Hıristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hıristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Mayıs 2017 Çarşamba

Bizans Kilisesi, Hukuk ve İmparatorun Rolü

Bizans Kilisesi, Hukuk ve İmparatorun Rolü

Grzegorz Leopold Seidler
1960


I. Justinianos saraylı idarecilerle. San Vitale Bazilikası, Ravenna'da bulunan mozayik
https://tr.wikipedia.org/wiki/I._Justinianos#/media/File:Justinian_mosaik_ravenna.jpg
Hıristiyanlığı resmî din düzeyine yükselten Bizans imparatorları, Doğu Kilisesi'nin bütün sorunlarında son sözü söylemek hakkını kendilerine ayırmışlardır. (Gerçekte Doğu Kilisesi'nin başı olan) Konstantinopolis Patriği'nin nasıl seçileceğini anlatan, 10. yüzyıldan kalma bir tören kitabı, imparatorun bu seçimdeki kesin belirleyici rolünü açıkça göstermektedir. Buna göre, imparatorun buyruğu üzerine, Ayasofya Kilisesi'nde toplanan metropolitler ona üç aday sunarlar; eğer imparator bunların üçünü de reddeder ve kendi adayını öne sürerse, metropolitler kurulu yalnızca, bu adayın patrikliğe lâyık olduğunu kabul etmekle yetinir. Senato'nun ve rahiplerin huzurunda, imparator yeni seçilen patriğin "Tanrı'nın ve imparator'un isteği" ile bu şerefe eriştiğini özellikle belirtir.(1) Öte yandan, imparatorun adayının da Kilisenin izlediği siyasette ve dingörevlilerin seçiminde bir etkisi vardır ve bu durum, Doğu devletinin birliğini güçlendirmeye yaramaktadır.


İustinianos [Justinianos, Jüstinyen, I. Jüstinyen, Büyük Jüstinyen] sık sık adaletsizliğe başvurarak açıkça Kiliseyi tutardı; kafasında, din bu adaletsizliği haklı kılmaktaydı. Prokopios, İustinianos hakkında şöyle demektedir:
"Hıristiyanlıkla ilgili işlerde hiçbir şeye boyun eğmezdi; buysa, uyrukları için yenilgi ve yoksulluk demek oluyordu. Rahipleri halka zorbalık yöntemleri uygulamakta tamamıyla serbest bırakmıştı. Rahipler komşularının arazilerini yağmalarlarsa, imparator onları ayrıksız onaylar ve desteklerdi; böylelikle, sözde, dindarlığını göstermiş oluyordu. Kilisenin yararı bahanesiyle, rahiplerin hakları olmayan arazileri zorla işgal etmelerini öngören Kilise kararlarını över, sonra da bu yasasızlıkları mahkemede onaylatırsa, bunu Tanrı'ya bir hizmet sayardı. İmparator adaletin idealini, rahiplerin hasımlarına galebe çalmasında görüyordu. Bu gibi haksızlıklara uğrayanlar topraklarını geri almasınlar diye, yaşayan ya da ölmüş mal sahiplerine ait arazilere kendisi el koyar ve sonra bunları kiliselere verip övünürdü; güya, böyle dindarca davranışlarıyla günahlarını ödetmekteydi" (Historia arcana, XIII, 4-6).
Açıkça desteklenen Kilise de İmparatora borçlu kalmıyor, devletin yönetiminde onu destekliyordu.
Diokezlerin başında, şeklen bütün inançlılar tarafından, gerçekteyse metropolitin ve patriğin onayıyla, o diokezin rahiplerince seçilen piskoposlar vardı. Piskoposlar, yetkileri birer ili kapsayan metropolitlere bağlıydılar; metropolitlikler de beş patrikliğin -Roma, Konstantinopolis, Antiokhos, Jerusalem ve Aleksandria patrikliklerinin bölümlerini oluşturuyorlardı.(2) Bizans devletinde piskoposlar toplumsal ve kamusal işlevler görürler, imparatorluk yasalarını ilân ederler, hastahaneler (nosokomeia), yetimhaneler (orphanotropheia), yaşlı-evleri (gerontokomeia) ve hanlar (ptokhotropheia) işletirlerdi. Doğu Hırisristiyanlığı Bizans İmparatorluğu'nun resmî öğretisiydi; Kilise kurumlarıyla da, inançlılar arasındaki toplumsal ve etnik (kabilesel) ayrılıklar düzlenerek, halkın daha kolay yönetilmesi amaçlanıyordu.

Doğu Kilisesi örgütünün, devleti yönetmekte imparatorlara yardımcı olmasına karşılık, inançlılarca türlü türlü yorumlanan Hıristiyan öğretisinin özü, sürekli bir anlaşmazlık kaynağıydı. Karışık ve bulanık anlatımlarla dolu olan Hıristiyan dini, tartışmalar ve dogma kavgaları için birçok olanaklar vermekteydi. Anlaşmazlıkların konuları değiştiği gibi, hükümdarların savları ve yakınlıkları da başka oluyor, ama İmparatorluğun Batı ve Doğu bölümleri arasında, bitip tükenmek bilmeyen din çatışmalarında yansıyan uyumsuzluk sürüp gidiyordu. Bizans imparatorları, İspanya'dan Fırat'a kadar uzanan evrensel bir imparatorluğu yeniden kurmaya çalıştıkları sürece, dogmatik anlaşmazlıkları
çözmek için her türlü çabayı gösterdiler. Fakat, onların tarihin akışını değiştirme girişimleri boşa çıktı;
uygulamada ekonomik ve siyasal koşullar, gerçekleştirilmek istenen birliği parçaladı.

İmparatorluğu bölen ayrılıklara, Doğudaki ve Batı'daki inançlıları birbirlerine yabancılaştıran güçlü dinsel farklılıklar ekleniyordu.(3) Batılı ortodokslarla Doğulu monofizitler arasındaki çatışma uzun zamandır sürüyor ve taraflar hiç ödün vermiyorlardı. Roma'nm ortodoks izleyicileri, İsa'nın tanrı ve insan olarak ikili doğası kavramını savunuyorlar, monofizitlerse İsa'nın yalnızca tanrısal doğası olduğu öğretisini öne sürüyorlardı. Origenes'in Tanrı'nın salt ruh, zaman-dışı, duyumlarla algılanmaz, yaradılışın ilk nedeni olduğunu ve İsa'nın Tanrı ile dünya arasında aracılık yapmak için ondan geldiğini ortaya atmasından başlayarak, bunların çatışmaları ve savaşları yüzyıllarca sürmüştür. Origenes'in öğretisi, İsa'nın tanrısal niteliğiyle insan olma niteliğinin ne gibi bir ilişki içinde olduğunu saptamak amacıyla, Kilisede kurgusal bir tartışma başlatmıştı. İmparator Konstantidos bu kavgayı sona erdirmek için başarısız bir girişimde bulunarak "Baba ve Oğul'un doğalarının özdeşliği"ni ilân  etmişti.(4) Beşinci yüzyılın ilk yarısında Suriye'de Nestorios resmî Kiliseye karşı çıktı. Aristoteles'in felsefesinden hareket eden Nestorios'la izleyicileri, İsa'daki tanrısal doğayla insan doğasını ayrımlıyor ve dolayısıyla Tanrı'nın Anası'nın kutsallığını yadsıyorlardı. 431 yılında Ephesos Konsilinde nestoriosçuların mahkûm, edilmeleri, Kilisenin içindeki çatışmaları sona erdirmemiştir.

Bitip tükenmez kısır tartışmaların sonucu olarak, İsa'nın hem Tanrı hem İnsan olduğu yolunda geçici bir anlaşmaya varıldı; ama dinbilimsel kurgu, kendine yeni bir konu bulmakta gecikmedi: İsa'nın tanrı ve insan doğaları ayrı ayrı benliklerini korumuş muydu, yoksa monofizitlerin dediği gibi, tanrı ve insan öğeleri karışıp birleşmiş miydi? 451'de toplanan Khalkedon Konsili, İsa'nın ayrı doğalarına ilişkin olarak Roma'nın ikici tezini kabul etti: İsa "değişmez bir tanrı ve insan doğasıyla., hem gerçek Tanrı, hem gerçek İnsan..."di.(5) Monofizitler bu Konsilin kararlarını kabul etmediler ve İmparator Zenon'un (474 -491), sonra da T. Anastasious'un (491-518) desteğiyle Roma'ya karşı çıktılar. Süregelen dogma çatışmaları, Hıristiyanlığı imparatorluğun resmî öğretisi olmaktan alıkoymadı. Tersine, Kilisedeki uyumsuzluklar, İmparatorlara her iki yana karşı değişiklikler gösteren bir politika izleyerek Papalıkla ilişkilerini diledikleri gibi düzenlemeleri için güzel bir fırsat sağladı. Örneğin, İustinianos imparatorlukta birlik yaratmak istediği zaman, Roma'yla iyi ilişkilerini sürdürmek amacıyla ortodoks görüşü resmen desteklemişti. Aynı zamanda, karısı Theodora'nın tuttuğu Monofizitlerin desteğini de yedeğe almıştı.

İsa'nın doğası üstüne kurgusal ve dogmatik tartışmaların gerisinde, Doğuyla Batının ayrı toplumsal çıkarları ve çatışan eğilimleri yatıyordu. Monofizitlerin inancına göre, ortodoks tez, dünyevî zenginliklere sahip olma ve dünyevî yaşam sevgisini temellendirmek isteyen resmî Kilisenin bir desisesinden başka bir şey değildi. Dolayısıyla, Monofizitlerin zâhitlik çağırışı da, toplumsal eşitliksizliklere, Kilisenin mallar-miilkler edinmesine ve servetine yönelen bir saldırıydı.(6) Ayrıca Monofizitler gerek Roma'nın gerekse Bizans'ın üstünlüğüne karşı çıkan Doğulu halkların ayrılmacı eğilimlerini temsil etmekteydi.

Bu Kilise çatışmalarının sonsözü, Doğu Ayrılığı oldu. 16 Temmuz 1054'te Bizans imparatorlarının başkentinde, papalık temsilcileri Doğu Patriği Mikhail Keroularious'u lânetlediler. Buna karşılık, Doğu Kilisesinin ileri gelenleri de papalık temsilcilerini lânetlediler, onlara "yaban domuzları" dediler ve bu durum, "kutsal şehir"in huzurunu bozdu.(7)

İustinianos'un öncelleri, Hıristiyan alçakgönüllülüğünün ve devletin kiliseye uygun olarak örgütlenmesinin yararlarını kavrayarak Hıristiyanlığı resmî din diye tanımışlardı; ama İustinianos, imparatorluğu birleştirilmiş bir hukuk sistemiyle de bağlamak istiyordu. Böylelikle, birçok etnik gruplardan oluşan nüfus, hem din hem de hukukla birleşmiş olacaktı. Hükümdarlığının hemen hemen ilk günlerinden başlayarak, İustinianos yasaları biraraya toplama işine girişti; türlü türlü yasa kurallarından birleştirilmiş bir sistem evrilecekti. O zaman değin, XII Levha Kanunları, halka yayımlanmış bildiriler, Senato kararları, preator buyrukları yürürlükteydi — bu sonuncular, İmparator
Hadrianus'un isteğiyle hukukçu Salvius Julianus tarafından toplanmışlardı. Yineleme ve çelişkilerle dolu olan bu türlü türlü kurallar, imparatorluk buyrultularını ve ünlü hukukçuların örnek-kararlarını (içtihatlarını) da kapsamaktaydı. İustinianos'un emriyle, çok bilgili ve tecrübeli bir hukukçu olan Adalet Bakanı (cjuaestor sacri palatii) Tribonianus tarafından yönetilen bir derleme bürosu oluşturuldu. Tribonianus, kendine bağlı görevlilerin, Berytos(Beyrut)lu profesörlerin ve Yüksek Mahkeme ileri gelenlerinin yardımlarıyla 15 Aralık 530'da çalışmaya başladı.(8)

İlk sözcükleriyle Deo auctore diye adlandırılan özel bir bildirimde bir toplama -Yunanca Pandektai, Latince Digesta- hazırlanması buyrulmaktaydı. Bunda, Roma hukukunun tanrılara ve insanlara ilişkin sorunlardaki doğal düzeni gerçekleştirdiği yolunda Stoacı bir özdeyiş buluyoruz.
"... Dünya işleri için, bunların yasaya bağlı olduğu, gerek insanlara gerek tanrılara ilişkin sorunların hukukun doğrultucu gücüyle adaletsizlik kaldırılarak düzenlendiği olgusundan daha önemli hiçbir şey yoktur. Hukukumuzun kökenleri çok eskilere, Romulus'a, Roma'nın kuruluşuna kadar gider. Sayılarının durmadan artması ve anlamlarının karanlıklaşması bundadır — öyle ki, artık hepsi birden bulunmaz olmuştur. Bizim en önemli ödevimiz, bütün yasaları açık bir biçimde düzeltmek ve düzenlemektir."(9)

Üç yıl sonra Digesta ortaya çıkınca, Prof. Dorotheos ile Prof. Theophilos hukuk öğrencileri için bir ders kitabı olan Institutiones'i hazırlamakla görevlendirildiler. Ayrıca imparator da özel bir mektupla hukuk fikrinin İmparatorluktaki rolü ve önemi üstüne görüşlerini açıkladı.
"İmparatorluğun görkemi, yalnızca silâha dayanmakla kalmamalı, savaşta ya da barışta önderlik edecek bir güç olabilmek için hukukla donatılmalıdır. Roma İmparatoru yalnız savaş alanında düşmanlarına karşı yengiler kazanmaz, aynı zamanda hukukun da en yüksek güvenceleyicisidir, onu çiğneyenleri ezer; bunun içindir ki, hukukun yalnız en sorumlu bekçisi değildir, düşmana karşı da en eksiksiz yengiyi kazanır... o nedenden ötürü, olanca gücünüzle hukuku öğrenin ve öyle eğitilin ki, öğreniminizin sonunda, resmî
görevlerinizden ülkeyi yönetebilesiniz."(10) 
İustinianos, bir yasa toplamasının katı bir bütün olamayacağı ilkesini birkaç kez yinelemektedir; hukuku yaşamın değişen koşullarına uyarlama gerekliliğini anlamıştır ve kendisini, herhangi bir değişiklik yapılmasına karar vermeye yetkili tek kişi saymaktadır. Novella 49'da 'İnsan sorunları" demektedir, "değişir ve hiçbir zaman aynı kalmaz; bunlar hep hareket halindedir, hiç durulmazlar".
Novella 85'te de, "Doğa" demektedir, "her yönden değişiklikler getirir., bu böyle oldukça, biz de yeni kurallar koymak zorunda kalacağız".

Derleme çalışmalarından sonra toplamaya alınmayan kurallar yasal geçerliliklerini yitirdiler. İustinianos'un yapıtı 30 Aralık 533'te yasa oldu. Açımlamalar (şerhler) yayımlanması yasaklandı; Digesta kopya edilirken, anlam bulanıklığı ve yorum gerekliliği olmaması için herhangi bir kısaltma yapılması da yasak edildi. İmparator yalnızca Roma, Konstantinopoiis ve Beyrut'taki profesörlerin hukuk öğretmelerine izin verdi, çünkü fikirleri bu şehirlerde tamamıyla onaylanıyordu; eleştiriyle karşılandığı Aleksandria ve Atina'daysa, hukuk okutulmasına izin vermedi. Profesörlerin eleştirici bir biçimde ders okutmakla yasaları değiştirmeye kalkıştıklarını ileri sürüyordu — non leges
doçent seci in leges committunt-(11) Hiçbir şekilde yasayı çiğnemenin ya da yasadan sıyrılmanın mümkün olabileceği bir durum yaratılmasını istemiyordu. "İmparatorun tanrısal gücüyle verilmiş bir buyruk, yargıcı şu ya da bu yönde davranmaya yöneltse bile, yargıç yine de, yalnızca dinlemelidir.
Arzumuz ancak yasada yazılı olanın, yasal olarak bağlayıcı olmasıdır". (Novella 82, 13)

İustinianos, birleştirilmiş ve evrensel nitelikli bir hukuka mutlak boyun eğme istiyordu; böylelikle, hukukun dışında verilmiş ayrıksal yargı kararları sonucu herhangi bir düzensizlik olanağına yer bırakılmayacağı umudundaydı. Novella 94 ve 92'de İmparator, yargıçların tek ve eşi olmayan durum ve sorunları çözmelerinin değil, ancak evrensel nitelikli olaylara bakmalarının gerektiğini kanıtlamak
için eski bilgelerden alıntılar verir.

Iustinianos'un toplamasının devlete bir oturmuşluk ve güvenlik duygusu vereceği varsayılıyordu. İustinianos pekâlâ farkındaydı ki, çokdilli bir imparatorluk yalnız idare mekanizmasıyla ya da çokdilli bir orduyla yeterince korunamazdı — Roma'nın gelenekleri ve görkemi de yeterli bir bağ değildi. Yurttaşlara bir güven duygusu, hükümdarlara da bir yerleşiklik güvencesi vererek nüfusu birarada tutacak resmen tanınmış bir fikir olması gerekiyordu.

Böyle bir fikri, Iustinianos'un Kiliseye ve Roma hukukuna dayanan dinsel ve yasal öğretisi sağlamıştı. İmparator pagan Roma'nın tarihine dönerek, Hıristiyan devlet ve hukukunun yetkisini pekiştirmek emelindeydi. İustinianos, "devletimizin yaşamında görkemi ve Romalı adlarının hakkı olan saygıyı korumak için eski zamanlara dönüşü gerçekleştirmeliyiz" diyordu (Novella 24). Ama aynı zamanda, pagan geçmişe karşı savaşında yeni dinin ilkelerine kesinlikle uyulmasını istemekteydi.

Iustinianos'un derli toplu bir öğreti halindeki siyasal fikirleri, 6. yüzyılda yazılmış bir siyaset elkitabında bulunabilir. Yazarlığı Patrici Petros'a yakıştırılan bu elkitabının günümüze kalan kırıntıları, Iustinianos'un devletinin kavramlarını kendi çıkarlarıyla bağdaştırmaya çalışan aristokrasinin görüşlerini yansıtmaktadır.(12)  Platon'un ütopyasındaki düşünceyi izleyen elkitabı, aristokrasinin yönetimi eline alması gerektiğini, çünkü siyasal bilgeliğin bu sınıfın bu niteliği olduğunu, aristokrasinin bütün topluma yasal ve zenginlik sağlayabileceğini ileri sürmektedir.

İustinianos'un zamanındaki aristokratik çevrelerin programını temsil eden elkitabında dört tane siyasal ilke vardır. Bunların ilki, devletin genel yönetimi elinde olan imparatorun tanrısallığının tanınmasıdır. İkincisi, aristokratik bir senatonun kurulmasının, devletin temel direği sayılmasıdır. Üçüncü olarak, en yüksek erk aracı, devlet işlerinin başında olması gereken aristokrasiye ait bulunmalıdır. Dördüncü olarak, halk devlet işlerinden tamamıyla ayrı tutulmalıdır; çünkü değişen ruh halleri nedeniyle, onlar yönetemezler, ancak aristokratik önderlerce yönetilebilir ve eğitilebilirler. Bu elkitabının siyasal öğretisi, tek bir sınıfın istek ve niyetlerini yansıtmaktadır; tersine, Bizans'taki siyasal uygulama devletin en önemli işlerine etkin olarak karışan halkla hesaplaşmak zorundaydı.

Grzegorz Leopold Seidler, Bizans Siyasal Düşüncesi, çev. Mete Tunçay, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1980, s: 20-29

................
1 De cerimoniis aulae byzantinae, II, 14. Bonn, s. 564 vd.
2 Piskoposluk, ileri gelen toprak sahiplerine eşit olarak, belediye görevlilerinin seçilmesine katılır, belediye hesaplarını denetler, özel kurullar aracılığıyla genel hamamların, depoların, su terazilerinin, ağırlık vb. ölçülerinin gözetimine bakardı (Cod. Iust. 1, 4, 46). Piskopos şehrin çıkarlarını savunur ve şehrin bir temsilcisi olma sıfatıyla, doğrudan doğruya imparatora dilekçe verebilirdi. Bu aracılık uygulaması, piskoposlara yavaş yavaş sivil il görevlileri üstünde bir gözetim hakkı sağlamıştır... Sivil mahkemelere ek olarak bir de Kilise mahkemesi işliyordu. Piskoposun kendisi yargıçtı ve mahkemesinin biçimsel koşulları en aşağı bir düzeye indirilmişti.
(M.V. Levçenko, Vizantiyskiy Vremennik, II, 1949, s. 14).
3 W. Schubart, Justinian und Theodora (München, 1943) adlı yapıtında, bu İmparatorun saltanatını ayrıntılı ve iyi belgelenmiş bir biçimde anlatmaktadır; fakat yazarın Batı ile Doğu arasındaki  bölünmenin ruhsal (manevî) ayrılıklardan ileri geldiği yolundaki görüşü (s. 260 vd.), tamamıyla idealist bir anlayıştır, çünkü gerçekte ideolojik anlaşmazlıkları, ekonomik, toplumsal ve siyasal ayrılıklar koşullandırmıştır.
4 Concilium Niceanum s, 325. Denzinger, No. 54, cd. 18-20.
5 Concilium Chalcedonense 451. Denzinger, No. 148, ed. 18-20.
6 M.V. Levçenko (İston'ya Vizantii, Moskva-Leningrad, 1940, s. 38), Monofizitlerin öğretisinin toplumsal yanına değinir.
7 A.P. Lebedeva (İstoriya razdeleniya tserkvei b IX, X i XI vekah, Petersburg, 1905, s. 347), yazması Moskova'daki piskoposluk kütüphanelerinden birinde olan afarozun Yunanca metninin bir çevirisini verir. Şimdi bu belgenin nerede olduğu bilinmemektedir.
8 C. Dieh! (op. cit., s. 259 vd.) İustinianos'un derlemesini yapmak için, bu araştırıcıların 3 milyon satır kadar tutan 2.000 kitaba bakmak zorunda kaldıklarını söylemektedir. Bu malzemeden yararlanılarak, iustinianos'un deyişiyle "Roma adaletinin en kutsal tapınağı" dikildi {Corpus Iuris Civilis, I, der. Krueger-Mommsen, s. XIII) - bu yapıt 150.000 satır tutuyordu. Bu çalışmayı gerçekleştirenler, yine İmparatorun sözleriyle, "1.400 yıldır toplanmamış bulunan eski hukukun (vetus ius) tümünü adeta
bir kaleye kapar gibi" biraraya getirmişlerdi (Corpus Iuris Civilis, I, s. XIII, XXV).
9 Corpus luris Civilis, I, s. X,III.
10 Corpus Iuris Civilis, I, s. 2.
11 Corpus luris Civilis, I, s. XVI.
12 V. Valdenberg, "Les idees politiques dans les fragments attribues â Pierre le Patrice", Byzantion, II, 1925, s. 55-76.

....
Başlığı ben yazdım (DK)
ayrıca bkz. II. Jüstinyen

2 Nisan 2016 Cumartesi

Kilise ve Düşünce Özgürlüğü

Kilise ve Düşünce Özgürlüğü

John Bury


Engizisyon. Ressam Pedro Berruguete. 1495
Milano Fermanı'ndan on yıl kadar sonra, büyük Constantinus, Hıristiyanlığı kabul etti. Bu ani karar ile yeni bir dönem başladı. Bin yıl süren bu dönemde, akıl zincire vuruldu, düşünce köle oldu, bilgi ise hiç ilerlemedi.

Kilise'nin öğretilerine inanmayanların ebedi cezaya mahkûm olacakları ve ilahiyat yanlışlarını Tanrı'nın en kötü suçlar gibi cezalandıracağı hakkındaki derin kanı, onları doğal olarak zulme
ve baskıya götürüyordu...


Elimizde, Kilise'nin sapıklığı şiddetle kovuşturmasının başlıca amacının dünyevi çıkar olduğunu belirten kanıtlar vardır; çünkü bu kovuşturmalar, ancak sapık öğretiler Kilise'nin gelirlerini düşürecek ya da toplum için bir tehdit oluşturacak aşamaya vardığı zaman şiddetlenerek zulüm halini alıyordu...
Fakat sapıklığı kökünden kaldırabilmek için onun en gizli sığınaklarını bulortup ortaya çıkarmak gerekiyordu. Albigeois'lar [Albi'liler] tepelendi ise de, öğretilerinin zehri henüz giderilememişti. Sapıkları arayıp ortaya çıkarmak için inquisition (engizisyon) adı ile ünlü sistem 1233 yılı dolaylarında Papa IX. Gregorius tarafından kuruldu ve IV. Innocentius'un bir fermanı ile bu zulüm makinesi "her kentin, her devletin toplum yapısının ayrılmaz bir öğesi olmak üzere" esaslı ve düzenli bir örgüt haline getirildi.

Piskoposlar, Kilise'nin üstüne aldığı bu ödevi gereği gibi yapacak yetenekte olmadıkları için, her ruhani yönetim bölgesinde maksada elverişli keşişler seçildi ve sapıkları arayıp bulmak işi bunlara bırakıldı...

Sapıklığı tepelemek için en etkili araçlardan biri... Bütün halk engizisyon hizmetinde sayıldığı için, herkes o örgüte hafiyelik etmekle yükümlü tutuluyordu...

İspanya'da sapıklıkla itham edilenlerin tabi tutuldukları yargılama usulü, bir gerçeği ortaya çıkarmak için kullanılacak akla uygun ve mantıki ünlemlerin hiçbirini kabul etmemişti. Mahkemeye düşen suçlu sayılırdı. Suçsuz olduğunu kendisinin tanıtlaması gerekiyordu; hâkim de fiilen davacı durumunda idi.

Aleyhte olan her tanıklık, iftira bile olsa kabul edilirdi... Engizisyon'un yargılama usulünce, tek bir suçlu cezasız kalmasın da varsın yüz suçsuz acı çeksin düşüncesi ilke hükmünde idi. Mahkûmun yakılması için odun getirenler, günahları affedilmek yoluyla ödüllendirilirdi.

John Bury, Düşünce Özgürlüğünün Tarihi, çev. D. Bartu, İstanbul, 1978, s. 45-54

Aktaran: Server Tanilli, Uygarlık Tarihi,  s: 60-62

1 Nisan 2016 Cuma

Hıristiyanlık Nasıl Bir Sentezdir?

Hıristiyanlık Nasıl Bir Sentezdir?

Félicien Challaye

4.yüzyıla ait bu yüksek kabartmada Mitra (solda, başında ışınlar olan),  Sasani Kralı II.Ardeşir'in tahta geçişini kutsuyor.
Hıristiyanlığın öteki dinlerden esaslı şekilde ayrı bir din olmadığını tarih göstermektedir.
Bütün öteki kutsal kitaplar gibi, Hıristiyanlığın Kutsal Kitap'ı da insan eseridir. Müslümanlık hariç olmak üzere, öteki dinlerin çoğundan daha yeni olan Hıristiyanlık, daha önceki dinlerle şaşırtıcı benzerlikler göstermektedir. Tanrı'sı, Yahudi peygamberlerin Yehova'sıdır ki, Göksel Baba haline girmiştir. Bütün ilkel tapınışlarda kutsal olan, olmayandan nasıl yüksekse, Kalde'deki tepeler nasıl ovalara hâkimse, onun yaşadığı Gök de yeryüzünden yüksektir. Perseus nasıl Danae'den doğmuşsa, İsa da bir bakireden doğmadır; o da Dionysos ve Horus gibi, düşmanlarından mucizeli bir şekilde kurtulur. Osiris, Dionysos- Zagreus gibi ölüp, sonra Attis ve Temmuz gibi, baharın başlangıcında dirilir. Ölümünün bazı ayrıntılarına Babilonya'da rastlamak mümkündür. Tıpkı Mithra'ya olduğu gibi, ona da bir Kurtarıcı sıfatıyla tapınılır. Teslis düşüncesi zaten birkaç dinde vardır. Bakire Meryem, tıpkı öteki kadın Tanrıların-İsis'in, îştar'ın, Astarte'nin, Kibele'nin- yaptıkları gibi, insanların az çok
sevgi dolu bir dindarlığa olan eğilimini tatmin eder; Meryem tıpkı Demeter gibi ıstıraplı bir anadır, İsa'yı kucağında taşıyan Madonna tasviri ise küçük Horus'u kolları arasında tutan İsis'in tasvirinin tıpkısıdır. Şeytan, İran'ın Angra Mainyu'sudur.


Melekler, iblisler, azizler, animizmdeki ruhlardır. Son yargı gününe Zerdüşt'ün Mazdeizm'inde daha önce rastlanır. Hıristiyanlığın verdiği ölümsüzlük sözüne daha önceki Orfeus ve Dionysos gizli ayinlerinde de rastlanır. Komünyon, kutsal varlığın etine ve kanına ortak olmak demek olup, totemik kökten gelmektir. Bu daha önce Eleusis'te ekmekle, Dionysos'a inananlar tarafından şarapla, Mithra dininde ise ekmek, şarap ve su ile yapılmaktaydı. Mithra dininde daha önce birtakım
takdisler, örneğin vaftiz vardı. Hıristiyan pazarı, Yahudilerin sebt (şabbat: cumartesi) günü, Kaidelilerin de ' tabu'' sayılan günüdür. Katolik rahipleri de İsis rahipleri gibi tıraş olur, kafalarının tepesini kazır, uzun urbalar giyerler, üzerlerine el değdirilip kendileri "mana" ile meşbu hale getirilince kutsal bir vasıf edinirler; çanlar çalınırken müminlerin üzerine su serpip onları tütsüleyerek arıttıkları zaman ise, Hellen tapınış usullerini uygulamış olurlar.

Bu benzerlikler, hem kişisel hem kolektif bir çeşit gururla, kendi dinlerinin tek ve eşsiz olduğuna inanan bazı dar ruhlu Hıristiyanların ağırına gidebilir. Tersine olarak da, daha geniş gönüllü insanlar, İsa'nın kişiliğine hissi bir tercih beslemekten vazgeçmeksizin, inandıkları dinin engin bir insanlık geçmişinin sentezi olduğunu düşünerek, sevinç dahi duyabilir.

Félicien Challaye, Dinler Tarihi, çev. Semih Tiryakioğlu, İstanbul, 1960, s. 208-209

görsel kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Mitra