELANİK ATEŞKESİ (29 Eylül 1918)
b- Avusturya - Macaristan İmparatorluğuyla, ViLLAOUISTE ATEŞKESi (4 Ekim 1918)
c- Osmanlı Devleti'yle, MONDROS ATEŞKESİ (30 Ekim 1918)
d- Almanya'yla, RETHANDES ATEŞKESİ (11 Kasım 1918)


Barış Antlaşmaları
1- VERSAY -ALMANYA (28 Haziran 1919)
a- 1871 'de aldığı Alsas-Loren bölgesini Fransa'ya verecek,
b- Yeni kurulan Çekoslovakya ve Polonya Devletlerine toprak vermiştir,
c- "Saar" havzası kömür madenlerini Fransa'ya vermiştir,
d- Avusturya'yla birleşmesi yasaklanmıştır,
e- Ordu ve donanması azaltılmış, silah sanayisi kurması yasaklanarak, askeri ve ekonomik sınırlama getirilmiştir.
f- Almanya tüm sömürgelerini kaybetmiştir. Almanya'nın Çin'deki ayrıcalıkları ve Büyük Okyanus'taki adaları Japonya'ya devredilmiştir. Afrika’daki diğer sömürgeleri İngiltere, Fransa ve Belçika arasında paylaşılmıştır.
2- SEN-GERMAN (SAİNT -GERMAİN) - AVUSTURYA (10 Eylül 1919)
a Avusturya - Macaristan İmparatorluğu parçalanmıştır,
b-Bu topraklar üzerinde Avusturya Cumhuriyeti, Macaristan Krallığı ve Çekoslovakya Cumhuriyeti kurulmuştur,
c- Avusturya; Macaristan ve Yugoslavya'nın bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştır.
-Bosna-Hersek Yugoslavya'ya,
-Bukoriva Romanya'ya
-Galiçya Polonya'ya,
-Güney Tirol ise İtalya’ya verilmiştir.
3- NÖYYi (NEUİLLY) - BULGARISTAN (27 Kasım 1919)
Bulgaristan, Batı Trakya ve Makedonya topraklarını Yunanistan ve Yugoslavya'ya bırakmıştır. Böylece Ege deniziyle bağlantısı kesilmiştir.

4- TRİYANON – MACARİSTAN (4 Haziran 1920)
a. Presburg bölgesini Çekoslovakya’ya,
b. Hırvatistan'ı Yugoslavya'ya,
c. Transilvanya'yı Romanya'ya,
d. Burgerlan'ı Avusturya'ya bırakmıştır.

5- SEVR - OSMANLI DEVLETİ (10 Ağustos 1920)
Osmanlı Devleti’ni parçalayan bir antlaşmadır ama hukuki geçerliliği yoktur (bir sonraki konuda değinilecektir).

6- LOZAN - TBMM - (24 Temmuz 1923)
Esas barış antlaşmasıdır. Yeni Türk Devleti'nin bağımsızlığı resmen kabul edilmiştir. (bir sonraki konuda değinilecektir).


I. DÜNYA SAVAŞININ GENEL SONUÇLARI

1. En önemli sonucu: Almanya'nın siyasi, ekonomik ve askeri açıdan koşulları ağır Versay Antlaşmasını imzalamasıdır. Çünkü
-Almanya'nın ağır kayıplar vermesi,
-İtalya’nın savaştan ayrılmasına rağmen isteklerine kavuşamaması,
-Savaş sonrası gerçek bir barışın kurulamayıp Milletler Cemiyeti'nin taraşı politika izlemesi
II. Dünya Savaşı'nın çıkmasına neden olmuştur.

2- İmparatorluklar yerini ulusal devletlere bırakırken, cumhuriyet rejimi de yaygınlık kazanmıştır.
a) Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dağılmış yerine aynı topraklar üzerinde Avusturya, Macaristan, Yugoslavya ve Çekoslovakya devletleri kurulmuştur.
b) Polonya, Yugoslavya, Çekoslovakya Devletleri kurulmuştur. (yeni)
c) Almanya ve Avusturya'da krallık rejimi yerine Cumhuriyet rejimi ilan edilmiştir.

3- Rusya'da ilk kez sosyalist rejim kurulmuştur.

4- Savaştan en karlı çıkan devlet İngiltere olmuştur.

5- ABD savaştan ekonomisini güçlendirerek çıkmıştır.

6- Wilson ilkelerinden hareketle "Milletler Cemiyeti" kurulmuştur.

7- Sömürgeleşme politikası yön değiştirmiş, savaştan galip ayrılan sömürgeci devletler yenilen devletler üzerinde "Manda" yönetimleri oluşturarak sömürgelerini arttırmışlardır.



Tablo: BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN MALİYETİ

Para Birimi: ABD Doları
İTİLAF DEVLETLERİ
İTTİFAK DEVLETLERİ
SEFERBER EDİLEN İNSAN SAYISI
42 Milyon
23 Milyon

KAYIPLAR
5 Milyon (toplam)
4 Milyon (toplam)
3 Milyon (Fransa+Rusya)
3 Milyon (Alm+Avst)

1 Milyon (Osm)
HARCAMALAR
145.4 Milyar
63 Milyar

TOPLAM
YARALI
21 Milyon
TAŞINIR VE TAŞINMAZ MALLARA VERİLEN ZARAR
30 Milyar
GEMİ VE YÜK KAYBI
6.8 Milyon
ÜRETİM KAYBI
45 Milyon
TARAFSIZLARIN KAYBI
1.8 Milyon
ACİL YARDIM İÇİN SAVAŞ SONRASI HARCANAN MİKTAR
1 Milyar

Kaynak: Ana Britannica, cilt 4; s:203


Tabloyu ben yaptım DK


ÇALIŞMA SORULARI

1. Savaşın nedenleri bölümünde 4 temel neden sıralanmıştır. Sizce bunlardan hangisi en önemlisidir? Görüşünüzü argüman kullanarak destekleyiniz.

2. Okuma parçası 1’i okuduktan sonra tartışın (kendi kendimize düşünmemizden, kafamızda tartışmamızdan bahsediliyor)… Şu anda buna benzer bir dünya var mı? Düşüncelerinizi örnekler kullanarak açıklayınız.

3. İlk haritayı (harita 1) inceleyin ve tüm cephelerle ilgili yazılanları okuyun… Şimdi de önemli gördüğünüz en az 5 tane saptamada da bulununuz.

4. Okuma parçası 2’yi okuyun. Burada anlatılanlar size gerçekçi geldi mi? Neden?

5. Savaş nasıl genişlemiş? Bu soruyu Bulgaristan, İtalya ve Yunanistan açısından inceleyiniz. Ve şu soruyu yanıtlamaya çalışın: Bu devletler neden savaşa girmiş, esas meseleleri nedir?

6. Şimdi de ABD açısından düşünün… Bu devlet neden savaşa girmiş? Savaşa giriş nedeni diğerlerinin savaşa giriş nedenine benziyor mu?

7. Wilson İlkeleri’nin maddelerini inceleyin… Bu metnin esas meselesi nedir? İlkelerin ruhu, özü şudur diye ifade edilebilecek bir şey aklınıza geliyor mu? Tartışın ve yazın…

8. Okuma parçası 3’ü okuyun. Buna göre eğer “Rusya böyle bir savaşın içinde olmasaydı devrim olabilir miydi”, sorusunu örneklerle yanıtlamaya çalışın.

9. Paris Barış Konferansı’nın tarihsel önemini açıklayınız.

10. Milletler Cemiyeti’nin Manda sistemi ile ilgili nasıl bir ilişkisi vardır? Yazınız.

11. Manda Sistemi için Yeni Sömürgecilik cümlesini kullanmak doğru bir ifade midir? Görüşünüzü örneklerle açıklayın.

12. Son haritayı (harita 8)  inceleyin. Neler değişmiş? Tek tek saptayarak yazınız.


Şu kaynaklara da bkz.

Somme Savaşı: Videolu Anlatım
https://tr.khanacademy.org/humanities/world-history/euro-hist/world-war-i-fighting/v/battles-of-verdun-somme-and-the-hindenburg-line

Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok filminin analizi
https://sinemadatarih.blogspot.com/2017/12/garp-cephesinde-yeni-bir-sey-yok.html

I.Dünya Savaşı'nda Japonya'nın Faaliyetleri
https://tr.khanacademy.org/humanities/world-history/euro-hist/other-fronts-ww1/v/japan-in-world-war-i

Birinci Dünya Savaşı
https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2017/11/birinci-dunya-savas.html

Millet ve Milliyetçilik Üzerine Okuma Listesi
https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2017/09/millet-ve-milliyetcilik-uzerine-okuma.html

Kurşun Mühürlü Tren: Lenin, Almanların yardımıyla Rusya'ya geçiyor.
https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2017/06/kursun-muhurlu-tren-lenin-9-nisan-1917.html

Ortadoğu'ya İlişkin Gizli Antlaşmalar
https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2016/02/sykes-picot-ve-orta-doguya-iliskin.html

Siperlerde Hayat
https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2015/11/ani-belge-siperlerde-hayat.html