19 Aralık 2007 Çarşamba
Jeanne d’Arc (Jan Dark) uydurma mı?
25 Ağustos 2007 Cumartesi
Sicilya Katliamı « Tarihteki İlginç Olaylar
1282, Palermo, Sicilya
Romalılar Sicilya'yı işgal ettiğinden beri ve muhtemelen daha da önce, Sicilyalılar Akdeniz'in kontrolü kimin elindeyse onun paspası olmaktan bıkmıştı. 1282'de Fransız monarşisi Sicilya'yı kontrolü altına aldığında da, 1266'da Anjou'lu Charles Sicilya krallığına getirildiğinde de durum buydu.
Büyük bir ihtimalle Charles adanın bir deniz üssü olmaktan ve vergi getirmekten başka bir yararı olmadığını anlamıştı. Sicilyalılar, kendi çıkar ve ihtiyaçları gözetilmeden büyük Avrupa devletleri tarafından yapılan anlaşmalardan rahatsızdı.
Bugünkü milliyetçilik koşullarında Sicilyalıların rahatsızlığının milli nedenlerden kaynaklandığını düşünebilirsiniz. Sicilya'da Avrupa'nın geri kalanına göre bu anlamda daha ciddi bir kimliğin oluştuğundan söz etmek mümkünse de bu sorunun sadece küçük bir kısmıydı.
Bugünkü milliyetçilik koşullarında Sicilyalıların rahatsızlığının milli nedenlerden kaynaklandığını düşünebilirsiniz. Sicilya'da Avrupa'nın geri kalanına göre bu anlamda daha ciddi bir kimliğin oluştuğundan söz etmek mümkünse de bu sorunun sadece küçük bir kısmıydı.
Bununla birlikte, işgalcilere karşı kendilerini savunmak için La Cosa Nostra'yı yaratmış olan bu halk oldukça sakindi. Ufak tefek bir sürü olay oluyor, anlaşmazlıklar artıyordu. Ama 30 Mart 1282'ye kadar önemli bir şey meydana gelmedi. Paskalyadan sonraki pazartesi günü işler birden karıştı. Bir grup Sicilyalı kilisede akşam duası için toplanmıştı.
Bir gün önce bir grup Fransız askeri Santo Spiro (Kutsal Ruh) kilisesini basmış ve vergi borcu olan bazı kaçakları yakalamıştı. Bu, açıkça ötekilere karşı gözdağı vermek için yapılmış bir ibret gösterisiydi. Kilisede otururken kelepçelenip götürülen bu adamların oluşturduğu manzara sadece mırıldanmalara yol açtı ama kimse direnmedi. Ve o pazartesi günü, akşam duası başlamadan önce şehrin yerlisi Katolikler kilisenin önünde toplanmıştı.
Yetkililer böyle büyük bir kalabalıktan rahatsız olmuştu. Bunun sadece dinsel bir kutlama olduğundan ve Sicilyalıların silahlı olmadığından emin olmak için iki yüz Fransız askeri gönderildi. Aslında bu çok anlamlıydı. Çünkü daha önce benzer toplantılar tartışmalara neden olmuştu ve bir gün önce aynı yerde kötü bir olay yaşanmıştı.
Sicilyalılar üzerlerinin aranmasına ses çıkarmadı. Silahsızlardı. Ama Fransızların tacizci yaklaşımı Sicilyalıların gururuna dokunmuştu. Fransız askerlerinden biri "silah aramak için" yeni evli bir kadının bluzunun altına elini sokunca kocası öfkelendi. "Fransızlara ölüm" diye bağırıp, Fransızın kılıcını belinden çekerek üzerine yürüdü. Bu hareket kalabalığı ayaklandırdı. Hiçbiri silahlı olmamasına rağmen tüm Fransız askerlerini öldürmeyi başardılar. Kayıtlara göre Sicilyalılar da iki yüz kayıp verdiler.
Sonraki günlerde tüm ada halkı ayaklandı. Binlerce Fransız ve onlarla işbirliği yapan ya da evlenenler de öldürüldü.Charles'ın tepkisi iki birlik daha göndermek oldu. Yeni birlikler ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırıp Sicilya'yı geri aldılar. Adada isyan ve direniş bir yaşam tarzı halini aldı. Halk adadaki yönetime alternatif olarak adı bugün 'Cosa Nostra' olarak bilinen bir kültürel doku oluşturdu.
Fransızların tutumu sadece isyana neden olmadı, aynı zamanda Amerika'nın ilk organize suç mekanizmasının temellerini attı. Bagajlarda bulunan cesetlerin, ayağından betona gömülmüş, dizlerinden vurulmuş insanların okuduğu beddualar hep dinsel bir kutlamada sorun çıkmasını engelleme işgüzarlığında bulunan Fransız yöneticilere gitmeliydi.
http://www.tarihsayfam.com/
23 Ağustos 2007 Perşembe
Seçilmemeyi Nasıl Başarabilirsiniz?
Olağanüstü durum ilan eden Belediye Başkanı Bilandic arabaların yollardan çekilmesi çağrısı yaptı. Arabaların okulların bahçelerine ve park alanlarına çekilmesini isteyen Blandic karların temizlenmesi için yolların boşaltılması gerektiğini belirtiyordu. Belediye başkanının istekleri polis tarafından zorla uygulanacak ve yollarda bırakılan arabalara ceza kesilecekti. Ancak Bilandic'in park alanı olarak kullanılmasını önerdiği 103 yerden çok azı karlardan temizlenmiş ve halkın kullanımına uygun durumdaydı. Arabalar kar tepelerinin altında kalmış ve kar temizleme makineleri caddelerden geçemediği için yan sokaklar iyice kardan geçilmez duruma gelmişti. Park alanlarıyla ilgili kendisine yanlış bilgi veren görevlileri cezalandıran Bilandic halktan özür diledi.
Demir Maskeli Adam
20 Ağustos 2007 Pazartesi
Atlas Okyanusundaki Gizemli Olay...
Onlar bu son hareketleriyle yaşamlarına Son veriyorlar, kendilerini okyanusundalgalarına bırakırken, çaresizlikten ölüme teslim oluyorlardı. Bu olaya yalnızca o değil, o bölgede ki balıkçılarda yıllardır tanık olmuşlardı. Kuş bilimcileri ise, yaptıkları araştırmalarda göçmen kuşların farklı yönlerdengelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini keşfediyorlar, fakat onların,birbirleri peşi sıra kendilerini ölümün kucağına atmalarının nedenini bir türlüçözemiyorlardı.
Gerçek, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında anlaşıldı. Bu trajik olayın Yaşandığı yerdebir zamanlar bir ada vardı. Göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan bu ada, birdeprem sonunda, okyanusa gömülmüştü. İnsanların yok olduğunun bile ayırdına varamadıkları ada, göç yollarının ortasındakuşlar için vazgeçilmez "dinlenme" durağıydı.
Kuşlar binlerce yıllık kalıtımsal alışkanlıklarıyla adanın yerini bilmekteydiler veyıpratıcı, uzun yolculuklarının ortasında, biraz dinlenebilmek ve toparlanabilmekiçin, yine binlerce yıllık kalıtımsal güdüleriyle, okyanusun ortasındaki adayageliyorlardı ama... Olması gereken yerde adayı bulamayınca, yorgunluktan bitkin bedenlerini çığlıkçığlığa okyanusun sularına bırakmak zorunda kalıyorlardı.
Arkeologlar Piramitlerde Çok Gizli Odaların Peşine Düştü
Mısır’da Tutankamun’un da dahil birçok firavunun hazinesinin bulunduğu Kahire Müzesi’nde geçen ocak ayında yeni bir mumya salonu açıldı. Fakat müzede hálá hummalı bir çalışma sürüyor. Bodrum katındaki 3000 metrekarelik bodrumda bozulmaya yüz tutmuş mumyaları restore ettiren müzenin ilk kadın müdürü Wafaa el Saddik, şimdi de içinde envanterleri bile yapılmamış on binlerce buluntunun saklandığı depoyu baştan başa elden geçirip yenilemek için kolları sıvadı. Müzeye ilgi büyük. Başta National Geographic olmak üzere birçok televizyon kanalı müzedeki etkinlikleri ve çalışmaları yakından takip ediyor. Merakın odağı
Mısır tarihi her zaman insanların ilgi odağı olmuştur. Sonuçta dünyanın ilk devleti tarihöncesi dönemlerden, Roma dönemine kadar 3000 yıllık bir tarih yazmıştır. Büyük bir sonsuzluk arayışı içinde olan halk, güneşte ve yıldızlarda ölümsüzlüğün sembolünü gördü. Günümüze dek korunagelen mumyalanmış bedenler, modern mimarının bile aşmaya cesaret edemediği devasa piramitlerde olağanüstü bir uygarlığın canlı tanıkları gibi "yaşamaya" devam ediyorlar. Piramitler hakkında bugüne kadar yazılanların haddi hesabı yok. Kimi yazarlar bereketli Nil topraklarında yükselen bu yapıları inşa eden eski Mısır halkının çalışmalarını hayranlıkla anlatırken, o dönemde bu kadar gelişkin bir mimarinin varlığına akıl sır erdiremeyenler, insanoğlunun karşı konulmaz hırsını ve açgözlülüğünü de simgeleyen bu görkemli yapıları uzaylılara mal ettiler.
Gizler tam çözülmedi
Piramitlerde yapılan yüzlerce belki de binlerce yasal ve yasadışı araştırmalara rağmen, eski Mısır tanrılarının mezarlarının gizleri hálá çözülmüş değil. Mısır piramitleri çok sayıda hazine avcısının hedefi olmuştur tarih boyunca. Piramitlerin içindeki karmaşık geçit sistemi ve esrarengiz kapılara rağmen, mezar odaları yağmalanmaktan kurtulamamıştır. Günümüze en sağlam olarak kalan Tutankamun’un mezarıydı. İngiliz araştırmacı Howard Carter, firavunu tüm ziynetleri ve silahlarıyla birlikte, iç içe konmuş 110 kilo ağırlığında dört lahidin sonuncusunda bulmuştu. Ama mezarında rahatsız edilmeyen ve soyulmayan başka firavunlar da olabilirdi. Mısır Eski Eserler Dairesi Başkanı Zahi Hawass da böyle düşündüğü için 2002 yılında Keops piramidinde, "Pyramid Rover" olarak adlandırılan uzaktan kumandalı bir araştırma robotuyla bir keşif gezisi yaptı.
Canlı yayımlandı
Başta National Geographic kanalında olmak üzere birçok dünya televizyonunda canlı olarak yayımlanan bu araştırmadan sonra, Spiegel dergisinde yayımlanan yazıya göre, Fransız mimar Gilles Dormion, kısa bir süre önce endoskopi aletleri ve jeoradarıyla (yer radarı) yapmış olduğu araştırma sonucunda ilginç bulgulara ulaştı: - Keops piramidindeki "kraliçe odasının" zemininde gizli bir geçit var;- 4. Hanedanın kurucusu firavun Snofru’nun mezar odasında giden koridorun üzerinde bulunan bir dehliz iki gizli odaya açılmakta. Ayrıca Fransız mimarın ilginç bir hipotezi var. Dünyanın en büyük mezar anıtında döner heykellerden, tuzak şeklinde kapılardan ve engellerden oluşan bir mekanizma bulunmakta.
Peki Mısırlılar, krallarını yağmacılardan korumak için ne gibi taktikler uygulamıştı? Hırsızları şaşırtmak için kaç tane sahte koridor kaç geçit vardı? Devasa yapıların içinde bu tür aldatmaca yollar için bol bol yer var. Dördüncü hanedana ait iç mimari teknikleri hala anlaşılmış değil. Sonsuzluğa giden koridorlar, tuhaf nişler, çift mezar odaları akıl almaz sırlarla dolu. Özellikle de 143m yüksekliğindeki Kefren piramidinin içi metro gibi. Araştırmacılar asıl geçitlerin hala bulunamadığına inanıyorlar. Piramitler içinde neredeyse yok denecek kadar oksijen bulunduğu için de araştırılmaları çok zor. Fakat bilim insanları artık ileri teknolojinin nimetlerinden yararlanmaya başladılar. Mesela yer radarları taş duvarlarının yoğunluğunu elektromanyetik olarak ölçebiliyor ve uzaktan kumandalı robotlar, kıyıda köşede kalmış bölgeleri tek başlarına araştırabiliyor. Dormion’un ilk çabaları bile müthiş sonuçlar verdi. Parmak kalınlığında bir endoskopi aleti, Medum piramidinin içinde açtığı küçük bir delikten girerek 1,4m yüksekliğinde ve iki gizli odaya açılan bir geçit buldu.
İlk piramidin babası
Arkeolog Hawass burada ilk piramitleri inşa eden kişiyi bulmak istiyor. Kısa bir süre yayımlanacak kitabında arkeolog, piramit alanının kurucusunun hálá lahitinde dinlenmekte olduğunu yazıyor. Firavunların en büyüğü olan Snofru tüm hırsızları yanılttı, diyen Hawass’ın teorisine göre, ilk gerçek geometrik piramidi inşa eden Keops’un babası Snofru idi. Snofru’nun piramit kenti Dahşur, pek bilinmez. Doksanlı yıllara kadar askeri bölge olduğu için buraya girmek yasaktı. Snofru’nun burada inşa etmiş olduğu "Kırmızı Piramit" 109m, "Bent piramidi" ise 105m yüksekliğindedir. İki Alman araştırmacı ayrıntılı incelemeler sonucunda Mısır’daki ilk piramidin aslında bir felaket örneği olduğunu ortaya çıkardılar. Piramit ustaları ilk önce temelleri çöken yapıda defalarca kurtarma çalışmaları yaparak, piramidin inşasını 15 yılda güç bela tamamlamışlardı. Fakat mühendislik hatasına dayanan bu başarısızlık Mısırlı firavunları yıldırmak şöyle dursun, asıl piramit çağının başlangıcı olmuştu.
Eski Mısır’da ileri teknoloji
Eski Mısır’ın taş ustaları daha dördüncü hanedandan itibaren, diyorit veya granit gibi sert taşları kesebiliyorlardı, ama hiç kimse bunu nasıl başardıklarını bilmiyor. Snofru’nun döneminde ilk kez bakır heykeller kalıplara dökülmeye başlanmış ve arp bulunmuştu. Halk büyüye ve sihirlere inanıyordu. Snofru’nun sembolleri de bunu açıklıyor aslında: Firavunun kısa eteğinin altından sarkan aslan kuyruğu onun hayvan kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Elinde tuttuğu ucu kıvrık bir asa ve kamçıdan en büyük büyücü olduğu anlaşılmakta. Gökyüzüyle en iyi şekilde iletişim halinde olan Snofru, Nil nehrini kabartabiliyordu. Sıradan halk, kralları ve diğer soyluları göremiyordu. Bu nedenle de birçok firavun "Gizlerin bekçisi" olarak anılıyordu. Snofru, anıtsal mezarı için Memfis’in 50km uzağındaki Fayum vahasının doğu kenarını seçmişti.
Gökyüzüne bir basamak
İlk önce sekiz basamaklı bir piramit planlanmıştı. Ama Snofru daha yükseğini isteyince 85m’lik bir yapı çıkar ortaya. Snofru döneminde eski Mısır mimarisi yeni bir boyut kazanıyor. Ardılları Keops ve Kefren de onun izinden giderek daha büyük piramitler inşa ettirdiler. Dördüncü hanedanının kralları ölümsüzlüğü simgelemek istiyorlardı. Piramitler aynı zamanda farklı bir görüşü de yansıtmakta. Daha önceki dönemlerdeki firavunlar yer altında içleri ağızlarına kadar yiyecek ve içecekle dolu olan magazinlere gömülüyordu. Oysa Snofru’nun amacı ışığa ulaşmaktı. Piramit, ölen hükümdarın gökyüzüne giden yolcuğu için bir basamaktı. Astronomiyle uğraşan rahiplerin gözünde kesin bir hedef vardı. Onlar için kuzey gökyüzünde hiçbir zaman batmayan kutup yıldızları sonsuzluğun zirvesiydi. Fakat astronomik belgelerde, boğa takımyıldızında turuncumsu renkte ışıldayan Aldeberan yıldızı da ele alınmakta. Aldeberan yıldızı eski Mısır’da batışın ve gençliğin simgesidir.
Hırsızlık daha gömülmeden!
Ancak bu görkemli piramitler bile öldükten sonra firavunların gücünü koruyamıyordu. Belgelere göre hırsızlık daha gömülme sırasında başlıyordu. Meşalelerle mezar odalarına giren yağmacılar, kralların boyunlarındaki amuletleri hatta altın maskelerini bile söküp alıyorlardı. İşte piramit ustaları bu nedenle hep daha karmaşık güvenlik sistemleri geliştirmek için tuzaklar ve gizli geçitler eklediler planlarına. Fakat anlaşıldığı üzere Mısır kralları hırsızları yanıltmak için çok daha farklı taktikler de uygulamıştı. Özellikle de üçüncü hanedanın hükümdarı Sekemket. Mısırlı arkeologlar ellili yıllarda firavunun tamamlanmamış basamaklı piramidini bulmuşlardı. Girişi hala ilk yapıldığı gibi duruyordu. Büyük bir heyecanla kilidi kıran arkeologlar 30m derilikteki bir dehlize indiklerinde, yerde 21 bilezik, 388 altın boncuk, 420 seramik kürecik ve altın bir asanın kalıntısıyla karşılaştılar. Dehlizin arkasındaki mezar odasına hiç dokunulmamış ve açılmamıştı. Amerikalı araştırmacı Robert Brier, bu ilginç buluntuların, hırsızları, firavunun mezarından uzaklaştırmak için düşünülen bir hile olduğunu düşünüyor.
Son araştırmalar soyulma tehlikesinin Snofru’nun mühendisleri tarafından da tahmin edildiğini gösteriyor. Medum piramidi adeta kilitli bir zırh gibi. Planlara göre aşağı inen koridorun içi tıpkı Loto makinesinin borusundaki küreler gibi küp şeklinde taşlarla doldurulacaktı. Mezar odasının önüne büyük nişli bir giriş yapılmış. Anlaşıldığı üzere dev taşlar yığılacaktı. Fakat burada ilginç olan hiçbir zaman bir lahidin bırakılmamış olması. Fransız mimar Dormion’un araştırması bu tür sorulara yanıt getirecek gibi. Girişteki koridorun hemen üzerinde endoskopla bir delik açan mimar, iki odaya uzanan gizli bir geçit buldu. Kameranın gördüğü kadarıyla bunlar boş. Birçok arkeolog bu noktadan sonra araştırmalara devam etmek istiyor, fakat Hawass, bu mirası koruması gerektiğini savunarak, yabancı arkeologlara izin vermemekte.
Kölelik yok, zorunlu çalışma var!
Uzmanlar Dahşur bölgesindeki piramiti yapım sırasında yeni blilgilere ulaşıldı: Eski Mısırda kölelik bilinmiyordu henüz, ama zorunlu çalışma vardı. İşçiler yalınayak çalışıyorlardı ve tonlarca ağırlıktaki taş bloklarını taşırken kemikleri kırılıyordu. Rahip doktorlar yaralı bölgeleri sarıyor ve şişen bölgeleri şifalı bitkilerle tedavi ediyorlardı. Tüm bunlar yaşanırken, firavun Snofru, çalışmaları oturduğu yerden izleyebiliyordu. Hükümdarlık binası inşaat yerinin hemen kenarındaydı. Mimarları yepyeni bir mezar yapısı keşfetmişlerdi, matematik kitabından çıkmış bir biçimi andırıyordu bu. Basamaklı piramit kuleleri Tikal, Chichen Itza ve Babil’de bulunmuştu. Ama hiçbir Maya, Çinli veya Sümerli, prizma biçiminde bir ölü tapınağı inşa etmeyi akıl edememişti. Snofru’nun hükümdarlık yönetiminde öte yandan din de yeni bir boyut kazanmış ve zafer güneş tanrılarının eline geçmişti. Tıpkı doğudan yükselen ve batı çölünde kızararak batan güneş gibi Snofru da sonsuz bir şekilde parlamaya devam eden bir yıldız olacaktı. Daha önceki dönemlerde nekropoller, kuzey-doğu yönünde kurulurken eksen doğu batı yönüne çevrilmişti. Firavun, ufuktaki günlük gezilerinde kendisine eşlik eden Re’nin oğlu olmuştu.
10 bin işçi çalıştı
Snofru müthiş bir taslak hazırlatmıştı. Anıt mezarının kenarı 156,90m uzunluğunda olacaktı ve bunun için de eğim açısının 60 derece olması gerekiyordu. Tahminlere göre Snofru’nun piramit inşaatında 10.000 işçi, 5000 kadar taş ustası, matematikçi ve sanatkarlar çalışmıştı. Fakat plan beklendiği gibi yürümüyordu, karbonat çamurlarıyla biçimlenen deniz tortullarından oluşan zemin tonlarca ağırlıktaki yapıyı kaldırmıyor, duvarlarda çatlaklar oluşuyordu. Yoğun kurtarma çalışmalarından sonra eğim açısı 45 dereceye düşürüldü ve yapının üzeri 15,70m kalınlığında kireç taşı kaplama ile örtüldü. Ve yaklaşık 15 yıllık bir mücadeleden sonra piramit hazırdı. Ölüler kentinde artık 3,6 milyon tonluk taş yığını yükseliyordu. Bu başarısızlık Snofru’yu yıldırmadı tam aksine ölümsüzlük arayışında önemli bir adım oluşturdu sadece. İki büyük piramidi bulunan hükümdar çok daha büyük bir proje için kolları sıvadı. Bu Kırmızı Piramit idi.
Kırmızı piramidin öyküsü
İnşaat yeri sadece 1,9 kilometre uzaklıktaydı ve bu sefer planda kenarı 219m ama eğim açısı sadece 45 derece olan bir yapı vardı. Zeminin sağlamlığı da iyice kontrol edilmişti. Günümüzde alınan hava fotoğraflarından anlaşıldığı üzere batıdan, Kırmızı piramide iki taşıma rampasının uzanıyordu.Ve hükümdar buradaki işi sanki başından aşmazmış gibi ilk eseri olan basamaklı piramidini de düzgün ve soyut bir yapıya dönüştürmeleri için sanatkarlarının bir kısmını Medum’a yolladı. Taş ustaları parçalanmış ellerinden küre biçimindeki açkı taşlarını bıraktıklarında Snofru 75 yaşına gelmişti ve mezarının tamamlanmasıyla aynı zamanda öldü. Rahipler ölünün etlerini çıkardıktan sonra kemiklerini keten bezlere sardılar. Natronla yapılan gerçek mumyalama o zamanlar daha bilinmiyordu. Ancak hükümdar gömülmeye hazır haline gelince kafalar karıştı.
Acaba orada mı?
Spiegel’den derlediğimiz yazıda şöyle deniyor: Snofru hangi piramide gömülecekti? Hawass’ın son teorisine göre hükümdar herkesle alay edercesine, kendisini Medum’daki eski anıt mezarına gömdürmüştü. Böylece potansiyel hırsızlara hiçbir olanak tanımamıştı. Hükümdar belki de hala görkemli lahidinde yatıyor diyor Hawass. Dört milyon taşla çevrili, 14,70m yüksekliğindeki kubbemsi tavanı altında durmuş olanlar Snofru’nun nasıl bir titan olduğunu hissedebilirler. Peki ama hükümdar gerçekten de burada mı yatıyor? Medum’da hálá bilinmeyen zikzak biçiminde geçitler, tüneller veyahut da "en kutsal bölgeye" giden yolu kapatan, önleri örülü koridorlar mı var?İngiliz araştırmacı John Shae Perring, 1840 yılında, piramidin içine girip her yeri aramasına rağmen hiçbir şey bulamamıştı. 1950’li yıllarda Mısırlı bir ekip de eli boş döndü. Hawass şimdi ileri teknolojik araçlar ve National Geographic’ten aldığı destekle piramitlerin gizlerini çözmeye hazırlanıyor. Bekleyelim bakalım, insanoğlunun yüzyıllardır merak ettiği firavunlar dünyasının giz perdesi nasıl açılacak.
Kaynak: Hürriyet - Bilim
12 Ağustos 2007 Pazar
Topun Türklere Satılması « Tarihteki İlginç Olaylar
10 Ağustos 2007 Cuma
Son Haçlı Seferi « Tarihteki İlginç Olaylar
Veba ve Kediler « Tarihteki İlginç Olaylar
Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar. Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü. Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı.
Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu.
Ortaçağda her yer fare doluydu. Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı. 14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.