bayramcigerli.blogspot.com, Bayram Cigerli, Tarih, History, Doğunun Fatihi, Yavuz Sultan Selim, Osmanlı Tarihi, Osmanlı Padişahları,
Yavuz sultan selim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yavuz sultan selim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1 Ağustos 2022 Pazartesi
Doğunun Fatihi YAVUZ SULTAN SELİM'in Hayatı" videosunu izleyin
Bayram Cigerli
bayramcigerli.blogspot.com
Doğunun Fatihi
History
Osmanlı Padişahları
Osmanlı Tarihi
Tarih
Yavuz sultan selim
Rohat Fatih
Comment
28 Nisan 2017 Cuma
Osmanlı - Memlük İlişkileri
Yıldırım Bayezid Dönemi’nde başlayan Osmanlı-Memlük çekişmesi Fatih Dönemi’nde de devam etmişti. Halifenin ve kutsal yerlerin koruyuculuğunu yaptıkları için İslam dünyasının lideri durumunda bulunan Memluklular, İstanbul’un fethedilmesinden sonra Osmanlı Devleti’ni kendilerine rakip olarak görmeye başlamışlardı. Bu nedenle de Fatih’in Hicaz su yollarını onarma teklifini reddetmişlerdi.
Osmanlı-Memluk geriliminin bir diğer nedeni ise Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları Beyliklerine sahip olma mücadelesiydi. Bütün bunlara bir de Memlukluların Cem Sultan’ı desteklemesi eklenince taraflar arasında savaş kaçınılmaz hâle geldi. 1485 yılında başlayan Osmanlı-Memluk Savaşları altı yıl sürdü. Bu süre içinde taraflar birbirlerine karşı üstünlük sağlayamadı. 1491 yılında da savaş öncesi sınırlara geri dönülmesini esas alan bir barış antlaşması yapıldı.
Yavuz Dönemi’nde Dulkadiroğulları Beyliği’nin alınmasıyla birlikte Osmanlı-Memluk ilişkileri yeniden bozuldu. Osmanlıların topraklarını güneye doğru genişletmesi karşısında kendisini tehdit altında hisseden Memluk Sultanı Kansu Gavri Safevilerle bir ittifak yaptı. Buna göre Memluklular Yavuz’un İran üzerine yürümesi hâlinde Osmanlı ordusunu arkadan vuracaktı.
Yavuz Sultan Selim, Memluklularla Safeviler arasındaki ittifak antlaşmasını öğrenince ordusunun başında Mısır Seferi’ne çıktı. 1516 yılında Halep’in kuzeyindeki Mercidabık’ta yapılan savaşı Osmanlı ordusu kazandı. Memluklular bozgun hâlinde Mısır’a doğru geri çekilmek zorunda kaldılar. Osmanlı ordusu da onların peşinden güneye doğru ilerleyerek Suriye ve Filistin’i aldı. Bir süre Şam’da konaklayan Yavuz, hazırlıklarını tamamladıktan sonra Memluk sorununu kesin olarak ortadan kaldırmak üzere Mısır’a hareket etti. Sina Çölü’nü geçen Yavuz, 1517 yılında Kahire önlerindeki Ridaniye’de yapılan savaşta Memlukluları ikinci kez yenilgiye uğratarak bu devlete son verdi.
Memlukluların yıkılışının ardından Suriye, Filistin ve Mısır’ın yanı sıra kutsal toprakların bulunduğu Hicaz Bölgesi Osmanlı hâkimiyetine girdi. Buralardaki mukaddes emanetler İstanbul’a getirilerek Topkapı Sarayı’ndaki Hırkayı saadet Dairesi’nde muhafaza altına alındı. Bu arada Memluklularla birlikte onların koruması altındaki Abbasi Halifeliği de sona erdiği için halifelik Osmanlı hanedanına geçti. Böylece Yavuz’un Doğu siyasetinin temelini oluşturan İslam dünyasını Osmanlı yönetimi altında birleştirme ideali gerçekleşmiş oldu.
Mısır Seferi sonucunda Osmanlı ekonomisi de güçlendi. Seferde elde edilen gelirlerle Osmanlı hazinesi dolarken Baharat Yolu Osmanlı Devleti’nin kontrolü altına girdi. Ayrıca Venediklilerin Kıbrıs Adası için Memluklulara ödedikleri verginin bundan böyle Osmanlı Devleti’ne verilmesi kararlaştırıldı.
Osmanlı-Memluk geriliminin bir diğer nedeni ise Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları Beyliklerine sahip olma mücadelesiydi. Bütün bunlara bir de Memlukluların Cem Sultan’ı desteklemesi eklenince taraflar arasında savaş kaçınılmaz hâle geldi. 1485 yılında başlayan Osmanlı-Memluk Savaşları altı yıl sürdü. Bu süre içinde taraflar birbirlerine karşı üstünlük sağlayamadı. 1491 yılında da savaş öncesi sınırlara geri dönülmesini esas alan bir barış antlaşması yapıldı.
Yavuz Sultan Selim'i Temsil Eden Bir Resim |
Yavuz Sultan Selim, Memluklularla Safeviler arasındaki ittifak antlaşmasını öğrenince ordusunun başında Mısır Seferi’ne çıktı. 1516 yılında Halep’in kuzeyindeki Mercidabık’ta yapılan savaşı Osmanlı ordusu kazandı. Memluklular bozgun hâlinde Mısır’a doğru geri çekilmek zorunda kaldılar. Osmanlı ordusu da onların peşinden güneye doğru ilerleyerek Suriye ve Filistin’i aldı. Bir süre Şam’da konaklayan Yavuz, hazırlıklarını tamamladıktan sonra Memluk sorununu kesin olarak ortadan kaldırmak üzere Mısır’a hareket etti. Sina Çölü’nü geçen Yavuz, 1517 yılında Kahire önlerindeki Ridaniye’de yapılan savaşta Memlukluları ikinci kez yenilgiye uğratarak bu devlete son verdi.
Memlukluların yıkılışının ardından Suriye, Filistin ve Mısır’ın yanı sıra kutsal toprakların bulunduğu Hicaz Bölgesi Osmanlı hâkimiyetine girdi. Buralardaki mukaddes emanetler İstanbul’a getirilerek Topkapı Sarayı’ndaki Hırkayı saadet Dairesi’nde muhafaza altına alındı. Bu arada Memluklularla birlikte onların koruması altındaki Abbasi Halifeliği de sona erdiği için halifelik Osmanlı hanedanına geçti. Böylece Yavuz’un Doğu siyasetinin temelini oluşturan İslam dünyasını Osmanlı yönetimi altında birleştirme ideali gerçekleşmiş oldu.
Mısır Seferi sonucunda Osmanlı ekonomisi de güçlendi. Seferde elde edilen gelirlerle Osmanlı hazinesi dolarken Baharat Yolu Osmanlı Devleti’nin kontrolü altına girdi. Ayrıca Venediklilerin Kıbrıs Adası için Memluklulara ödedikleri verginin bundan böyle Osmanlı Devleti’ne verilmesi kararlaştırıldı.
Yavuz Sultan Selim Dönemi Osmanlı - Safevi İlişkileri
II. Bayezid’in ilk yıllarında taht mücadelesine sahne olan Osmanlı Devleti 16. yüzyılın başlarından itibaren de doğuda Safevi tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. 1502 yılında Akkoyunlulara son veren Safeviler başkenti Tebriz olmak üzere bir devlet kurmuşlar ve İran’ın ardından Azerbaycan ve Irak’ı da ele geçirerek topraklarını genişletmişlerdi.
Safevilerin kurucusu Şah İsmail, ilk zamanlarda Osmanlı Devleti ile iyi geçinmeye dikkat etti. Ancak gücünü arttırdıkça Anadolu’ya doğru yayılma politikası izlemeye başladı. Şah İsmail amacına ulaşabilmek için propagandacılarını göndererek resmî mezhep olarak kabul ettiği Şiiliği Anadolu’da yaymaya çalıştı. Öte yandan da Osmanlılara karşı Memlükler ve Venediklilerle ittifak arayışlarını sürdürdü. Asıl amacı Osmanlı topraklarını ele geçirmek olan Şah İsmail bu faaliyetleriyle İpek Yolu ticaretinin güvenliğini tehlikeye düşürüyordu. Ayrıca Orta Asya’dan gelen Türk boylarının Anadolu’ya girmesini engelleyerek Osmanlı ekonomisine ve Balkanlarda yürütülen iskân politikasına büyük zararlar veriyordu.
Şah İsmail’in Osmanlılara yönelik zararlı faaliyetleri, o sırada Trabzon’da vali olarak bulunan Şehzade Selimtarafından yakından izleniyordu. Selim tehlikenin büyüklüğü konusunda babası II. Bayezid’i bilgilendirerek onu harekete geçirmeye çalışmıştı. Fakat Sultan Bayezid tehlikeyi yeterince önemsememiş ve önlem almakta gecikmişti. Bunun üzerine Safeviler ortaya çıkan boşluktan yararlanarak Anadolu’daki yıkıcı propagandalarını yoğunlaştırdılar. 1511 yılında da Şah İsmail’e bağlılığıyla tanınan Şahkulu öncülüğünde Anadolu’da büyük bir isyan başlattılar. Teke(Antalya) ilinde başlayan ve Bursa’ya kadar yayılan Şahkulu İsyanı Osmanlı kuvvetleri tarafından güçlükle de olsa bastırıldı.
İsyanın bastırılmasından sonra Şehzade Selim, yeniçerilerin desteğini alarak babası II. Bayezid’i tahttan indirip 1512 yılında Osmanlı Devleti’nin başına geçti. “Yavuz” lakabıyla anılan I. Selim, devlet içindeki konumunu sağlamlaştırdıktan sonra 1514 yılı ilkbaharında Safeviler üzerine sefere çıktı. İki taraf Van Gölü yakınlarındaki Çaldıran Ovası’nda karşılaştı. Savaş, güçlü ateşli silahlara sahip olan Osmanlı ordusunun zaferiyle sonuçlandı. Şah İsmail tüfek yarası almış bir halde İran içlerine doğru kaçmak zorunda kaldı.
Çaldıran Zaferi’nden sonra Safevilerin başkenti Tebriz’e giren Yavuz Sultan Selim, bu devletin Doğu Anadolu’daki varlığına son verdi. Sefer dönüşünde de Maraş, Elbistan ve Malatya yöresinde hüküm süren Dulkadiroğulları Beyliği üzerine kuvvet gönderdi. Bu beyliğin 1515 yılında yapılan Turnadağ Savaşı sonucunda Osmanlılara katılmasıyla Anadolu Türk birliği de tamamlanmış oldu. Yavuz’un Doğu Seferi sonucunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu topraklarının yanı sıra Erbil, Musul ve Kerkük Osmanlı Devleti’ne bağlandı. Ayrıca Tebriz-Halep ve Tebriz-Bursa İpek Yolu’nun denetimi de Osmanlıların eline geçti.
Safevilerin kurucusu Şah İsmail, ilk zamanlarda Osmanlı Devleti ile iyi geçinmeye dikkat etti. Ancak gücünü arttırdıkça Anadolu’ya doğru yayılma politikası izlemeye başladı. Şah İsmail amacına ulaşabilmek için propagandacılarını göndererek resmî mezhep olarak kabul ettiği Şiiliği Anadolu’da yaymaya çalıştı. Öte yandan da Osmanlılara karşı Memlükler ve Venediklilerle ittifak arayışlarını sürdürdü. Asıl amacı Osmanlı topraklarını ele geçirmek olan Şah İsmail bu faaliyetleriyle İpek Yolu ticaretinin güvenliğini tehlikeye düşürüyordu. Ayrıca Orta Asya’dan gelen Türk boylarının Anadolu’ya girmesini engelleyerek Osmanlı ekonomisine ve Balkanlarda yürütülen iskân politikasına büyük zararlar veriyordu.
Şah İsmail’in Osmanlılara yönelik zararlı faaliyetleri, o sırada Trabzon’da vali olarak bulunan Şehzade Selimtarafından yakından izleniyordu. Selim tehlikenin büyüklüğü konusunda babası II. Bayezid’i bilgilendirerek onu harekete geçirmeye çalışmıştı. Fakat Sultan Bayezid tehlikeyi yeterince önemsememiş ve önlem almakta gecikmişti. Bunun üzerine Safeviler ortaya çıkan boşluktan yararlanarak Anadolu’daki yıkıcı propagandalarını yoğunlaştırdılar. 1511 yılında da Şah İsmail’e bağlılığıyla tanınan Şahkulu öncülüğünde Anadolu’da büyük bir isyan başlattılar. Teke(Antalya) ilinde başlayan ve Bursa’ya kadar yayılan Şahkulu İsyanı Osmanlı kuvvetleri tarafından güçlükle de olsa bastırıldı.
İsyanın bastırılmasından sonra Şehzade Selim, yeniçerilerin desteğini alarak babası II. Bayezid’i tahttan indirip 1512 yılında Osmanlı Devleti’nin başına geçti. “Yavuz” lakabıyla anılan I. Selim, devlet içindeki konumunu sağlamlaştırdıktan sonra 1514 yılı ilkbaharında Safeviler üzerine sefere çıktı. İki taraf Van Gölü yakınlarındaki Çaldıran Ovası’nda karşılaştı. Savaş, güçlü ateşli silahlara sahip olan Osmanlı ordusunun zaferiyle sonuçlandı. Şah İsmail tüfek yarası almış bir halde İran içlerine doğru kaçmak zorunda kaldı.
Çaldıran Zaferi’nden sonra Safevilerin başkenti Tebriz’e giren Yavuz Sultan Selim, bu devletin Doğu Anadolu’daki varlığına son verdi. Sefer dönüşünde de Maraş, Elbistan ve Malatya yöresinde hüküm süren Dulkadiroğulları Beyliği üzerine kuvvet gönderdi. Bu beyliğin 1515 yılında yapılan Turnadağ Savaşı sonucunda Osmanlılara katılmasıyla Anadolu Türk birliği de tamamlanmış oldu. Yavuz’un Doğu Seferi sonucunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu topraklarının yanı sıra Erbil, Musul ve Kerkük Osmanlı Devleti’ne bağlandı. Ayrıca Tebriz-Halep ve Tebriz-Bursa İpek Yolu’nun denetimi de Osmanlıların eline geçti.
Yavuz Sultan Selim'in Doğu Seferleri |
8 Şubat 2011 Salı
14 Kasım 2010 Pazar
Yavuz Sultan Selim küpe takar mıydı?
Bir çoklarımız, Mısır Fatih'i Yavuz Sultan Selim'i tarih kitaplarındaki küpeli ve pala bıyıklı resimleriyle hatırlarız. Peki sadelikten hoşlanan Yavuz Sultan Selim gerçekten küpe takar mıydı? Tarih kitaplarında gördüğümüz küpeli Yavuz Sultan Selim resmi gerçek mi?
İskender Pala "Kılıcımızın yaltırığı" başlıklı yazısında Yavuz Sultan Selim'in küpelerine açıklık getiriyor.
"Yavuz'un resimlerini çizenlerden çoğu onu burma pala bıyıklı ve tek kulağında küpe ile çizerler. Pala bıyıklar ile Yavuz'un tarihî kimliği arasında zihinlerde hemen bir bağ kuruluvermesi insanlara bu resimleri hoş gösterir. Eh, durum böyle olunca kulağındaki küpeye de bir efsane uydurulmasında ne mahzur olabilir ki?!.
.
Hani kutsal toprakları aldığı zaman oradaki idarecilerin kullandığı Hakimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hakimi) sıfatını uygun görmeyip kendini Hadimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hizmetkârı) ilan etmiştir ya, buna bir ilave de halk yapmış ve orada gördüğü kulağı küpeli siyahi köleleri örnek alarak kulağına küpe taktırdığını ve bununla kendisini din uğrunda bir köle mesabesinde telakki ettiğini imaya yöneldiğini uydurmuştur.
Oysa Yavuz'un minyatürlerinde hiçbir zaman pala bıyık veya küpe yoktur. Tarihî bilgiler onun kişiliğinde sadelikten yana olduğunu ve giyiminde de çok sade tercihlerde bulunduğunu söylerler.
Nitekim Topkapı Sarayı'ndaki en sade kaftan onundur. Mısır seferi dönüşünde Edirne'de kendisini karşılayan tek şehzadesi Süleyman'ın süslü elbiselerini görünce ona, "Bre oğul, sen böyle giyinirsen anan ne giyecek!" diye ikazda bulunması da bunu pekiştiren bir tarihî gerçektir.
Keza aynı seferden gelişinde İstanbul'a gireceği sırada büyük bir zafer kutlaması tertipleneceğini duyunca israfı önlemek üzere bir gece vakti gizlice Topkapı'ya girdiği de bilinir.
Bütün bunlardan daha önemlisi Yavuz'un küpe taktığını söyleyen hiçbir tarih satırı, hiçbir belge yoktur. Küpeli uydurma resimlerde ise resimdeki kişinin başında beyaz tülbent içinde kırmızı bir başlık ve üstünde de krallara benzetilmiş bir tac vardır. Bu tür kızıl börk ve tacı İran şahları kullanır. Osmanlı sultanları tac giymezler.
Sonuç şu, küpe takmak gibi bir hafifliği, azametiyle öne çıkan Osmanlı sultanına, hele de Yavuz gibi celalli bir adama yakıştırmak yanlıştır. O zaman da akıllara bir soru takılır: Kimdir bu küpeli, taclı adam? Söyleyelim; Yavuz'un "Paymal eyleyelim kişverini sürhserin" diye üzerine yürüdüğü Sürhser (Kızılbaş) Şah İsmail'indir ve başındaki kızıl börk ile tac da Kızılbaşlığın simgesidir.
Ne garip tecelli; Yavuz Çaldıran'da, Şah İsmail de resimlerde birbirlerine külahları ters giydirmişler."
İskender Pala "Kılıcımızın yaltırığı" başlıklı yazısında Yavuz Sultan Selim'in küpelerine açıklık getiriyor.
"Yavuz'un resimlerini çizenlerden çoğu onu burma pala bıyıklı ve tek kulağında küpe ile çizerler. Pala bıyıklar ile Yavuz'un tarihî kimliği arasında zihinlerde hemen bir bağ kuruluvermesi insanlara bu resimleri hoş gösterir. Eh, durum böyle olunca kulağındaki küpeye de bir efsane uydurulmasında ne mahzur olabilir ki?!.
.
Hani kutsal toprakları aldığı zaman oradaki idarecilerin kullandığı Hakimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hakimi) sıfatını uygun görmeyip kendini Hadimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hizmetkârı) ilan etmiştir ya, buna bir ilave de halk yapmış ve orada gördüğü kulağı küpeli siyahi köleleri örnek alarak kulağına küpe taktırdığını ve bununla kendisini din uğrunda bir köle mesabesinde telakki ettiğini imaya yöneldiğini uydurmuştur.
Oysa Yavuz'un minyatürlerinde hiçbir zaman pala bıyık veya küpe yoktur. Tarihî bilgiler onun kişiliğinde sadelikten yana olduğunu ve giyiminde de çok sade tercihlerde bulunduğunu söylerler.
Nitekim Topkapı Sarayı'ndaki en sade kaftan onundur. Mısır seferi dönüşünde Edirne'de kendisini karşılayan tek şehzadesi Süleyman'ın süslü elbiselerini görünce ona, "Bre oğul, sen böyle giyinirsen anan ne giyecek!" diye ikazda bulunması da bunu pekiştiren bir tarihî gerçektir.
Keza aynı seferden gelişinde İstanbul'a gireceği sırada büyük bir zafer kutlaması tertipleneceğini duyunca israfı önlemek üzere bir gece vakti gizlice Topkapı'ya girdiği de bilinir.
Bütün bunlardan daha önemlisi Yavuz'un küpe taktığını söyleyen hiçbir tarih satırı, hiçbir belge yoktur. Küpeli uydurma resimlerde ise resimdeki kişinin başında beyaz tülbent içinde kırmızı bir başlık ve üstünde de krallara benzetilmiş bir tac vardır. Bu tür kızıl börk ve tacı İran şahları kullanır. Osmanlı sultanları tac giymezler.
Sonuç şu, küpe takmak gibi bir hafifliği, azametiyle öne çıkan Osmanlı sultanına, hele de Yavuz gibi celalli bir adama yakıştırmak yanlıştır. O zaman da akıllara bir soru takılır: Kimdir bu küpeli, taclı adam? Söyleyelim; Yavuz'un "Paymal eyleyelim kişverini sürhserin" diye üzerine yürüdüğü Sürhser (Kızılbaş) Şah İsmail'indir ve başındaki kızıl börk ile tac da Kızılbaşlığın simgesidir.
Ne garip tecelli; Yavuz Çaldıran'da, Şah İsmail de resimlerde birbirlerine külahları ters giydirmişler."
6 Eylül 2010 Pazartesi
YAVUZ SULTAN SELİM VE ANADOLU BİRLİĞİ
Yılmaz ÖZTUNA
Sultan Selim'in sefer tuğları, 1514 yılı Mart ayının yirminci günü Üsküdar da sahrasına dikilmişti. Dokuz tane beyaz at kuyruğundan yapılmış zarif tuğ, tam bir ay müddetle nazlı nazlı dalgalandı. Bu dalgalanışta, bütün Doğu devletleri için bir tehdit gizliydi…
Daha kışın son günlerinde tuğların Üsküdar’a dikilmesi, Asya tarafına bir seferi hümayûnâ işaretti. Bütün Avrupa. Tuna yalılarında Alpler'e kadar, rahat nefes aldı.İki yıl önce atalarının tahtına oturan yeni hakanın ne kadar yavuz bütün dünya biliyordu.İlk seferi,heyecanla bekleniyordu.
Birinci Sultan Selim Han 44 yasında, olgun bir adamdı. İkinci Bayezid'in 8 oğlunun dördüncüsü olarak Amasya'da dünyaya gelmişti. Annesi Dulkadiroğlu Ayşe Hatun'du. Sultan Selim,daha küçücük bir şehzade iken bir ara İstanbul`a gelmiştir. Büyükbabası Fatih Sultan Mehmed'in huzuruna çıkmış, elini öpmüştü. Fatih, torununu kucağına almış, sevmiş, okşamıştı. Son derece heyecanlı olan küçük şehzade, bir an cesaret etmiş, başını kaldırmış, kucağında oturduğu dedesinin yüzüne bakabilmişti, Fakat gördüğü simayı, hiç bir zaman unutmadı.
Yavuz'un da yüz çizgileri ve bedeni, büyükbabasını andırıyordu. Fatih'in şahın burnu onda da vardı. Uzuna yakın orta boylu, yuvarlak yüzlü, siyah kaslı, eli gözlü, büyük başlı, uzun boyunlu, uzun bacaklı idi. Çok seyrek gülerdi. Bir istisna olarak, tahta geçince sakal bırakmamıştı. Heybetli siyah pos bıyıkları, biraz hülyalı çok sert bakışlı gözleri vardı. Kısa ve kesin konuşuyordu. Zekâsından ve asabî mizacından, bazen aynı kelimeyi birden fazla tekrar ediyordu.
Sultan Selim, Kırım hanı Mengli Giray' in kızıyla evli idi. Yarım asra yakın Kırım tahtında oturan kayınpederi, ağabeylerini alt edip tahta geçmesi için, damadı Yavuz'a çok yardım etmişti. Yavuz, bu mücadele içinde bir ara Kırım'a da gitmişti.
Daha şehzadeliğinde, karakterinin çetinliğinden dolayı halkın 'Yavuz' dediği ve tam adı Selim-Sah olan Sultan Selim, zevk ve safadan uzak bir hükümdardı. Her zaman ve daima, başında bulunduğu. yeryüzünün en kudretli devletinin işleriyle uğraşıyordu. Nadiren Harem'e giderdi. Tek oğlu vardı: Ulu Şehzade Sultan Süleyman. Onu gözbebeği gibi seviyor, en büyük özenle yetiştiriyordu.
Her gece mutlaka birkaç saat Türkçe, Farsça. Arapça bir kitap okurdu. Okurken gözlük kullanırdı, hipermetrop idi. Onu bu mütalaa sırasında, basit elbisesi içinde, hükümdarlığa işaret eden en küçük bir alâmet olmaksızın görenler, muhterem bir ilim adamı sanırlardı. Dünyanın en yavuz hükümdarı olduğunu akıldan geçiremezlerdi.Divân-ı Hümâyun'daki yırtıcılığı ile özel hayatındaki sessizliği arasındaki çelişkiyi açıklayamazlardı. Törenlerde bile çok sade giyinirdi. Süslü giyinmeye meraklı olan Cihan Tahtı'nın varisi biricik oğluna, erkek gibi giyinmesini ihtar etmişti.
Sultan Selim'i ağabeyleri Sultan Ahmed'le Sultan Korkut'u bertaraf edip Osmanoğulları tahtına oturtan sebep, asker ve politik dehâsı idi. 24 yıl kesiksiz Trabzon sancakbeyliği yapmıştı. Trabzon, Kommenoslar'ın tahtı idi. İstanbul gibi, dedesi Fatih tarafından Bizans imparatorluğunun bîr parçası olarak fethedilmişti. Bir sancak beyinin sınırlı imkânlarıyla. çok defa imparatorluk bakanlar kurulu olan Divân-ı Hümayun'un, hattâ babası Sultan Bayezid'in muhalefetine rağmen, Anadolu'yu kana bulayan Şah İsmail'e karşı seferlere çıkmış, zaferler kazanmış, kaleler almıştı. Şah'ın kardeşi İbrahim Mirza’yı esir ederek Trabzon'a getirmiş, İstanbul’dan aldığı emir üzerine salıvermişti. Sah'ı Karadeniz'den uzaklaştırmak için, Gürcistan'a seferler düzenlemişti.
Sah ve Padişah
Şah İsmail, Yavuz'dan 17 yas gençli. Çocuk yaşında Safevî tarikatının şeyhlik postuna oturdu. Koyu Sünnî olan ve Timur'un bile dergahlarını saygıyla ziyaret ettiği bu tarikat, Şeyh Cüneyd zamanında aşırı Şiîliğe kaymıştı. Cüneyd, İsmail'in büyükbabası idi. İsmail, anne tarafından Uzun Hasan Bey'in torunu idi. İran, Irak ve Güney Kafkasya'nın Akkoyunlu hakanı Sultan Uzun Hasan Bey'in kızı Halime Beğim, Şah İsmail'in annesi idi.
Anadolu'dan birkaç on bin mürit toplayarak İran'ın Türklerle meskûn eyaletine geçti. Merkezî Osmanlı yönetiminde eski feodal otoriteleri koruyamayan bir çok Türkmen beyini kandırmış, onları imam olduğuna inandırmış, Şiî yapmıştı. Dedesi Uzun Hasan'nın taht şehri olan Tebriz'e girdi, 1501 Ağustos'unda kendisini şah ilan etti. Sünnîlikte direnen Uzun Hasan kızı annesini öldürtmekle tereddüt etmedi. Kan ve ateşle ülkeleri Şîileştirdi. Akkoyunlular'ın yerine geçti. İran, Irak, Güney Kafkasya. Doğu Anadolu'yu ele geçirdi. Diyarbakır'la Taşkent arasında uzanan ve önem bakımından hemen Osmanlı Türkiyesi`nden sonra gelen dünyanın ikinci kudretli devletine sahip oldu.
Türkistan hakanı Cengizoğulları’ndan Özbek Türkleri'nin hükümdarı Şaybak Han'ın üzerine yürüdü. Tâhirâ-bâd meydan muharebesini kazandı, Şaybak'ı öldürdü. Kafatasını altınla kaplatıp, bu garip tasla şarap içmeyi âdet haline getirdi. Bana karşı koyanların akıbeti budur demeye getiriyor, bütün Orta Doğu'yu tehdit ediyordu. Böylesine gaddar, böylesine merhamet duygusundan nasipsiz bir gençti. Büyük hedefi Anadolu idi. Osmanlı'yı Rumeli'ne atmak istiyordu. Bu hususta dedesi Sultan Uzun Hasan'ın Fatih Sultan Mehmed tarafından akamete uğratılan hedefini izliyordu. Ama bu defa Sünn-î Türkmen olarak değil, Şii Türkmen olarak, Anadolu'yu istiyordu. “Hatâyî” mahlasıyla, halkın konuştuğu Türkçe ile çok etkili şiirler yazıyor, bunlar Anadolu köylerinde, obalarında, çadırlarında okunuyordu:
Yavuz zamanında Kürtler ve beyleri, çoğunlukla Sünnî-
Şafiî idiler. Ancak Sünnî-Hanefî, Şiî, hatta Yezidî olanları
vardı. Osmanlı kumandanı Bıyıklı Mehmed Paşa, Safevî
mukavemetini kırdı ve Musul, Kuzey Irak dahil, Güneydoğu
Anadolu'yu Osmanlı birliğine kattı. Anadolu bütünlüğü geniş
ölçüde gerçekleşti. Kanunî Sultan Süleyman devrinde ise son
rötuşlar yapıldı.
Gel bir şaha kul olagör
Hergiz mûzûl olmaz olan
Bir eşiğe yaslanagör
Kimse elden almaz ola
Bir işi bitirmek gerek
Eksiğini yitirmek gerek
Yâr ile oturmak gerek
Hiç siteme göymez ola
Bir soyu saylamak gerek
Bir boyu boylamak gerek
Bir sudan sulamak gerek
Feriştehler bilmez ola
Kus oluben uçmak gerek
Ovalara göçmek gerek
Bir doludan içmek gerek
İçenler ayılmaz ola
Bahçelere girmek gerek
Güllerinden dermek gerek
Bir gülü koklamak gerek
Hergiz ol gül solmaz ola
Bu sihirli mısralara kananlar için ne âlâ. Kanmayanları, Şah'ın keskin kılıcı bekliyordu. Şah, Hazret-i Ali'den indiğini iddia eden düzme şecereler bile uydurmuştu. Anne tarafından hanedanı olan Akkoyunlu prensleri ve beyleri, fevc fevc Osmanlı toprağına can atıyor, Sünnîlikte direnen bu binlerce Türkmen'i, Yavuz Sultan Selim, Trabzon çevresine iskân ediyordu.
İşte Osmanoğlu Selim Han'ın sefer tuğları, böylesine kan dökücü, mağrur, büyük asker ve büyük şair, Türkmen hakanı İsmail'e karşı açılmıştı. Safevîler`e o çağda Türkmen Devleti deniyordu. Avrupalılar`a göre ise Osmanoğlu Büyük Türk, Şah ise Küçük Türk idi. İkisinin didişmesi, Avrupa'ya çok rahat nefes aldırıyordu. Ancak Sultan Selim'de, bu nevzuhur ve sahibzuhûr şeyh bozması şaha, Anadolu'yu Şiîleştirip ikram ederek Rumeli'ne çekilecek hal yoktu. Dünyanın birinci devleti bunu nasıl yapardı?
Orduyu Hümâyûn, hazırdı. Sultan Selim Han, 20 Nisan günü her zaman sarayına yeğlediği otağ-ı hümâyûnuna geçti. Üç gün sonra da Üsküdar'dan hareket etti. 28 Nisan'da yeryüzünün en kudretli ordusu İzmit'te ve Haziran'ın ilk günü Konya'da idi. Yavuz, Mevlana'yı ziyaret etti. Sandukasının saçaklarını öptü. Temmuz'un ikinci günü Sivas'a geldi. Burada 40 bin yorgun, hasta, acemi ve yaşlı askerini bıraktı. Geri kalan 100 bin askerle yoluna devam etti. Şah'tan edepsizce bir nâme geldi: Atası Yıldırım Sultan Bayezid, Timur'un karşısında hangi duruma düşmüşse. Sultan Selim'in de kendi karşısında benzer duruma düşeceğini, yani tutsak edileceğini bildiriyordu. Ancak Şah, kendi dedesi Uzun Hasan’ın 41 yıl önce Sultan Selim'in dedesi Fatih'in karşısında Otlukbeli'nde düştüğü hali unutmuştu.
Sultan Selim, 24 Temmuz'da Erzincan'da ve 5 Ağustos'ta Erzurum'da idi. Azerbaycan'ın güneyine geldi. Çok yıpratıcı bir yürüyüştü. Şah, Osmanlı Ordusunu bu yürüyüşle helak edeceği fikrinde idi. Ancak Osmanlı, taht şehri Tebriz'e çok yaklaşmıştı. Çaldıran sahrasında padişahı karşılamaya karar verdi (Doğu Anadolu'daki Çaldıran değildir). 23 Ağustos 1514 sabahı... Türkiye'nin kaderi Çaldıran sahrasında karara bağlanacaktı...
Çaldıran
Tebriz'e doğru çıktı sefer sâhrâhına Ervâh peyrev oldu Cihan Padişahına Hengâm- ı rezmi bildiren âvâz-ı hatifi Aksetdi her tarafta cibâlin cibâhına Sahrâ-yı Çaldıranda gazâ vardır erteye Ey berk müjde ver feleğin mihr-ü mâhına.
Şah, 2 bin 500 kilometre yol yürümüş Osmanlı ordusunu en azından püskürtüp, Orta Anadolu'yu İran kültürü etkisinde, Şiî, feodal ve Ortaçağ temsilcisi Safevî devletine katacağına emindi. Savaş talihi yüzüne gülerse, belki Adalar Denizi'ne, Marmara'ya, Boğazlar`a dayanır. Osmanlı'yı Rumeli'ne bile atabilirdi!..
Niğbolu sancağı akıncıları... Bolu ve Kastamonu sancakları tımarlı sipahileri... Merkezde yeniçerilerin tüfekli ağır piyade tümeni... Arkalarında gizlenen 300 korkunç sahra topu... Sah, Osmanlı'nın bütün bu şevketini gözleriyle gördü.İnancı sarsılmadı. Topu ve tüfeği yoktu ama önemsizdi! Kendi Türkmen atlıları daha yiğit, daha inançlı idiler. Yeniçerilerin ağır ve hantal tüfeklerini kaldırıncaya kadar, ok yağmurunu izleyen kılıç darbeleri arasında can vereceklerine emindi. Top da neyin nesiydi? Safevî atlarını sesleriyle ürkütmesin yeterdi...
Osmanlı tümenleri, hilâl seklinde açıldı.Merkezde Sultan Selim atının üzerinde, kısa ve kesin cümlelerle emîr veriyordu. Osmanlı hassa subayları, emirleri kanatlara ulaştırıyorlardı. Rumeli'nden geçirilmiş akıncılar taarruza geçti. Orta Avrupa'daki akınlara benzemiyordu. Türkmen atlıları, sert karşılık veriyor, son nefeslerini solumadan kılıç bırakmıyorlardı...
Akıcılarının döküldüğünü gören Sofya akıncı sancak beyi (komando tümgenerali) Malkoçoğlu Dâmad Ali Bey, ön safta çıktı. Osmanlı soyluluğunun doruğunda, genç, fakat Avrupa serhadlerinde pişmiş bir subaydı. Varşova Fâtihi Malkoçoğlu Gazi Koca Paşa’nın oğluydu. Yavuz'un ağabeyi Sultan Korkut'un kızı Ferahşâd Sultan'la evliydi. Ön saffa çıkar çıkmaz vuruldu,derhal şehit oldu. Ağabeyinin şehadetini gören Silistre akıncı sancak beyi Tur-Ali Bey, hemen yetişip yerini aldı. 30 dakika geçmemişti ki, o da şehadet şerbetini içti. Sultan Selim'in kirpiklerinden yaş düştü...
Ama Şah İsmail, kılık değiştirip kaçtı. Hazinesini, zevcesini, otağını, taht şehrini Osmanlı'ya bıraktı. Anadolu. Birliği parçalanmaktan kurtulmuştu. 16 Eylül'de Yavuz, o çağda İstanbul'dan bile kalabalık olan bir milyon nüfuslu Tebriz'de idi. En küçük karşı koyma olmadan şehre girdi. Şah'ın annesinin babası Hasan Padişah Camii'nde Sünnî hutbesini okuttu.
Lâkin yeniçeriler serkeşlik etti. İran içinde ilerlemekten vazgeçti. Döndü. bütün Diyar-ı Arab'ı fethedeceği ikinci, seferine çıkmaya karar verdi. Cezayir ve Yemen dahil, Arap ülkelerini Osmanlı'ya katacaktı. Hind Okyanusu'na uzanacaktı. Cihan Devleti'ni gerçekleştirecekti. Bunların hepsi, kısa saltanatı içinde oldu. İslâm Halifeliği'ni 29 Ağustos 1516 günü Haleb Ulu Camiindeki Cuma hutbesinde kendisinin ve Osman oğulları’nın üzerine aldı. Beş gün önce Memlûk Sultanı, meydan muhaberesinde ölmüş, Abbasi halifesi esir düşmüştü. Sultanların hükmündeki kukla halifeler dönemi sona erdi. Artık en kudretli Müslüman devletinin hükümdarı, hilafet-i islamiyeyi üstlenecekti.
Yavuz ve Anadolu Birliği
Yavuz Sultan Selim Han'ın fetihleri, asrının en büyük cihangiri olarak sayfalara sığmaz. Onun, Anadolu Birliği için gerçekleştirdiklerini vurgulayarak yazıma son vereceğim.
Dedesinin dedesinin babası olan Yıldırım Sultan Bayezid Han (1389-1402) Yavuz'unki gibi kısa olan saltanatında, Anadolu birliğini sağlamaya çok yaklaşmıştı. Malatya'yı ve Erzincan'ı aldı. Az bir şey kalmıştı. Daha doğudaki ve güneydeki Anadolu toprakları, diğer Türk devletlerinin, Timurluların. Karakoyunlular'ın, Akkoyunlular'ın,Memlukler'in, Artukoğulları'nın elinde idi. Ancak Yıldırım, 1402 Ankara darbesini yedi. Osmanlı, bir çok Anadolu toprağını, diğer Türk devletlerinin lehine kaybetti. Zaten İstanbul, Trabzon gibi şehirler daha Bizans egemenliğinde idi.
Ankara felâketi öylesine bir darbe idi ki. Doğu Türklerine bir şey kazandırmadı. Biz Batı Türkleri'nın Anadolu birliğini yapmamızı yarım asırdan fazla geciktirdi. Yarım asır ne demek...
Yıldırım'ın ilhak ettiği öyle yöreler vardı ki, ondan bir asırdan fazla bir zaman sonra ancak Yavuz döneminde devlete katılabildi.
Güneydoğu Anadolu'da yer yer Kürt beyleri yaşıyordu. Küçük hanedanlar kurmuşlardı. Bir kısmı Türkmen beyleri iken,dil ve örf bakımından Kürt'leşmişlerdi. Tarihte bağımsız bir Kürt devleti yoktur. Kürt beyleri, daima Güneydoğu Anadolu'ya hâkim Türk devletlerinin tebeası idiler. 11. asırdan beri böyleydi. Bu bölge Akkoyunlu Türkmenleri'nden Safevî Türkmenleri'ne geçmişti.Irak da aynı şekilde Akkoyunlular'dan Sah İsmail'e intikal etmişti. Bölgede ayni zamanda nüfuzlu şeyhler bulunuyordu. Her yörede Kürt ve Türk karışık yasıyordu. Arapça ve Süryânice, Ermenice konuşanlar da vardı. Kapalı bir Ortaçağ hayatı idi. Bu Kürt beylerinin hanedanlarını ben "Devletler ve Hanedanlar" başlıklı kitabımın 2. cildini oluşturan Osmanlı aileleri bahsinde, geniş ölçüde Bitlis beyi Şeref Han'ın "Şeref nâme"sine dayanarak sıraladım.
Yavuz zamanında Kürtler ve beyleri, geniş ölçüde Sünnî-Şafiî idiler. Ancak Sünnî-Hanefî, Şiî, hatta Yezîdî olanları da vardı. Safevî Türkmenleri yalnız Diyarbakır gibi büyük kalelerde Osmanlı'ya karsı koydular. Ancak Akkoyunlu beylerinden olan Osmanlı kumandanı Bıyıklı Mehmed Paşa, Safevî mukavemetini kırdı ve Musul, Kuzey Irak dahil. Güneydoğu Anadolu'yu Osmanlı birliğine kattı. Anadolu bütünlüğü geniş Ölçüde gerçekleşti. Kanunî Sultan Süleyman devrinde son rötuşlar yapıldı.
Bölgede yaşayan Türkmenler gibi Kürtler de Osmanlı'ya karşı koymaktalar. Bu hususta İdris-i Bidlîsî, büyük. başarı gösterdi. İdrîs, Akkoyunlu imparatorluğunda nişancılık görevinde bulunan bilgin bir yüksek bürokrattı. Çok iyi Türkçe, Farsça, Arapça muhtemelen Kürtçe biliyordu ve kuvvetli ihtimalle Kürt asıllıdır. 1501’de Şah İsmail, Akkoyunlular'ı yıkınca.şiîlikten nefret eden İdrîs, İstanbul'a geldi. Başta "Heşt-Behişt" adlı büyük Osmanlı tarihi ve "Selim-nâme" olmak üzere bir çok eserin yazarıdır.yavuz'dan birkaç gün sonra İstanbul’da öldü ve eşi Zeynep Hatun'un yaptırdığı camiin haziresine gömüldü.
Yavuz Sultan Selim, Güneydoğu Anadolu'nun ve halkının Osmanlı Türkiye ve Anadolu birliğine katılmaları misyonu ile bu tarihçi diplomat görevlendirdi. Mevlânâ İdrîs, Kürt beylerini ziyaret etti. Onlara şunları söyledi: "Bir kaç yıl öncesine kadar Akkoyunlu sultanlarının adına yönettiğiniz yörelere şimdi şah İsmail el koydu. Siz Sünnisiniz. Sünnî olmayanlarınız için de bir şey değişmez. Osmanlı yönetiminde zorlanarak din ve mezhep değişikliği istenen tek olay yoktur. Şah İsmail ise, hepinizin Şiî olmasını şart koşuyor. Atalarınızın mezhebi neyse, onu bırakacak. Şah'ın pençesine mi düşeceksiniz? İşte Osmanlı Padişahı'nın bana verdiği ferman. Benî bütün bu ülkelerin Osmanlı düzenine girmesi ile tam yetkili kılıyor. Osmanlı ilkesine göre herkesin toprağı, malı, mülkü kendinde kalır. Eskiden nasıl yaşıyorsanız, devam edeceksiniz. Yalnız devlete ve padişaha mutlak sadık kalacaksınız..."
Kürtler, kabul ettiler. Dostça ve isteyerek Osmanlı devletine katıldı Vicdan hürriyeti tanımayan İran tarafından olmak istemiyorlardı. Gerçi Osmanlı yönetiminin merkeziyetçiliğini biliyorlardı. Ancak nimetleri ağır basıyordu. Hiç bir Kürt beyi ve aşireti, Osmanlı yönetimine karşı koymadan Türkiye'ye katıldı. Yalnız büyük kaledeki Safevi askeri mukavemet etti, mukavemetleri netice vermedi. Zaten halk, Osmanlı'yı istiyor, Safevîlerden ürküyordu.
O zamandan beri Kürtçe konuşan kardeşlerimizle birlikte yasıyoruz...
Sultan Selim'in sefer tuğları, 1514 yılı Mart ayının yirminci günü Üsküdar da sahrasına dikilmişti. Dokuz tane beyaz at kuyruğundan yapılmış zarif tuğ, tam bir ay müddetle nazlı nazlı dalgalandı. Bu dalgalanışta, bütün Doğu devletleri için bir tehdit gizliydi…
Daha kışın son günlerinde tuğların Üsküdar’a dikilmesi, Asya tarafına bir seferi hümayûnâ işaretti. Bütün Avrupa. Tuna yalılarında Alpler'e kadar, rahat nefes aldı.İki yıl önce atalarının tahtına oturan yeni hakanın ne kadar yavuz bütün dünya biliyordu.İlk seferi,heyecanla bekleniyordu.
Birinci Sultan Selim Han 44 yasında, olgun bir adamdı. İkinci Bayezid'in 8 oğlunun dördüncüsü olarak Amasya'da dünyaya gelmişti. Annesi Dulkadiroğlu Ayşe Hatun'du. Sultan Selim,daha küçücük bir şehzade iken bir ara İstanbul`a gelmiştir. Büyükbabası Fatih Sultan Mehmed'in huzuruna çıkmış, elini öpmüştü. Fatih, torununu kucağına almış, sevmiş, okşamıştı. Son derece heyecanlı olan küçük şehzade, bir an cesaret etmiş, başını kaldırmış, kucağında oturduğu dedesinin yüzüne bakabilmişti, Fakat gördüğü simayı, hiç bir zaman unutmadı.
Yavuz'un da yüz çizgileri ve bedeni, büyükbabasını andırıyordu. Fatih'in şahın burnu onda da vardı. Uzuna yakın orta boylu, yuvarlak yüzlü, siyah kaslı, eli gözlü, büyük başlı, uzun boyunlu, uzun bacaklı idi. Çok seyrek gülerdi. Bir istisna olarak, tahta geçince sakal bırakmamıştı. Heybetli siyah pos bıyıkları, biraz hülyalı çok sert bakışlı gözleri vardı. Kısa ve kesin konuşuyordu. Zekâsından ve asabî mizacından, bazen aynı kelimeyi birden fazla tekrar ediyordu.
Sultan Selim, Kırım hanı Mengli Giray' in kızıyla evli idi. Yarım asra yakın Kırım tahtında oturan kayınpederi, ağabeylerini alt edip tahta geçmesi için, damadı Yavuz'a çok yardım etmişti. Yavuz, bu mücadele içinde bir ara Kırım'a da gitmişti.
Daha şehzadeliğinde, karakterinin çetinliğinden dolayı halkın 'Yavuz' dediği ve tam adı Selim-Sah olan Sultan Selim, zevk ve safadan uzak bir hükümdardı. Her zaman ve daima, başında bulunduğu. yeryüzünün en kudretli devletinin işleriyle uğraşıyordu. Nadiren Harem'e giderdi. Tek oğlu vardı: Ulu Şehzade Sultan Süleyman. Onu gözbebeği gibi seviyor, en büyük özenle yetiştiriyordu.
Her gece mutlaka birkaç saat Türkçe, Farsça. Arapça bir kitap okurdu. Okurken gözlük kullanırdı, hipermetrop idi. Onu bu mütalaa sırasında, basit elbisesi içinde, hükümdarlığa işaret eden en küçük bir alâmet olmaksızın görenler, muhterem bir ilim adamı sanırlardı. Dünyanın en yavuz hükümdarı olduğunu akıldan geçiremezlerdi.Divân-ı Hümâyun'daki yırtıcılığı ile özel hayatındaki sessizliği arasındaki çelişkiyi açıklayamazlardı. Törenlerde bile çok sade giyinirdi. Süslü giyinmeye meraklı olan Cihan Tahtı'nın varisi biricik oğluna, erkek gibi giyinmesini ihtar etmişti.
Sultan Selim'i ağabeyleri Sultan Ahmed'le Sultan Korkut'u bertaraf edip Osmanoğulları tahtına oturtan sebep, asker ve politik dehâsı idi. 24 yıl kesiksiz Trabzon sancakbeyliği yapmıştı. Trabzon, Kommenoslar'ın tahtı idi. İstanbul gibi, dedesi Fatih tarafından Bizans imparatorluğunun bîr parçası olarak fethedilmişti. Bir sancak beyinin sınırlı imkânlarıyla. çok defa imparatorluk bakanlar kurulu olan Divân-ı Hümayun'un, hattâ babası Sultan Bayezid'in muhalefetine rağmen, Anadolu'yu kana bulayan Şah İsmail'e karşı seferlere çıkmış, zaferler kazanmış, kaleler almıştı. Şah'ın kardeşi İbrahim Mirza’yı esir ederek Trabzon'a getirmiş, İstanbul’dan aldığı emir üzerine salıvermişti. Sah'ı Karadeniz'den uzaklaştırmak için, Gürcistan'a seferler düzenlemişti.
Sah ve Padişah
Şah İsmail, Yavuz'dan 17 yas gençli. Çocuk yaşında Safevî tarikatının şeyhlik postuna oturdu. Koyu Sünnî olan ve Timur'un bile dergahlarını saygıyla ziyaret ettiği bu tarikat, Şeyh Cüneyd zamanında aşırı Şiîliğe kaymıştı. Cüneyd, İsmail'in büyükbabası idi. İsmail, anne tarafından Uzun Hasan Bey'in torunu idi. İran, Irak ve Güney Kafkasya'nın Akkoyunlu hakanı Sultan Uzun Hasan Bey'in kızı Halime Beğim, Şah İsmail'in annesi idi.
Anadolu'dan birkaç on bin mürit toplayarak İran'ın Türklerle meskûn eyaletine geçti. Merkezî Osmanlı yönetiminde eski feodal otoriteleri koruyamayan bir çok Türkmen beyini kandırmış, onları imam olduğuna inandırmış, Şiî yapmıştı. Dedesi Uzun Hasan'nın taht şehri olan Tebriz'e girdi, 1501 Ağustos'unda kendisini şah ilan etti. Sünnîlikte direnen Uzun Hasan kızı annesini öldürtmekle tereddüt etmedi. Kan ve ateşle ülkeleri Şîileştirdi. Akkoyunlular'ın yerine geçti. İran, Irak, Güney Kafkasya. Doğu Anadolu'yu ele geçirdi. Diyarbakır'la Taşkent arasında uzanan ve önem bakımından hemen Osmanlı Türkiyesi`nden sonra gelen dünyanın ikinci kudretli devletine sahip oldu.
Türkistan hakanı Cengizoğulları’ndan Özbek Türkleri'nin hükümdarı Şaybak Han'ın üzerine yürüdü. Tâhirâ-bâd meydan muharebesini kazandı, Şaybak'ı öldürdü. Kafatasını altınla kaplatıp, bu garip tasla şarap içmeyi âdet haline getirdi. Bana karşı koyanların akıbeti budur demeye getiriyor, bütün Orta Doğu'yu tehdit ediyordu. Böylesine gaddar, böylesine merhamet duygusundan nasipsiz bir gençti. Büyük hedefi Anadolu idi. Osmanlı'yı Rumeli'ne atmak istiyordu. Bu hususta dedesi Sultan Uzun Hasan'ın Fatih Sultan Mehmed tarafından akamete uğratılan hedefini izliyordu. Ama bu defa Sünn-î Türkmen olarak değil, Şii Türkmen olarak, Anadolu'yu istiyordu. “Hatâyî” mahlasıyla, halkın konuştuğu Türkçe ile çok etkili şiirler yazıyor, bunlar Anadolu köylerinde, obalarında, çadırlarında okunuyordu:
Yavuz zamanında Kürtler ve beyleri, çoğunlukla Sünnî-
Şafiî idiler. Ancak Sünnî-Hanefî, Şiî, hatta Yezidî olanları
vardı. Osmanlı kumandanı Bıyıklı Mehmed Paşa, Safevî
mukavemetini kırdı ve Musul, Kuzey Irak dahil, Güneydoğu
Anadolu'yu Osmanlı birliğine kattı. Anadolu bütünlüğü geniş
ölçüde gerçekleşti. Kanunî Sultan Süleyman devrinde ise son
rötuşlar yapıldı.
Gel bir şaha kul olagör
Hergiz mûzûl olmaz olan
Bir eşiğe yaslanagör
Kimse elden almaz ola
Bir işi bitirmek gerek
Eksiğini yitirmek gerek
Yâr ile oturmak gerek
Hiç siteme göymez ola
Bir soyu saylamak gerek
Bir boyu boylamak gerek
Bir sudan sulamak gerek
Feriştehler bilmez ola
Kus oluben uçmak gerek
Ovalara göçmek gerek
Bir doludan içmek gerek
İçenler ayılmaz ola
Bahçelere girmek gerek
Güllerinden dermek gerek
Bir gülü koklamak gerek
Hergiz ol gül solmaz ola
Bu sihirli mısralara kananlar için ne âlâ. Kanmayanları, Şah'ın keskin kılıcı bekliyordu. Şah, Hazret-i Ali'den indiğini iddia eden düzme şecereler bile uydurmuştu. Anne tarafından hanedanı olan Akkoyunlu prensleri ve beyleri, fevc fevc Osmanlı toprağına can atıyor, Sünnîlikte direnen bu binlerce Türkmen'i, Yavuz Sultan Selim, Trabzon çevresine iskân ediyordu.
İşte Osmanoğlu Selim Han'ın sefer tuğları, böylesine kan dökücü, mağrur, büyük asker ve büyük şair, Türkmen hakanı İsmail'e karşı açılmıştı. Safevîler`e o çağda Türkmen Devleti deniyordu. Avrupalılar`a göre ise Osmanoğlu Büyük Türk, Şah ise Küçük Türk idi. İkisinin didişmesi, Avrupa'ya çok rahat nefes aldırıyordu. Ancak Sultan Selim'de, bu nevzuhur ve sahibzuhûr şeyh bozması şaha, Anadolu'yu Şiîleştirip ikram ederek Rumeli'ne çekilecek hal yoktu. Dünyanın birinci devleti bunu nasıl yapardı?
Orduyu Hümâyûn, hazırdı. Sultan Selim Han, 20 Nisan günü her zaman sarayına yeğlediği otağ-ı hümâyûnuna geçti. Üç gün sonra da Üsküdar'dan hareket etti. 28 Nisan'da yeryüzünün en kudretli ordusu İzmit'te ve Haziran'ın ilk günü Konya'da idi. Yavuz, Mevlana'yı ziyaret etti. Sandukasının saçaklarını öptü. Temmuz'un ikinci günü Sivas'a geldi. Burada 40 bin yorgun, hasta, acemi ve yaşlı askerini bıraktı. Geri kalan 100 bin askerle yoluna devam etti. Şah'tan edepsizce bir nâme geldi: Atası Yıldırım Sultan Bayezid, Timur'un karşısında hangi duruma düşmüşse. Sultan Selim'in de kendi karşısında benzer duruma düşeceğini, yani tutsak edileceğini bildiriyordu. Ancak Şah, kendi dedesi Uzun Hasan’ın 41 yıl önce Sultan Selim'in dedesi Fatih'in karşısında Otlukbeli'nde düştüğü hali unutmuştu.
Sultan Selim, 24 Temmuz'da Erzincan'da ve 5 Ağustos'ta Erzurum'da idi. Azerbaycan'ın güneyine geldi. Çok yıpratıcı bir yürüyüştü. Şah, Osmanlı Ordusunu bu yürüyüşle helak edeceği fikrinde idi. Ancak Osmanlı, taht şehri Tebriz'e çok yaklaşmıştı. Çaldıran sahrasında padişahı karşılamaya karar verdi (Doğu Anadolu'daki Çaldıran değildir). 23 Ağustos 1514 sabahı... Türkiye'nin kaderi Çaldıran sahrasında karara bağlanacaktı...
Çaldıran
Tebriz'e doğru çıktı sefer sâhrâhına Ervâh peyrev oldu Cihan Padişahına Hengâm- ı rezmi bildiren âvâz-ı hatifi Aksetdi her tarafta cibâlin cibâhına Sahrâ-yı Çaldıranda gazâ vardır erteye Ey berk müjde ver feleğin mihr-ü mâhına.
Şah, 2 bin 500 kilometre yol yürümüş Osmanlı ordusunu en azından püskürtüp, Orta Anadolu'yu İran kültürü etkisinde, Şiî, feodal ve Ortaçağ temsilcisi Safevî devletine katacağına emindi. Savaş talihi yüzüne gülerse, belki Adalar Denizi'ne, Marmara'ya, Boğazlar`a dayanır. Osmanlı'yı Rumeli'ne bile atabilirdi!..
Niğbolu sancağı akıncıları... Bolu ve Kastamonu sancakları tımarlı sipahileri... Merkezde yeniçerilerin tüfekli ağır piyade tümeni... Arkalarında gizlenen 300 korkunç sahra topu... Sah, Osmanlı'nın bütün bu şevketini gözleriyle gördü.İnancı sarsılmadı. Topu ve tüfeği yoktu ama önemsizdi! Kendi Türkmen atlıları daha yiğit, daha inançlı idiler. Yeniçerilerin ağır ve hantal tüfeklerini kaldırıncaya kadar, ok yağmurunu izleyen kılıç darbeleri arasında can vereceklerine emindi. Top da neyin nesiydi? Safevî atlarını sesleriyle ürkütmesin yeterdi...
Osmanlı tümenleri, hilâl seklinde açıldı.Merkezde Sultan Selim atının üzerinde, kısa ve kesin cümlelerle emîr veriyordu. Osmanlı hassa subayları, emirleri kanatlara ulaştırıyorlardı. Rumeli'nden geçirilmiş akıncılar taarruza geçti. Orta Avrupa'daki akınlara benzemiyordu. Türkmen atlıları, sert karşılık veriyor, son nefeslerini solumadan kılıç bırakmıyorlardı...
Akıcılarının döküldüğünü gören Sofya akıncı sancak beyi (komando tümgenerali) Malkoçoğlu Dâmad Ali Bey, ön safta çıktı. Osmanlı soyluluğunun doruğunda, genç, fakat Avrupa serhadlerinde pişmiş bir subaydı. Varşova Fâtihi Malkoçoğlu Gazi Koca Paşa’nın oğluydu. Yavuz'un ağabeyi Sultan Korkut'un kızı Ferahşâd Sultan'la evliydi. Ön saffa çıkar çıkmaz vuruldu,derhal şehit oldu. Ağabeyinin şehadetini gören Silistre akıncı sancak beyi Tur-Ali Bey, hemen yetişip yerini aldı. 30 dakika geçmemişti ki, o da şehadet şerbetini içti. Sultan Selim'in kirpiklerinden yaş düştü...
Ama Şah İsmail, kılık değiştirip kaçtı. Hazinesini, zevcesini, otağını, taht şehrini Osmanlı'ya bıraktı. Anadolu. Birliği parçalanmaktan kurtulmuştu. 16 Eylül'de Yavuz, o çağda İstanbul'dan bile kalabalık olan bir milyon nüfuslu Tebriz'de idi. En küçük karşı koyma olmadan şehre girdi. Şah'ın annesinin babası Hasan Padişah Camii'nde Sünnî hutbesini okuttu.
Lâkin yeniçeriler serkeşlik etti. İran içinde ilerlemekten vazgeçti. Döndü. bütün Diyar-ı Arab'ı fethedeceği ikinci, seferine çıkmaya karar verdi. Cezayir ve Yemen dahil, Arap ülkelerini Osmanlı'ya katacaktı. Hind Okyanusu'na uzanacaktı. Cihan Devleti'ni gerçekleştirecekti. Bunların hepsi, kısa saltanatı içinde oldu. İslâm Halifeliği'ni 29 Ağustos 1516 günü Haleb Ulu Camiindeki Cuma hutbesinde kendisinin ve Osman oğulları’nın üzerine aldı. Beş gün önce Memlûk Sultanı, meydan muhaberesinde ölmüş, Abbasi halifesi esir düşmüştü. Sultanların hükmündeki kukla halifeler dönemi sona erdi. Artık en kudretli Müslüman devletinin hükümdarı, hilafet-i islamiyeyi üstlenecekti.
Yavuz ve Anadolu Birliği
Yavuz Sultan Selim Han'ın fetihleri, asrının en büyük cihangiri olarak sayfalara sığmaz. Onun, Anadolu Birliği için gerçekleştirdiklerini vurgulayarak yazıma son vereceğim.
Dedesinin dedesinin babası olan Yıldırım Sultan Bayezid Han (1389-1402) Yavuz'unki gibi kısa olan saltanatında, Anadolu birliğini sağlamaya çok yaklaşmıştı. Malatya'yı ve Erzincan'ı aldı. Az bir şey kalmıştı. Daha doğudaki ve güneydeki Anadolu toprakları, diğer Türk devletlerinin, Timurluların. Karakoyunlular'ın, Akkoyunlular'ın,Memlukler'in, Artukoğulları'nın elinde idi. Ancak Yıldırım, 1402 Ankara darbesini yedi. Osmanlı, bir çok Anadolu toprağını, diğer Türk devletlerinin lehine kaybetti. Zaten İstanbul, Trabzon gibi şehirler daha Bizans egemenliğinde idi.
Ankara felâketi öylesine bir darbe idi ki. Doğu Türklerine bir şey kazandırmadı. Biz Batı Türkleri'nın Anadolu birliğini yapmamızı yarım asırdan fazla geciktirdi. Yarım asır ne demek...
Yıldırım'ın ilhak ettiği öyle yöreler vardı ki, ondan bir asırdan fazla bir zaman sonra ancak Yavuz döneminde devlete katılabildi.
Güneydoğu Anadolu'da yer yer Kürt beyleri yaşıyordu. Küçük hanedanlar kurmuşlardı. Bir kısmı Türkmen beyleri iken,dil ve örf bakımından Kürt'leşmişlerdi. Tarihte bağımsız bir Kürt devleti yoktur. Kürt beyleri, daima Güneydoğu Anadolu'ya hâkim Türk devletlerinin tebeası idiler. 11. asırdan beri böyleydi. Bu bölge Akkoyunlu Türkmenleri'nden Safevî Türkmenleri'ne geçmişti.Irak da aynı şekilde Akkoyunlular'dan Sah İsmail'e intikal etmişti. Bölgede ayni zamanda nüfuzlu şeyhler bulunuyordu. Her yörede Kürt ve Türk karışık yasıyordu. Arapça ve Süryânice, Ermenice konuşanlar da vardı. Kapalı bir Ortaçağ hayatı idi. Bu Kürt beylerinin hanedanlarını ben "Devletler ve Hanedanlar" başlıklı kitabımın 2. cildini oluşturan Osmanlı aileleri bahsinde, geniş ölçüde Bitlis beyi Şeref Han'ın "Şeref nâme"sine dayanarak sıraladım.
Yavuz zamanında Kürtler ve beyleri, geniş ölçüde Sünnî-Şafiî idiler. Ancak Sünnî-Hanefî, Şiî, hatta Yezîdî olanları da vardı. Safevî Türkmenleri yalnız Diyarbakır gibi büyük kalelerde Osmanlı'ya karsı koydular. Ancak Akkoyunlu beylerinden olan Osmanlı kumandanı Bıyıklı Mehmed Paşa, Safevî mukavemetini kırdı ve Musul, Kuzey Irak dahil. Güneydoğu Anadolu'yu Osmanlı birliğine kattı. Anadolu bütünlüğü geniş Ölçüde gerçekleşti. Kanunî Sultan Süleyman devrinde son rötuşlar yapıldı.
Bölgede yaşayan Türkmenler gibi Kürtler de Osmanlı'ya karşı koymaktalar. Bu hususta İdris-i Bidlîsî, büyük. başarı gösterdi. İdrîs, Akkoyunlu imparatorluğunda nişancılık görevinde bulunan bilgin bir yüksek bürokrattı. Çok iyi Türkçe, Farsça, Arapça muhtemelen Kürtçe biliyordu ve kuvvetli ihtimalle Kürt asıllıdır. 1501’de Şah İsmail, Akkoyunlular'ı yıkınca.şiîlikten nefret eden İdrîs, İstanbul'a geldi. Başta "Heşt-Behişt" adlı büyük Osmanlı tarihi ve "Selim-nâme" olmak üzere bir çok eserin yazarıdır.yavuz'dan birkaç gün sonra İstanbul’da öldü ve eşi Zeynep Hatun'un yaptırdığı camiin haziresine gömüldü.
Yavuz Sultan Selim, Güneydoğu Anadolu'nun ve halkının Osmanlı Türkiye ve Anadolu birliğine katılmaları misyonu ile bu tarihçi diplomat görevlendirdi. Mevlânâ İdrîs, Kürt beylerini ziyaret etti. Onlara şunları söyledi: "Bir kaç yıl öncesine kadar Akkoyunlu sultanlarının adına yönettiğiniz yörelere şimdi şah İsmail el koydu. Siz Sünnisiniz. Sünnî olmayanlarınız için de bir şey değişmez. Osmanlı yönetiminde zorlanarak din ve mezhep değişikliği istenen tek olay yoktur. Şah İsmail ise, hepinizin Şiî olmasını şart koşuyor. Atalarınızın mezhebi neyse, onu bırakacak. Şah'ın pençesine mi düşeceksiniz? İşte Osmanlı Padişahı'nın bana verdiği ferman. Benî bütün bu ülkelerin Osmanlı düzenine girmesi ile tam yetkili kılıyor. Osmanlı ilkesine göre herkesin toprağı, malı, mülkü kendinde kalır. Eskiden nasıl yaşıyorsanız, devam edeceksiniz. Yalnız devlete ve padişaha mutlak sadık kalacaksınız..."
Kürtler, kabul ettiler. Dostça ve isteyerek Osmanlı devletine katıldı Vicdan hürriyeti tanımayan İran tarafından olmak istemiyorlardı. Gerçi Osmanlı yönetiminin merkeziyetçiliğini biliyorlardı. Ancak nimetleri ağır basıyordu. Hiç bir Kürt beyi ve aşireti, Osmanlı yönetimine karşı koymadan Türkiye'ye katıldı. Yalnız büyük kaledeki Safevi askeri mukavemet etti, mukavemetleri netice vermedi. Zaten halk, Osmanlı'yı istiyor, Safevîlerden ürküyordu.
O zamandan beri Kürtçe konuşan kardeşlerimizle birlikte yasıyoruz...