Murat Sarıca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Murat Sarıca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Şubat 2018 Pazartesi

Faşist İtalya'da Korporasyon Sistemi

Faşist İtalya'da Korporasyon Sistemi

Murat Sarıca & Rona Aybay
http://occupyforaccountability.org/?q=node/772
Korporatizm: Günümüzden bir yorum...

Faşizm, devletin dışında her hangi bir grup kabul etmediği için bağımsız sendikalara da yer vermiyordu. Faşizmin ekonomik görüşünü incelerken de açıklamaya çalıştığımız gibi, faşizm devleti her türlü ekonomik çıkarları uzlaştırıcı bir kurum olarak görmekte ve ekonomik düzende «ulusal bir uyuşum » kurmaya çalışmaktadır. Faşizmin bu uyuşumu kurmak bütün ögelerini devletin sıkı denetimi altında bulunan bir örgütte birleştirmek faşizmin amacı olmuştur.


Faşizm, korporatif sistemini yavaş yavaş kurmuştur. Bu işde, önce bağımsız sendikaları ortadan kaldırıcı bir yol tutulmuştur. Bağımsız sendikalar yasalarla ve yasa dışı baskılarla yavaş yavaş ortadan kaldırılmıştır. Böylece, işçi sınıfının bağımsız örgütler kurmasına ve bilinçlenmesine engel olunmuştur.

3 Nisan 1926 tarihli kanunla sendikalar «yasayla onaylanmış» olanlar ve olmayanlar şeklinde iki bölüme ayrılmışlardır. Bir sendikanın «yasayla onaylanmış » olabilmesi için, aranan diğer koşulların yanında yöneticilerinin « sağlam ulusal bağlılık inancası (teminatı) » göstermeleri gerekir. Bu kanunun getirdiği en önemli hüküm, her iş kolunda işverenler ve işçiler için yalnız bir tek sendikanın yasayla onaylı olabileceği hükmüdür. (Madde 6 ) . Böylece her iş kolunda bir tek olmak üzere ayrıcalıklı (imtiyazlı) sendikalar yaratılmış olmaktadır. Yasayla onaylanmış sendikalar, kendi bölgelerinde, üyesi olsun olmasın kendi dallarındaki bütün işçileri veya işverenleri temsil eder. Üyesi olsun olmasın kendi iş kolundaki bütün işçiler ya da işverenlerin komün vergilerinin toplanması usulüyle aidat toplayabilir (Madde 5) .

Bu durum, Büyük Faşist Meclisince kabul olunan Çalışma Bildirisinde de belirtilmektedir. Bu bildirinin 3.maddesi « sendika ve meslek örgütleri serbesttir, fakat sadece yasayla onaylanmış ve devletin denetimi altındaki sendikanın, kendi iş koluna girenler için ortaklaşa iş sözleşmeleri yapmaya, üyelerine yüküm yüklemeye ve bunlara karşı kamu yararına görev yapmaya hakkı vardır» demektedir.

Böylece, bağımsız sendikaların ortadan kaldırılması için yasa yoluyla açık bir baskı yapılmaktadır. Öte
yandan, 3 Nisan 1926 tarihli kanun lokavt ve grevi de yasaklamaktadır. Bu kanunla iş  uyuşmazlıklarının çözülmesi için iş mahkemeleri de kurulmuştur.

Ancak, 1926 ve 1927 tarihli bu belgelerde kurulması öne sürülen korporasyonların kurulmasıyla ilgili kanun ancak 1934 de çıkmıştır. Korporasyonlar kurulmadan önce « Korporasyonlar Ulusal Meclisi » kurulmuş bulunuyordu. Korporasyonlar Ulusal Meclisi'nin görevi, korporatif sistemin gelişmesine ve ulusal ekonominin gereklerine uygun olarak, Çalışma Bildirisindeki ilkeleri gerçekleştirmek amacıyla çalışmak ve yasa teklifinde bulunmaktı.

Böylece, uzunca bir hazırlık döneminden sonra 5 Şubat 1934 tarihli, Korporasyonların kuruluşu ve
görevleri yasası kabul edildi.

Korporasyonlar hükümet başkanının kararnamesiyle kurulur ve aşırı ölçüde merkeziyetçi bir rejime
bağlıdırlar. Bir çok meslekleri içine alan her ekonomik faaliyet kolu için, biri patronların, biri işçilerin olmak üzere iki sendika federasyonu vardır. Her ekonomik faaliyet kolundaki bu iki sendika federasyonu bir korporasyon teşkil eder.

Bütün İtalya böylece 22 korporasyona ayrılmış bulunuyordu. Bu korporasyonlardan, örneğin tahıl
korporasyonu, buğday yetiştirmek, değirmenlerde öğütmek ve ekmek pişirmek gibi çeşitli iş kollarıyla ilgili herkesi içine alıyordu.

Hükümette de bir korporasyonlar bakanlığı kurulmuştu. Sonuç olarak ortaya çıkan tablo şöyledir. Bir yanda işçiler sendikalar, federasyonlar ve konfederasyonlar biçiminde örgütlenmişler, bunlara karşılık işverenler de paralel sendika, federasyon ve konfederasyonlar kurmuşlardır. Bu iki grup arasında uzlaştırıcı durumda devlet örgütü yer almıştır. Devletin bu işle ilgili örgütünün başında, Korporasyonlar Bakanlığı vardır. Bundan sonra, Korporasyonlar Ulusal Meclisi, işçi ve kapitalistlerin temsilcilerini içine alan 22 korporasyon ve iş mahkemeleri yer alır.

Böylece, devlet işçiler ve kapitalistler arasında yer alarak anlaşmazlıkları çözücü bir görev almaya
çalışmaktadır.

Ancak, faşist devletin bu uzlaşmayı gerçekleştirebildiği söylenemez. Gerçi, korporasyonlar içinde hem
işçiler, hem işverenler toplanmak istenmiştir. Ama, hukuk alanında sağlanan bu birleşme, bunlar arasındaki ekonomik çelişmeleri ortadan kaldıramamıştır. Daha önce de gördüğümüz gibi, faşist devlet örgütünün işleyişi, her zaman çalışanların aleyhine sonuç vermiştir.

Murat Sarıca & Rona Aybay, Faşizm, İzlem Yayınları1962, s. 56-60

17 Şubat 2018 Cumartesi

Faşizmin Doğuşu

Faşizmin Doğuşu


Murat Sarıca - Rona Aybay
https://www.discogs.com/Fasci-Di-Combattimento-Camicie-Nere/master/815603
1914 -1915 yıllarında İtalya'da kendilerine Fasci di combattimento » adını veren bir takım topluluklar ortaya çıkmıştı. Bu toplulukların amacı İtalya'nın Birinci Dünya Savaşına katılmasını sağlamaktı. Bunun için, İtalya'nın savaşa katılmasını istemeyenlere karşı zora başvuruyorlar ve karışıklıklar çıkarıyorlardı.


İtalya tarihinde 1893 de Sicilya'da «fasci» adı altında ortaya çıkan, sonuçsuz bir köylü hareketi de vardır. Ama faşizmin kaynağı, «fasci di combattimento» hareketidir. İtalya’nın Birinci Dünya Savaşına girmesini sağlamak için çalışan bu toplulukların yöneticilerinin çoğu, savaştan sonra faşizm hareketinin de yöneticileri olmuşlardır. Nitekim sonradan İtalyan Faşizminin bir numaralı adamı olan Mussolini de bu topluluklarda çalışmıştı.

Mussolini, siyasete ilk olarak bir sosyalist partisi üyesi olarak atılmıştır. Mussolini, Sosyalist Partisi içinde kendine iyi bir yer sağlamış ve partinin başlıca gazetesi olan «Avanti» nin başyazarlığına kadar yükselmiştir.

1914 sıralarında Sosyalist Partisi İtalya’nın savaşa katılmasına karşı idi. Nitekim Mussolini de 1914 Ağustosundan Ekimine kadar Sosyalist Partisinin harbe karşı açtığı kampanyaya katıldı. Ama daha sonra, Bolonya'daki bir parti toplantısında, İtalya'nın savaşa girmesinden yana olduğunu açıkladı. Mussolini’nin bu düşüncesine, Sosyalist Partisi içinde hemen hemen hiç kimse katılmamıştı. Bu durumda Mussolini'ye Sosyalist Partisinden istifa etmek düşüyordu. Mussolini de istifasını verdi.

Mussolini'yi, 15 Kasım 1914'te Popolo d'İtalia gazetesinin başında görüyoruz. Mussolini, Popolo
d'İtalia'da yayınlanan yazılarıyla, İtalya'nın savaşa katılmasının yerinde olacağını savunuyordu. O sıralarda, Fransa ve İngiltere, İtalya’nın kendi yanlarında savaşa katılmasını sağlamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu yüzden, Popolo d'İtalia gazetesinin Fransız sermayesiyle kurulduğu söylenir.

İtalya, 25 Mayıs 1915 de Avusturya - Macaristan'a savaş ilan etti. Böylece Birinci Dünya Savaşına, İngiltere ve Fransa'nın yanında katılmış oldu.

Savaşın bitmesinden sonra, Mussolini eski askerleri, işsizleri, esnafları, bazı işçileri ve üniversite öğrencilerini yine fasci di combattimento'larda toplamıştı. Bu toplanmayı sağlayan etmenler, belirsiz bazı reform istekleri, aşırı milliyetçilik ve özellikle sosyalist komünist hareketine karşı savaş düşüncesiydi.

Bu yıllar, İtaya için büyük güçlükler, sıkıntılar ve uzlaşmaz çekişmeler yıllarıydı. Savaş sonrası, birçok ekonomik sıkıntılar getirmiş, savaştan dönen eski askerler işsizlikle karşılaşmışlardı. Para değeri günden güne düşüyordu. Bu durum, işçilerle kapitalistler arasındaki çekişmeleri arttırıyordu.

1848 tarihli Anayasanın sağladığı sınırlı monarşi ve liberal demokratik kurumların yetersizliği açıkça ortaya çıkmıştı.

Savaş sırasında, savaşın gereklerini sağlayabilmek için geniş bir üretime geçen endüstriyi barış ekonomisine uydurmak, çözümü çok güç bir sorundu. Öte yandan, İtalyanlar, uluslararası konferanslarda ileri sürdükleri isteklerin kabul edilmemiş olmasından dolayı da umutsuzluğa düşmüşlerdi. Bilindiği gibi, İtalya, müttefiklerin yanı sıra Birinci Dünya Savaşına katılmıştı. Ama zaferde kendilerinin de bir payı olduğuna inanan İtalyanlar, barış konferanslarında ileri sürdükleri istekleri elde edememişlerdi. İtalyan halkı, savaşta müttefikleri olan Fransız ve İngilizlerin, barışta kendilerini aldattığına inanıyordu. İtalyanlara göre, İtalya savaşta zaferi sağlamış, ama barış konferanslarında yenilgiye uğramıştı.

İç ve dış politikada başarısızlığa uğrayan hükümetin otoritesi sarsılmıştı. Bütün bunlar, sosyalistlerin günden güne kuvvetlenmesine yol açıyordu. Çünkü Sosyalist Partisi İtalya’nın savaşa girmesine, baştan beri karşıydı. Savaşın getirdiği sıkıntılar, sosyalistleri haklı çıkarıyordu. Sosyalistler, İtalya’nın savaşta sanki bir yenilgiye uğramış olduğunu ve bu durumun Rusya'da olduğu gibi bir devrime yol açacağını ileri sürüyorlardı.

İtalyan Sosyalist Partisi, 1919 Kasımında yapılan genel seçimlerde büyük bir başarı sağladı. Sosyalist partisi gerçekte 500'ü aşan sandalyeden sadece 156’sini kazanmıştı ama en çok oy alan ve en çok sandalyesi olan parti de Sosyalist Partisi idi.

Sosyalist Partisi milletvekilleri Parlâmentonun ilk toplantısına, yakalarına birer kırmızı karanfil takarak girmişler ve Kral açış söylevini vermek üzere içeri girer girmez hep birden dışarı çıkmışlardı.

Sosyalistler, devrimci tutumlarını her yerde gösteriyorlardı. 1920 yılının Eylülünde Kuzey İtalya'da işçilerin fabrikalara el koyması, başlamış bulunan karışıklığı daha da arttırdı. Yarım milyon işçi 600 fabrikayı ele geçirerek silahlı koruyucularla sardılar, denetleme komisyonları kurdular. Bir İtalyan yazarı o çağı şöyle anlatıyor: «Bankerler, büyük endüstriciler ve büyük toprak sahipleri sosyal devrimi kurbanlık koyun gibi bekliyorlardı.»

Ama Sosyalistler için başarı ile başlayan, fabrikalara el koyma kampanyası başarısızlıkla sonuçlandı. Sosyalistler bu yolla iktidarı ele geçirememişlerdi. Bu hareket artık elinden fırsatı kaçırmıştı. Sosyalist Partisi içinde bölünmeler ortaya çıktı. 1921’de Komünistler, 1922’de de Reformcular, Sosyalist Partisi içinde ayrı bölükler olarak görülüyorlardı.

Sosyalist Partisi, barışın kurulduğu 1918 yılından, emekçilerin fabrikalara el koyduğu 1920 Eylülüne kadar İtalyanın tek sağlam örgütlü ve halkça tutulan partisi olduğu halde, niçin iktidara gelememişti? Bunun nedenleri neydi?

İtalyan sosyalist yazarlarından Pietro Nenni, İtalya’nın o sıralarda içinde bulunduğu durumu şöyle yorumlamakta ve Sosyalist Partisinin iktidara gelememesini şöyle açıklamaktadır: 
«Sosyalistler, ülkenin bütün ilerici ve halkçı güçlerini kendi çevrelerinde toplayabilecek yetenekten yoksun bulunuyorlardı. Emekçiler, geniş halk yığınlarının çıkarlarını temsil edecek ve öncü olabilecek olgunluğa erişememişlerdi. Sosyalist Partisi, kendini 1915 yılının polemik havasından kurtaramamıştı. Hala, savaşa girmekten yana olanlar (interventista) ile tarafsızlıktan yana olanlar arasındaki çekişmeleri sürdürüyordu. Oysa savaş artık bitmiş, yeni sorunlar ortaya çıkmıştı.
 Ayrıca, Sosyalist Partisinin gerçekleştirmek istediği şeyler konusunda belirli ve kesin bir programı da yoktu. Sosyalistlerin Reformcu kolu, Cumhuriyetin ve parlamenter bir demokrasinin kurulması dışında belirli bir istek ileri sürmüyordu. Bir grup sosyalistler ise, elde edilebilecek olan her şeyi koparmaktan yanaydılar. Bunlar Sosyalist Partinin Maximalist grubuydu. Maximalistler, proletarya diktatörlüğünü endüstri işçilerinin tek başlarına gerçekleştirebilecekleri gibi dogmatik bir görüş içindeydiler. Komünistler ise, gözlerini Moskova'ya çevirmişlerdi. İçinde bulundukları koşulları kavramaktan uzaktılar.
 Öte yandan, endüstri işçileri ile tarım işçileri arasında da kuvvetli bağlar kurulamamıştı. Özellikle, endüstri işçileri ile yarıcılar ve küçük toprak sahipleri arasındaki bağlar yok gibiydi. Ülkenin kuzeyindeki ve güneyindeki hareketler birbirinden ayrı olarak gelişiyordu. Kısacası, sosyalist hareket birlikten yoksundu.
 İtalyan sosyalistleri, liberal demokratik düzenin işlemesine engel olabilecek güçte olduklarını göstermişlerdi. Ama bu düzeni yıkıp yerine yeni bir düzen de kuramıyorlardı, güçleri buna yetmiyordu.
 Bu durumda, İtalya’yı üçüncü bir çözüm yolu bekliyordu. Bu da sağcı bir diktatörlük getiren karşıdevrim olacaktı.»

Karşı - devrimi yapacak olan faşistler, bir sosyalist devrimi olacağı konusunda uyanan korkuları durmadan işliyorlardı. Faşistler, özellikle, sosyalist devrim korkusunun en yaygın olduğu orta sınıflar üzerinde etkili oluyorlar ve büyük sermayedarlardan yardım görüyorlardı.

İşçilerin fabrikalara el koyması karşısında hükümetin güttüğü politika bir «karışmama» politikasıydı. Bu arada, çoğu Katolik olan işçilerin de başladıkları hareketi sonuna kadar götürmekten çekindikleri, devrimci gücü yitirdikleri göze çarpıyordu.

Bu olaylar işçi sınıfının devriminden korkan sınıfları birleştirmişti. Hükümet ve liberal burjuva çevreler, Faşistlerin kuvvetlenmesini, sosyalist devrimi önleyecek bir çare olarak görüyorlar ve kendi yararlarına kullanmak istiyorlardı.

Faşizmin iktidara gelmesinin, hükümet otoritelerinin yardımı ve desteği ile olduğunu faşistler de kabul etmişlerdir. Özellikle, mahkemeler ve polis örgütü, faşistlerin korkutma ve sindirme hareketlerini hoşgörü ile karşılamışlardır. 1920’de, liberal Giolitti kabinesi faşist saldırganlıklarının, sosyalist ve komünistlerin kuvvetini kıracağını düşünüyordu. Bu yüzden ordu kumandanlarının faşistlere silâh ve kamyon vermelerine ve emekli subayların onlara kumanda etmelerine göz yumdu.

O zamana kadar pek adları duyulmamış olan faşistler yavaş yavaş gelişmeye başladılar. Başlıca dayanakları komünizm korkusu olan faşistler, sürekli olarak korkutma hareketlerine girişiyorlardı. 1921 yılı Ocak ayında Bolonya'da Sosyalist Partisi merkezini basarak yaktılar. Bu olaydan ve polisin bu işe karışmamasından güven kazanan zengin sınıf, faşistlere yardımı daha da arttırdı.

Faşistler düzenli bir örgüt kurarak, yakıp-yıkmalarına devam ettiler ve güçleri günden güne arttı.
1919 da Parlamentoda bir tek üyesi olmayan faşistler, 1921 seçimlerinde 35 sandalye kazandılar. Bu büyük bir başarı değildi. Faşistler için de normal seçim yolları büyük bir önem taşımıyordu.

Faşistler için önemli olan, parlâmento dışı yollardı. Zor kullanarak ve korkutarak mahalli yönetimleri ele geçirmek onlar için daha önemliydi. Polisin göz yummasından yararlanan faşistler, sosyalist toplantılarını dağıtıyor, sendika çalışmalarına engel oluyorlardı. Ayrıca, faşistler işçi sendikalarına sızmak yoluyla da başarı sağlıyorlardı.

O günlere değin az çok dağınık olarak çalışan faşistler, daha sıkı bir birlik kurabilmek için 1921 Kasımında Roma'da bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda, sıkı disiplinli «Ulusal Faşist Partisi» kuruldu.

Faşistler, orta sınıftan daha çok destek sağlayabilmek amacıyla bir program yayınladılar. Bu programda, üretimin arttırılması üzerinde duruluyor ve orta sınıfa verilen önem belirtiliyordu.

1921 Aralık ayında Bolonya'da bir komün meclisi toplantısında çıkan bir karışıklıkta, muhariplerin temsilcisi savaş sakatı Giordani tabancayla öldürüldü. Faşistler, Giordani'yi öldürenlerin sosyalistler olduğu düşüncesini yayarak, kendi güçlerini arttırmaya çalışıyorlardı.

Faşistlerin kuvvetli bir milis örgütü vardı. Silahlı faşist milisleri her yerde korkutma ve sindirme hareketlerine girişiyorlardı.
Roma'ya doğru yola çıkan Faşistler

Hükümet, düzeni sağlayamaz bir duruma girmişti. Faşistler, 1922 Ekiminde Roma'ya yürüyeceklerini bildirdiler. Binlerce faşist Roma'nın kuzeyinde Civitaveccia'da toplandılar.

Buna karşı, normal olarak parlâmento desteğini sağlamakta güçlük çeken Başbakan Facta güvenliği ve düzeni kurması için 28 Ekim günü parlâmentoda desteklendi. Hükumet, düzeni sağlamaya kararlı olduğunu belirten bir bildiri yayınladı. Bütün bakanların imzasını taşıyan bu bildiri Roma sokaklarında duvarlara yapıştırıldı.

Öte yandan, ajanslar sıkıyönetimin ilân edilmek üzere olduğunu ve bütün yönetimin askerî otoritelere geçeceğini de bildiriyorlardı.

Roma yürüyüşüne katılmayıp, Milano'da sonucu bekleyen Mussolini, hareketin başarıya ulaşamamasından kuşkulanmaya başlamıştı. Ama bir kaç saat içinde durum değişti. Çünkü Kral, hükümetin düzenlediği sıkıyönetim kararnamesini imzalamaktan kaçınmıştı.

Bu durumda, Roma'ya yürüyecek faşistlerin önünde bir engel kalmamış oluyordu. 29 Ekimde 50 bin faşist milisi Roma'ya girdi. Roma yürüyüşünü yapan faşistler, altı generalin komutası altında bulunuyorlardı. Kral, hükumeti kurmak üzere Mussolini'yi çağırdı. Milano'da sonucu bekleyen Mussolini, Kralın çağrısını alınca «yarın İtalyanın bir kabinesi değil, bir hükumet olacaktır! » diyerek bunu kabul etti. Mussolini, bu sözüyle, parlamenter rejimi ve onun bir öğesi olan kabineyi küçümsediğini gösteriyor, kendisinin sağlam ve güçlü bir «hükumet» kuracağını anlatmak istiyordu.

Mussolini'nin ilk kabinesinde sadece dört faşist bakan vardı. Mussolini kabinesi 90'a karşı 275 oyla güveni sağladı. Mussolini'nin ilk önemli yasa tasarısı, seçim yasasının değiştirilmesi konusundaydı. Bu tasarıya göre, oyların en az % 25'ini almış olmak şartıyla, en fazla oy kazanan parti, meclisteki Sandalyelerin üçte ikisini elde etmiş olacaktı. Meclisteki sandalyelerin geri kalan üçte biri aldıkları oy oranına göre, öbür partiler arasında paylaşılacaktı. Parlamento, bu tasarıyı kabul etti.

Meclisin feshi üzerine, 1924 Nisanında yeni genel seçimler yapıldı. Faşist Partisi bu seçimde, aktif propaganda ve parti milisinin yasa dışı çalışmalarının etkisiyle şaşırtıcı bir başarı sağladı. Faşistler oyların hemen hemen üçte ikisini aldılar. Ancak, faşistlerin sağladığı bu çoğunluk, muhalefet partileri milletvekillerinin Parlamentoda hükümeti tenkit etmelerine engel olamadı. Mussolini, bütün iktidarı
Hükümette toplamak istiyordu.

Parlamento'da faşistlerin bu isteklerine karşı koyan ve 1924 seçimlerinde yapılan yolsuzluklara açıklayan milletvekilleri arasında özellikle sosyalist milletvekili Matteotti göze çarpıyordu. Matteotti, meclis kürsüsünde, faşist milletvekillerinin bütün saldırmalarına karşın seçimlerdeki yolsuzlukları parlak bir biçimde ortaya koydu. Seçimlerin yenilenmesini istedi.

1924 Haziranında Matteotti öldürüldü. Polis buna seyirci kaldı.

Bu olay üzerine, İtalya'da yine karışıklıklar çıktı. Muhalefet grupları parlamentodan çekildiler.

Mussolini tutumunu sertleştiriyordu. Muhalefet arasında ayrılıklar çıkmasından da yararlanarak faşist yönetimi tam olarak gerçekleştirme yoluna girdi. Basına sansür konuldu, muhalefet ezildi.

1925 den başlayarak artık Mussolini'nin fiilen gerçekleşen diktatörlüğünü hukuken de gerçekleştiren bir sıra yasa çıkarıldı. Ama 1848 Anayasası ve krallık rejimi görünüşte yine yürürlükte kaldı.

Mussolini’nin 1929 da Katolik Kilisesi ile anlaşmayı gerçekleştirmesi faşizmin siyasî gücünü arttırdı. Faşizmle kilise arasındaki anlaşmazlık da böylece ortadan kalkmış oldu.

Faşist yönetim altında İtalya Habeşistan’a savaş açtı. Saldırganlık, faşist dış politikasının temel ilkesi oldu. İtalya, İkinci Dünya Savaşına Almanya’nın yanında katıldı.

İkinci Dünya Savaşının İtalya’nın yenilgisiyle sona ereceğinin açıkça belli olduğu bir sırada, 1943’te Mussolini görevden uzaklaştırıldı. Kral onun yerine Müttefiklerle İtalya’nın teslim anlaşmasını yapan Mareşal Bodoglio'yu tâyin etti.

Mussolini, nezaret altına alındığı bir dağ otelinden Alman paraşütçülerince kaçırıldı. Almanların desteğiyle, İtalya’nın kuzeyinde, başında Mussolini’nin bulunduğu «Cumhuriyetçi Faşist Partisi» kuruldu. 1945 Nisanında, Mussolini’yi İtalyan partizanları ele geçirdiler ve öldürdüler.

Böylece, yirmi yıldan fazla bir süre İtalya’yı tek başına yöneten Mussolini ortadan kalkmış oldu. İkinci Dünya Savaşından sonra İtalya'da cumhuriyet kuruldu. 1948 İtalyan Anayasası Faşist Partisinin ne biçimde olursa olsun yeniden kurulmasını yasak etti. Anayasanın «Geçici ve Son Hükümler»  bölümündeki XII. maddesi faşist rejimin sorumlu şeflerinin, kanunla, beş yıllık bir süre için seçme ve seçilme haklarından yoksun bırakılabileceklerini de belirtmiştir.


Murat Sarıca & Rona Aybay, Faşizm, İzlem Yayınları1962, s. 13-24