Medeniyetler Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Medeniyetler Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Şubat 2011 Pazartesi

İzmir ve Efes Beylikleri

İzmir ve Efes Beylikleri

Anadolu´nun fethi sırasında, Malatya dolaylarında faaliyet gösteren Oğuz´un Çavuldur boyundan olduğu sanılan Çakan, İstanbul´da uzunca bir müddet kaldıktan sonra 1081´e doğru İzmir´e gelerek bir beylik kurmuştur. Bizans imparatorluğunun zayıf noktalarını iyi bilen Çakan, Foça´yı ve civarını aldıktan sonra 40 parça gemiden kurulu kuvvetli bir donanma yaptırarak Ege Denizi´nde Sakız, Midilli, Sisam, Rodos adalarını zapt etti ve Çanakkale´ye doğru ilerledi. Üzerine gönderilen Bizans donanmalarını birkaç kere mağlup etti.

İstanbul´u ele geçirip İmparator olmak istiyordu. Kara kuvveti kafi gelmediği için, Balkanlar üzerinden Trakya´ya doğru ilerleyen Peçenek Türkleri ile işbirliği yaptı. Onlar karadan İstanbul´u baskı altına alırken Çakan Bey de denizden hücuma geçecek ve Bizans başkenti düşürülecekti. Fakat plan başarıya ulaşamadı. Çünkü, İmparator Aleksios Komnenos, Tuna boyundaki Kuman Türkleri´ni Peçenekler üzerine saldırtmış ve aralarında cereyan eden, Meriç kıyısındaki Lebonium Savaşı (Nisan 1091)´nda Peçenekler ağır mağlubiyete uğramışlardı.

İzmir Beyi Çakan Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan I. tarafından ortadan kaldırıldı (1097). Yine bu sıralarda Efes bölgesinde de çok küçük bir Türkmen beyliği daha görülmektedir ki, başında Tanrıvermiş Bey bulunuyordu.

İbranilerin Tarihi

İbranilerin Tarihi

Kutsal kitaplarda hikâyesi anlatılan Sami asıllı Ortadoğu halkı. İbranilerin kökeni Mezopotamya´dır; göçebe olarak yaşayan bu kavim, aralarındaki en bilgin ve en saygın kişilerce (eski peygamberler) yönetiliyordu. Eski Ahit´e bakılacak olursa, Milattan iki bin yıl kadar önce, onlardan biri, yani İbrahim Peygamber gidip Ken´an Ülkesi´ne (şimdiki Filistin) yerleşti; bunlara «nehri aşan» anlamına İbranî dendi.

Sonra, Ken´an´da kıtlık başladı. Açlık yüzünden halkın bir kısmı Mısır´a göç etti, orada köle olarak yaşadı, İbrahim´den sonra İbranilerin başına yine onun oğulları geçti: Yakup ve İshak bunların en ünlüleridir. Yakup bir gece rüyasında tanrı Yahova ile güreşmiş ve onu yenmişti. Bunun üstüne kendisine «güreşte yenen» anlamına İsrail adı verildi. Kavmine de İsrailoğulları dendi.

Sonra Yakup´un oğlu Yusuf Mısır´a gitti ve bir süre sonra kavmini de yanına aldırdı. Ama M.Ö. XIII. yy.da İbranîler, Musa´nın firavunla olan mücadelesi yüzünden, onun yönetiminde Mısır´dan ayrıldılar. Uzun süre çölde yaşadılar, sonra «Adanmış Ülke» diye adlandırdıkları Filistin´in fethine giriştiler.

Îbranîler Davut ve Süleyman zamanında (M.Ö. X. yy.) zenginliğin ve kudretin doruğuna ulaşmışlardı. Ama, Süleyman ölünce, gerileme dönemi başladı ve krallık iki rakip devlete bölündü: İsrail ve Yahudi Devleti (Yuda). Bu devletler, sırayla Asurluların, Babillilerin, Perslerin ve Romalıların egemenliğine girdi.

Diaspora

M.S. ilk iki yüzyıl içinde, İbraniler Roma egemenliğine karşı birçok defa ayaklandılar, ama hepsi boşa gitti: çoğu öldürüldü, geri kalanı da ya köleleştirildi ya da yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. O zaman yüzyıllar süren geniş bir göç hareketi başladı: Diaspora (İbranice «dağılma»). Dünyanın her yanında birçok Yahudi topluluğu bulunmasının nedeni işte budur.

Zigguratlar

Zigguratlar

Ziggurat, Mezapotamya´ya özgü bir terimdir. Tanrıdağı anlamındadır. İlkçağ´da Sümerler, Keldanlılar, Babiller ve Asurlular tarafından yapılan, tabandan başlayarak tepeye doğru kat kat yükselen, giderek küçülen teraslardan oluşan, zirvesinde bir tapınak bulunan ve yanlarında bir merdiven sistemi yer alan kademeli bir kuledir. Üzeri açık ve dört köşelidirler.

Bu yapılar tarihi metinlerde Ziggurat, Zigura ve Ziggurak gibi çeşitli yazılışlarla görülür. Zigguratların ilk olarak Sümerlerce inşa edildiği düşünesi yaygındır. Mezopotamya halklarının en önemli faliyetleri, tapınakları Tanrı´ya ithaf etmeleridir. Sadece antropolojik değil, edebi içerikli kalıntılara dayanarak da Sümerler´den önce başlamak kaydıyla Mezapotamya düşünce tarzına aydınlık getiren tez şudur: Politik açıdan Sümerler´de şehir devleti sözkonusu idi ve her merkezin bir tanrısı olduğu gibi her tanrının da yeryüzünde kendini temsil eden bir hükümdarı vardı. Bu hükümdarın birinci görevi, Tanrı´nın evini inşa ettirmekti. Çünkü böylece Tanrı, onlardan hoşnut kalacak, bunun karşılığında da onların o bölgedeki yaşamlarını temin edecek suyu gönderecekti.

İşte Orta Asya´dan gelen bu kavimler, yüksek dağları tanrı makamı kabul etmişlerdi ve dağlık olmayan Mezopotamya Yöresi´ne gelince bu şekilde yüksek, yapay bir tepe meydana getirerek onu Tanrı´nın makamı ve tapınak yeri olarak nitelendirmişlerdir.

Yapay bir tepe görünümündeki zigguratların yapımına ilişkin inançlar tartışmalıdır. Örneğin gökyüzüyle yeri ayıran Hava Tanrısı Enlil´in büyük bir dağ olduğuna ilişkin inanışın ziggurat biçimini belirlediği öne sürülmektedir. Çok yıkık olmalarına rağmen mevcut kalıntı ve kabartmalar üzerinde çalışan bazı arkeologlar ise ova yerlilerinin dağda doğup doruklarda yaşadığına inandıkları tanrılar için bir "Tanrı Evi" inşa ederken dağa benzer bir yapıyı yeğlediklerini düşünmektedirler.

Vikinglerin Tarihi

Vikinglerin Tarihi

IX. ve X. yüzyıllarda parlayan İskandinav halklarıdır. Adları «deniz savaşçıları» anlamına gelen Vikingler, aslında iki ulusa, yani Varyaglar ile Normanlar´a mensup insanlardır.

İsveçli olan Varyaglar doğuya doğru yayılmış, IX. yüzyılda Karadeniz´e, hattâ İran´a kadar uzanmışlardı. Bunların çoğu Rusya´da, Novgorod ve Kiev´de yerleştiler, barışçı ticaret erbabı olarak ipek karşılığında kürk ve köle alışverişi yaptılar. Bunların içinden prens Ryurik Hanedanı Rusya´da XVI. yüzyıla kadar hüküm sürdü.

Normanlar

Danimarkalı ve Norveç´ti olan Normanlar («kuzey adamları») batıya doğru denizleri fethe giriştiler. Usta gemici ve korkunç savaşçı olan bu insanlar İzlanda´yı, Grönland´ı ve Kanada kıyılarını ele geçirerek sömürgeleştirdiler. Pruvası ejderha başı biçiminde olan, yelkenle ve kürekle yol alan, dibi hemen hemen düz, uzun teknelerin üstünde Büyük Britanya´ya çıktılar, zengin manastırları yağmalayarak, ağır fidyeler alarak her yere korku ve dehşet saldılar. Aynı hızlı akın tekniği anakarada da uygulandı.

Sen Irmağı boyunca denizden yukarı çıkan Normanlar, biri 845´te, diğeri 885´te iki kere Paris´e saldırdılar. Luvar vadisi, Bordeaux, Toulouse, Lizbon, Sevilla, hattâ İtalya bile onların saldırısına uğradı (Robert Guiscard, XI. yüzyılda Sicilya´yı ele geçirecektir). 911 yılında başkan Rollon, sonraları Normandiya adını alan bölgeye yerleşti ve yüz yıl kadar sonra buradan kalkan Fatih William I İngiltere´nin fethine girişti.

İki yüzyıl kadar Avrupa´ya egemen olan bu Vikingler sanıldığı kadar yırtıcı insanlar mıydı? Bu putatapar savaşçı insanların saldırısından ödleri patlayan keşişlerin yazdığı hikâyelere fazla inanmamak gerekir. Sağa adı verilen kahramanlık destanları, onların savaşlardaki başarılarını anlatır; bu destanlar ve bıraktıkları bazı sanat eserleri, Vikingleri tanımak için en iyi kaynaklardır.

Özgün Bir Uygarlık

Çok çabuk Hıristiyan olmalarına rağmen Vikingler, geleneksel inançlarını korudular. Gene Savaş Tanrısı Odin´e kurbanlar sunuyor, cinleri-perileri kutluyorlardı. Çok iyi örgütlendikleri için ülkelerinde merkezî monarşiler kurdular. Arkeolojik kazılarda çeşitli eşya (koşum, kızak, araba takımları), süs parçalan (tokalar, bilezikler, gümüş madalyon ve gerdanlıklar), silâhlar (kılıçlar, kargılar, baltalar) ortaya çıkarıldı; bunların üzerindeki ejderha, kuğu, at ve yılan motiflerinin büyülerle ilişkili bir anlamı olduğu sanılır. Tahkim edilmiş Viking köylerinin sokakları odun döşeliydi; bu köylerde kumtaşından ve granitten yapılmış, üzeri yazılı ve resimli mezar taşları bulundu.

Derebeyliğin Güçlenmesi

Viking yayılmasının sonuçlarından biri Avrupa´da derebeyliğin güçlenmesi oldu. Gerçekten bu sürekli tehdit karşısında krallar, soyluları kendi topraklarında kendi silâhlarıyla savunmakta ve köylüleri, tahkim edilmiş yerlerde korumakta serbest bıraktılar. Böylece derebeyler bağımsızlığa yöneldiler ve krallık karşısında güçlerini artırdılar.

Arkeolojik Yerler

En önemli araştırmalar Oseberg´de (Norveç) ve Jelling´deki (Danimarka) bir kral mezarlığında gerçekleşti. Eski Tralleborg ve Jutland kalelerinde, Hedeby köyünde Viking yapı tekniği ortaya çıkarıldı.

Uygurların Tarihi

Uygurların Tarihi

Ortaçağ´da Orta Asya´da ileri bir uygarlık kuran Uygurlar, önceleri Kuzey Moğolistan´da yaşıyorlardı. Hun İmparatorluğu´nun yıkılmasından sonra Göktürklerin buyruğu altına girdiler. Sonra onlara karşı ayaklanarak bağımsız bir devlet kurdular (740). Diğer Türk boylarım da buyrukları altına alarak güçlendiler. Yüz yıl kadar Moğolistan´a egemen olan Uygurlar, Çinlilerle de ilişki kurdular.

IX. yüzyılın ortalarında Kırgızlarla Tibetlilerin saldırısına uğrayarak yıkılan Uygur Devleti ortadan kalkınca Uygurlar batıya göçtüler (840) ve dağınık küçük devletler kurdular. Sonunda bütün Uygurlar Cengiz Han zamanında Moğol egemenliğine bağlandılar. Böylece son Uygur Devleti de XIII. yy.ın başında ortadan kalktı (1212).

O zamandan beri bir daha bağımsız olamayan Uygurlar, bugün Çin´in kuzeybatısında Sinkiang eyaletinde Çin egemenliği altında yaşamaktadır.

Uygur Uygarlığı

Uygurlar sanat, yapı ve yönetim işlerinde ileriydiler. Bu alanlarda öteki Türk boylarına öncü olmuşlardı. Doğu Türkistan´da yapılan kazılarda bulunan eserler, Uygur sanat ve edebiyatının yüksek bir düzeye ulaştığını gösteren tanıtlardır. Uygurlar 14 harfli bir alfabe kullanırlardı. Bugünkü Moğol ve Mançu alfabeleri Uygur alfabesinden alınmadır. Gene bu kazılarda bulunan tahta harfler Uygurların VIII. yüzyılda kitap bastıklarını göstermektedir.

Uygurlar Buda dinine bağlıydılar. Mani dininden olanları da vardı. Uygurca yazıların çoğu bu dinlerle ilgilidir. Ama Müslümanlık Uygurlar arasında yayıldıktan sonra içlerinde bu dine bağlı bilim adamları da yetişti. Uygur fikir adamları Arapça ve Hintçe´den çeviriler yaptılar. Uygurlardan kalan en önemli eser Yusuf Has Hacip´in Kutadgu Bilig´idir.

Kutadgu Bilig (Mutlu Olma Bilgisi)

Yusuf Has Hacip tarafından Uygurca yazılmış ilk Türk mesnevisidir (1069) Batı Uygurlarının (Karahanlılar) hakanı Ebu Ali Hasan´a sunulan eser, sembolik dört kişi üzerine düzenlenmiştir: 1. hakan Küntoğdı (doğru yasa); 2. vezir Aytoldı (mutluluk); 3. vezir Aytoldfnın oğlu ögdülmüş (akıl); 4. Zahit Odgurmuş (yaşamın sonu).

Bunlar arasındaki konuşmalarla toplumu meydana getiren bireylerin ödev ve sorumlulukları ve çağın yaşam felsefesi dile getirilmiştir. Kutadgu Bilig´in Uygurca ve Arapça yazmaları bulundu. XIII. yüzyılda kopya edilmiş olan Arapça Fergana yazması en güvenilir olanıdır.

Urartuların Tarihi

Urartuların Tarihi

Doğu Anadolu´da yaşamış ilkçağ ulusudur. Urartu Devleti en parlak döneminde (M.Ö. IX. yy.) Hazar Denizi´nden Malatya´ya kadar uzanan alanda egemenlik sürüyordu. Başkenti Tuşpa (Van) idi. Devletin kuzey sınırları Erzurum ve Erzincan´a, güney sınırlarıysa Musul ve Halep´e kadar uzanıyordu. O yıllarda Ön Asya´nın büyük devleti olan Asur Devleti, Urartuların bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı.

Urartular M.Ö. VIII. yüzyıla kadar Yakındoğu´nun en büyük devletlerinden biri olarak yaşadılar. Bu yüzyılın ortalarında Kimmer ve Îskit akınlarıyla sarsılarak dağlık bölgelere sıkıştılar, Îskit istilâsından ve VII. yüzyılda Asur Devleti´nin ortadan kalkmasından sonra Medlerin Anadolu´yu ele geçirmeleri üzerine Urartu Devleti M.Ö. 600 yıllarında son buldu.

Urartu Uygarlığı

Bugüne kalan yazıtlardan anlaşıldığına göre Urartu kralları başkent Tuşpa´da ve başka kentlerde kaleler, saraylar, su kanalları yaptırmışlardı. Ortaya çıkarılan eserler Urartu mimarisinin yüksek düzeyde olduğunu göstermektedir. Urartuların yaptığı su tesisleri de ilgi çekicidir (kral Menua´nın yaptırdığı Menua ya da Şamranaltı Kanalı, Keşiş Gölü Barajı v. b.). Onlardan kalan madenî eşya ve kapkacak, taş, kemik ve seramik eserler sanat ve teknik bakımından ileri düzeydedir.

Urartu dili Ön Asya dilleri grubuna girer. Yazılarıysa iki çeşitti: çivi yazısı ve hiyeroglif. Hiyeroglif yazısı yönetim ve din işlerinde kullanılıyordu. Bazı bilginler bu yazıyı onların kendilerinin bulduğunu, bazılarıysa Girit veya Hitit yazılarından edindiklerini öne sürerler. Urartular çivi yazısını Asurlardan almışlar ve bunu değiştirerek sadeleştirmişlerdi. Taş üzerine yazılmış kral yazıtları, yıllıklar, askeri olaylardan söz eden belgeler, yapılar ve su tesisleriyle ilgili levhalar çivi yazısıyla yazılmıştır.

Arkeoloji

Urartular üzerinde arkeolojik araştırmalar 1879 yılında başladı. Van-Toprakkale bölgesindeki bu çalışmayı İngilizler sürdürüyordu. Sonra Ruslar, Almanlar, Amerikalılar bu çalışmalara katıldılar. 1938´de demiryolu yapımı sırasında Erzincan yöresindeki Altıntepe´de çok değerli Urartu eserleri bulundu ve Ankara Müzesi´ne getirildi. Bu tarihten sonra konu Türk bilim adamlarının malı oldu. Bugün Türkiye´deki Urartu araştırmaları yalnız Türk arkeologları tarafından yapılıyor: Altıntepe kazılarında Prof. Tahsin özgüç, Adilcevaz kazılarında Prof. Emin Bilgiç, Toprakkale-Çavuştepe kazılarında Prof. Afif Erzen.

Urartu kralı Sordur I tarafından, kalker bir kaya üzerinde yaptırılan Van Kalesi´nde birçok Urartu kralının mezarı ve yazıtlar vardır.

Türk Devletlerinin Tarihleri

Türk Devletlerinin Tarihleri

İSKİTLER (SAKALAR)

MÖ. VII. yüzyılda batıya doğru göç ederek Karadeniz´in kuzeyinden Tuna nehrine kadar uzanan topraklara yerleştiler. Batı kaynakları bu topluluğa İskitler, İranlılar ise Sakalar adını vermişlerdir. Medler, Persler, Asurlular ve Urartularla savaşmışlardır.

Anadolu, Suriye ve Mısır´a kadar akınlarda bulunmuşlardır. İskitlerin yönetici kesimi Türklerden meydana geliyordu. Yaşayış ve inanışları Türklerle aynıydı. En önemli edebiyat eserleri ALPER TUNGA DESTANI´dır.

AKHUNLAR (EFTALİT) DEVLETİ

Hun soyundan gelmektedirler. Afganistan´ın batısında MS.350 yıllarında kurulan bu Türk Devleti HEFTAL isimli hükümdarından dolayı EFTALİT DEVLETİ diye de anılır. Akhunlar Sasani Devletinde başlayan MAZDEK İSYANI´nı bastırmakta etkili oldular. Sasani Devletinde yaşayan Mazdek, kadın ve servetin ortak olması durumunda her türlü huzursuzluğun ortadan kalkacağını savunan bir kişiydi.

Göktürk Devleti´nin Batı Bölgelerini idare eden İSTEMI YABGU ipek yoluna egemen olmak için, Sasanilerle ortak hareket ederek Akhun Devleti´nin yıkılmasını sağladı. Akhun Devleti´nin toprakları Sasani ve Göktürk devleti arasında paylaşıldı.

BAŞKIRTLAR (BAŞKURTLAR)

Itil (Volga) Nehri civarında oturmakta idiler. Moğol istilası sırasında Moğol egemenliğine girdiler.

SABARLAR (SİBİRLER=SABİRLER)

Önceleri Hun devletinin egemenliğinde yaşayan Sibirler, VI. yüzyıl başlarında Avarların baskısıyla batıya göç ederek Ural dağlarının güney doğusuna yerleştiler. Sasanilerle anlaşarak, Bizans´a karşı savaştılar. Anadolu´ya akınlar yaptılar. Bugünkü SİBİRYA adı Sibir Türklerinden gelir. Avarlara yenilince Hazar Türklerine karıştılar. Hazar Devletinin asıl kitlesini oluşturdular.

TÜRGEŞ DEVLETİ

I. Göktürk Devletine baglı olan Türgişler 630 yılında Göktürk devletinin yıkılmasıyla serbest kaldılar. BAGA TARKAN Türgiş Devleti´ni kurdu. Kendi adına para bastı. II. Göktürk devletinin kurulmasıyla yeniden Göktürk egemenliğine girdiler. II. Göktürklerin son dönemlerinde yeniden serbest kalan Türgişlerin başına SU-LU KAĞAN geçti. Su-lu Kağan Emevilere karşı mücadele etti. 766 yılında Türgiş Devletine Karluklar son verdi.

KARLUKLAR

II. Göktürk Devletinin yıkılmasında Basmil ve Uygurlar´la birleşerek rol oynadılar. Talas savaşında Çin´e karşı Arapları destekleyerek Orta Asya?nın Çinlileşmesini ve İslamiyet?in yayılmasını kolaylaştırdılar. İslamiyeti kabul eden ilk Türk boylarındandırlar. (İlk boy Kıpçaklar´dır.) İlk Müslüman Türk Devleti olan KARAHANLILAR´ın kurulmasında etkili oldular.

KIRGIZLAR

840 Yılında Ötügen´i alarak Uygur Devletine son verdiler. 1207 yılında Cengiz Han tarafından yıkılmış.Türk Kavmidir. Daha sonra Rusların egemenliğine girmişlerdir. 1916´da Ruslara karşı MİLLİ İSYAN adı verilen bir ayaklanma başlatmışlar, ancak Rus Çarı tarafından ağır bir şekilde cezalandırılmışlardır. 1936´da Sovyetler birliğinin 15 Cumhuriyetinden biri olmuşlar, 1991´de Sovyet Rusya´nın dağılmasıyla Bağımsız KIRGİZİSTAN DEVLETİ kurulmuştur.Başkenti BİŞKEK´dir.

KİMEKLER

Batı Göktürk topluluklarındandır. İrtis ırmağı civarında yaşıyorlardı. XI. yüzyıla doğru diğer Türk topluluklarıyla kaynaşarak, yok oldular.

AVARLAR

552 yılında Orta Asya´daki Avar İmparatorluğu?na Göktürkler son verince, batıya doğru ilerleyerek Romanya´ya giren AVARLAR merkezi MACARİSTAN olan yeni devletlerini kurdular. Çin kaynakları Avarlara JUAN- JUAN demektedir. 619 yılında tek başına, 629 yılında da Sasanilerle ortaklaşa İstanbul´u kuşattılar. Slav topluluklarının göç etmesine neden olarak, bunların Doğu Avrupa ve Balkanlara inmesini sağladılar. Böylece Balkanların Slavlaşmasında etkili oldular. 805 yılında Franklar tarafından yıkıldılar.

BULGARLAR

Batı Hunları ve Ogur Türklerinin karışmasıyla ortaya çıkan Türk topluluğuna BULGAR denir. (Bulgar kelimesi karışmak anlamındadır.)

BÜYÜK BULGARYA DEVLETI

Karadeniz´in kuzeyinde Göktürk Devleti?nin yıkılmasıyla "Büyük Bulgarya Devleti" kuruldu. Ancak kurucusu KUBRAT´ın ölümüyle Hazarlar tarafından yıkıldı.Bulgarların bir kısmı Tuna nehri, bir kısmı da Volga nehri kıyılarına göç etmek zorunda kaldı. Tuna Bulgar Devleti: Büyük Bulgarya Devleti´nin yıkılmasından sonra Tuna boylarına (Bugünkü Bulgaristan) göç eden Bulgar Türkleri burada Tuna Bulgar Devletini kurdular.

KURUM HAN zamanında Bizans´ı kuşattılar.(Avarlardan sonra Bizans´ı kuşatan 2. Türk kavmidir.) Bu bölgedeki halkın çoğu Slav olduğu için Türkler zamanla Slavlaşmaya başladılar.Barış Han zamanında Hristiyanlığı kabul ettiler. Daha sonra ortaya çıkan bugünkü Bulgaristan Devleti Türk değil Slav devletidir. Bugünkü Bulgaristan´da yaşayan Türkler, Osmanlılar zamanında Balkanlara yerleştirilen Türklerdir.

Kama Bulgar Devleti

Büyük Bulgarya Devletinin yıkılmasından sonra Volga=İtil kıyılarına giden Bulgarlar burada Kama Bulgar Devletini kurdular. Hükümdarları Almış Han zamanında (X. yüzyıl) müslüman oldular. 1236´da Moğolların egemenliğine girdiler. Altinorda Devleti?nin parçalanmasıyla kurulan KAZAN HANLIĞI?nın esas kitlesini oluşturdular. (Kama Bulgarlarına bugün KAZAN TÜRKLERİ denilir.)

HAZARLAR

Kuzey Karadeniz ve Kafkaslar arasındaki bölgede Göktürk Devleti?nin yıkılmasıyla HAZAR KAĞANLIĞI kuruldu. Ticarette geliştiler. Hazar yöneticileri Museviliği benimsediler. Halk arasında Hristiyanlık ve müslümanlık yayılmıştı. Hazarlar ülkelerinde farklı dinleri içinde bulundurduklarından yüksek bir HOSGÖRÜ vardı.

MACARLAR

Fin Ugor kavmi ile OGUR Türklerinin karışmasıyla MACAR kavmi ortaya çıkmıştır. 896 yılında kendi adlarını verdikleri MACARİSTAN´a gelerek devletlerini kurdular. X. yüzyılda Hristiyanlığın Katolik mezhebini benimsediler. (Bundan sonra Türklük özelliklerini kaybetmeye başladılar.) Almanların (Germenlerin) doğuya doğru yayılmasını engelleyerek, Balkan topluluklarının (Slavların) Germenleşmesini önlediler.

PEÇENEKLER

Karadeniz´in kuzeyinde Don ve Dinyesper nehirleri arasındaki bölgeye yerleştiler. Kiev Prensliğini yenerek, Rusların Karadeniz´e inmelerini engellediler. 1071 Malazgirt Savaşına Bizans ordusu içinde ücretli asker olarak katıldılar. Ancak Selçukluları kendileri gibi Türk olduklarını anlayınca Selçuklu ordusu saflarına katıldılar. Edirne ve Trakya´nın Marmara kıyılarına kadar olan toprakları Bizans´tan aldılar.

İzmir Beyi ÇAKA BEY Peçeneklerle temas kurdu. Buna göre Çaka Bey Peçeneklerle birlik olarak Anadolu ve Rumeli´den İstanbul´u kuşatmak istiyordu. Ancak Bizans kurnaz bir politikayla, yine bir Türk topluluğu olan KUMANLAR´ı Peçenekler üzerine saldırtarak, Peçeneklerin dağılmasına sebep olmuştur.

KUMANLAR (KIPÇAKLAR)

Volga´yi asarak Avrupa´ya ve Balkanlara girmislerdir. Kıpçaklarin Karadeniz´in kuzeyinde hakim olduklari topraklara "KIPÇAK BOZKIRLARI" denilmektedir. Macaristan´a giden Kıpçaklar ROMEN devletinin kurulmasinda etkili olmuslardir. Kıpçaklarin Oğuz Türkleriyle yaptigi mücadeleler DEDE KORKUT HIKAYELERI´nin ortaya çikmasina sebep olmuştur. CODEX CUMANICUS (Kodeks Kumanikus); Kıpçak Türk sivesi ile yazilan Latin, Fars ve Kuman dilleri üzerine yazilmis bir sözlüktür

UZLAR (OĞUZLAR)

Tarihte türk Milletinin siyasi, kültür ve medeniyet alaninda en büyük rolü oynayan koludur. Oğuzlara; Bizanslılar UZ, Ruslar TORKI veya TORK, Araplar GUZ demislerdir. 24 Oğuz Boyu vardır. Hazar denizinin kuzeyinden bir kolu "UZ" adi ile Avrupa ve Balkanlara göç etti. Balkanlara gelen UZLAR Bizans ordusunu ve Bulgarlari yendi. Ancak Peçenek akinlari, soguklar, salgin hastaliklar yüzünden dagilip yok oldular. Uzların bir kısmı Malazgirt Savası sırasında Bizans Ordusu saflarından, Selçuklu Ordusuna geçtiler.

Timur İmparatorluğu

Timur İmparatorluğu

Timur, kendi adıyla anılan büyük Türk İmparatorluğu´nun kurucusudur. 8 Nisan 1336´da, Türkistan´ın Keş şehrinde dünyaya geldi. Semerkant´ın güneyinde bulunan bu yerin bu günkü adı "Yehr-i Şebz"dir. Babası, Barlas oymağının beyi Turagay (Turgay), annesi Tekine Hatun idi. Barlas boyu Orta Asya´dan gelen bir Türk kavmidir.

O devirde Barlas boyu Çağatay Hanlığı´na bağlı idi. Timur´un babası 1360´da ölmüş, onun yerine geçen amcası Hacı Barlas ´da 1361´de öldürülmüştü. Timur, O sırada 25 yaşlarında idi.Cesur, zeki, bilgili bir Türk asilzadesi olan Timur, siyasi ve askeri dehasını gösterecek her fırsattan yararlanacak, kısa zamanda yükselecek ve cihangir olacaktı. Doğu Türk Hakanlığı´nın tahtına çıkacak, imparatorluğun sınırlarını İtil (Volga)´den Hindistan´daki Ganj Nehri´ne, Tanrı Dağları´ndan İzmir ve Şam´a kadar uzatacaktı.

İskender, Sezar ve Dara gibi ünlü cihangirlerin seviyesine çıkabilmek için, Timur, hepsi zaferle sonuçlanan 17 sefer düzenlemiş, 27 ülkenin hakanına baş eğdirmiş, onlara baş olmuştu. İşte tarihçilerin Timur için söyledikleri: At binen, kılıç kuşanan, attığı oku yüzük deliğinden geçiren bir çocuk; on iki yaşında savaşa katılan bir bahadır; Savaşlardan, savaş talimlerinden arta kalan zamanını okumakla, büyük alimlerden ders almakla geçiren genç bir idealist; Üç yüz kişilik bir kuvvetle on bin kişilik bir orduyu yenen eşsiz stratejist; Bir savaşta ayağından yaralanan ve bu yüzden adının sonuna Fars dilinde "topal" anlamına gelen "lenk" sıfatı eklenen bir başbuğ. (Türkler ´Aksak Timur´Batılılar ´Tamerlan´derler).

Dünya tarihine, özellikle Türk-İslam tarihine çok bilen, dinin, ilim ve sanatın koruyucusu; Asya´da Türkçe´nin, Türk sanat ve kültürünün Fars kültürünün baskısı altında yok olup gitmesini önleyen, öne geçmesi, örnek olması çığırını açan hükümdar; Aman dileyenin dostu, düşmanlarının acımasız baş belası, ama askerlerinin adeta taptığı hükümdar ve milletinin babası.

Bu kadar değil. Günahını sevabından, zulmünü adaletinden çok göstermek isteyenler de vardır. Kellelerden kuleler yaptığını, şehirleri yakıp yıktığını da hatırlatırlar. Yıldırım Bayezid´le savaşmış ve kardeş orduları birbirine kırdırmış olmakla da suçlanır. Gerçekten Ankara Savaşı´ndan sonra Osmanlı Devleti bir süre bocalamış ve bir fetret devri geçirmiştir. Fakat aynı tarihçiler, hatta bütün tarihçiler, Timur´un son ana kadar savaşı başlatmamak için, Yıldırım´ın ise başlatmak için gayret gösterdiğini yazarlar.

Ey Firdevsi, kalk, kalk da, her satırında kötülediğin mağlup Türk´ü şimdi gör! Timur´u Hıristiyan Batı zalim ve yıkıcı olarak anar. Timur, daha hayatta iken bu suçlamalara cevap vermiştir. O, İlhanlı Devleti´nin ve ona bağlı Çağatay Hanlığı´nın kargaşalıklar, entrikalarla sarsıldığı bir dönemde, yenilmez bir güç olarak ortaya çıkmıştı.

Türk, İran ve Arap tarihçileri, bu kargaşalığa Yahudi tüccarların ve Hıristiyan misyonerlerin birinci derecede sebep olduklarını belirtirler. Bu tüccarlar ve bazı misyonerler Avrupa krallarına casusluk yapıyorlardı ve bunlar bütün Türkistan´a dolmuşlardı. Timur bunların faaliyetlerine son verdi. Hindistan´dan Hıristiyan misyonerlerin kovulmasını, bu kıtada Müslümanlığın yayılmasını sağladı. Bunun için Hıristiyanlar ona düşman idi. Timur, işgal ettiği yerlerde, Yunan ve Roma eserlerinin kalıntılarını, putları yıkmıştı. Bu yüzden ona "yıkıcı" demişlerdir. Ama ona kendi devrinin İslam alimleri, "Kutübeddin","Sahib-Kıran-ı Azam Cennet Mekan" adını da vermiş ve böylece onun, dinin kutbu, en iler geleni; Kutlu, güçlü ve cennetlik" bir hükümdar olduğunu da söylemişlerdir.

İsfahan´dan yetmiş bin kişiyi kılıçtan geçirip kellelerini kule gibi yığması da insan kellesinden kule yapan hükümdar" olarak anılmasına sebep olmuştur. Buna kendisinin verdiği cevap şudur: İsfahan´a bıraktığım memurlarımı ve beş bin kişilik askerimi, isyan edip bir tekini bile sağ bırakmadan kılıçtan geçirdikleri, dinsizlik ettikleri için..."

İran tarihçilerinin Timur´un daima aleyhinde olmalarının, böylece batıda olduğu gibi doğuda da kötülenmesinin bir sebebi de şudur: Timur, İran seferinde, Şehname´nin yazarı ünlü şair Firdevsi´nin mezarına giderek, "Kalk, kalk da, her satırında kötülediğin mağlup Türk´ü şimdi gör!" demiştir.

Timur´un, İslamiyete öncelik vermek ve din adamlarını kullanmak suretiyle Türk milliyetçiliğini gerilettiğini söyleyenler de olmuştur. Ama o, kendi devrine kadar Bilge Kağan´dan başka hiçbir Türk hükümdarın göstermediği bir anlayışla, gurur kaynağını şu sözlerle belirtmiştir: "Biz ki Mülük-i Turan, Emir-i Türkistan´ız: Biz ki Türk oğlu Türk´üz; Biz ki milletlerin en kadimi ve en ulusu Türk´ün başbuğuyuz!..." Ankara Savaşı´nda, Yıldırım Bayezid´i yenerek Bursa´yı yakmasından sonra, Osmanlı tarihçilerinin de Timur lehine yazmaları beklenemezdi.

Timur, Sultan II. Murad Han´ın 1441 yılında yazdığı bir name ile kendisini Büyük Türk Hakanı olarak tanıdığını ve tabi olduğunu bildirdiği alim hükümdar Şahruh´un babası; şair hükümdar Hüseyin Baykara´nın ve bu gün Ay´ın en geniş kraterlerinden birine adı verilen Ay atlasında Türk adını bulunduran ünlü astronom Uluğ Beğ´in dedesidir.

Timur 25 yaşlarında iken Çağatay Hanlığı valilerinden Kazgan Han´ın emrine girdi ve büyük bir birliğin kumandanı oldu. Kazgan Han onu kızı Olcay Türkan´la evlendirdi. Kazgan Han´ın düşmanları onu pusuya düşürüp öldürdüler. Timur, Kazgan Han´ı öldürtenlere savaş açarak hepsini ortadan kaldırdı. Bu başarıları karşısında Çağatay Hanı onu kendi hizmetine aldı ve Tümen Beyi yaptı Timur bundan sonra nüfuzunu, gücünü hızla arttırdı.

Hanlarla, beyler arasında sık sık meydana gelen çekişmelere karışıyor, durumu kendi lehine değerlendiriyordu. Devrin alimleri, Timur´u, devletteki hızlı çöküntüyü durduracak lider olarak görmeye başlamışlardı. 1370 yılında Timur, Belh şehrinde, mutlar hakim ve tam bağımsız bir duruma geldi. Fakat Cengiz soyundan olmadığı ve Cengiz hanedanının büyük prestijinden de yararlanmak istediği için, Cengiz soyunun Çağatay sülalesinden Soyurgatmış Han´ı tahta çıkardı onu, hayatı boyunca kukla bir hükümdar olarak yanında gezdirdi. Şeklen ona bağlı görünüyordu, ama mutlak hakim kendisiydi.

Belh´te toplanan Kurultay, Timur´a "Kutbeddin" ve Sahib Kıran" unvanlarını verdi. Timur kısa bir süre sonra başkenti Belh´ten Semerkant´a nakletti. Bundan sonra dört yöne başarılı seferler düzenledi. Çok iyi planlanmış taktikler uyguluyor, yıldırım savaşları yapıyor ve her seferini zaferle sonuçlandırıyordu.

1371-1377 yılları arasında Harezm´e üç sefer, Moğolistan´a iki sefer düzenledi. 1378´de birinci Altın Ordu seferi ile ününü bütün dünyaya tanıttı. 1379´da Harezm´e bir sefer daha yaptı. 1380´de Herat´a girdi ve böylece harezm ve Horasan tamamen fethedildi. 1389´a kadar yaptığı seferlerle Turfan, Karaşar bölgelerini zaptetti ve Uyguristan´ı kendisine bağladı.

1390 ve 1391 yıllarında tekrar Altın Ordu seferine çıktı. Bu son seferi düzenlemesine Altın Ordu Hakanı Toktamış Han´ın nankörlüğü sebep olmuştu. Çünkü önceki seferlerinde Timur, Toktamış Han´ı desteklemiş onun düşmanlarını bertaraf etmişti. Toktamış Han bu destek sayesinde güçlenince bu defa Timur´a başkaldırmıştı. Bu seferinde, Doğu Avrupa´ya hakim olan Toktamış´ı yıkmak için onun bütün ülkesini işgal etmek, tahrip etmek zorunda kalmıştı. Bu da, Rusya´nın doğup gelişmesine sebep olacak ve Timur istemeden sebep olduğu bu gelişmeden dolayı daha sonra tarihçiler tarafından suçlanacaktı.

Timur, 1401´e kadar yapılan dört seferle Irak ve Güney Anadolu, 1398-99 seferleriyle Hindistan Delhi Sultanlığı´nı, 1401-1402´de Suriye´yi fethetti. Nihayet 1402´de yapılan Ankara Savaşı´nda Osmanlı Devleti´ni de mağlup ederek itaat altına aldı. "Kıymetli bahadırlar sayesinde pek çok yer fethettim ve 27 ülkenin hakanı oldum" diyen Timur hakanı olduğu ülkeleri şöyle sıralıyor: Turan, İran, Rum (Anadolu), Mağrib, Suriye, Mısır, Irak-ı Arap, Irak-ı Acem, Mazenderan, Geylan, Şirvan, Azerbaycan, Fars, Horasan, Cidde, Büyük Tataristan, Harezm, Hotin,, Kabilistan, Bahter, Zemin, Hindistan... (Yirmi iki yer sayıyor, diğerleri de Gürcistan, Ermenistan gibi kafkas ülkeleri).

Büyük cihangir son seferini Çin´e yapacaktı. 1404 yılı kışında her tarafın karla kaplı olduğu bir zamanda yola çıktı. Ömrünün sonuna yaklaştığını seziyor, en büyük cihadı geciktirmemek gerektiğine inanıyordu. Çin sınırındaki Otrar şehrine geldiği zaman durdu. Burada ordusuna büyük bir geçit töreni yaptırdı. Kuğu avı düzenledi. Fakat Timur hastalanmış, yatağı düşmüştü. Hekimbaşı Fazlullah, ona ölüm döşeğinde olduğunu apaçık bildirdi. Bunun üzerine Timur vaziyetini hazırladı. Sayar adamlarını, orduda bulunan torunlarını yanına çağırarak, ölüm döşeğinde bir konuşma yaptı.

Timur Ölüm döşeğinde şunları söyledi: "Oğullarım, Milletin refahını, saadetini sağlamak için sizlere bıraktığım vasiyeti ve tüzükleri iyi okuyun, asla unutmayı ve tatbik edin. Milletin dertlerine derman bulmak vazifenizdir. Zayıfları koruyun, yoksulları zenginlerin zulmüne bırakmayın. "Adalet ve iyilik etmek" düsturunuz, rehberiniz olsun. Benim gibi uzun saltanat sürmek isterseniz, kılıcınızı iyice düşünerek çekiniz, bir defa çektikten sonra da onu ustalıkla kullanınız. Aranıza nifak tohumları ekilmemesi için çok dikkatli olun. Bazı nedimleriniz ve düşmanlarınız nifak tohumları saçmaya, bundan faydalanmaya çalışacaklardır. Fakat vasiyetimde size idare şeklini, ana ilkelerini gösterdim. Bunlara sadık kalırsanız taç başınızdan düşmez. Ölüm döşeğimde söylenen babanızın bu sözlerini unutmayın. Benden sonra hakan Pir Muhammed Cihangir olacaktır. Ona, bana itaat eder gibi itaat edeceksiniz. Kumandanlarım, şimdi itaat yemini ediniz!" (Ve bütün kumandanlar, saray adamları, ağlayarak yemin ettiler.)

Timur, 19 Mart 1405 günü vefat etti. Son sözü "Lailahe illallah" oldu. Cenazesini mumyalayarak Semerkant´a götürdüler. Sağlığında çok sevdiği torunu Muhammed Sultan için yaptırdığı türbeye, torununun yanına gömüldü.

Tapınak Şövalyeleri

Tapınak Şövalyeleri

Tapınak Şövalyeleri, M.S. 1119´da varlığı anlaşılmış ve bu bölgedeki araziye sahip oldukları bilinen bir gruptu. Grup, Clairvaux´lu St. Bernard önderliğinde on Fransız şövalyesi tarafından kurulmuştu. O yıl Hugues de Payns ("Paganlar´ın" anlamına gelir) bu şövalyeler, Jerusalem´deki Kral Baldwin´in sarayına yerleştikleri Kutsal Topraklar´a gittiler. Burası, Kutsal Mezar´a yakındı ve Hz. Süleyman Tapmağı´nın´ bulunduğu yere inşa edilmişti. Kutsal Şehir´e yolculuk yapan hacıları korumak için yemin ettiler ve manastır geleneklerine uyarak saflık, yoksulluk ve itaat yemini ettiler.

Ancak bu şövalyelerin neyin peşinde oldukları ve Jerusalem´de ne buldukları konusunda bol miktarda söylenti ortaya çıktı. Ne olursa olsun, bu şövalyeler Avrupa´da doğrudan Papa´ya bağlı güçlü bir askeri güç haline geldiler. Bu gruba katılmak isteyen birçokları akın etti ve sonucunda geniş topraklara sahip oldular. Uluslararası bağlantıları sayesinde Tapınak ilk banka haline geldi ve Hıristiyan dünyasının farklı noktalarında birçok alışverişi sağladı. Bu, zenginliklerini daha da artırdı.

Sufıler´le yakın ilişkilerini koruyarak, Kabala ve simya hakkındaki bilgilerini paylaştılar. Gizli törenleri ve mistik amaçları hakkında hikayeler yayılmaya başladı. Zamanla, zenginlikleri Fransa Kralı 4. Philip´i (Adil Philip) bile kıskandırdı. Grubun kurulmasından 189 yıl sonra 13 Ekim 1307 Cuma günü, Philip´in adamları Büyük Usta Jean Jacques de Molay ve 140 şövalyesini bölücülük, Tanrı´ya küfür ve büyücülükle suçladılar. Bunun ardından şövalyeler büyük eziyetler gördüler. Birçoğu, putperestliklerini itiraf etmeleri için Engizisyon tarafından işkence gördü.

1312´de Papa V.Clement resmi olarak grubu kaldırdı ve yerine Hospitaler Şövalyeleri´ni getirdi. Bağlandığı kazıkta öldürülmeden önce, masumluğunu savunan Büyük Usta, Tapınak Şövalyeleri´ne karşı işledikleri günahlar için 4. Philip ve 5. Clement´i Tanrı´nın önünde hesap verirken görmeyi diledi. Philip´e bir yıl, Clement´e bir ay verdi. İkisi de tanınan sürelerin sonunda acı içinde öldüler: Philip atından düştü, Clement ise kanserden öldü.

O zamanlar grubun tamamen ortadan kalktığı sanılıyordu ama şimdilerde Tapınak geleneğinin farmasonluğa dönüşerek devam ettiği düşüncesi dolaşmaktadır.

Gizlilik geleneği, Tapınak Şövalyeleri´nin inançlarını ve üyeliğe kabul törenlerini ortaya çıkarmayı imkansız kılmaktadır. Şövalyelerin itirafları hiçbir gerçek içermeyecek şekilde işkence yoluyla kazanılmıştı. Ancak grubu kuran şövalyelerin Jerusalem´deyken Akit Sandığı´nı bulduklarına dair söylentiler vardır. Bu bölgedeki gizli güçler hakkında bilgileri olduğuna, bu enerjileri ayinlerinde kullandıklarına ve izoterik bilgilerinin gotik katedrallerin biçimlerindeki gizli geometride yattığına dair inançlar da vardır.

Tapmak, gruba katılmak isteyen heyecanlı şövalyelerin verdikleri hediyeler sayesinde zenginliğini artırmıştır. Yaptığım araştırmalara göre, 1155´de Pembroke´lu Earl soyundan John Marshall kendilerine gizli bir yer verdiğinde Marlborough Downs´ın sahibi oldular. Haklarında çok fazla bilgi yoktur ve bilindiği kadarıyla birkaç kiracıyla bir çiftlikten başka bir şey kalmamış durumdadır. Ancak herhangi bir kilise binasına raslanmadığı için, buranın önemli bir Tapınak mülkiyeti olduğu da kabul edilmemektedir. Yere adını veren Tapınak´la bağlantısı, ayrı bir muammadır.

Sezarın Hayatı

Sezarın Hayatı

Caius İulius Caesar, Romalı general ve devlet adamı (M.D. 101-44).

Gelmiş geçmiş devirlerin en parlak savaş komutanlarından ve devlet adamlarından biri sayılan Julius Sezar aynı zamanda yazar olarak da çok ünlüdür.

Aineias´ın oğlu İulius´tan ve dolayısıyla, soyunun tanrıça Venüs´ten geldiğini iddia eden bir patrici ailesindendi. Çok genç yaşta gururu ve tutkularıyla göze çarptı: «Roma´da ikinci olmaktansa bir köyde birinci olmayı yeğ tutarım!» diyordu. Zaten zekâsı ve iradesi sayesinde kısa, zamanda ün kazanmağa başladı. Önemli bir komutanlığa gelme kaygısındaydı ve o tarihlerde bir Roma eyaleti olan İspanya´ya giderek orayı bir yıl başarıyla yönetti (61-60). Roma´ya döndüğünde, zengin Crassus ve ünlü Pompeius ile siyasî bir birlik kurdu: bu, birinci triumvirlik´ti. Ertesi yıl Sezar konsül seçildi (59).

İKTİDAR VE ZAFER

O zaman Galya´ya gidip birkaç yıl süren bir savaşla (58´den 51´e kadar) bütün ülkeye boyun eğdirdi; Galyalıların ayaklanmasını bastırdı ve bu arada Vercingetorix´in örgütlediği genel isyanı bastırdı. Bu uzun savaşı, Galya Savaşı Üstüne Yorumlar adlı eserinde, kendisi anlatacaktır. Sezar askerleri yönetmeyi biliyor, onlar da, kendi çetin koşullarını ve yorgunluklarını paylaşmaktan geri durmayan bu komutana değer veriyorlardı. Ama Roma´daki şöhreti, senatoyu ve özellikle iktidarı kendi başına yürütmek sevdasında olan Pompeius´u kaygılandırmaktaydı. Bunu anlayınca Sezar meşruluk dışına çıkmağa karar verdi: askerleriyle Rubico Irmağı´nı aşıp şehre yürüyerek iç savaşı başlattı. Pompeius Yunanistan´a kaçtı, orada, 48 yılında Pharsale´de yenilgiye uğradı, taraftarları ise Afrika ve İspanya´da darmadağın edildiler, kılıçtan geçirildiler. 45 yılında iç savaş sona erdi.

Zaferi kazanan Sezar, artık mutlak hükümdar olarak ülkeyi yönetebilecekti. Diktatör, ömür boyunca konsül ve en yüksek majistra seçildi. Kuruluşlarda derin bir reforma girişti. Bir yıl içinde cumhuriyeti imparatorluğa dönüştürdü. Yerine geçecek vârisi olmadığından, yeğeninin oğlu, müstakbel Augustus olacak Octavius´u evlât edindi. Ama düşmanları ona karşı, himayesindeki Brutus ve Cassius yönetiminde bir suikast hazırladılar. Sonunda senatoda, Pompcius´un heykelinin dibinde öldürüldü.

SEZAR´IN ADI

Augustus ile halefleri tarafından Sezar adı, «imparator» ile eşanlam!: olarak kullanıldı: imparatorlara «sezar» deniyordu. Bu terim sonradan değişime uğrayarak Avrupa´da kayser ve Rusya´da çar terimlerine köken olmuştur.

VENİ, VİDİ, VİCİ

«Geldim, gördüm, yendim». Bu sözlerle Sezar, senatoya, Küçük Asya´da, Zela yakınlarında, Pontus kralı Pharnekes´e karşı kazandığı zaferi bildiriyordu (M.Ö. 47´de).

SEZAR´IN YAZARLIĞI

Sezar´ın bize kadar gelmiş olan çeşitli eserleri (şiirler, siyası yazılar) arasında en ünlüsü, Galya Savaşı Üstüne Yorumlar´dır. Bu, Sezar´ın askeri taktiğinin gizemini korumak ve saygınlığını arttırmak için gerçeği saptırdığı bir propaganda eseridir: yardımcılarının oynadığı rolü küçümser, düşman birliklerinin kalabalığı ve kuvveti (özellikle Vercingetorix´in) üzerinde ısrarla durur; böylece zaferi daha da parlak görünür. Bu kusurlarına karşın Galya Savaşı Üstüne Yorumlar, tarihçilerin, Sezar´ın yaptıklarını ve kişiliğim aydınlatmalarına yardımcı olmuştur.

Saltuklular Beyliği

Saltuklular Beyliği

Selçuklu fetihleri arasında Doğu Anadolu´da kurulan Türk devletlerinden birisi Saltuklular´dır. Anadolu´nun fethinde görev alan kumandanlardan Ebul Kasım, Erzurum dolaylarını ele geçirmiş ve Sultan Alparslan onu bu bölgenin beyliğine tayin etmişti. Ebul Kasım 1102´de ölünce yerine oğlu Ali geçti ve Bey oldu. Ali´den sonra Bey olan İzzeddin Saltuk bu hanedanın en güçlü beyi oldu ve beylik onun adı ile yani "Saltuk Beyliği" olarak anıldı (1072).

Bu beylik, önceleri Büyük Selçuklu Devleti´ne tabi idi, fakat bu devletin zayıflamasından sonra, bağımsızlığını kazandı. Saltuklu Beyliği Kars, Bayburt, Oltu, Trabzon, İspir ve Tercan bölgelerini ele geçirerek gücünü arttırdı. Önce Gürcülerle, sonra Bizanslılarla yaptığı savaşlarda da başarılı sonuçlar elde etti.

Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan´la ittifak kurarak kız alıp vermek suretiyle akrabalık kuruldu. Saltuklu beyleri bir çok defa Gürcülere karşı savaştılar. Nitekim bunlardan İzzeddin Saltuk bu savaşların birisinde Gürcülere esir düşmüş (1153), öteki Türk beyleri tarafından 10.000 dinar verilmek suretiyle kurtarılmıştır.

İzzeddin Saltuk 1174´te ölünce yerine oğlu Muhammed Kızıl Arslan geçti. Kızıl Arslan Bey, 1195´te Erzurum önüne kadar gelen Gürcü kuvvetlerini mağlup etti. İzzeddin Saltuk devrinde (1132-1168), Saltuklu Beyliği ülkesi Tercan´dan başlayarak Tahir Gediği´ne kadar uzanmakta; Erzurum, Bayburd, Avnik, Micingird, İspir, Oltu gibi şehir ve kasabaları kaplamakta idi.

Nasıreddin Muhammed (1168-1191)´in ise, Irak Selçuklu sultanı III. Tuğrul´a ve asıl iktidarı elinde tutan Atabeg Kızıl Arslan´a tabi olduğu anlaşılıyor. Yine onun zamanında Gürcüler Erzurum önüne geldilerse de, bir muhasaraya girişmeden aldıkları ganimetlerle yetinerek geri döndüler.

Bu devrin dikkati çeken bir olayı da bu hanedandan Muzaffereddin Melikşah adlı Saltuklu beyinin Gürcü kraliçesi Thamara ile evlenmesidir. XII. yüzyılın ortalarından itibaren Türkiye Selçukluları ve Eyyubi Devletleri, Doğu ve Güney-doğu Anadolu´daki beyliklerin varlıklarını tehdide başlamışlardı. O sırada Ulu Hakan olan Melikşah, Anadolu´da birliği korumak için bütün beylikleri itaat altına almak istiyordu. Süleymanşah da onun politikasını takip etti ve 1202´de Erzurum kalesini alarak Saltuklu Beyliği´ne son verdi (1202).

Saltuklular devrinde, Erzurum bölgesi imar edilmiş ve zenginleşmiş bir durumda idi. Ayrıca bölgenin iktisadi durumuna da bir canlılık getirmişlerdi. Saltuklulardan zamanımıza kadar bazı eserler de kalmıştır, bunlar Kale Mescidi, Tebsi Minare, Ulu Cami ile bazı türbelerdir. Ayrıca Tercan´da bulunan Mama Hatun kervansarayı ve türbesi de zikre şayan Saltuklu eserlerindendir.

Romalıların Tarihi

Romalıların Tarihi

Romalılar, Roma şehrinin M. Ö. 753´teki efsaneli kuruluşundan sonra, iki yüzyıl boyunca, gelecekteki sitenin yedi tepesi üzerindeki küçük köylerde, tahta veya kerpiçten, yoksul evlerde yaşadılar. Bu köylü halk birkaç yüzyıl içinde, ışıklarını İskoçya´dan Afrika´ya, Atlantik´ten Küçük Asya´ya kadar saçacak olan büyük bir uygarlık yaratacaktı.

Başlangıçta, bu çok gösterişli gelişme Romalıların niteliklerinden do­ğuyordu: tokgözlü ve çalışkandılar, lüksten kaçınıyor, sade bir yaşam sürüyorlardı. Baba, bütün aile üzerin­de mutlak otorite sahibiydi (pater familias), kadın da çocukların eğiti­miyle uğraşıyordu. Din, gerek özel hayatta, gerek devlet gidişinde önem­li bir yer tutuyordu.

Toplum sıkı sıkıya örgütlenmişti. Kölelerden başka, iki ayrı sınıfı içeriyordu: siyasî iktidarı kullanan toprak sahibi zengin patriciler ve yok­sullukları nedeniyle iktidardan uzak tutulan, köylülerle, küçük esnaf ve zanaatçılardan oluşan plepler. Cumhuriyet döneminde, uzun bir müca­deleden sonra, plepler siyasî eşitlik ve devlet memurluğuna (majistralık) girme hakkını elde edeceklerdir.

DEV BİR ESER

Etrüsk hükümdarlarının birkaç yüzyıl süren krallığı döneminden sonra, M.Ö. 509´da, cumhuriyet kuruldu. Artık bütün vatandaşlar korniş adlı meclislerde toplanan populus romanus´u. (Roma halkı) meydana getiri­yordu. Bunlar her yıl, ülkeyi yönet­mekle görevli majistraları seçiyorlardı: quaestorlar (maliye), aedilisler (idare), praetorlar (adliye). Bunların üstünde, iki konsül, yürütme yetkisini ellerinde tutuyor, ordulara kumanda ediyor ve devlet başkanı görevi yapıyorlardı. Bu çeşitli görevlere birbiri ardından yükselmek cursus honorum oluyordu. Nihayet bütün eski majistralar da iç politikayı denetleyen ve dış politikayı yöneten senato´yu oluşturuyorlardı.

Serüven düşkünü fatihler, uyanık tacirler veya çiftçiler olan Romalılar, kılıcı da, pulluğu da aynı coşkuyla kullanıyorlardı. Topraklarını bu yöntemlerle genişlettiler. Romalılara bo­yun eğen her ulus onlara çok sayıda asker ve köle sağlıyordu. Yurttaşlar sayıları gitgide artan kölelere yavaş yavaş kendi işlerinin çoğunu yüklemeğe başladılar. Bu sistem yüzyıllar boyunca sürüp gidecek ve Romalılara geniş bir imparatorluk çerçevesinde çok yönlü dev bir eser yaratma olanağını verecekti: sayısız anıtların, yolların, sukemerlerinin yapılması; madenlerin ve taş ocaklarının işletilmesi, sulama işleri. Ama, yine aynı sistem, Romalılardaki çaba harcama duygusunu silecek, onları kavimler göçü karşısında silâhsız bırakacak ve bu kavimler Miladın IV. yy. dan itibaren, Romalıların nüfuzunu tamamen yok edeceklerdi.

YÜKSELİŞ VE GERİLEME

M.Ö. III. yy.dan itibaren girişilen büyük fetihler döneminde Roma, bütün «eyaletler»den gelme karmakarışık bir kalabalığın kaynaştığı, pek canlı bir kenttir: ustaca sarılmış togaları içinde ağırbaşlı yurttaşlar; Galya´lı, Daçya´lı veya Nübya´lı köleler; Fenike´li tacirler; iş arayan Sicilya ve Afrika köylüleri biraradadır.

Akdeniz dünyasında, fethedilen bütün ülkeler Romalıların parlak uygarlığından yararlanıyor, onların mitolojisini, sanatını ve tekniklerini benimsiyorlardı: yollar ve köprüler yapılıyor; şehirler amfiteatrlarla, zafer taklarıyla, hamamlarla, tapınaklarla ve bazilikalarla süsleniyordu. Zengin evler gözalıcı fresklerle veya renkli mozaiklerle kaplanıyordu. Nihayet Latince (Latium´un anadili) hemen hemen her yerde yöresel lehçelerin yerini alıyor ve bütün başeğmiş ulusların resmî dili oluyordu.

Patriciler ve plepler arasındaki geleneksel çatışmayla büsbütün alevle­nen toplumsal haksızlıklar, sonunda cumhuriyetin bağrında gittikçe ciddileşen kargaşalıklara yol açtı. Uzun iç savaşlar M.Ö. 31 yılında, Sezar´ın yeğeni Augustus´un bir imparatorluk kurmasıyla sonuçlandı. İktidarın görkemi içinde başlayan bu yeni rejim, altı yüzyıl sonra, gerilemeyle son bulacaktı (Son imparatorluk). Bu arada, değişen Roma toplumu da artık üç sınıfa ayrılıyordu: sayıları gittikçe azalan kentliler, büyük toprak sahipleri ve toprağı işleyen kolonlar.

Ramazanoğulları Beyliği

Ramazanoğulları Beyliği

XIV. yy.da Adana bölgesinde kurulan beylik.

Ramazanoğulları Beyliği Moğol istilâsından kaçarak Çukurova´ya yerleşen, Üçok Türkmenlerinin Yüregir boyu beylerinden Ramazan Bey tarafından kuruldu. Beylik uzun süre Memlûklere bağlı yaşadı. Osmanlıların Mısır ve Suriye´yi almasından sonra Osmanlı ülkesine katıldı.

Oğuzların Tarihi

Oğuzların Tarihi

En ünlü Türk kavmi.

"Türkmen" ve "Batı Türkleri" de denen Oğuzlar Türk kavimlerinin en ünlüsüdür. Orta Asya´da kurulan Türk hakanlıklarının hepsinin kuruluşuna katılmış, Uygurlar ve Karahanlılar döneminde önemli rol oynamışlardır.

SELÇUKLU YÖNETİMİNDE

Oğuzlar XI. yy.da, Selçuklu hanedanı zamanında, gene birer Türk devleti olan Karahanlılara ve Gaznelilere karşı savaştılar ve sonunda bütün Türk kavimlerinin başına geçtiler. Selçukluların yönetiminde Dandanakan Meydan Savaşı´nda (1040) Gaznelileri yendikten sonra, açık denizlere ve Yakındoğu´da Akdeniz´e ulaştılar. Anadolu´yu ele geçirerek burayı ikinci Türk anayurdu yaptılar. Anadolu Selçuklu Devleti´nin kuruluşunda başrolü oynadılar. Anadolu´ya önce çeşitli beylikler halinde egemen olan Oğuzlar, daha sonra Osmanlı Devleti´nin de temelini oluşturdular.

Geleneğe göre Oğuzların 24 boyu vardı. Osmanoğulları bunların Kayı boyundan, Selçuklular ise Kınık boyundandır. Türk geleneğine göre Oğuzların atası Oğuz Kağan büyük Türk hakanlarından Mete´dir. 24 Oğuz boyunun bu kağanın soyundan türediğine inanılır. Hattâ Osmanlı Devleti´nin kurucusu Osman Gazi´yi Oğuz Kağan´a (Mete) bağlayan 45 kuşaklık bir soy kütüğü yapılmıştır.

BUGÜNKÜ OĞUZLAR

Bugünkü Oğuz Türkleri Türk kavimleri içinde en kalabalık olan topluluktur. Bu topluluk şimdi başlıca üç kol halinde bulunmaktadır: 1. Türkiye Türkleri; 2. Azerî Türkleri; 3. Türkmenler. Türkiye´de, Balkanlar´da, kısmen Suriye ve Irak´ta yaşayan Türkler birinci koldandır. Kafkasya´da, Batı İran´da ve kısmen Irak´ta yaşayan Türkler ikinci koldan, Horasan ve Türkmenistan´da yaşayan Türklerse üçüncü koldandır. En kalabalık olan kol Türkiye Türkleridir.

Osmanoğulları Beyliği

Osmanoğulları Beyliği

Osmanoğulları yeterince güçlendikten sonra Anadolu´daki beyliklere yöneldiler ve bunlara teker teker son vererek topraklarını kendi ülkelerine katmağa başladılar. XV. yüzyıl başlarında beyliklerin Osmanlı mülkü içinde eritilmesi işlemi tamamlanmış gibiydi.

Ancak, bir olay 1402´de bu gelişmeyi durdurdu. O yıl Yıldırım Bayezit ile Timur arasında Ankara´da yapılan savaşı Bayezit kaybetmiş, bu da devletin bütünlüğünü sarsmıştı. Nitekim savaş sonunda Bayezit´in oğullarından Çelebi Sultan Mehmet Amasya´ya çekilerek hükümdarlığını ilân edince ilk bölünme gerçekleşmiş oldu. Ankara da yeni beyliğe eklenmişti. Bu XV. yy.ın ikinci yarısında Fatih´in, Karaman Beyliği?ni sona erdirmesiyle de Anadolu´da beylikler dönemi sona ermiş oldu.

Mısır Medeniyeti

Mısır Medeniyeti

Kuzey Afrika´da Nil Nehri ve etrafında kurulmuş olan bir medeniyettir. Etrafının çöl ve denizlerle kaplı olması, diğer medeniyetlerle etkileşiminin daha az olmasına sebep olmuştur. Bu yüzden Mısır Medeniyeti, kendine özgü bir medeniyettir.

Önceleri "nom" adı verilen şehir devletleri varken, M.Ö. 4,000´de Kral Menes´in başa geçmesiyle merkezi krallık haline gelmiştir. Kral Menes´le firavunlar devri başlar. Mısır krallarına "firavun" denirdi. Firavunlar, dini ve siyasi otoriteyi kendilerinde toplamışlardı. Kendilerini Tanrı olarak ilan etmişlerdi.

Mısır´daki tanrı kral anlayışı, Mezopotamya´da ise rahip kral anlayışının egemen oluşu, hem Mısır hem de Mezopotamya´da laik olmayan yönetim anlayışını yansıtmaktadır. Dinleri çok tanrılıdır. Tanrılarını, insan veya hayvan şeklinde tasfir etmişlerdir.

Firavunlar için piramitler yapmışlar, ölülerini mumyalamışlardır. Bu durum, öldükten sonra dirilme inancının olduğunu göstermektedir. Halk mezarlarına ise labirent denilirdi.

M.Ö. 525´te Persler ve M.Ö.333´te de Büyük İskender tarafından işgal edilmiştir. Büyük İskender´in istilası ile Yunan ve Mısır Medeniyetleri birbirini etkilemişlerdir. M.Ö.1,280´de Hititlerle Kadeş Antlaşması´nı imzaladılar.

Kendilerine özgü hiyeroglif (kutsal resim yazısı) yazısını kullanmışlardır. Yazılarını "papirüs" adı verilen bitki yapraklarına yazmışlardır. Eczacılık, kimya ve tıpta gelişmişlerdir. Matematikte "pi" sayısını bulmuş ve astronomide gelişmişlerdir.

Rasathaneler kurmuşlar ve Nil Nehri´nin taşma sürelerini hesaplamışlardı. Güneş yılı esasına dayalı ilk takvimi Mısırlılar yapmışlardır. Romalılar, Mısır´dan aldıkları bu takvimi geliştirerek bugün kullandığımız Miladi takvimi oluşturdular. Mısır ekonomisi tarım, ticaret ve madenciliğe dayanıyordu.