SSCB etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SSCB etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Haziran 2017 Cumartesi

Kurşun Mühürlü Tren- Lenin, 9 Nisan 1917

Kurşun Mühürlü Tren- Lenin, 9 Nisan 1917

Stefan ZWEIG

Lenin konuşma yaparken resmedilmiş.
Eskicinin evindeki adam
İsviçre, ufacık bir barış adası... Birinci Dünya Savaşının azgın dalgaları, habire kıyılarını dövüyor. 1915, 1916, 1917 ve 1918 yılları boyunca bu adacıkta hayat, heyecan dolu bir polis romanını andırır. İki ayrı kampa mensup diplomatlar, otellerin süslü salonlarında, birbirlerini tanımaz oluvermişlerdi. Daha düne kadar, ahbapça briç oynayan, karşılıklı eğlentiler düzenleyen, kendileri değildi sanki. Bu adamların yanına, ne idüğü belirsiz bir alay insanın telâşla girip çıktığı görülüyordu: Milletvekilleri, sekreterler, ataşeler, tüccar takımı, peçeli ya da peçesiz kadınlar… Hepsinin gizli ödevleri vardı. Hele otellerin önünde kimlere, nelere rastlanmazdı ki… Otomobillerle gidip gelen fabrikatörler, ünlü çalgıcılar, gazeteciler; maksatlarını gizlemeye çalıştıkları belliydi.
Gezintiye çıkan ya da bir tur atıp dönen insanlara benzemek çabasındaydılar. Çeşitli memleketlerin flamalarını taşıyan gösterişli arabalar da otellerin çevresinde pinekler dururdu. Haber toplamak, ondan bundan bir şeyler kapmak... Cümlesinin ortak görevi buydu. Kendi halinde görünen adamlar, dünyayı ihtilâle itecek kadar güçlü olabilirler. Bu yüzden, ayakkabı tamircisinin evinde oturan ufak tefek adam hakkında bilgi edinme ve bunu satma gereğini duymadılar. Toplumcu çevreler bile önemli bir bilgi edinmiş değildi. Bildikleri şu kadardı ancak: Bu adam, Londra’ya sığınan Rusların çıkardığı basit, radikal bir gazetenin yazarları arasındaydı, Ayrıca, Petersburg ’da adı bile anılmayan silik bir partinin yöneticisiydi. Tuttukları yolun yanlış olduğunu söyleyen ve sert konuşma alışkanlığında olan bu adamla anlaşmak mümkün değildi. Bu imkânsızlığı, kendi tutumuyla bizzat ispat etmiş durumdaydı. Şu halde, onunla ilgilenmeye değer miydi?

Lenin'in İsviçre'de kaldığı daire*
Arada bir, akşamları, daracık bir kahvede, bir takım işçilerle buluşuyor, görüşüyordu. Ancak, bu toplantılara olsa olsa on beş-yirmi kişi katılmaktaydı. Onların da çoğu toy delikanlılar... Habire çay içen, durmadan çekişen bu insanlarla, aynı davranışı huy edinmiş olan öbür Rus sığıntıları arasında ne fark olabilir ki? Eskicinin evinde oturan tıknaz adama aldırış eden yoktu. Vladimir İliç Ulyanov adını taşıyan bu şahsı ismen tanıyanlar bile öyle azdı ki, koca Zürich’te, hepsini toplasanız ancak otuz-kırk kişi eder. Diyelim ki, elçilikler arasında mekik dokuyan lüks arabalardan biri rastgele onu ezip öldürmüş olsaydı, bütün dünyada Ulyanov ya da Lenin adına kimse öğrenmemiş bulunacaktı.

Gerçekleştirme. . .
1917 Martının on beşinde, Zürich’teki kütüphane görevlisi şaşırıp kaldı. Çünkü saat dokuza gelmiş, kitaplığın en devamlı okuyucusu hâlâ görünmemişti. Her gün, büyük bir intizamla oturduğu yer boştu işte… Saat dokuz buçuk oldu, onu çaldı, nafile. Adam ortalıkta yok. Tükenmez bir okuma hırsıyla dolu olan bu adam, bir daha kütüphaneye ayak basmayacaktı. Hâlbuki adam, o sabah da, her gün olduğu gibi, kitap okumak üzere yola düşmüştü ama bir Rus önüne çıkmış, Rusya’da ihtilâl olduğunu ona heyecanla bildirmişti. İnanmalı mıydı buna? Lenin, tereddüt içindeydi. Aldığı haberin dehşeti, onu sersemletmişti. Çok geçmeden kendisini toparladı. Kısa adımlarla, fakat sert bir yürüyüşle göl kenarına doğru ilerlemeye başladı. Gazete satıcısının ve matbaanın önünde bıkıp usanmadan beklemeye koyuldu. Saatler ve günler geçiyordu. Haber doğruymuş meğer. Hemen her gün yeni gelişmeler de olmakta. İnanılır gibi değil. Hükümet değişikliği ile ilgili söylentiler, Çarın tahttan alaşağı edilmesi, karma bir kabinenin işbaşına geçmesi, Duma Meclisi, bağımsız ve özgür bir Rusya, siyasî hükümlüler için genel af haberleri… Bütün bunlar, birbirini kovalayıp duruyordu. Yıllar yılıdır hayalini kurduğu şeyler. Bu uğurda neler gelmemişti başına. Yirmi yıldan beri zindanlar, Sibirya fasılları, sürgünler… Beslediği fikirler gerçekleşmekteydi işte. Adam düşünüyor; savaşta telef olan milyonlarca kişi, boşuna can vermemiş meğer. Harcanan gayretler, sonuçsuz kalmadığına göre... Ölenler, yok yere telef olmamışlar. Yeni bir özgürlük ve adalet ülkesi doğuyor işte. Bu uğurda ölmüş olanlar, kutsal şehitlerdir. Adam, belki ilk defa serinkanlılığını, kaybetmiş durumda. Kendinde değil sanki. Hâlbuki o, kendine daima hâkim olmasını bilmiştir. Her şeyi, kılı kırka yararcasına hesaplamak huyudur.

Sarhoşa dönen yalnız o mu? Cenevre’de, Lozan’da ve Bern’de sığıntı olarak bir takım odalarda barınan yüzlerce Rus, aynı duygularla, sevinç içinde. Rusya’ya dönebilecekler artık. Sahte evraka, takma adlara da ihtiyaç yok. Çarın hükmettiği bir memleket değil artık Rusya. Dönüşte, ölüm tehlikesiyle burun buruna gelmek yok. O, eskidendi. Şimdi özgür bir vatandaş olarak, özgür bir yurda dönecekler. Hazırlık başladı bile. Hepsi, birkaç süflî parçadan ibaret eşyasını toplamakla meşgul. Gazetelerde, Gorki’nin hani şu meşhur mesajı: «Memleketinize dönün!» Mektuplar, telgraflar gırla gidiyor. Yurdunuza, yurdunuza! Toplanarak, birleşerek… Uğrunda her şeylerini verdikleri, verecekleri bir eser var ortada: Kendi eserleri olan ihtilâl. İşe yeniden koyulmak gerekiyor. Hayatlarını adayarak.

... Ve hayâl kırıklığı
Ancak, aradan birkaç gün geçtikten sonra hepsini şaşkına çeviren, dehşetli bir haber yayılıyor: Rusya’daki ihtilâl, meğer sandıkları gibi bir ihtilâl değilmiş. Halkın ayaklanmasıyla ilgisi yok. Taşıdığı nitelik başka: Saray içinde, sadece Çara karşı yapılmış bir darbe! Maksat, Çarı bertaraf etmek ve Almanya ile barış yapılmasını önlemek. Bu uğurda, İngiliz ve Fransız siyasetçileri tarafından düzenlenmiş bir plân. Bu, kendilerini adadıkları, uğrunda ölmeyi seve seve göze aldıkları ihtilâl değil, tam aksine bir hareket; kendi plânlarını yürütmek isteyen savaş taraftarlarının, emperyalistlerin ve generallerin ortak dalaveresi.

Lenin ve ötekiler, nihayet anlıyorlar: Gerçek ve köklü bir ihtilâl yok ortada. Yapılan hareket, Karl Marx ihtilâlinden yana olanların tasarladıkları cinsten değil. Hatta öğreniyorlar ki, Milyukov ve öbür liberaller, gerçek ihtilâlcilerin yurda dönmesini engellemekle görevlendirilmişlerdir. Emirlere uymasını bilenler, bu arada Plehanov, Londra’dan törenle yolcu edilmekte ve bir savaş gemisine bindirilerek yurduna dönebilmektedir. Bunlar, savaşın uzamasını temin hususunda faydalı olabilecek sosyalistlerdir. Derhâl Petersburg’a gönderiliyorlar. Fakat Troçki, İngiltere’nin Halifax’ında alıkonuyor. Öbür radikaller de sınırlarda… İtilâfçı devletlerin giriş-çıkış kapılarında, Üçüncü Enternasyonal’e katılanların tomar tomar listeleri var. Lenin’in ümitleri zayıflamıştır. Petersburg’a telgraf üstüne telgraf çekiyor. Fakat telgrafların yerine vardığı çok şüpheli. Tapunun da icabına bakılıyor. Zürich’te kimsenin haberi yok, Avrupa’da da olsa olsa birkaç kişi biliyor. Vladimir İliç diye anılan Lenin kuvvetli, enerjik, hedefe bağlı bir adamdır ve büyük bir tehlike kaynağıdır. Bunu, bir de Rusya biliyor.

Oldukları yerde çakılıp kalan bu topluluklar, uçsuz bucaksız bir ümitsizliğe kapılmıştır. Londra, Paris ve Viyana’da uzun yıllardır kongreler yaptılar, ihtilâlin plânlarını düzenlediler. Bütün teferruat görüşüldü, uzun boylu tartışıldı. Gazeteler yayınladılar. Böyle bir davranışın zorluklarını, risklerini ve sonuçlarını hem teorik, hem de pratik yönden ortaya koymaya çalıştılar. Hele bu adamın hayatı, hep bunlarla geçti. Bir belirli fikir üzerinde kafa patlattı. Tasarladığı şeyi kesin olarak biçimlendirmeye çalıştı. Şimdi de İsviçre’den çıkmasına izin vermiyorlar. Bu yüzden onun çok değer ve önem verdiği ihtilâl, bu kutsal fikir, bir takım kimseler tarafından perişan bir hale getirilebilecek; yabancıların yararına kullanılacak ve amaç kaybolacak. Lenin’in içinde bulunduğu şu durumla, Hindenburg’un -bir önceki savaş başında- kaderi birbirine benzer. Hem de garip bir şekilde sen kırk yıl, Rusya seferiyle ilgili manevralar yap, tecrübeler edin; sonra, harekete geçilince, sırtında sivil elbise, evinde otur, bu görevi üzerlerine alan generallerin hata ve sevaplarını, ufacık bayraklarla, haritalardan izlemek zorunda kal. Her zaman katı bir gerçekçi ve sapsağlam bir görüş sahibi olan Lenin ümitsiz günler yaşamaktadır. Bazen kendini delice düşüncelere kaptırdığı oluyor. Almanya ve Avusturya üzerinden geçip gitmek üzere acaba bir uçak kiralayamaz mı? Bunu tasarlıyor. Ancak, kendisine kim yardım eli uzatır? Biri uzatmıştı ama sonradan casus çıktı o da. Kaçıp gitmek için, göze almayacağı şey yoktur artık. Oturuyor, bir mektup yazıyor; İsveç’teki tanıdıklarından, kendisine bir İsveç pasaportu temin edilmesini istemektedir. Sorgu sualden kurtulmak için de dilsiz taklidi yapmayı kafasına koymuştur. Fakat gece kurduğu şeyler, sabahleyin, gün ışığında, uygulama imkânından mahrum plânlar haline geliyor. Bununla beraber, bildiği yalın bir gerçek var: Olumlu bir ihtilâlin başarılması için Rusya’ya dönmesi şart. Siyasî dolaplarda iş yok. Üstelik derhâl dönmesi lâzım Rusya’ya… Ne pahasına olursa olsun…

Almanya geçit vermez mi?
İsviçre, bilindiği gibi, İtalya, Fransa, Almanya ve Avusturya ile çevrilidir. İhtilâlci Lenin’in, itilâf devletleri topraklarından geçmesi de yasaklanmıştır. Rus uyruklu olduğu, yani düşman sayıldığı için, ne Almanya’dan, ne de Avusturya’dan geçmesine izin verilir. Ama ortada, dehşetli bir gerçek var: Lenin, Milyukov Avusturyasından ya da Poincares Fransasından değil, ama Kaiser Wilhelm Almanyasından pekâlâ anlayış bekleyebilir. Amerika’nın savaşa katılması, gün meselesi. Onun için, Almanya, Rusya ile barış yapmak isteyecektir. Bir Rus ihtilâlcisi, gerek İngiliz, gerek Fransız elçileri için güçlük kaynağıdır. Almanya bakımından ise, durum tam tersine.

Yalnız, Lenin’i düşündüren bir şey var: Sorumluluk. Yazılarında, Kaiser Almanyasına habire sayıp sövmüştür. Şimdi onunla ilişki kurmaya çalışmak nasıl karşılanır? Belirli ahlâk kuralları var. Savaş sırasında, karşı ülkeye ulaşmak için, düşman genelkurmayından izin istemek suretiyle hasım topraklardan geçmek... Bunu, ihanetin daniskası sayarlar. Lenin, bu kanaldan gidecek olursa, hem partisini güç duruma düşürecek, hem de kendisi lekelenecek. Ondan şüphe edecekler. Onu Alman ajanı sanacaklar. Zannedilecek ki, onu Almanlar Rusya’ya gönderdiler. Töhmet altında kalacak. Hele barış gerçekleşecek olursa, Rusya’nın zafere ulaştıktan sonra kavuşacağı barışı engellemekle itham edilecek. Tarihe böyle geçecek bu. Lenin, hepsini biliyor. Başka çare bulamadığı takdirde bu kanaldan harekete geçmek zorunda kalacağını söylediği zaman, mutedil ihtilâlcilerin yanı sıra, kendisiyle aynı kafada olanların çoğu da ürpermiştir. Lenin’i uyarmaya çalışarak, İsviçreli Sosyal-Demokratların tutumundan söz açmışlardır. Esir değişimi arasında, Rus asıllı ihtilâlcilerin geri gönderilmesini temin etmek üzere resmen teşebbüse geçmişler. Fakat Lenin bu yolun çok uzun süreceğini ezbere bilmektedir. Ayrıca, Rus Hükümeti, Lenin’in yurda dönüşünü kösteklemek için sebepler yaratacak, elinden geleni yapacaktır elbet. Şu halde, geçip giden günlerin ve saatlerin önemi büyük. Ötekiler, Lenin kadar şüpheci değil. Cesaretleri de daha kıt. Lenin’in gözü, hedeften gayrı bir şey görmüyor. Çevresindekiler, hıyanet sayılacak bir harekette bulunulmasından düpedüz ürküyorlar. Lenin, artık her şeyi göze almıştır. Kendi sorumluluğu altında, şahsı adına Alman Hükümetiyle temasa geçiyor.

Anlaşma
Lenin, bu buharlı lokomotifin çektiği trenle Rusya'ya döndü,
şu anda Finlandiya İstasyonunda daimi sergide bulunuyor.
https://en.wikipedia.org/wiki/Vladimir_Lenin#/media/File:Locomotive_293.jpg
Atılan adım tehlikelidir. Çıkarılacak dedikoduları hesaba katan Lenin, temaslarda gizlilikten mümkün olduğu kadar kaçınıyor. İsviçre Esnaf Derneği Sekreteri Fritz Platten, Lenin hesabına Alman Elçiliğine giderek şartları sıralıyor. Bu ufak tefek, ne idüğü belirsiz milliyetçinin koştuğu şartlar, rica niteliğinde olmaktan uzaktır. Gelecekteki otoritesini önceden sezinlemiş gibi. Şartlar: Vagonların hükümranlık hakkı zedelenmeyecek. Yol boyunca, pasaport kontrolü filân yok. Normal tarifeye uygun olarak, ücretlerini kendileri ödeyecekler. Ne emirle, ne de kişisel istekle vagondan dışarı çıkılmayacak. Ancak bu şartlar kabul edildiği takdirde, yolcular. Alman Hükümetinin yardımını reddetmeyeceklerdir. Bakan Romberg, aldığı teklifi Rudendorf’a aksettiriyor. General, daha sonra, anılarında, bu konuya hiç değinmemeyi uygun görecek, verdiği kararların belki en önemlisi hakkında tarihi aydınlatmayacaktır. Alman elçisi, teferruatta bazı değişiklikler yapılmasına taraftardır. Çünkü Lenin’in düzenlediği protokol, hiç de acemice değil. Aynı trende, Ruslarla birlikte bazı Avusturyalıların da -meselâ Radek- kontrolsüz yolculuk edebilmesi sağlanmaktadır. Ne var ki, aceleci olan sadece Lenin değildir. Alman Hükümetinin de kaybedecek vakti yok. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri, 5 Nisan günü Almanya’ya karşı harp ilân etmiş bulunmaktadır.

Fritz Platten, 6 Nisanda neticeyi öğreniyor: «Bu iş, teklif edilen şekle uygun olarak karara bağlanmıştır.»

9 Nisan 1917 günü, saat tam üçte, Zaehringer Hof Lokantasında karın doyurduktan sonra yola çıkan pejmürde giyimli küçük bir topluluk, Zürich istasyonuna yönelmiştir. Kadınlar ve çocuklar dâhil, hepsi otuz iki kişi. Bu topluluktan sadece üç erkeğin adı, ileride unutulmayacaktı: Lenin, Zinovyev ve Radek.

Yemeklerini, hep birlikte, teklifsizce yediler. Sonra, bir tutanak düzenleyip imzaladılar. Bu belgede, Petit Parisien adlı gazetede yayınlanmış bir haber metnini hepsinin bildiği kayıtlıydı. Bu haberde belirtildiğine göre, yeni kurulan geçici Rus Hükümeti, Almanya’dan geçip gelenleri vatan haini sayacaktı. İmzaladıkları belgede, bu yolculuktan doğacak her türlü sorumluluğun kendilerine ait olacağı da ayrıca yazılıydı. İmzalar eğri büğrüydü ve çoğu kitap harfleriyle atılmıştı. Yolculukta, Lenin’in bu katarda olduğunu öğrenenlerden kendisiyle görüşmek isteyenler oluyor. Lenin buna kesinlikle yanaşmıyor. Bu olaydan sonra, bir başka teşebbüs: Sosyal-Demokratlar, kendileriyle anlaşma yapmak istiyorlar ve ret cevabı alıyorlar. Lenin biliyor ki, Alman topraklarında herhangi bir Almanla konuşmak, şüphelerin en azametlisini üzerine çekmek olacak. Tren İsveç’ten geçerken, bayağı törenle uğurlanıyorlar. Yolcular, açlıktan perişan durumdadırlar. İsveç topraklarındaki mola sırasında kurulan sofraya aç kurtlar gibi saldırıyorlar. İşte, burada Lenin, dağ fotinlerini çıkarıyor ayağından. Bir çift yeni pabuç ve birkaç takım hazır elbise satın alıyor. Derken, Rus sınırına dayanıyorlar.

Patlayan mermi
Lenin, monarşileri, din adamlarını ve
kapitalistleri süpürüyor. **
Politik poster.
Rus topraklarına ayak basar basmaz, Lenin’in ilk işi gazetelere sarılmak oluyor. On dört yıllık gurbet hayatından dönüş... Bu süre içinde Rus toprağına hasret kalmış, Rus bayrağını ve askerlerini hiç görmemişti. Fakat kaskatı bir irade sahibi olan mefkûreci, çevresindekilere uyup ağlamıyor. Kadınlar askerleri kucaklıyorlar. Askerler şaşkın. Lenin hiç oralı değil. Varsa yoksa gazeteler. Önce Pravda’ya saldırıyor. Kendi gazetesi bu. Enternasyonalist görüşe gene eskisi gibi bağlı mı acaba? Biraz sonra buruşturup atıyor gazeteyi. Hayır, onun istediği bu değil. Katıksız bir ihtilâlci zihniyeti yerleşmemiş hâlâ. Lenin, tam vaktinde gelmişim, diye düşünüyor. Direksiyonu ele almalı. Ya ölüm, ya zafer… Hayır. Kendi fikirlerini yayması, aşılaması gerekiyor. Bu fikirlerin özü yaşamaktır. Ya başarıya ulaşamazsa? Huzursuzluğun ve korkuya kapılmanın âlemi yok. Milyukov, kendisini elbet yakalatıp deliğe tıkmak isteyecek. Hem de Petrograd’dayken. -Şehrin adı henüz Petrograd’dır ama yakında değişecektir.- Kendisini karşılamaya gelen birkaç yakını ile trende, bir arada şimdi. Tepelerinde cılız bir ışık. Üçüncü mevki vagonun alaca karanlığında, Kamenev ve Stalin’le karşı karşıya oturuyorlar. Her ikisinin de yüzünde hafiften, oldukça garip bir gülümseme. Soruları, cevapsız kalıyor. Karşılık vermekten kaçınıyorlar sanki. Ama çok geçmeden, beklediği cevabı gerçeğin ta kendisinden alacaktır. Tren, bu sırada Petrograd’ın Finlandiya istasyonuna girmiştir. Binlerce işçi, koskoca meydanı tıklım tıklım doldurmuş. Silahlı şeref birlikleri, sürgünden dönen adamı sabırsızlıkla bekliyor. Bir ağızdan Enternasyonal marşını söylüyorlar. Daha birkaç gün önce bir eskicinin evinde oturan adam, Vladimir İliç Ulyanov, trenden inince, eller üstünde buluyor kendini ve soluğu bir zırhlı arabada alıyor. Kaleden ve evlerden akseden projektör ışıkları altında Lenin halka ilk söylevini vermektedir. Heyecan öyle taşkın ki, yer yerinden oynuyor sanki. Bu suretle «Dünyayı sarsan on gün» başlamış oluyor

Mermi böyle patladı. Hem bir ülkenin hem de bir âlemin altı üstüne geldi.


Stefan ZWEIG, Kurşun Mühürlü Tren, Lenin, 9 Nisan 1917
Çeviren: Metin Akand

Bu kitap ilk kez 1966 yılında İzmir’de Halkın Sesi Matbaasında basılmış ve Kovan Kitabevi tarafından yayınlanmıştır.
Metinde, anlam belirsizliklerini gidermek amacıyla sınırlı sayıda düzeltme yapılmıştır.
ePub düzenleme ve kapak tasarımı: BZ Yayın, Haziran 2014.

.............................

10 Nisan 2017 Pazartesi

II. Dünya Savaşı’nda Türkiye

II. Dünya Savaşı’nda Türkiye

İtalya’nın 7 Nisan 1939’da Arnavutluk’u işgal etmesi, tehlikeyi Türkiye’nin güvenlik  sahasına taşıdı. On İki Ada’yı elinde bulunduran İtalya’nın Balkanlara doğru yayılma  eğilimi, Türkiye’de ciddi endişeye neden oldu. Bu durum Türkiye, İngiltere ve Fransa’yı birbirine yaklaştırdı. Türkiye aynı anda da SSCB ile dostluğunu sürdürmek istiyordu. 23 Ağustos 1939’da Almanya ile SSCB’nin imzaladıkları Dostluk ve Saldırmazlık Paktı’yla Doğu Avrupa’yı aralarında paylaşmaları Türkiye’yi bir yol ayrımına getirdi. SSCB, Türk Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu’nu Moskova’ya davet etti. Saracoğlu’nun amacı Türkiye, İngiltere ve Fransa arasında imzaya hazır hâle gelmiş olan ittifak ile Türk-Sovyet dostluğu arasında bir bağlantı kurmaktı. SSCB’nin hedefi ise Montrö Sözleşmesi’nin Boğazların geçiş statüsünü kendi lehine değiştirilmesini sağlamak, Boğazlar üzerinde söz ve kontrol sahibi olmaktı. Bu nedenle görüşmeler sonuçsuz kaldı. Sovyetlerle anlaşma mümkün  olmayınca Türkiye 19 Ekim 1939’da Ankara’da İngiltere ve Fransa ile üçlü bir ittifak imzaladı. Buna göre bir Avrupa devletinin saldırması ile başlayan ve İngiltere ile Fransa’nın da katılacakları bir savaş Akdeniz’e sıçradığı takdirde Türkiye, İngiltere ve Fransa’ya yardım  edecekti. Bu antlaşmanın Türkiye’ye getirdiği sorumluluklar, İngiltere ve Fransa’nın taahhüt ettiği yardımların yapılmasına bağlandı. Antlaşmaya koyulan bir ek maddeyle Türkiye kendisini SSCB ile savaşa girmek zorunda bırakacak bir yükümlülükten muaf tutuldu.

1941 yılında Almanların Balkanlar’da ilerlemeleri, Yunanistan’ı işgal etmeleri ve Bulgaristan’ın  mihver devletleri yanında savaşa girmesi, savaş tehlikesini Türkiye sınırlarına kadar dayandırdı. Bu gelişmeler üzerine Türkiye başta İstanbul olmak üzere bazı şehirlerde sıkı yönetim ilan edip, Trakya’ya asker yığdı ve sınır boyunca güvenlik tedbirleri aldı. Türk Dışişleri ‘’Türkiye, toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına karşı yapılacak her saldırıya silahla karşı koyacaktır.’’ diyerek Türk topraklarına saldırması hâlinde Almanya’ya karşı savaşacağını açıkça belirtti. Adolf Hitler, 1 Mart 1941’de Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye bir mektup göndererek Almanya’nın Türkiye’ye karşı saldırgan emelleri olmadığını ve Alman ordularının Türk sınırından 60 km. uzakta kalacağını bildirdi. Bu gelişmelerden sonra Almanya, Türkiye ile İngiltere’nin yakınlaşmasını önlemeye çalıştı. 18 Haziran 1941’de Almanya’yla Türkiye arasında bir saldırmazlık paktı imzalandı. 22 Haziran’da Alman ordularının SSCB üzerine saldırıya geçmesiyle Türkiye üzerindeki baskı azaldı.

SSCB 1942 Kasım’ında Alman ilerleyişini Stalingrad’da durdurup savaşta üstün duruma geçtikten  sonra, Türkiye’ye karşı sert bir politika izlemeye başladı. Türkiye’nin savaş dışı politikası ilişkileri gerginleştirdi. Almanya’nın yenilgisi, Türkiye üzerindeki Alman tehlikesini kaldırmış ama bunun yerini Sovyet tehlikesi almıştı.

Almanların Kasım 1942’de Stalingrad’da yenilmesinden sonra müttefiklerin Türkiye üzerindeki beklentileri arttı. Churchill’de, 1943 ilkbaharında Türkiye’nin savaşa girmesinin zamanı geldiğine inanıyordu. Ona göre Türkiye’nin savaşa katılması, Almanya’ya karşı Balkanlarda bir cephe  açılmasını sağlayacaktı. Stalin ise ‘’Türkiye’nin baharda bizim tarafımızda savaşa katılması için mümkün olan her şeyin yapılması arzu edilir. Hitler ve suç ortaklarının yenilgilerinin hızlandırılması için bu çok önemlidir.’’ Diyerek aynı düşünceyi paylaşıyordu.

Churchill, bu amaca yönelik olarak 30  Ocak 1943’te Adana’ya geldi. Churchill, İsmet İnönü’den Almanlara karşı Balkanlarda olabilecek bir harekâta katılmasını ve Türkiye’deki hava ve deniz üslerinden yararlanılması isteğinde bulundu. Ancak Türkiye, Almanya’nın yenilmesiyle daha da güçlenecek olan Sovyet Rusya’ya güvenmemekteydi.  Asıl önemlisi Türk ordusunun savaş araç ve gereçleri, Almanya ile savaşacak düzeyde değildi. İngiltere, konferans sonunda Türkiye’nin askerî ihtiyaçlarının Hükümet savaş ihtimaline karşı ilk aşamada sivil halkı ve şehirleri koruyucu birtakım tedbirler aldı. Bu düşünce ile 15 Kasım 1940’ta İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde geceleri karartma yapılmasına geçildi. Karartma, sokakların aydınlatılmaması ve binalardan dışarıya ışık sızdırılmaması şeklinde uygulandı. Öte yandan büyük bir stratejik önem taşıyan Boğazlar çevresinde bulunan Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, İstanbul, Çanakkale ve Kocaeli’de sıkı yönetim ilan edildi. Bu altı ildeki sıkıyönetim uygulaması II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar sürmüştür. Aşağıdaki resimde İnönü ve Churchill Adana’da tespit edilerek  müttefik devletlerce yapılacak yardımın artırılmasına karar verildi. Böylece Türkiye, müttefiklere yakınlaşmakla beraber savaş dışında kalmayı başardı.

İnönü ve Churchill Adana’da Görüşürlerken
II. Dünya Savaşında, Türkiye

10 Mart 2017 Cuma

"Kaçınılmaz" Tablosunda Kışlık Sarayın Zaptı

"Kaçınılmaz" Tablosunda Kışlık Sarayın Zaptı


Sanatçı: Sergei Lukin*


KAÇINILMAZ  
https://tr.pinterest.com/pin/94786767135510221/

Lukin'in "Kaçınılmaz" adlı tablosunda Kışlık Sarayı zapteden Kızıl Muhafız, çocuksu merakla karışık bir keyifle asırlar boyu kendisine ve atalarına hükmetmiş olan hanedanların iktidar ve zenginlik alametlerini seyrediyor.
işçiler, 1905'te hayatlarını biraz olsun yaşanabilir kılması için Çar'dan ricada bulunmaya gittiklerinde Kışlık Sarayın önünde kendilerine makineli tüfek mermileri lütfedilmişti. Çar'ı devirdiklerinde başlarına geçen Kerensky hükumeti aynı Kışlık Sarayı bu kez de onlar için erişilmez bir iktidar karargahı haline getirdi.

Ancak işçiler bu kez, taleplerini gerçekleştirmek için ricada bulunmadılar. İşlerini kendileri görmek üzere her türlü iktidarın simgesi haline gelmiş olan bu sarayı ellerine geçirdiler. Buna direnenlere bir miktar top mermisi  ikram etmeleri amaçlarını gerçekleştirmeleri için yeterli oldu.
Kışlık Saray'ın zaptı Ekim Devriminin ilk hamlesiydi. Bunu izleyen günler "bir bütün olarak köylülükle" birlikte yürüyen işçilerin bütün Rusya'da birer birer bütün merkezleri ele geçirerek Sovyet iktidarını Rusya üzerine yaymalarına tanık oldu, Ancak Sovyet hükumetinin burjuva mülkiyetine karşı önlemler almaya girişmesi ve Kurucu Meclis'i lağvetmesi ile birlikte başkaldıran karşı devrim o güne kadar Bolşevikler'i izlemiş olan askerler arasında da bölünmeye yol açtı. "Kaçınılmaz" olanı gerçekleştiren Kızıl Muhafız'ın karşısına Mayakovsky'nin, bir afişinde gösterdiği (altta) Uşçredinka denilen Kurucu Meclis'in koruyuculuğunu üstlenen Sawinkov önderliğindeki bahriyeliler geçecekti.

Vladimir Mayakovsky - Rosta Windows. Group Of 4 Posters. Circa 1920.
http://www.arcadja.com/auctions/en/mayakovsky_vladimir/artist/19260/

Metin: Sovyetler'de İç Savaş , Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansk., CİLT 2, İLETİŞİM YAYINLARI, s: 585

*
Sergei İvanoviç Lukin
Odessa, Ukrayna Grekov Sanat Koleji'nde okudu 1923 doğumlu. Sanatçılar Birliği üyesi.
Önemli eserler arasında "St.Petersburg'daki Admiralty Meydanı'nda Gösteri" bulunmaktadır.

26 Haziran 2011 Pazar

Josef Stalin

Josef Stalin










Josef Stalin, Gürcü asıllı Sovyetler Birliği devlet adamı, Sovyet Mareşali, 1922'den, 1953 yılındaki ölümüne kadar 31 sene boyunca Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri. Lenin'in ölümünden sonra, Sovyetler Birliği'nin lideri konumuna gelmiştir.


Gori’de dünyaya geldi. 7 yaşında çiçek hastalığına yakalandı ve bu hastalık yüzünde kalıcı izler bıraktı. 10 yaşında rahip okuluna devam etti. Burada Gürcü çocuklar Rusça eğitim alırlardı. 12 yaşına geldiğinde geçirdiği iki at arabası kazası sonucu sol kolu sakatlanacak ve hayatı boyunca tam iyileşmeyecekti. 16 yaşında Gürcü Ortodoks Rahip Okuluna gitmeye hak kazansa da, burada otoriteye karşı başkaldırıp huzursuzluk çıkardığı için 1899 yılında atılır.



Bu dönemde Stalin, Lenin’in eserleriyle tanışır ve marksist bir devrimci olmaya karar verir. Tiflis'deki RSDİP örgütüne katıldı ve 1901 yılında Tiflis'de Çarlık askerleri tarafından bastırılan 1 Mayıs gösterilerini örgütledi. Buradan Batum'a geçer ve petrol işçileri arasında örgütlenir. Mart 1902'de petrol işçilerinin grevini örgütler.1903 yılında Bolşeviklere katılır. Ohranka tarafından sürekli izlense de profesyonel devrimci olarak illegal parti faaliyetlerine başlar. Kafkaslar’daki önde gelen Bolşevik liderlerden birisi olur. Bu dönemde propaganda, grev örgütleme, banka soygunu gibi alanlarda faaliyet gösterir.



1905 ve sonrası



1905 Devrimi sırasında Tiflis'dedir. Aralık ayında önce Sankt Petersburg'da yapılması planlanan ancak sonradan Finlandiya'ya alınan Bolşevik Konferansına delege seçilir ve 24 Aralık 1905 günü Tampere'de yapılan toplantıya katılır. Burada hep yazılarından tanıdığı Lenin ile ilk kez tanışma fırsatı bulur. Tiflis'e döndüğünde Çarlık askerlerinin ve Karayüzlerin devrimi bastırdığını ve katliamlara başladığını görür. Tiflis'i kana bulayan Çarlık Ordusu komutanı General Fyodor Griiazanov'a düzenlenen başarılı suikast saldırısında yer alır. 1906 yılı Nisan ayında Stockholm'de yapılan 4. Kongreye katılır. Burada sonradan birlikte çalışacağı Kliment Voroşilov , Feliks Dzerjinski, Grigori Zinoviev, Aleksey İvanoviç Rikov ile tanışır ve eski dostları Mihail Kalinin ve Stepan Şaumyan ile yeniden buluşur.15-16 Temmuz 1906 akşamı. Ekaterina Svanidze ile evlenir. Bu evlilikten ilk oğlu Yakov dünyaya gelir. Bolşevik Parti banka soygunlarını yasakladığı için geçici bir süre partiden resmen istifa eder, bir banka soygunu düzenler ve Bakü’ye kaçar. Eşi Ekaterina Bakü’de tifüsten dolayı ölür. Bakü’de yeraltı faaliyetlerini sürdüren Stalin Çarlık taraftarlarına karşı örgütlenmeyi hızlandırır. 27 Nisan (10 Mayıs) 1907 günü Stepan Şaumyan ile birlikte İngiltere'ye geçerek 5. Kongreye gözlemci delege olarak katılır.Bu dönemde hastalanan eşi Kato 22 Kasım 1907 günü Bakü'de ölür. Eşinin çok genç yaşta ölümü Stalin'i çok derinden etkileyecektir.


















Stalin Bakü'de bulunduğu dönemde Müslüman işçiler arasında örgütlenme faaliyeti gösterir. Parti içindeki işçiler tarafından sevilmekteyse de partili aydınlar tarafından davranışları beğenilmez. Bakü'de Çarlık yanlısı Karayüzler örgütü ile mücadele eder, Bolşevikler için zengin petrol maden sahiplerinden zorla para toplar.Bu yıllarda Kafkasya'daki parti tabanında Lenin'den sonra en etkili kişi olduğu belirtilir.Kafkaslardan sonra ilk kez 1911 yılında Bolşeviklerin büyük örgütlerinin bulunduğu Moskova veya Sankt Petersburg'a gitmek istediğini belirtir. Bunun üzerine 1911 Eylül ayında Sankt Petersburg örgütüne katılır.Ocak 1912'de yapılan ve Bolşeviklerin ayrı bir parti olduklarını açıkladıkları ilk toplantı olan Prag Parti Konferansına delege olmasına rağmen katılamasa da ilk kez Merkez Komitesine seçilir. Bu dönemde yine Merkez Komitesinde bulunan ve aynı zamanda Bolşevik Duma vekili olan Ohranka ajanı Roman Malinovski sayesinde Çarlık rejimi tüm Bolşevik liderleri yakalamayı başarır. Nisan 1912’de Sankt Petersburg’da Pravda’yı çıkartmaya başlar. Artık yazılarında ve parti içinde Rusça çelik anlamına gelen Stalin mahlasını kullanmaktadır. Temmuz ayında yakalansa da kısa sürede sürgün edildiği Sibirya'daki Narym kasabasından kaçar.



Bu dönemde Bolşevikler ile Menşevikler arasında birlik sağlanmasını savunur ve bugünkü Polonya sınırları içinde bulunan Kraków'da bulunan Lenin tarafından çağrılır. Lenin kesinlikle Bolşeviklerin ayrı bir siyasi hatta kalmasını savunmaktadır ve Rusya'da bulunan Merkez Komitesi üyelerinden Stalin'i bu görüşe ikna etmeye çalışır. Stalin Kraków'da bulunduğu bu dönemde Viyana'daki Bolşeviklerin yanına gidecektir.Burada Mart 1913'de yayınlanacak ünlü eseri Marksizm ve Ulusal Sorunu yazacaktır.




Şubat 1913'de Sankt Petersburg'a döner. Malinovski tarafından burada tuzağa düşürülür ve 4 yıl sürecek son sürgününe Kuzey Kutup dairesindeki Turhansk bölgesi küçük Kureika köyüne gönderilir.1916 yılının Aralık ayında I. Dünya Savaşından zor durumdaki Çarlık rejimi tarafından orduya alınmak üzere diğer siyasi sürgünlerle beraber çağrılır. Şubat 1917'de Yenisey Irmağı kıyısındaki Krasnoyarsk'a ulaşır ancak çocukluğundan beri sakat olan sol kolu nedeniyle askere alınmaz. Şubat Devriminin patlak vermesiyle beraber özgür kalır ve 12 Mart günü Sankt Petersburg'a varır.




1917 Şubat Devriminin ardından sürgünde beraber bulunduğu Lev Kamenev, Matvei Muranov ile birlikte Petrograd'a döndü. Bu dönemde Bolşevikler Şubat Devrimi hazırlıksız yakalanırlar. Lenin dahil olmak üzere önde gelen tüm liderler yurtdışı veya yurt içinde sürgündedir. İkincil derecedeki önderlerden Vyaçeslav Molotov ve Aleksandr Şlyapnikov yönetimi ele alacak ve Bolşevik yayın organı Pravda'da Geçici Hükümeti şiddetle eleştiriyordu. Stalin, Kamenev ve Muranov şehre gelir gelmez Pravda'nın başına geçer ve Geçici Hükümet ile ılımlı bir siyaset izlemeye başlar. Ayrıca Menşeviklerle birlik yapılmasını önerirler. Sürgünde bulunduğu İsviçre'den durumu izleyen Lenin bu siyasi hatta karşı çıkmakta ama duruma müdahale edememektedir. Ülkeye acilen dönmek isteyen ancak sürmekte olan savaş yüzünden İsviçre'den dışarı çıkamayan Lenin İsviçreli komünist Fritz Platten'in aracılığıyla Alman İmparatorluğu ile görüşmelere başlar. Sonunda anlaşma sağlanır ve Mühürlü Tren olarak adlandırılan yolculukla Lenin ve Rus sürgünler Nisan ayı başında Petrograd'a gelirler. Lenin gelir gelmez Pravda'da izlenen hattı şiddetle reddedecek ve Nisan Tezleri olarak bilinen kararlarını ilan edecektir. Buna göre parti Geçici Hükümete destek vermeyecek, tersine iktidarın sovyetlere verilmesi için örgütlenecektir. Temmuz Günleri olarak bilinen tabandaki işçi ve asker ayaklanmasından sonra Bolşevikler Geçici Hükümet tarafından kovuşturmaya uğrayacaktır. Stalin bu dönemde toplanan 6. Kongresinde Lenin'in Geçici Hükümet tarafından aranması üzerine teklif edilen ve Lenin'in teslim olmasını içeren görüşlere şiddetle karşı çıkar. Kovuşturmaya uğrayan Bolşeviklerin toparlanmasını ve Lenin'in gizli bir şekilde saklanmasını sağlar. Bu dönemde Lenin Finlandiya'da yeraltında olduğundan Sverdlov'la birlikte partinin yönetimini üstlendi. Kornilov Olayının bastırılmasından sonra popülerliği olağanüstü derecede artan Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alır. Petrograd'da toplanmakta olan 2. Tüm Rusya Sovyetleri Kongresine iktidar verilir. Bolşeviklerin ve müttefikleri Sol SR'ların çoğunlukta olduğu kongre Lenin'in başkanlığındaki ilk Sovyet hükümeti olan Sovnarkomu oluşturur. Stalin de bu kabinede Milliyetler Halk Komiseri olarak yeralır.



1930lu Yıllar



Sovyetler Birliğinin ilk önder kadrosu tarihteki ilk işçi sınıfı devletinin istikamet yönünü tayin ederken daha önce tarihte benzer bir örnek olmamasının her türlü sıkıntısını çekmiştir. Lenin'in ölümünden sonra 1930'lu yıllara kadar süren derin tartışmalar, yargılamalar ve verilen idam cezaları aslında farklı istikamet tayin etmek isteyen Bolşevikler arasında gelişen siyasal ve ideolojik kavgalardır. Bu dönemde NEP siyasetinden çıkılması eleştiri konusu olacak, sanayileşme ve kolektivizasyona karşı çıkılacaktır. Savaş Komünizminden NEP'e geçişi eleştiren Troçki, NEP siyasetine son verilmesine karşı çıkan Buharin, önce Troçki ile daha sonra Stalin'e karşı parti içinde muhalefet eden Zinoviev ve Kamenev süreç içinde tasfiye edileceklerdir. II. Dünya Savaşı yıllarında Troçki 20 Ağustos 1940 tarihinde, Stalin'nin talimatıyla Sovyet Gizli Polisi GPU tarafindan düzenlenen bir suikast sonucu Meksika'da öldürülmüştür. Komünist Parti içinde "sağ veya sol sapmayla" suçlanan eski liderlerin tamamı ise 1930'lu yıllarda mahkûm olacak, Stalin tarafından idam ettirileceklerdir. Özellikle eski Bolşeviklerin yargılanması ve cezalandırılması ilginçtir. Moskova'da 1936-1938 yılları arasında yapılan duruşmalarda Bolşevik Partinin eski önderlerine zorla akıl almaz suçlamalar yapılmış, kendilerini emperyalist devletlerin ajanları olarak ifşa etmeye zorlanmışlardır. Büyük Temizlik terör adıyla toplumda geniş yankı bulan tasfiye hareketi sonucunda, özellikle partide Stalin ve ekibi (Molotov, Voroşilov, Kaganoviç, Beria) hakimiyetlerini kurmuşlardır. Bu sayede planlanan sanayi hamlesine hız verilmiş, büyük topraklar binlerce yoksul köylünün ve çiftlik hayvanının gereksiz yere hayatını kaybetmesi pahasına zorla kollektifleştirmiştir. Küçük üreticiler ve ve köylüler kooperatifler içinde örgütlenmiştir.



1941-45 Büyük Vatanseverlik Savaşı



II. Dünya Savaşı sırasında parti liderliği, hükümet başkanlığı ve Sovyet orduları başkomutanlığı görevlerini bir arada yürüttü. 1939'da Hitler'in Nazi Almanyası'yla Molotov-Ribbentrop paktı diye de bilinen bir saldırmazlık anlaşmasını imzaladı. Bu sayede faşizmin ordularına karşı savaş hazırlığı yapmak için vakit kazanmış oldu. Bu anlaşma müzakereleri sırasında, Stalin, Hitler'den, Polonya'nın doğusunun, -ki bu topraklar Rus Devrimi sırasında, devrimi doğduğu gün boğmak isteyen Polonya hükümeti tarafından işgal edilmişti- Finlandiya'nın güneyinın, Estonya, Letonya ve Litvanya'nın Nazi ordularının güzergahları dışında bırakılmasında diretti ve bu bölgelerin Sovyet nüfuz alanında olduğunu belirtti. Bu sayede diplomatik bir manevrayla Baltık Denizi'nden Karadeniz'e kadar Naziler'in -eğer yapmış oldukları anlaşmayı ihlal etmeselerdi- asla yaramayacağı tampon bölgeler oluşturdu. Bu büyük bir diplomatik başarıydı. Savaş sırasında Stalin'in Türkiye'den de toprak talepleri olduğu iddiası savaşın çeşitli taraflarınca Türk-Sovyet ilişkilerini germek amacıyla pek çok kereler farklı amaçlarla dillendirildi. Bu propagandanın savaş sonrası dönemde ABD'nin Türkiye'deki nüfuzunu arttırmasında ve Türkiye'nin NATO'ya üye yapılmasındaki etkisi büyüktür.



Bu tartışmalı tarihsel dönemle ilgili olarak, Stalin'e düşman veya Stalin'den yana olan her iki tarafın da farklı tezleri vardır. Stalin karşıtlarının tezlerine göre, Hitler'le aralarındaki açıklanmayan gizli protokole bağlı olarak Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya ve Polonya'nin Naziler veya Sovyetler tarafından işgalinin yolu açılmıştır. Stalin'in doğru yaptığını savunanlara göre ise, 1937'deki Münih görüşmelerinde açıkça ortaya çıktığı gibi, İngiliz ve Fransız emperyalistleri ve dolaylı olarak da Amerikalılar, Nazileri kışkırtıyorlardı ve onların Sovyetler Birliği'ne saldırısının önünü açmaya çalışıyorlardı. Bu amaçla Avusturya'nın Almanya'ya katılmasına (Anschluss) ve Çekoslovakya'nın işgaline göz yummuş ve onaylamışlardı.Ne var ki, özellikle Çekoslovakya'nın işgalinden sonra Sovyetler Birliği'nin İngiltere ve Fransa ile ilişki kurma çabalarına rağmen bu iki ülke Nazi tehdidini birlikte ortadan kaldırma girişimini reddetti. Böylece Sovyetler Birliği, kendi sınırlarını güvence altına almak için bu protokolü imzaladı. Stalin'in amaçlarına göre, Polonya ve Baltık ülkelerinde oluşturulacak tampon bölgeler, Nazilerin Sovyetler Birliği'ne ulaşmasını engelleyecekti. Böylece 1939 yılında Nazi işgalinden sonra Sovyetler Polonya'nın kalan yarısını işgal edip Estonya, Litvanya ve Letonya'yı sınırlarına kattı. Sovyetler'in kuzeyindeki saatli bomba niteliği taşıyan Finlandiya'ya saldırdı ve büyük kayıplar vermesine rağmen Mart 1940'da Kış Savaşı olarak bilinen bu savaşı da kazandı. 1941'de Hitler'in Sovyetlere saldırması üzerine Stalin bu sefer müttefiklerin yanında yer aldı. Faşizmin yenilmesinde II. Dünya Savaşı'nın en ağır bedeli ödeyen güç olarak (24 milyon ölü) müttefiklerin yanında Nazi Almanyası'na karşı kazandığı zafer uluslararası alanda gücünü ve popüleritesini artırdı.



Sovyetler Birliğini işgal eden Nazi Ordularının Kafkasya petrollerine ulaşabilmek için savaştığı 1942 yılında Nazilere elçiler yollayarak temas sağladıkları ve Nazilere askeri açıdan aktif olarak yardım ettikleri nedeniyle Kırım Tatarlarını Sibirya'ya sürdü. Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin savaş sırasında Nazi Almanyası ile yakın ilişkiler tesis ettiğini, Nazi Almanyası ile dış ticareti Alman para birimi "Reichsmark" ile yaptığını, TC banknotlarını Almanya'da bastırdığını, Nazi Almanyası'na paslanmaz çeliğin hammaddesi olan krom sevkiyatı yaptığını,bakan Saraçoğlu'nun ırkçı ve Nazist söylemleri, Sovyetler Birliği'ne dahil olan Kırım ve Kafkasyada askeri harekat yapmakta olan Nazi Ordusunu cephede takip etmek için Türk hükümetinin komutanlar yollaması sebebiyle ilişkiler iyice gerildi. İki Gürcü profesörün Kars ve Ardahan'ın Gürcistan'nın tarihsel topraklarına dahil olduğunu ileri sürmesi Türkiye'deki çevrelerde Sovyetler Birliği'nin bu illeri ilhak etmek istediği şeklinde algılandı ya da bu hükümet taradından bu şekilde lanse ettirildi. Stalin İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının olası bir saldırıya karşı ortak savunulmasını teklif etti. 2. Dünya Savaşı gibi uluslararası bir ortamda bu teklif kulağa çok kötü gelmese de aynı zamanda boğazlarda askeri deniz üsleri anlamına gelecekti ki bu da Türkiye nin Almanya'ya içli dışlı ilişkileriyle uyuşmuyordu. Bu gibi talepler savaş bittikten sonra Türkiye'nin NATO üyeliği veya NATO'dan gelen yardımlar gibi konularda iç ve dış platformlarda propaganda malzemesi yapılmıştır.



Savaştan Sonra



II. Dünya Savaşı'nın sonlarında Kızılordu tarafından Nazi işgalinden kurtarılan Doğu Avrupa ülkelerinde komünist partilerin iktidara gelmesine destek sağladı. Bu ülkelerin kapitalist ekonomiden sosyalist ekonomiye geçmesine ve Sovyetler Birliği'nin tecüblerinden yararlanmalarında yardımcı oldu.



5 Mart 1953'te öldü. Ölümünden sonra Kruşçev ünlü 20. Kongre ile Stalinin yanlışlar yaptığını iddia ederek anti-Stalinizasyon kampanyasını başlattı. Bu kampanya kendisinden sonra gelen Brejnev dönemine kadar sürdü. Daha sonra Gorbaçov döneminde Sovyetler Birliğinin içinde bulunduğu sorunların sebebi olarak Stalin suçlandı ve anti-tez olarak Glasnost ve Perestroika kavramları gündeme getirildi.




Mezarı ve doğduğu ev




Stalin öldükten sonra naaşı Lenin'in naaşının yanında kalmıştır. Ancak 31 Ekim 1961 tarihinde alınan kararla naaşı Kremlin Duvarı Mezarlığına defnedilmiştir.Doğduğu ev Gürcistan'ın Gori kentinde bulunan Stalin Müzesi kompleksi içerisinde korunmaktadır. Gori kentinde kendisine ait heybetli bir heykel de kent meydanında bulunmaktaydı. 1950 de dikilen 6 metrelik dev heykel, 25 Haziran 2010 tarihinde sessiz sedasız bir şekilde kaldırıldı.Yerine 2008'de Rusya ile savaşta ölenler için anıt yapılacağı açıklanmıştır.


Stalin'den sözler ve anılar




*Oğlu Naziler tarafından esir alındıktan sonra pazarlık malzeme yapılmak için Stalin ile irtibat kuran Nazilere Stalin'in verdiği yanıt:




"O benim için yanlızca bir sovyet askeridir ve bir onbaşı ancak bir onbaşı ile takas edilirAnavatan pazarlığa tabi değildir"




Bunun üzerine oğlu Naziler tarafından kurşuna dizilmiştir.




*Eğer sermaye, Sovyetler Cumhuriyeti'ni dağıtmakta başarılı olursa ne olacak? Bütün kapitalist ve koloni ülkelerde karanlık bir karşı saldırı çağı başlayacak, işçi sınıfının ve ezilenlerin boğazlarına yapışılacak ve uluslararı komünizmin bütün cepheleri kaybedilecektir.




*Yahudi karşıtlığı, ırkçı şovenizmin aşırı bir türü olarak, yamyamlığın en tehlikeli eseridir.




*Yazarlar insan ruhunun mühendisleridir.
26 Ekim 1932'de Sovyetler'in en iyi 50 yazarıyla Maksim Gorki'nin evinde yaptığı toplantıda




-Derlemedir-


26 Eylül 2008 Cuma

Maksim Gorki

Maksim Gorki



Aleksey Maksimoviç Peşkov, (Rusça: Алексей Максимович Пешков, daha çok bilinen adı ile Maksim Gorki (Максим Горький)), (d. 28 Mart 1868 – ö. 18 Haziran 1936). Sovyet/Rus yazar, sosyalist gerçekçi yazımın öncüsü politik eylemci.

Hayatı


Gorki, nakliyecilik yapan babasını 5 yaşındayken kaybeder, annesi yeniden evlenince doğum yeri olan Novgorod'a döner. 11 yaşında tamamen öksüz kalır ve anneannesi ve büyük babası tarafından Astrahan'da büyütülür. Masalları ile büyüdüğü anneannesinin üzerinde büyük etkisi vardır. Gorki yalnızca birkaç ay okula gidebilir. 8 yaşında çalışmaya başlar, bu sayede Rus işçi sınıfının yaşamını yakından tanır. Bir gemide bulaşıkçılık yaparken okuma merakı sarar. İlk gençlik yıllarını Kazan'da geçiren Gorki Aralık 1887’de intihar girişiminde bulunur. Sonraki 5 yıl boyunca değişik işlerde çalışarak, daha sonra yazılarında kullanacağı pek çok izlenimi edindiği büyük Rusya turuna çıkar. Gorki'nin daha sonra eserlerinde görülen güçlü betimlemeler ne kadar keskin bir gözlemci olduğunu gösterecektir.


1892 yılında Tiflis’de Kafkasya gazetesinde çalışmaya başladı. Yoksullukla ve acıyla dolu bir hayat sürdüğü için Rusça’da acı anlamına gelen Gorki takma adını kullanmaya başladı. 1895'te St. Petersburg'da yayınlanan bir dergide çıkan Çelkaş adlı öykü ile ünlendi. Ardından Yirmi Altı Erkek ve Bir Kız öyküsü yayınlandı. Ünü hızla yayıldı. Bu öyküler kadar başarılı olmayan bir dizi roman ve öykü daha yazdı. Gorki’nin 1898 yılında yayınlanan ilk kitabı Hikaye Denemeleri (Очерки и рассказы) çok beğenilir ve yazarlık kariyerinin başlatangıcı sayılır. İlk romanı Foma 1899'da basıldı. Bu dönemde sağlam bir olay örgüsü kuramaması ve yaşamın anlamı üzerine uzun felsefik tartışmalara girmesi romanlarının başarısını düşürür. 1906'da yazdığı ve Rus Devrimi'ne adadığı Ana en başarılı romanıdır. 1899-1906 arasında St. Petersburg'da yaşar. Gorki, Çar rejimine açıkça karşı çıkmış ve bu yüzden birçok kez tutuklanmıştır. Çarlık tarafından kontrol ve baskılara maruz kalmıştır. 1901'de Fırtına Kuşunun Türküsü isimli kısa şiiri yüzünden tutuklandı. Kısa sürede serbest kaldı, Kırım'a gitti.


Gorki birçok devrimci ile tanıştı. Lenin’le tanıştığı 1902 yılından itibaren aralarında yakın bir arkadaşlık oluşmuştur.


1902 yılında Rusya Edebiyat Akedemisi'ne seçilir. Ancak Çar II. Nikolas buna izin vermez. Anton Çehov ve Vladimir Korolenko bu tavrı protesto eder ve Akademiden ayrılır.
Başarısız olan 1905 Rus Devrimi sırasında Peter ve Paul Kalesi'nde kısa bir süre daha hapis kalır. Gorki Güneşin Çocukları adlı oyununu yazar.

Ekim Devrimi ve Gorki


Gorki 1905'de Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'ne resmi olarak üye olur ve bolşeviklerle beraber hareket eder.
1905 Devrimi'nde önemli bir rol oynayan Bilgi isimli bir yayınevi kurar. 1906'da ABD'ye seyahat eder aynı yıl Rusya'dan ayrılıp İtalya’da Kapri Adası'ndaki villasında yaşamaya başlar. 1913'te tekrar Rusya'ya döner ve Rusya'nın Birinci Dünya Savaşı'na girmesine karşı çıkar.
I. Dünya savaşı sırasında Petrograt'taki dairesi Bolşevik ofisi gibi çalışmaya başlar. Lenin’in devrim fikrini erken bulan Kamenev ve Zinovyev’in eleştirel yazıları Gorki’nin gazetesi Yeni Hayat’da basılır. Gorki de gazetesinde Bolşeviklerin iktidara el koymasını eleştirir. 1918'de Bolşeviklerin Vakitsiz Düşünceleri isimli makalelerini yayınlar.


Lenin Gorki ile dostluğuna zarar vermek istememiş bu dönem boyunca kendisini ikna etmeye çalışan uzun mektuplar yazmıştır.


Lenin'in Gorki'yle 1919'daki yazışmalarında Petrograd’ın boğucu havasının ve çevrenin onu kötü etkilediğini ve bir hava değişikliğine ihtiyacı olduğunu düşündüğünü yazmıştır.Bu mektuplarda Olayların Pentograd’dan göründüğü gibi olmadığını gelmek isterse bu tür bir ziyareti planlayabileceklerini yazmış, bu tür fikir ve davranışların hayatı kendisi için zorlaştıracağını söylemiştir.


Ancak Komünist Enternasyonal Dergisi'nde Gorki’nin yazdığı bazı yazıları yakışıksız bularak 31 Haziran 1920’de Politbüro’ya bu tür makelelerin Komünist Enternasyol’de yayınlanmaması gererektiğini belirten mektubunu göndermiştir. Bu yıllar Gorki ile Bolşeviklerin fikir ayrılıkları olarak tanımlanacak tartışmalarla geçmiştir. Zira devrimin hemen yapılması konusunda Lenin’le fikir birliğinde olmayan birçok parti üyesi bulunmaktadır. Ancak Gorki’nin Parti ile ilişkisinde tam anlamı ile bir kopukluk veya destekten bahsetmek mümkün değildir.


Ağustos 1921'de bir yazar arkadaşı ve Anna Ahmatova'nın kocası Nikolay Gumilyov'un Petrograd Çeka'sı tarafından monarşist görüşleri nedeni ile tutuklandığını öğrenir. Gorki arkadaşının bizzat Lenin tarafından bırakılmasını sağlamak için hemen Moskova'ya gider. Ancak Petrograd'a döndüğünde Gumilyov'un zaten öldürüldüğünü öğrenir. Ekim ayında tüberküloza yakalanır ve İtalya'ya göçer.


1921-1929 arasındaki yıllarını tekrar İtalya'nın Sorrento kentindeki villasında geçirmiştir. 1929'dan sonra SSCB'ni birçok kez ziyaret etmiştir. Haziran 1929'da Gorki Solovki'yi ziyaret etmiş ve batıda kötü bir üne sahip olan Gulap Kampı hakkında olumlu şeyler yazmıştır. 1932'de Stalin Gorki'yi ülkeye kesin dönüş yapmaya çağırmış ve ülkesinde büyük bir memnuniyetle karşılacağını garantilemiştir.


Aleksandr Solzhenitsin'e göre Gorki kendi ilgileri nedeniyle dönmüştür. Gorki’nin Faşist İtalya'dan geri dönüşü Sovyet zaferinin büyük bir propagandası olur. Gorki'ye Lenin Nişanı verilir ve eskiden milyoner Ryabuşinskiy'e ait olan ve şimdi Gorki Müzesi olan Moskova'daki malikaneye yerleştirilir. Şehir dışında da bir yazlık ev tahsis edilir. Moskova'nın büyük caddelerinden biri olan Tverskaya Caddesi'ne ve doğduğu şehire adı verilir. 1990’da şehrin adı tekrar Nizhni Novgorod olarak değiştirilecektir.
1930'larda dünyanın en büyük uçaklarından olan Tupolev ANT-20'ler de Maksim Gorki olarak isimlendirilmişlerdir.


Ancak Stalinist baskı arttıkça ve özellikle 1934 yılının aralık ayındaki Sergey Kirov Suikastı'ndan sonra Gorki Moskova'daki evinde bir nevi hapis hayatı yaşamıştır. Son dönem yapıtlarının hemen hepsinde devrim öncesi dönemi ele almıştır.

Ölümü


Aleksey Peşkov’un Mayıs 1935’deki ani ölümünü takiben Gorki de 1936 yılında Haziran ayında hayata gözlerini yumdu. Her ikisinin de ölümü şüphe altındadır. Zehirlendikleri iddia edilmiş ama bu hiç bir zaman ispatlanamamıştır. Gorki’nin cenaze töreninde tabutu taşıyanlar arasında Stalin ve Molotov da yer alacaklardır.


1938’de Buharin’in mahkemesinde Gorki’nin NKVD başkanı Yagoda tarafından öldürüldüğü itiraf edilmiştir.
Kaynak:wikipedia

15 Eylül 2008 Pazartesi

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin Askerî Tarihi

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin Askerî Tarihi

Sovyetler Birliği'nin askerî tarihi Bolşeviklerin iktidara geldiği 1917 Ekim Devrimini izleyen günlerde başlar. Yeni hükümet Rus İç Savaşı'nda değişik rakipleriyle başa çıkabilmek amacıyla Kızıl Ordu'yu kurdu. 1939'da Mançukuo ile Moğolistan arasındaki sınır anlaşmazlığında Moğolistan'ı destekleyerek Khalkha Nehri Hâdisesi'nde Mançukuo'yu sahiplenen Japonya ile çarpıştı. Molotov-Ribbentrop paktıyla Nazi Almanyası ile anlaşarak Polonya'nın doğu illerine saldırdı ve kuvvetlerini konuşlandırdı. Baltık Devletleri'ni, Romanya'dan Besarabya ve Kuzey Bukovina'yı ilhak etti. 1939-1940'ta Finlandiya'yı işgal etti. II. Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyası'nı yenilgiye uğratan ana askerî kuvvet Kızıl Ordu'ydu. Savaştan sonra Almanya'nın doğu yarısı ile Orta ve Doğu Avrupa'daki birçok ülkeyi işgal etti, bunlar daha sonra Doğu Bloğu'nun uydu devletleri olmuşlardır.


Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri'ne rakip tek süper güç haline gelmişti. İki ülke arasında süregelen Soğuk Savaş, askerî kuvvetlerin artırılmasına, nükleer silah ve uzay yarışına neden olmuştur. 1980'lerin başında Sovyet silahlı kuvvetleri diğer tüm ülkelerden daha fazla birliğe ve nükleer silaha sahipti. 1991 yılında ekonomik ve politik faktörler nedeniyle Sovyetler Birliği çöktü.

Sovyet silahlı kuvvetleri beş ana kuvvetten oluşuyordu. Resmî önem sıralamasına göre ana kuvvetler şunlardı: Stratejik Füze Kuvvetleri, Kara Kuvvetleri, Hava kuvvetleri, Hava Savunma Kuvvetleri, ve Deniz Kuvvetleri. Diğer iki Sovyet askerî birimi ise İçişleri Bakanlığı'na bağlı milis kuvvetler (MVD Birlikleri) ve KGB'ye bağlı Sovyet Sınır Muhafaza Birlikleri'ydi.Bu kurumlar ülkeden bağımsızdı..

Çarist ve devrimci geçmiş

Şubat Devrimi ile Çar devrilmiş ve yerine 1917'de Rusya Geçici Hükümeti'ni iktidara getirmişti. Bu geçici hükümet de 1917 Ekim Devrimi'yle yıkılacaktı. I. Dünya Savaşı'nda Doğu Cephesi'ne katılarak yorgun düşmüş olan Rus Ordusu parçalanma ve yıkılmanın son devrelerini yaşıyordu. Her ne kadar komuta kademesinde Bolşeviklerin nüfuzu güçlüyse de, subayların çoğu Komünizm'e şiddetle karşı çıkıyordu. Bolşevikler, Çarlık Ordusu'nu nefret edilen eski rejimin temel unsurlarından biri olarak gördüler ve bu orduyu kaldırarak yerine Marksist davaya bağlı yeni bir askerî kuvvetin kurulmasına karar verdiler. Dolayısıyla Çarlık Ordusu'nun çekirdeği Rusya Geçici Hükümeti Ordusu'nun ve daha sonra da Beyaz Ordu'nun çekirdeğine dönüştü. Beyaz Ordu Rusya dışındaki müttefik güçlerle (Japonya, Birleşik Krallık, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri) aralıklarla bağlantı kurarak Rus İç Savaşı sırasında Kızıl Ordu ile çarpıştı.

28 Ocak 1918'de Bolşevik Lider Vladimir Lenin Kızıl Ordu'nun kuruluşunu içeren kararı verdi. Kızıl Ordu 20.000 kişilik Kızıl Muhafızlar, 200.000 kişilik Baltık Filosu denizcileri ve bir avuç sempatizanın, Petrograd karargâhındaki askerlerle birleştirilmesiyle oluşturuldu. Lev Troçki ilk savaştan sorumlu komiser olarak görev aldı.

İlk Kızıl Ordu eşitlikçiydi ancak disiplini zayıftı[kaynak belirtilmeli]. Bolşevikler askerî rütbeleri ve selamlamayı burjuva gelenekleri olarak algıladığından bunları kaldırdı; askerler artık kendi liderlerini kendileri seçiyor ve hangi emirlere uyacaklarına dair oylama yapıyorlardı. Bu uygulama Rus İç Savaşı'nın (1918-1921) baskısı altında ortadan kaldırıldı ve rütbeler tekrar getirildi.

İç Savaş sırasında Bolşevikler Beyaz Ordu diye bilinen devrim karşıtı güçlerle olduğu kadar, yeni Bolşevik hükümetini devirmenin gerekli olduğunu düşünen Rusya'nın Birleşik Krallık ve Fransa gibi eski müttefikleriyle de çarpıştılar. Rakiplerine karşı elde ettikleri ilk zaferler sonrasında iyimserliğe kapılan Lenin, Sovyet Batı Ordusu'na Ober-Ost bölgesinden (Almanların işgal ettiği Rus Çarlığına ait bölgeler) ayrılan Alman Ordusu'nun yarattığı boşluktan yararlanarak batıya doğru ilerlemesi emrini verdi. Bu harekât yeni kurulan Ukrayna Halk Cumhuriyeti ile Belarus Halk Cumhuriyeti'ni içine aldı ve sonunda Çarlık Rusyası'ndan bağımsızlığını ilan edip yeni kurulmuş bir devlet olan, İkinci Polonya Cumhuriyeti'nin de Sovyetler tarafından işgaline yol açtı. Polonya'nın işgali ve Polonya-Sovyet savaşının başlatılmasıyla Bolşevikler hem yurtta hem de dünyada kapitalist güçleri en sonunda yeneceklerine dair olan inançlarını belirttiler.

Rus Ordusu'ndaki subayların tamama yakını soylu (dvoryanstvo) idi ve çoğunluğu Beyaz Ordu saflarına geçmişti. Bu nedenle İşçi'nin ve Köylü'nün Ordusu ilk başlarda deneyimli askerî liderlerin eksikliğini çekti. Buna çare olarak Bolşevikler 50.000 eski İmparatorluk Ordusu subayını Kızıl Ordu'yu komuta etmesi için silah altına aldı. Aynı zamanda profesyonel komutanların (resmî olarak askerî uzmanlar "voyenspets" diye adlandırılıyorlardı) sadakatini görmek ve eylemlerini kontrol altında tutabilmek için Kızıl Ordu birliklerine siyasî komiserler de atadılar. 1921 yılında Kızıl Ordu dört ayrı Beyaz Ordu'yu yenmiş ve iç savaşa karışan beş yabancı ülke birliğini durdurmuş ama Polonya cephesinde de gerilemeye başlamıştı.
Polonya kuvvetleri 1920 yılının Ağustos ayında başlattıkları Varşova Savaşı (1920) ile cesur bir karşı saldırıya girişerek süregelen Bolşevik zaferlerine dur diyebilmişti. Varşova'da Kızıl Ordu beklenmedik bir şekilde çok büyük bir yenilgiye uğrayınca savaşın seyri tamamen değişti ve Sovyetlerin 18 Mart 1921'de imzalanan Riga Antlaşması'nın aleyhine olan koşullarını kabul etmesine neden oldu. Bu, Kızıl Ordu tarihinin en büyük yenilgisiydi.

İç savaştan sonra Kızıl Ordu giderek profesyonellik düzeyi artan bir askerî kurum olmuştur. Beş milyon askerinin çoğuna silah bıraktırıldıktan sonra, Kızıl Ordu küçük düzenli bir kuvvet haline dönüştürüldü ve savaş zamanında kolaylık yaratması için bölgesel milis kuvvetleri oluşturuldu. İç savaş sırasında kurulan Sovyet askerî okulları, Sovyet gücüne sadık yüksek sayıda subay mezun etmeye başladı. Askerlik mesleğinin prestijini artırma çabası içindeki Parti, resmî askerî rütbeleri tekrar getirerek siyasî komiserlerin gücünü azalttı ve tek kişi tarafından komuta edilme prensibini sağladı.

Sovyet askerî doktrininin, ideolojisinin ve yapısının gelişimi

Parti hâkimiyeti

Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin ülkenin silahlı kuvvetleri üzerinde hâkimiyetini sağlayacak bir dizi yöntemi vardı. İlk olarak, belirli bir rütbeden itibaren ancak bir parti üyesi komuta seviyesine gelebiliyordu, dolayısıyla parti disiplinine tabiydiler. İkinci olarak en üst düzey askerî liderler sistematik bir şekilde partinin en üst kademelerine de katılıyordu. Üçüncü olarak da tüm silahlı kuvvetlere dağılmış olan siyasî komiserler ağı ile askerî eylemleri etkileyebiliyordu.
"Zampolit" denen bir siyasî komutan yardımcısı parti oluşumlarına öncülük ediyor ve askerî birlik içindeki parti siyasetini yürütüyordu. Askerlere Marksizm-Leninizm üzerine dersler veriyor, Sovyetler açısından dış olayları değerlendiriyor ve Parti'nin silahlı kuvvetlerden beklentilerini anlatıyorlardı. II. Dünya Savaşı'nı takiben Zampolit tüm komuta yetkisini kaybetse de, kendi birlik komutanının siyasî tavrı ve performansını bir üst siyasî subaya veya kuruma raporlama gücünü elinde tuttu.

1989 yılında tüm silahlı kuvvetler personelinin yüzde 20'yi aşkın bir bölümü parti ya da Komsomol üyesiydi. Bu oran subaylarda yüzde 90'ı aşıyordu.

Askerî karşı-istihbarat

Sovyet Ordusu tarihi boyunca Sovyet gizli polisi (Cheka, GPU, NKVD, ve diğerleri) tüm büyük askerî birliklerde bulunan Özel karşı-istihbarat bölümlerinin kontrolünü elinde bulundurdu. Bunların en iyi bilineni Büyük Yurtseverlik Savaşı (II. Dünya Savaşı) sırasında yaratılan SMERSH'tir (1943-1946). Her ne kadar bu özel bölümlerin komuta kadrosu bilinse de, bu kadroya ek olarak Cheka üyesi ve normal askerlerden oluşan gizli bir muhbir ağları da bulunuyordu.

Siyasî doktrin

Lenin ve Troçki'nin yönetimi altındaki Kızıl Ordu, Karl Marx'ın burjuvazinin ancak dünya çapında bir proleter devrim ile yenilebileceği söylemine bağlı olduğunu belirtmiştir. Bu amaçla Sovyet askerî doktrininin ilk evrelerinde yurtdışına devrimin yayılması ve dünya üzerindeki Sovyet etkisinin genişletilmesi yönüne ağırlık verilmiştir. Lenin, Marx'ın teorisi için deney olarak kullandığı Polonya işgalinde komşu Almanya'da bir komünist ayaklanma çıkması umudunu taşıyordu. Lenin'in Polonya seferinin tek sonucu Mart 1919'da Komünist Enternasyonal (Comintern)'in kuruluşu olmuştu. Bu örgütün tek amacı "mümkün olan her yoldan, silahlı kuvvetler de dahil, uluslararası burjuvazinin yıkılması ve devletin tamamen yokedileceği aşamaya geçiş süreci olarak uluslararası bir Sovyet Cumhuriyetinin kurulması için" mücadele etmekti.
Comintern ilkelerine uyarak Kızıl Ordu, Türkistan'ı Sovyet birliğinde tutmak için Türkistan'da çıkan Basmacı İsyanı'nı güç kullanarak bastırdı. 1921 yılında Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti'ni işgal eden Kızıl Ordu, hükümeti devirdi ve yerine bir Sovyet Cumhuriyeti kurdu. Gürcistan'ın, daha sonra Ermenistan ve Azerbaycan ile zorla birleştirilmesiyle Sovyetler Birliği'nin üye devleti olan Transkafkasya Federal Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur.
Dünya komünizmi idealleri Rus İç Savaşı'nın çıkması nedeniyle genel olarak başarılı olamadı ve II. Dünya Savaşı'na kadar tekrar dünya komünizmi için çalışılmadı.

Ordu - Parti ilişkileri

1930'larda Joseph Stalin'in beş yıllık kalkınma planları ve sanayileşme hamlesi Kızıl Ordu'nun modernleştirilmesi için gerekli olan sanayi altyapısını kurmuştur. Avrupa'da savaş olması ihtimalinin artmasıyla Sovyetler Birliği muhtemel düşmanlarının güçlerine denk gelmesi için askerî harcamalarını üç katına, düzenli ordusunu da iki katına çıkarmıştır.
Joseph Stalin Sovyet askerî yapısına büyük katkısı olan ulusal sanayileşme hareketini başlattı. Ancak daha sonraları Büyük Tasfiye hareketiyle Kızıl Ordu'yu en deneyimli komutanlarından etti.
1937'de de ise Stalin Kızıl Ordu'nun en iyi askerî liderlerini ortadan kaldırmıştır. Ordunun kendi idaresine karşı bir tehdit oluşturmasından korkan Stalin aralarında birkaç mareşalin de bulunduğu binlerce Kızıl Ordu subayını hapse göndermiş ya da idam ettirmiştir. Bu uygulamalar, 1939–1940 arasındaki Sovyet-Finlandiya ve II. Dünya savaşlarında Kızıl Ordu'nun yeteneklerini büyük oranda azaltmıştır.


II. Dünya Savaşı'ndan sonra silahlı kuvvetlerin olağanüstü popülaritesinden korkan Stalin, Mareşal Georgy Zhukov'un rütbesini indirerek ülkeyi kurtarma onurunu tamamen kendisine atfetmiştir. Stalin'in 1953'teki ölümünden sonra Zhukov, Nikita Kruşçev'in güçlü bir destekçisi olarak tekrar ortaya çıkmıştır[kaynak belirtilmeli]. Kruşçev, Zhukov'u savunma bakanlığına atayarak ve tam bir Politbüro üyesi yaparak ödüllendirmiştir. Yine de Sovyet Ordusu'nun siyasî alanda çok güçlü olabileceği düşüncesiyle Zhukov 1957 sonbaharında beklenmedik şekilde görevlerinden alınmıştır. Daha sonraları ekonomik reform planlarını sürdürebilmek amacıyla konvansiyonel güçler için harcanan savunma giderlerinde kısıntıya giden Kruşçev silahlı kuvvetlerden iyice uzaklaşmıştır.

Leonid Brejnev'in iktidara geldiği yıllarda silahlı kuvvetlere geniş kaynakların ayrılmasıyla parti-ordu ilişkilerinin güçlendiği görülür. 1973 yılında, 1957'den beri ilk defa olmak üzere savunma bakanı tekrar Politbüro'ya girmiştir. Yine de profesyonel askerî güç tarafından tehdit edildiğini hisseden Brejnev silahlı kuvvetler üzerinde otoritesini kurabilmek için kendi etrafında bir askeri liderlik havası yaratmaya çalışmıştır.

1980'lerin başında parti-ordu ilişkileri silahlı kuvvetlere kaynak ayrımı konusu nedeniyle gerginleşmiştir. Ekonomik büyümenin tersine dönmesine rağmen, silahlı kuvvetler ileri konvansiyonel silahların geliştirilmesi konusunda çoğu sonuçsuz kalan tartışmalara girmiştir.

Daha sonra başa geçen Mihail Gorbaçov, devlet törenlerinde askeriyenin rolünü azaltmıştır. Ekim Devrimi'ni anmak için her yıl Kızıl Meydan'da yapılan askerî geçit törenlerinde, ordu temsilcilerini, Lenin'in anıtmezarında toplanan protokolün en son sırasına geçirmiştir. Gorbaçov, profesyonel askerlerin istekleri yerine, savunmada mantıklı ölçüde yeterli olmaya ve sivil ekonomik önceliklere önem vermeye çalışmıştır.

Askerî doktrin

Rus ordusunun I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş olması Kızıl Ordu'nun ilk yıllarındaki gelişmesini oldukça etkilemiştir. İngiliz ve Fransız orduları zafer kazandıkları stratejilerle yetinirken, Kızıl Ordu yeniden ortaya çıkan Alman silahlı kuvvetlerine paralel olarak yeni taktikler ve kavramlar geliştirip denemeye başlamıştır. Sovyetler kendilerini uygarlık tarihinde tek ulus olarak gördüklerinden önceki askerî geleneğe karşı hiçbir bağlılık duymuyorlardı. İdeolojileri yeniliğe izin ve önem veren bir ideolojiydi.

Bu yeni kaynakları kullanan 1930'ların Kızıl Ordusu düşman hatlarını yararak savaşı düşmanın geri hatlarına taşımak için tasarlanmış ve muazzam tank, uçak ve hava indirme birliklerinden oluşan formasyonlara dayalı çok gelişmiş bir hareketli savaş stratejisi geliştirmiştir.
Sovyet sanayisi bu tür operasyonları mümkün kılmak için gerekli olan tank, uçak ve diğer ekipmanı yeterli miktarda karşılayabilmiştir. Sovyet Ordusu'nun gücünü olduğundan fazla göstermemek için şu noktanın dikkate alınması gereklidir: 1941'den önceki Sovyet birlikleri aynı düzeydeki diğer orduların birliklerine göre denk ya da biraz daha kuvvetliyse de, muazzam savaş kayıpları ve savaş deneyimi sonucu yeniden yapılanma ile savaşın son yıllarında durum tersine dönmüştür. Dolayısıyla bir Sovyet tank kolordusu zırhlı araç gücü açısından bir Amerikan zırhlı tümenine karşılık geliyordu, ya da özel olarak güçlendirilmediyse bir Sovyet piyade tümeni genellikle bir Amerikan piyade alayına denkti.

Sovyetler, bir sonraki savaşın çok hızlı bitirileceğini, dolayısıyla savaş öncesi üretilen araç ve ekipmana bağlı olacağı yaklaşımını benimseyen Almanlarla aynı şekilde düşünmüyorlardı.Buna karşılık, savaş sırasında kara ve hava kuvvetlerinin tüm silahlarının tekrar tekrar üretilmesi gerektiğini varsaydıkları için silah üreten fabrikalarını geliştirmeyi tercih ettiler. Dört yıl süren bu savaş Sovyet varsayımının doğru olduğunu kanıtladı.

Kızıl Ordu'nun 1930'ların başlarında hareket gücü yüksek harekâtlara verdikleri önem, Stalin'in askerî liderleri de tasfiye etmesiyle sekteye uğramıştır. Yeni doktrinler devlet düşmanı ilan edilen subaylarla özdeşleştirildiğinden, verilen destek azaldı.Birçok büyük mekanize birlik dağıtıldı ve tankların çoğu destek görevi için piyadelere verildi. Alman blitzkrieg'i Polonya ve Fransa'da gücünü kanıtladıktan sonra Kızıl Ordu büyük mekanize birliklerini tekrar kurmak için çılgınca bir çaba içine girdi ancak 1941'de Wehrmacht saldırıya geçtiğinde bu görevi tamamlayamamıştı. Yalnızca kağıt üstünde güçlü gözüken muazzam tank kuvvetleri Barbarossa Harekâtı'nın ilk aylarında Almanlar tarafından yok edilmiştir.

Savaşın başlangıcındaki bu felaket sayılabilecek kayıplar karşısında Kızıl Ordu hatırı sayılır şekilde zırhlı birlik kuruluşlarını küçülttü ve en büyük tank birliğini tugay haline getirerek daha basit yönetim tarzına geçti. Yine de çarpışma deneyimi ile gelişen 1930'ların devrimci nitelikteki doktrinleri 1943'ten itibaren Kızıl Ordu'nun inisiyatifi ele almasıyla birlikte başarıyla kullanılmaya başlandı.

Kuruluşundan bu yana Kızıl Ordu her zaman, yüksek hareketli savaş gücüne önem vermiştir. Bu karar kendi tarihini oluşturan ilk savaşlardan etkilenerek verilmiştir (Rus İç Savaşı ve Polonya - Sovyet Savaşı). Bu iki savaşın da I. Dünya Savaşı'nın statik siper harbiyle yakından uzaktan ilgisi yoktu. Aksine küçük ama motivasyonu yüksek gruplar tarafından yapılan uzun menzilli harekâtlardan oluşuyordu ve bazen birkaç gün içinde yüzlerce kilometrelik ilerlemeler oluyordu.

Lenin'in Yeni Ekonomik Politikası nedeniyle 1920'lerde, kuruluş yıllarındaki gibi, Kızıl Ordu'ya ayıracak çok fazla kaynak yoktu. Stalin'in 1929'da başlattığı sanayileşme hareketiyle bu değişmiştir. Bu politika o güne kadar eşi görülmemiş fonların orduya aktarılmasına olanak vermek için kurulmuştur.

Sovyet Ordusunun pratik konuşlanması

Dünya savaşları arası dönem

Lenin'in ölümünü takiben Sovyetler Birliği Troçki ve "dünya devrimi" fikri ile Stalin ve "tek ülkede sosyalizm" fikrinin karşı karşıya kaldığı bir ardıllık savaşımı tuzağına düştü. Parti ve devlet bürokrasisi üzerindeki kontrolü ve gördüğü destek sayesinde Stalin başarılı taraf oldu ve Troçki savaş komiserliği görevinden 1925'te azledildi. Böylece devrimi yurtdışına ihraç etme politikasından vazgeçilerek, ülke olaylarına eğilindi ve olası bir düşman işgaline karşı ülke savunmasına önem verildi.
Troçki'nin siyasî ve askerî destekçilerinden bir an önce kurtulmak isteyen Stalin, 1935 - 1938 yılları arasında sekiz üst rütbeli generalin idamını emretti. Bunların arasında en önde gelen isim, Polonya'nın Sovyet işgalinin lideri ve Sovyet askerî tarihi içinde gelmiş geçmiş en yetenekli stratejistlerinden sayılan Mareşal Mikhail Tukhachevsky idi.

Stalin'in tecrit politikalarına ve Lenin'in ölümünü takip eden on beş yıl boyunca Sovyetler Birliği'nin sınırlarının değişmeden kalmasına rağmen, Sovyetler uluslararası alana müdahale etmeye devam ettiler ve Comintern'i kullanarak 1921'de Çin ve 1930'da Hindiçin Komünist Partilerinin kurulmasına önayak oldular. Bunlara ek olarak Kızıl Ordu İspanya İç Savaşı'nda Cumhuriyetçilere 1.000'in üzerinde uçak, 900 kadar tank ve 300 kadar zırhlı araç ile 1.500 kadar top, yüz binlerce silah ve 30.000 ton cephane yardımı yaparak önemli rol oynamıştır.

Stalin ile Franco'nun faşist kuvvetlerinin istekli destekçisi ve Nazi Almanyası'nın lideri Adolf Hitler arasında gittikçe artan gerginlik Sovyetlerin İspanyol İç Savaşı'na katılımını büyük ölçüde etkilemiştir. Nazi-Sovyet ilişkileri Hitler'in Doğu Avrupa uluslarına karşı kişisel nefreti ve faşizm ile komünizm süregelen ideolojik kan davası nedeniyle daha da kızgınlaşıyordu. 23 Ağustos 1939 tarihinde imzalanan Molotov-Ribbentrop Paktı Almanya ve Sovyetler Birliği arasındaki silahlı çatışmayı geciktirmiştir. Bu pakt ile Doğu Avrupa ikiye ayrılıyor ve Sovyetler Birliği ile Almanya'nın etkisine maruz kalıyordu. Bu paktın sonucu olarak II. Dünya Savaşı'nın açılış aylarında Kızıl Ordu Polonya'nın ve Beserabya'nın işgalini başlatmıştı.
Stalin Nazi saldırganlığından korkmaya devam ediyordu ve bu nedenle Almanya ile Rusya sanayi bölgesinin merkezi arasında tampon bölge oluşturması amacıyla 30 kasım 1939'da Finlandiya'nın işgalini duyurdu. Bunu takip eden Kış Savaşı Sovyet ordusunda büyük yıkıma sebep oldu. Stalin'in tasfiyelerinin acısını hâlâ hisseden ve sanayi ve entelektüel kaynaklardan yoksun kalan Kızıl Ordu 13 Mart 1940'ta imzaladığı ateşkes antlaşmasına kadar bir dizi gurur kırıcı yenilgiye tahammül etmek zorunda kaldı. Sovyet saldırganlığının doğrudan sonucu olarak Sovyetler Birliği 14 Aralık 1939'da Milletler Cemiyeti'nden ihraç edildi.

II. Dünya Savaşı

1939'da yapılan Molotov-Ribbentrop Paktı Nazi Almanyası ile Sovyetler Birliği arasında bir saldırmazlık antlaşması olmasının yanı sıra Polonya ve Baltık ülkelerinin nasıl paylaşılacağını da gösteren gizli bir protokole sahipti. 1939 yılındaki Eylül Seferi'nde iki gücün birlikleri Polonya'yı işgal etti ve paylaştı. 1940 Haziranı'nda da Sovyetler Birliği Estonya, Letonya ve Litvanya'yı işgal etti.

Barbarossa Harekâtı'nın açılış bölümünde Nazi Almanyası'nın 22 Haziran 1941'de Sovyet sınırını geçmesine kadar Kızıl Ordu'nun yetersiz yönlerini geliştirmek için çok az vakti vardı. Kış Savaşı'nda Sovyetlerin Finlandiya karşısındaki kötü performansı Hitler'i cesaretlendirdi ve Molotov-Ribbentrop Paktı'nı çiğneyerek Kızıl Ordu'ya sürpriz bir şekilde saldırdı. Savaşın ilk safhalarında Sovyet Ordusu geri çekilmeye ya da öldürülmeye veya yakalanmaya zorlanmıştır. Zaman kazanmak için toprak kaybına göz yumarken önemli kayıplar vermiştir.

Hitler Blitzkrieg tekniğini SSCB'ye uygulamak istemişti ama gerek sert iklim gerek Mussolinni'nin ordularının Yunan ve İngiliz yenilip Arnavutluk vede Bulgaristan'a çekilmesi vesilesi ile yardım göndermek zorunda kalması bu tekniği uygulamasını engellemiştir.Uyguladığı mükemmel savaş ekonomisi sayesinde ve sovyet halkının kahramanlığı ile Sovyetler Wehrmacht 'ın blitzkrieg 'ini yavaşlatmayı başararak 1941 yılında Nazi saldırısını Moskova'nın kapılarının hemen dışında durdurmuştur. Bundan sonra Kızıl Ordu kuvvetli bir karşı saldırıya girişerek düşmanı başkentten uzaklaştırmıştır. 1942'nin başında zayıflamış olan Mihver Devletlerin orduları Moskova'ya doğru yürüyüşlerini durdurmuş ve güneye Kafkasya ile Volga nehrine doğru ilerlemiştir. Bu saldırı da 1942 sonbaharında duraklamış ve geniş alana yayılmış düşmana karşı Sovyet kuvvetlerinin yokedici karşı saldırısına olanak vermiştir. Kızıl Ordu önemli sayıda Alman birliğini 1943 Şubat'ında biten Stalingrad Savaşı sırasında kuşatarak yok etti ve tüm savaşın seyrini tamamen değiştirdi. Harekâtın bu bölümünde her iki tarafın da muazzam kayıpları olmuştu ancak özellikle SSCB'nin Moskova ve Stalingrad Savaşlarında milyonlarca kaybı vardı.

1943 yazındaki Kursk Savaşı'nın ardından Kızıl Ordu stratejik inisiyatifi eline geçirdi. 1944 yılında Sovyet topraklarının tamamı Alman işgalinden kurtarılmıştı. Alman ordusunu Doğu Avrupa'dan çıkartan Kızıl Ordu Mayıs 1945'te Avrupa'da II. Dünya Savaşı'nı bitirecek olan Berlin Savaşı ile Mayıs 1945'te son saldırıyı başlatmıştır. Almanya'nın çoğu bölgesi ile SSCB'nin bazı bölgelerine saldırgan bir politika olan "kavrulmuş toprak" (scorched earth)[ taktiğinin sonucu olarak büyük ölçüde zarar verilmişti. Almanya yenilir yenilmez, Kızıl Ordu Japonya'ya karşı çarpışmalara katıldı ve kuzey Mançurya'da konuşlanan Japon birliklerine karşı 1945 yazında bir saldırı düzenledi. Kızıl Ordu beş milyon asker ve diğer tüm ülkelerin sahip olduğundan fazla tank ve top ile tarihin en kuvvetli kara ordusu olarak savaşı bitirdi. Kızıl Ordu'nun ismi Sovyet Ordusu olarak değiştirildi.Sovyet halkı nazi orduları karşısında ki kahramanca direnişiyle müttefiklerin 2. cepheyi geç açmasına karşın büyük zorluklarla dünya halklarını faşizmden kurtarmıştır.

Ama Wehrmacht'ın yenilmesinin bedeli yedi milyon asker ve on beş milyon sivildi. Yani savaş sırasında kayba en çok uğrayan ülke açık ara Sovyetler Birliği'ydi. Bunun tarihte bilinen askerî çatışmalar arasında en büyük insan ölümüne neden olan savaş olduğu düşünülür.

Soğuk Savaş ve konvansiyonel kuvvetler

II. Dünya Savaşı'nın sonunda Sovyetler Birliği'nin hazırda tuttuğu ordu 10 - 13 milyon kişiden oluşuyordu. Şüphesiz, Soğuk Savaş sırasında Kızıl Ordu herhangi bir ülkenin ordusundan çok daha kuvvetliydi. Almanya'nın teslim olmasının hemen ardından bu sayı beş milyona indirildi. Bu indirim Sovyet askerî yapısına olan ilginin azalmasından değil aksine daha modern ve hareketli bir silahlı kuvvetler yaratmak içindir. Bu politikanın sonucunda 1951 yılında AK-47 ortaya çıktı. Dört yıl öncesinden makineli tüfeklerin geliştirilmesiyle tasarlanan bu silah Sovyet piyadesine sağlam ve güvenilir bir kısa menzilli ateş gücü sağlamıştır. Bir başka önemli yenilik de 1967'de ortaya çıkan BMP-1'dir. BMP-1, dünya ordularında kullanılan ilk piyade savaş aracıdır. Bu yenilikler Soğuk Savaş sırasında Sovyet askerî operasyonlarının gideceği yönü belirlemiştir.
Doğu Avrupa ülkelerini Nazi kontrolünden kurtarmaya çalışan Sovyet birliklerinin çoğu Almanya'nın teslim olduğu 1945'ten sonra bile bulundukları bölgeden ayrılmamıştır. Sovyetler Birliği'nin batıdan gelebilecek olan bir işgale karşı zayıflığını düşünen Stalin bu askeri işgalden faydalanarak uydu devletler yaratmış ve Almanya ile Sovyetler Birliği arasında tampon bölge oluşturmuştur. Kısa sürede Sovyetler Birliği bölgede muazzam bir siyasî ve ekonomik güce ulaşmış ve yerel komünist partilerin iktidara gelmesinde aktif rol almıştır. 1948 yılına gelindiğinde yedi Avrupa ülkesi komünist hükümetler tarafından yönetiliyordu.
Bu genel durum karşısında, 1945 yılında Doğu Avrupa'nın geleceği konusunda Potsdam'da yapılan konferans sırasında Stalin ile ABD başkanı Harry S. Truman arasında çıkan anlaşmazlıktan Soğuk Savaş doğmuştur. Truman, Stalin'i Yalta Konferansı sırasındaki antlaşmalara ihanet etmekle suçladı. Doğu Avrupa'nın Kızıl Ordu işgali altında olması sayesinde Truman'ın Komünist ilerlemeyi durdurma çabalarına karşı koyan Sovyetler Birliği, Batı Bloğu'nun kurduğu NATO karşısında 1955 yılında Moskova'da Varşova Paktı'nı kurarak dengeyi sağlamaya çalıştı.

Sovyetler Birliği Macaristan ve Çekoslovakya'yı Sovyet müttefik sistemi içinde tutmak için 1956'da Macar devrimi sırasında ve 1968'de Prag Baharı 'nda ülke halklarının demokratikleşme isteklerini bastırmak için birliklerini kullandığında konvansiyonel askerî gücün hâlâ etkili olduğu da ortaya çıkmıştı. Sovyetler Birliği ve Batı 1948-1949'da Berlin Ablukası ve 1962'de Küba Füze Krizi gibi sıcak savaşa ramak kalan anlaşmazlıklarla yüz yüze kalmıştır. Her iki tarafın şahinleri brinksmanship (zorlama) politikalarına uyarak rakiplerini savaşın eşiğine gelene kadar zorlamışlardır. Bu davranış biçimi nükleer anlaşmazlık korkuları ve daha ılımlılar arasındaki détente (yumuşama) arzuları nedeniyle yumuşatılmıştır.
Kruşçev'in liderliğinde, 1956'da Cominform'un kaldırılmasıyla uzun zaman sonra Tito'nun Yugoslavya'sıyla Sovyetler'in ilişkisi düzelmişti[kaynak belirtilmeli]. Bu karar zaten Sovyetlerin komünizmin dünya çapındaki zaferini isteyen temel Marksist-Leninist mücadeleye sırtını döndüğünü hisseden komşu komünist devlet Çin Halk Cumhuriyeti ile Sovyetler Birliği'nin arasını daha da açtı[kaynak belirtilmeli]. Bu Çin-Sovyet görüş ayrılığı 1967'de Kızıl Muhafızlar'ın Pekin'deki Sovyet elçiliğini kuşatmasıyla patlak vermiştir. 1969'da da Çin - Sovyet sınırında anlaşmazlıklar yaşanmıştır.

Moskova ve Pekin'in siyasî güçleri arasındaki gerginlik 1960'ların ve 1970'lerin Asya politikasını önemli ölçüde etkileyecek ve 1978'de Ho Chi Minh'in Sovyet destekli Vietnam'ı Pol Pot'un Çin yanlısı Kamboçya'sını işgal ettiğinde ortaya Çin - Sovyet muhalefetinin yaratmış olduğu yeni bir bloklaşma çıkacaktı. Sovyetler saldırgan bir siyasî, ekonomik ve askerî yardım kampanyasıyla Vietnam ve Laos'un sadakatini sağladı[kaynak belirtilmeli]. Aynı taktik Sovyetler tarafından Afrika ve Orta Doğu'da ortaya çıkan devletlerin yeni hâmisi olma yarışında ABD ile başa çıkabilmesine olanak vermiştir. Yaygın silah satışları, AK-47 ve T-55 tankını İsrail ile Arap komşuları arasındaki günümüz savaşlarının sembolü haline getirmiştir.
1968'de deklare edilen ve Sovyetler Birliği'nin kapitalist güçler tarafından tehdit edilen sosyalizmi savunmak için diğer devletlerin içişlerine karışma hakkını resmi olarak bildiren Brejnev Doktrini de önemli bir gelişmedir. Bu doktrin, Afganistan'ın Sovyetler Birliği tarafından 1979'da işgal edilmesini haklı göstermek için kullanılmıştır. Sovyet kuvvetleri Afganistan'da CIA tarafından desteklenen müslüman mücahitler tarafından şiddetli direnişle karşı karşıya kaldılar. Gerilla taktiklerine dayanan ve asimetrik savaş ile mücadele veren bir düşman karşısında Sovyet savaş makinesinin yetersiz kaldığı ve sonuca götürücü zaferler kazanamadığı görüldü ve sonunda ABD'nin Vietnam Savaşı sırasında yaşadığı gibi içinden çıkılmaz bir duruma dönüştü. Yılda yaklaşık 20 milyar dolara (1986'da {{refGrauGress}) on yıl boyunca savaşıp 15.000 Sovyet kaybına yol açtıktan sonra Gorbaçov kamuoyuna başeğip 1989 başında Sovyet birliklerinin geri çekilmesini emretti.

Soğuk Savaş ve nükleer silahlar

Sovyetler Birliği "İlk Şimşek" (First Lightning) kod adlı ilk atom bombasını Hiroşima ve Nagazaki'nin bombalanmasından yalnızca dört yıl sonra 29 Ağustos 1949'da denedi. Bu denemeler, nükleer alandaki ABD tekelinin daha uzun süreceğini düşünen birçok batılı yorumcuyu şaşırtmıştır[kaynak belirtilmeli]. Kısa sürede Sovyet atom bombası projesine casusluk kanalıyla savaş zamanı Manhattan Projesi'nden birçok bilgi kaçırıldığı ve ilk bombanın Amerikan "Fat Man" modelinin büyük boyu olduğu anlaşıldı.1940'ların sonlarından itibaren Sovyet silahlı kuvvetleri nükleer silahlar döneminde Soğuk Savaş'a uyum sağlayarak stratejik nükleer silahlar konusunda Amerika Birleşik Devletleri'yle dengede kalmak için uğraştılar.Amerika Birleşik Devletleri'nin II. Dünya Savaşı sırasında atom bombası üretmesinden sonra Sovyetler Birliği çeşitli nükleer silahsızlanma planları önermiş olsa da, Soğuk Savaş sırasında tüm gücüyle nükleer silahları geliştirdi ve konuşlandırdı. 1960'larda ABD ve SSCB Antarktika'da silah konuşlandırılmasını ve atmosferde, dış uzayda, sualtında nükleer silah denemesi yapılmasını birlikte yasakladılar.

1960'ların sonunda bazı stratejik silah tiplerinde Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ile kabaca denk seviyeye gelmişti ve stratejik nükleer silah konuşlandırılmasının sınırlanması konusunu tartışmayı önerdi. Sovyetler Birliği ABD'nin anti-balistik füze sistemi geliştirmesini kısıtlamak ve MIRV araçlarını yerleştirme yeteneğini korumak istiyordu.

Sovyet-Amerikan Stratejik Silahları Kısıtlama Görüşmeleri (SALT)Kasım 1969'da Helsinki'de başladı. Mayıs 1972'de imzalanan geçici anlaşma varolan kıtalararası balistik füzelerin konuşlandırılmasını donduruyor ve denizaltından atılan balistik füzelerin artışını da düzenliyordu. SALT sürecinin bir parçası olarak da ABM antlaşması imzalandı.
SALT antlaşmalarına Batı'da genel olarak karşılıklı yok etme ya da caydırıcılık kavramlarının düzenlenmezi olarak bakılır. Her iki taraf da topyekûn imhaya karşı ortak zayıflıklarını tanımışlardır. Hangi devletin ilk füzeyi fırlattığının pek önemi yoktu. İkinci bir SALT antlaşması Haziran 1979'da Viyana'da imzalandı. Diğer maddelerin yanı sıra kıtalararası ve denizaltından atılan balistik füze rampalarına da bir tavan sayı belirlendi. İkinci SALT antlaşması, 1970'lerin sonunda ve 1980'lerin başında uluslararası gerginliğin tekrar artması nedeniyle ABD Senatosu tarafından hiçbir zaman onaylanmamıştır.

Bir zamanlar Sovyetler Birliği dünya üzerindeki en büyük nükleer silah gücüne sahipti. "Natural Resources Defense Council" tahminlerine göre 1986'da en yüksek değer olan 45.000 savaş başlığına ulaşıldı. Kabaca bunların 20.000'inin taktik nükleer silah olduğu sanılmaktadır ve Avrupa'da oluşacak olan bir savaşta bunların kullanılmasını öngören Kızıl Ordu doktrininin bir yansımasıdır. Geriye kalan 25.000 füze stratejik kıtalararası balistik füzedir. Bu silahlar hem saldırı hem de savunma amaçlı olarak değerlendirilir.

Askerî - sanayi kompleks ve ekonomi

Kruşçev ve Gorbaçov dışındaki tüm Sovyet liderleri 1920'lerden beri sivil ekonomi alanındaki yatırımlardan çok askerî üretime ağırlık verdiler[kaynak belirtilmeli]. Askerî üretime verilen bu büyük öncelik, askerî - sanayi tesislerinin sivil fabrikalardan daha iyi yönetici ekibine, iş gücüne ve hammaddeye sahip olmasına olanak verdi. Sonuç olarak Sovyetler Birliği dünyanın en gelişmiş bazı silahlarını üretti. 1980'lerin sonunda Gorbaçov önde gelen savunma sanayi yöneticilerini askerî sanayi ile aynı seviyeye gelebilmesi için sivil ekonomi sektörüne geçirdi.
Sovyetler Birliği'nde parti, hükümet ve askeriyenin bütünleşmesi en çok savunma amaçlı sanayi üretiminde belirgin hale geliyordu. Gosplan (Devlet Planlama Komitesi), gerekli kaynakları askerî sanayiye yönlendirmede önemli rol oynuyordu. Savunma Konseyi ana silah sistemlerinin geliştirilmesi ve üretimi konusunda kararlar veriyordu. Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin Merkezî Politbürosu'nun Savunma Sanayi Bölümü, Savunma Konseyi'nin iradesini tüm askerî sanayiyi kontrol ederek uyguluyordu. Hükümet içinde ise Bakanlar Kurulu başkan yardımcısı Askerî Sanayi Komisyonu'nun başkanı olarak birçok askeî bakanlığın, devlet komitesinin, araştırma ve geliştirme örgütlerinin ve silah tasarlayan ve üreten fabrikaların aktivitelerini koordine ediyordu.
1980'lerin sonunda Sovyetler Birliği'nin gayrisafi milli hasılasının %25'i savunma alanındaydı (o tarihte Batılı analizcilerin çoğu bunun %15 civarında olduğunu düşünüyordu.). Askerî - sanayi kompleksi Sovyetler Birliği'ndeki her beş yetişkinden birini istihdam ediyordu. Rusya'nın bazı bölgelerinde işgücünün yarısı savunma sanayi fabrikalarında çalışıyordu. (Karşılaştırıldığında bu değerler ABD'de gayrisafi milli hasılanın onaltıda biri ve işgücünün onaltıda biri idi.) 1989'da Sovyet nüfusunun dörtte biri ya orduda aktif olarak, ya askeri üretimde ya da sivillere askeri eğitimde yer alıyordu.

Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve askeriye

1980'lerin sonunda ve 1990'ların başındaki siyasî ve ekonomik kargaşa ortamı sonunda Varşova Paktı'nın dağılmasına ve Sovyetler Birliği'nin çökmesine yol açtı. Rusya'daki siyasi kaos ve ekonomideki hızlı liberalleşme askeriyenin gücü ve ekonomik desteği üzerinde oldukça olumsuz etki yaratmıştır. 1985'te 5,3 milyon askerden oluşan Sovyet Ordusu 1990'a gelindiğinde dört milyona düşmüştür. Sovyetler Birliği dağıldığında Rusya Federasyonu'na ait kuvvetler 2,7 milyon kadardı. Bu azalmanın hemen hemen tamamı 1989-1991 arasında gerçekleşmiştir.
Bu azalmaya ilk katkı Gorbaçov tarafından Aralık 1988'de açıklanarak başlayan tek yanlı ve geniş çaplı indirimdi. Varşova Paktı'nın çöküşüyle ve CFE anlaşmalarına uygun olarak bu indirimler devam etti. Glasnost politikasının kamuoyuna Sovyet Ordusu içindeki gerçek koşulları ve silah altına alınan askerlerin suistimal edilmesini açıklaması üzerine geniş çaplı bir şekilde silah altına alınmaya karşı direnç oluşması da bu düşüşün bir başka sebebidir.

1991 yılında Sovyetler Birliği çözülmeye doğru giderken ölen Sovyet sistemini ayakta tutmak uğruna Sovyet askeriyesi kendi gücüyle orantısız ve etkisiz bir rol aldı, Kafkaslar ve Orta Asya'daki çatışmaları ve kargaşayı bastırmayı denedi ama ne barışı ne de düzeni sağlamakta pek başarılı olamadı. 9 Nisan 1989'da MVD birlikleriyle beraber ordu Gürcistan'ın Tiflis kentinde yaklaşık 190 göstericiyi katletti. Bir sonraki önemli kriz Azerbaycan'da patlak verdi. 19-20 Ocak 1990'da zorla Bakü'ye giren Sovyet Ordusu, isyancı Cumhuriyet hükümetini düşürdü ve yüzlerce sivili öldürdü. 13 Ocak 1991'de Sovyet kuvvetleri Litvanya'nın Vilnius kentinde muhalif grupların elinde bulunan Devlet Radyo ve Televizyon Binası ile televizyon veri gönderi kulesini basarak 14 kişiyi öldürdü ve yaklaşık 700 kişiyi yaraladı. Bu baskın genel olarak çok aşırı bulunarak eleştirilmiştir.

Sovyet muhafazakârları tarafından devletin çökmesini engellemek için son çaba olan Ağustos Darbesi'nin en kritik anlarında bazı askerî birlikler Boris Yeltsin'e karşı hareket etmek için Moskova'ya girdiler, ancak Rus parlamento binasını saran kalabalık gösterici gruplarını bastırmayı reddettiler. Sovyet askerî liderleri, Gorbaçov ve Yeltsin ile aynı cepheye geçerek eski düzenin sonunu getirdiler.

31 Aralık 1991'de Sovyetler Birliği'nin resmî olarak dağılmasıyla birlikte Sovyet askeriyesi tamamen belirsizlik içinde bırakılmıştır. Bundan sonraki bir buçuk yıllık dönem içerisinde Sovyet ordusunun bütünlüğünü koruma ve Bağımsız Devletler Topluluğu'nun ordusu (BDT) haline dönüştürme çabaları sonuç vermemiştir. Düzenli şekilde Ukrayna ve diğer birlikten ayrılan cumhuriyetler içinde konuşlanmış birlikler yeni ulusal hükümetlerine bağlılıklarını bildirdiler; aynı zamanda yeni bağımsızlığını kazanan devletler arasındaki anlaşmalarla da askeriyenin malvarlığı pay edildi. 1992 mart ayı ortalarında Yeltsin kendisini Rusya'nın yeni savunma bakanı olarak atayarak askeriyeden artakalanlarla yeni Rus silahlı kuvvetlerini kurmak için önemli bir adım attı. Eski Sovyet komuta yapısının son kalıntıları da 1993 haziranında ortadan kaldırıldı.
Sonraki yıllarda Rus kuvvetleri Orta ve Doğu Avrupa'dan ve hatta Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan yeni cumhuriyetlerden çekildi. Çoğu yerde bu çekilme sorunsuz yaşanırken, Kırım'daki Sivastopol donanma üssü, Abhazya ve Transnistria gibi sorunlu bölgelerde Rus birlikleri yerlerini terketmediler.

1992 yılında Sovyet sonrası Rus silahlı kuvvetlerinin büyük bir düşüşe geçtiğini görmekteyiz. Buna, Rus ekonomisinin çökmesi, silah altına alınacak adayların olmaması ve birlikten ayrılan cumhuriyetlerdeki sanayinin kaybedilmesi neden olmuştur.

Nükleer silah stoklarının büyük çoğunluğu Rusya'da kalmıştır. Ayrıca Ukrayna, Belarusya ve Kazakistan da bazı silahlara sahip olmuşlardır. Nükleer silahların artması korkuları arasında, bütün bu silahların 1996'ya kadar Rusya'ya gönderildiği belgelendi. Bir zamanlar nükleer silahların konuşlandığı eski Sovyet Cumhuriyeti olan Özbekistan da dahil olmak üzere tüm bu ülkeler nükleer silahların sayılarının artırılmaması ile ilgili antlaşmayı imzalamışlardır.

Yabancı askerî yardım

Açık olarak katıldığı savaşların dışında Sovyetler Birliği Ordusu değişik ülkelerin iç olaylarında yer aldığı gibi başka ülkeler arasında geçen savaşlarda da nükleer güçler arasında doğrudan silahlı çarpışmaya girmeden stratejik kazancını artırmak amacıyla yer almıştır. Çoğu durumda bu, askerî danışmanlar ya da silah yardımı veya satışı olarak görülüyordu.

Wikipedia