SSCB etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SSCB etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği



Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği, (Rusça okunuşu - СССР) Sovyetler Birliği olarak da bilinir, Rus Çarlığı'nın 1917'deki Büyük Ekim Devrimi'yle yıkılmasından sonra aynı topraklar üzerinde kurulan ve 1991'e değin varlığını koruyan devlet.Avrupa'nın doğu kesimiyle, Asya'nın kuzey kesimi boyunca yayılan SSCB, son yıllarında 22.403.000 km²'lik yüzölçümüyle dünyanın en büyük ülkesiydi.Nüfus bakımından da 293.047.571 (Haziran 1991) kişiyle 3. sırada yer alıyordu.Aynı zamanda dünyanın başlıca siyasi ve askeri güçlerinden biri olan Sovyetler Birliği batısında Norveç, Finlandiya, Baltık Denizi, Polonya, Çekoslovakya, Macaristan ve Romanya, güneyinde Karadeniz, Türkiye, İran, Afganistan, Çin Halk Cumhuriyeti, Moğolistan ve Kuzey Kore yer alıyordu. Kuzey ve doğu sınırlarını ise Kuzey Buz Denizi ve Büyük Okyanus çiziyordu.Birliğin başkenti Moskova, para birimi Sovyet Rublesiydi.

1917 Ekim Devrimi, başka bir deyişle Bolşevik İhtilali ile kurulan SSCB. Soğuk savaş sürecinde Amerika'nın karşısındaki güç konumunda idi. 1985 yılında Gorbaçov iktidarından sonra başlayan Glasnost ve Perestroyka ile başlayıp 6 yıl süren reformların ardından 1991 yılının sonunda Sovyetler Birliği resmen dağıldı ve tüm ülkeler bağımsızlıklarını ilan ettiler. Birliği oluşturan 15 devletten 12'si bir araya gelerek Bağımsız Devletler Topluluğu'nu oluşturdular.,

Tarihçe

1917’den 1991’e kadar SSCB çeşitli dönemlerden geçmiştir:-Devrimin hemen ardından Savaş Komünizmi olark adlandırılan dönem(1917-1921). Sovyetler’in düşmanı olan devletlerin rejimi yıkmak için kışkırtığı iç güçler ve onun yarattığı cephe gereksinimleri, yalnız büyük sanayinin değil, orta ve küçük sanayide ulusallaştırılır.-Bunu, Yeni İktisat Siyaseti(NEP) dönemi izler(1922-1928). İçte ve dışta ortaya çıkan güçlüklere karşın , sosyalist kesim yararına işleyen bir karama ekonomi dönemidir bu.-Nazi Almanyasının yenilgisiyle sonuçlanan savaşı ise, Sovyetler Birliği ile Batılı bağlaşıkları arasındaki temel aantlaşmazlıkların somut sorunlar halinde ortaya çıkması ve bunun sonucu olarak beliren Soğuk Savaş dönemi izler.



-Stalin’in 1953’de ölümü, 1956’da toplanan 20. Kongre ile yeni bir dönem başlar.-Kruşçef’in iş başından uzaklaştırıldığı 1964’ten 1983’e kadar uzanan ve Kosigin-Brejnev ortak yönetiminin, onları sonra Andropov ve Çernenko dönemleri izler.-Son dönem, Gorbaçov’un reformlarıyla Sovyetler’in çöküşüne zemin hazırlayan dönem olur.


1917’den 1991’e kadar SSCB çeşitli dönemlerden geçmiştir:-Devrimin hemen ardından Savaş Komünizmi olark adlandırılan dönem(1917-1921). Sovyetler’in düşmanı olan devletlerin rejimi yıkmak için kışkırtığı iç güçler ve onun yarattığı cephe gereksinimleri, yalnız büyük sanayinin değil, orta ve küçük sanayide ulusallaştırılır.-Bunu, Yeni İktisat Siyaseti(NEP) dönemi izler(1922-1928). İçte ve dışta ortaya çıkan güçlüklere karşın , sosyalist kesim yararına işleyen bir karama ekonomi dönemidir bu.-Nazi Almanyasının yenilgisiyle sonuçlanan savaşı ise, Sovyetler Birliği ile Batılı bağlaşıkları arasındaki temel aantlaşmazlıkların somut sorunlar halinde ortaya çıkması ve bunun sonucu olarak beliren Soğuk Savaş dönemi izler.-Stalin’in 1953’de ölümü, 1956’da toplanan 20. Kongre ile yeni bir dönem başlar.-Kruşçef’in iş başından uzaklaştırıldığı 1964’ten 1983’e kadar uzanan ve Kosigin-Brejnev ortak yönetiminin, onları sonra Andropov ve Çernenko dönemleri izler.-Son dönem, Gorbaçov’un reformlarıyla Sovyetler’in çöküşüne zemin hazırlayan dönem olur.

Siyasal Sistem


Sovyetler Birliği’ndeki iki temel unsuru vardı :

-Sovyetler Birliği çok uluslu federal bir devlettir.
-Sovyetler Birliği, bir sosyalist demokrasi’dir.

Çok Uluslu Devlet

Rus Çarlığı, sınırları içerisinde birbirinden ırk, dil, din bakımından farklı toplulukları barındırırdı. Bunların arasında Ruslar diğerlerini yönetir konumdaydı. Büttün bu halkları merkezi otoriteye bağlı kılabilmrk için ruslaştırma politikası izlenirdi. Dverimden sonra diğer uluslar Ruslarla eşit konuma geldi. Bağımsızlıkları kabul edilen uluslar federalizm ilkeleri içinde biraraya getrildi. Sovyetler Birliği, 15 birlik cumhuriyetin meydan gelmekteydi. Ayrıca bunların içinde özerk cumhuriyet, eyalet ve bölgeler vardı. Cumhuriyetlerden her biri, federal devletin yetkisne girmeyen konularda bağımsızdı. Feberal devletin yetkileri arasında: -Sovyetler Birliği’nin uluslarası ilişkileri ile savunulması; -Sovyetler Birliği’nin iç örgütlenişi; -Ekonominin genel yönetimi; -Hukuksal örgütlenme ile kültürel örgütlenmenin genel yönetimi;

Sosyalist Demokrasi


Devlet iktidarının temel kurumu, iki meclisli Yüce Sovyet’ti. Bu meclislerden biri (Birlik Sovyeti)Sovyetler Birliği’ndeki halkların bütünü temsil eder, ötekisi (Ulusal Topluluklar Sovyeti) ise federe cumhuriyetleri ve özerk bölgeleri. Yüce Sovyet bir yasama organıdır. Yürütme organını oluşturan Bakanlar Kurulu’nu seçen de bu Yüce Sovyettir. Sovyetler Birliği’nde, Batı demokrasilerinde çeşitli biçimlerde uygulanan güçler ayrılığı ya da görev bölünmlerine benzeyen bir durum yoktu. Güçler birliği ve dikey bir yetki paylaşımı vardı. Bütün yetki Yüce Sovyet’in elindeydi. Prezidyum, ondan aldığı yetkileri onun adına kullanıyordu. Bakanlar Kurulu da alına kararları uyguluyordu


Tek Parti Anlayışı

Batı demokrasilerinden farklı olarak, sovyet demokrasisi tek partiliydi. Bu parti, Sovyetler Birliği Komünist Partisi adını taşırdı. Komünist Parti’nin kendi kongrelerindeki kararları, Sovyetler Birliği’nin siyasal yaşamında bir aşama niteliği taşırdı. Devlet mekanizmasının gerçek dinamosu bu partiydi.


Özgürlüklerin Anlamı

Sovyetlerde özgürlüklerin anlamı Batı’dakinden farklıydı. Marksist anlayışa uygun olarak, özgürlükler, soyut ve mutlak veriler olarak değil, toplum yapısında belli bir sürece göre yapılcak değişikliklerle gerçekleşcek şeyler olarak kabul edilirdi.



Sovyet Yönetimi


Sovyet Cumhuriyetleri


1977 Anayasasına göre SSCB, ulusların kendi yazgılarını özgürce belirlemeleri ve hak eşitliğine sahip Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri’nin özgürce birleşmesine dayalı sosyalist federalizm ilkesi temeli üzerinde kurulmuş ve onbeş egemen feder cumhuriyet kapsayan birleşik federal çokuluslu bir devletti. Federe cumhuriyetlerden herbirinin, Birlik Anayasası temeline dayalı ve ulusal özelliklerine göre düzenlenen kendi anayasası ve yüksek devlet erki organları vardır: Yüksek Sovyet. Yüksek Sovyet Predizyumu, Bakanlar Konseyi, Yüksek Mahkeme, Emekçi Temsilcileri sovyetlerive onların yürütme komiteleri. Her
Cumhuriyet’in Yurttaş ve Ceza Yasası, İş Yasası vb de içlerinde yasaları, ulusal marşı, bayrağı ve başkenti vardır. Her cumhuriyet yapancı bir devletle doğrudan ilişkiye geçme, antlaşma imzalama, dimlomatik temsilci değiş-tokuşunda bulunma ve SSCB’den ayrılma hakkına sahiptir. Kimi birlik cumhuriyetlerinin içinde özerk cumhuriyetler yeralır. 20 Özerk Cumhuriyet’ten 16’sı RSFSC’de, 2’si Gürcistan’da, 1’i Özbekistan’da, 1’i de Azerbaycan’dadır. Özerk cumhuriyetler, federe cumhuriyetin bütünleyici parçası olan bir siyasal oluşumdur; herbirinin kendi anayasası ve yüksek erk organları vardır ve toprakları Özerk Cumhuriyet’in kendi onayı olmaksızın değişikliğe uğratılamaz. Toplamı 8 tane olan özerk bölge bölgelerden 5 RSFSC’de, 1’i Gürcistan’da, 1’i Azerbaycan’da, 1’i de Tacikistan’dadır. Bunlar, yönetsel özerklikten yararlanan ulusal ve mekansal oluşumlardır. 10’u RSFSC’de 1’i Gürcistan’da, 1’i Azerbaycan’da, 1’de Tacikistan’da yeralan özerk topraklar ise, ulusal azınlıklara ayrılmıştır. 1977 Anayasası’na göre SSCB tüm halkın sosyalist devletidir. Tüm erk halka aittir.




Halk temsilcileri

Halk devlet erkini, SSCB’nin siyasal temelini oluşturan Halk Temsilcileri Sovyetleri aracılığıyla yürütür. Devletin diğer organlarının tümü, Sovyetler’in denetimine tabidirve onlara karşı sorumludur. Devletin örgütlenmesi ve etkinliği, demokratik merkeziyetçilik ilkesine uygun olarak gerçekleşir. Bir başka deyişle, devlet erki organlarının tümü seçimle gelir ve etkinlikleri konusunda halka hesap vermek zorundadırlar; üst organların kararlarını alt organlar uygulamak durumundaır. Devlet yaşamındaki en önemli sorunlar halkın tartışmasına açılır ve bu konularda halk oylamasına gidilir. Anayasa’ya göre siyasal sistemin gelişmesindeki ana yönelim, sosyalist demokrasinin sürekli derinleştirilmesidir. SSCB’nin siyasal temelini oluşturan Halk Temsilcileri Sovyetleri, hem yasama, hem de yürütme erkine sahiptir. Etkinlik gösterdiği bölgede Sovyetler yalnızca yasa çıkarmakla ve karar almakla kalamaz, aynı zamanda siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel gelimeye ilişkin her sorun konusundaki kararları yürütürler. Her halk temsilcinin, Sovyet’im etki alanındaki devlet kurumlarının tümünü, işletmeleri, devlet çiftliklerini ve kolhozları denetleme yetkisi vardır; Sovyet içinde yürüttüğü çalışmalar konsunda da, seçmenlerine rapor vermek durumundadır. Çalışmaları konsunda seçmenlerin çoğunuşu kendisini yetersiz görürlerse, diledikleri zaman onu görevdenalır bir başkasını seçebilirler. Her Sovyet kendi etkinli alanında en yüksek otoriteye sahiptir ve Sovyetler’in tümü tek bir devlet otoritesi sitemi oluşturur. Bu sistem, SSCB Yüksek Sovyetini, 15 Birlik Cumhuriyei’nin yüksek sovyetlerini, 20 Özerk Cumhuriyeini ve 59.991 yerel Sovyeti kapsar. Her Sovyette devlet yönetim organları olark hem Bakanlar Konseyleri, hem de Yürütme Komitelri vardır.

Merkezi

SSCB Yüksek Sovyeti iki meclisten oluşur: Birlik Sovyeti ve Milliyetler Sovyeti. Her iki mecliste de 750 üye vardır ve her iki meclisin de yasa önerme gücü eşittir. Bir yasa her iki Mecliste çoğunlukla kabul edildiğinde yürürlüğe girer. Birlik Sovyeti’ne tüm halkın nüfusunun eşit biçimde temsilci seçtiği bir organken (300.000 kişiye bir temsilci); Milliyetler Sovyeti’ne seçilecek üye sayısı, Birlik Cumhuriyetleri için 32, Özerk Cumhuriyetler için 11, Özerk Bölgeler için 5, Özerk Topraklar için 1 olarak önceden saptanmıştır. SSCB Yüksek Sovyeti, genellikle yılda iki kez ve iki-üç gün süreyle toplanır. Ne ki her toplantıdan önce ve sonra milletvekili komisyonlarının ve sürekli organ olan Yüksek Sovyet Prezidyumu’nun çalışmaları nedeniyle yoğun bir yasama etkinliği gösterirdi. Yüksek Sovyet toplantıları arasındaki dönemde Prezidyum, komisyon çalışmalarını eşgüdümlü kılar, milletvekillerinin etkinliklerine yardımcı olur ve devlet başkanlığı işlevlerini yerine getirir. 39 üyeli Prezidyum her iki meclisin ortak toplantısında seçilir. Her meclis, yönetim dallarına ve etkinlik alanına göre uzmanlaşmış 16’şar milletvekili komisyonu oluşturur. Bu 32 komisyonda yaklaşık 1.000 milletvekili görev alır. Birlik Cumhuriyetleri’nin ve Özerk Cumhuriyetlerin Yüksek Sovyetleri, her cumhuriyetin en yüksek devlet organlarıdır. Tek meclisten oluşurlar ve seçimleri 5 yılda bir yapılır. Milletvekili sayısı cumhuriyetin nüfusna bağlıdır. Örneğin; RSFSC Yüksek Sovyet’inde 975, Türkmensitan Yüksek Sovyeti’nde 330 üye vardır. Yerel sovyetler, belli bir yönetsel birimde devlet otoritesini uygylaralar. İkibuçuk yılda bir seçim yapılır ve yaklaşık 2.300.00 temsilci belirlenir.


Sosyal Tablo


Sosyalist ilkelere dayanan üretim biçimi ve ilişkileririnden dolayı Sovyetler Birliği'nde toplum, bütün kurumlarıyla Batı'dakinden farklı bir toplum yapısı olarak ortaya çıkmıştı.

Sınıfsız Toplum

Sovyetler Birliği'nde, devrimden önceki eski sınıf ve zümreler kalmamıştı; "Soylular" sınıfı bütünüyle ortadan kalkmıştı; "Ruhban" ise, sosyal planda sadece bir meslekti; "Burzuvazi" bütün biçimleriyle tasviye edilmişti. Sovyetler Birliği'nde bir işçinin, bir mühendisin, bir opera sanatçısının topluma verdiklerinin birbirinden farklı şeyler olduğu kabul edilir ve buna göre emekleri karşılanırdı. Bu farklılıklar bir takım sınırlamalara bağlıydı:* Spekülasyon yoluyla kazanç elde etmek olası değildi. Çünkü, Sovyetler Birliği'nde borsa veya tahvil piyasası yoktu.* Zorunlu gereksinim maddelerinin fiyatları düşük, onun dışında kalanların fiyatları ise yüksek tutulmuştu. Böylece herkes, kısa dönemde zorunlu gereksinimleri karşılandığına ve onun dışında kalanların satın alınması da büyük tasarrufları gerektirdiğine göre, para biriktirmek büyük bir önem taşımamaktaydı.* Bireyin sosyal planda yükselme olanakları -hekese açık eğitim örgütü ile- geniş ölçülere vardırılmıştı. Bir işçi ya da köylü çocuğu kapitalist ülkedekilerden daha kolaylıkla istediği mesleğe sahip olabilirdi.

Aile, Kadın ve Çocuk

1917 Ekim Devrimi’nden hemen sonra, aile kurumu parçalanır duruma geldi: Bir yandan, bütün baskınların ortdan kaldırılması ve özgür aşkı savunan bazı anarşistler, öte yandan toplumun içinde bulunduğu iktisadi ve sosyal koşullar, aileyi bir süre sarstı ve hıpladı. Evlenme ve boşanma işleri yalınlaştırıldı. Çocuk aldırmak srbeste bırakıldı. Zamanla, koşullar iyileştikçe, ailenin güçlendirilmesine önem verildi: 1936’da çocuk düşürmek yasaklandı ve aynı zamanda gebe kadınlara devletin ilgisi ve yardımı artmaya başladı. 1944 yılında aile ile ilgili olarak çıkarılan bir kanunla, evlenme kurumuna verilen değer arttı. Bunun dışında evlilik dışı olan çocuk ve anası maddi ve manevi olarak korundu ve yardım gördü. Kadın, bütün üretim faaliyetlerine katılmaktadır: Kdınlar, kolhozlarda, tarımsal yaşamda çok etkin rol oynarlardı, maden ve sanayide çalışanların %30’da kadındı. Sovyetler Birliği’nde yüksek bir nüfus artışı vardı. Başta, bu doğumların fazla olmsından ileri geliyordu. Çocuk, devletin ücretsiz doğumevlerinde doğardı. Çocuğun bakımına, çok sayıda kreş ve çocuk bahçesiyle devlet destek olurdu. Kreş ve çocuk bahçeleri kentlerden köylere ve kolhozlara kadar yayılmıştı.

Eğitim ve Bilimsel Araştırma

Çarlık Rusyasında çocukların ve yetişkinlerin hemen hemen beşte dördü okuma olanaklarından yoksundu. Rusya’da yapılan 1897 genel nüfus sayımına göre, dokuz yaşında ve daha yukarı yaşta olup okuma yazması olmayanların oranı, nüfusun %76’sını buluyordu. Kadınlarda %88’e yükseliyordu bu oran Ekim Devrimi’nden sonra, eğitim sorununa, rejimin gelişmesi ve sağlamlaşmasında doğrudan katkısı olan bir sorun olarak bakıldı. Sovyetler Birliği’nin son dönemlerinde okuma yazma bilen insan sayısı %100 yaklaşmıştı. Eğitim tamamıyla lailti. Okullarda dinsel eğitim yasaklanmıştı. 14 yaşına dek kişinin bütün eğitim masraflarını devlet karşılardı. Yüksek öğretimde, geniş bir burs sistemi uygulanırdı. Üniversite ögrencilerinin dörtte üçü civarı devletten burs alırdı. Üniversite öğrencilerinin yarıya işçi ve köylü çocuklarıydı.

Din

1919 Ocağında, Sovyet rejimi devletle kiliseyi birbirinden ayırdı. Ne var ki, uygulamada, Çarlık rejimini tutan bir kısım ruhban, sert yaptırımlarla karşılaşırken. Militan Tanrıtanımazlar Derneği’nin öncülüğünde yoğun bir din aleyhtarı propaganda yürüttü. Olaylar, 1924’da yatıştı, 1929 yılında, bir dine inananların taplantı ve dernek kurmaları kabul edildi. 1943’da Ortdoks Kilisesinin kendisine patrik seşmesi ve ruhani mecli kurmasına müsaade edildi. Sovyetler Birliği’nde, kilise ve devlet arasındaki ilişkiler özel bir kurum tarafından düzenlenirdi.

Ekonomi

Merkezi sosyalist plana dayalı bir ekonomiye sahip olan SSCB'nin ekononik temelini üretim araçlarının sosyalist mülkiyeti oluşturur. Dünyanın ABD'den sonra ikinci büyük ekonomik gücüne sahip SSCB'de işsizlik ve enflasyon yoktur.

Tarım ve Hayvancılık

SSCB'DE tarım önemli etkinlik alanlarından birini oluşturur. Etkin nüfusun %15'lik bir bölümünün çalıştığı tarımda, ana işletme biçimleri, kolhozlar ve savhozlardır. 1981'de 1/3,3 milyon hektar toprağı işleyen 25.900 kolhoz ve 327,5 milyon hektar toprağı işleyen 21.600 savhoz vardır. Tarım yapılan toprakların %60'ının riskli topraklarda yer alması, tarım üretiminde öngörülen hedeflere ulaşılamamasına yol açmaktadır. Tarım alanlarının önemli bir bölümü buğday ekimine ayrılmaktadır.

Hayvancılık

Tarımsal etkinlik içinde önemli bir yertutan hayvancılık alanında kolhoz ve sovhozların yanısıra buralarda çalışanların sahip oldukları bireysel topraklarda yapılan üretim de önem taşır. Nitekim sığır üretiminin%43,2’si kolhozlarda, %35,8’’i sovhozlarda, %21’i özel bahçelerde; domuz üretiminin %43’2’si kolhozlarda, %34,5 sovhozlarda , %22,3’ü özel bahçelerde; koyun üretiminin %36’sı kolhozlarda, %46’sı sovhozlarda, %17,5’u özel bahçelerde gerçekleştirilir.

Balıkçılık

Balıkçılıkta dünyada 2. sırada yeralan SSCB’de bu alnada 400’ü aşkın kolhoz etkinlik göstermektedir. Dünyadaki balıkçılık teknlerinin %22’sine ship olan SSCB’de 600 balık işleme tesisi olan gemi ve balık taşıma gemisi vardır. 260’a yakın bilimsel raştırma gemisi bu alanda etkinlik göstermektedir. Tutulan balık miktarı 1981’de 9,412 milyon ton dolayındaydı.

Ormancılık

Ülke yüzölçümünün %40’a yakın bölümünü kaplayan ormanlar da, 1984’de 280 milyon m3lük üretimde dünya kereste üretiminde SSCB’nin birinci sırada yeralmasını sağladı.


Madencilik ve Sanayi

Madencilik


SSCB dünyanın en zengin yeraltı kaynaklarına sahip ve en büyük maden üreticisi ülkesiydi. Taşkömürü, turba, petrol, doğalgaz, demir cevheri, çinko, nikel ve boksit rezervleri bakımından dünyada birinci ya da ilk birkaç ülke arasında yeralır. En büyük petrol yatakları Volga ile Ural arasında, Kafkasya’da(Bakü, Groznyj) Batı Kazakistan’da (Emba) ve Sahlin adasında yeralır. Doğalgaz yatakları ise, Kuzey Kafkasya’da (Stavropol), Ukrayna’da (Şebelinsk), Özbekistan’da (Gazli) ve Volga bölgesinde yoğunlaşır. En önemli taş kömürü havzaları Donbas, Kuzbas, Kansk-Açinsk, Karaganga, İrkutsk, Peçora ve Güney Yakutistan’dır. Demir cevheri yatakları, Kursk bölgesinde, Krivoy-Rog havzası’nda, Urallar’da, Kazakistan’da ve Sibirya’da yoğunlaşır. Manganez Cevheri yatakları, Gürcistan’da (Çiatursk) ve Ukrayna’da (N ikopolsk); Güney Urallar’da ve Batı Kazakistan’da; titan, Urallar, Ukrayna ve Sibirya’da; bakır, Kazakistan’da, Urallar’da ve Transbaykal’da; kurşun ve çinko, Kazakistan’da; nikel, Kola Yarımadası’nda, Sibirya’da Norilsk bölgesinde ve Urallar’da; Kobalt Tuva’da; Kalay, Transbaykal’da ve Uzakdoğu’da bulunur; elmas, Yakutistan’da çıkartılır.

Sanayi

Ağır sanayi temeline dayalı Sovyet sanayisi, ülke çapında yer altı kaynaklarına bağlı olarak gelişti. Bellibaşlı metalürji tesisleri, Donbas-Kriyov-Rog, Ural-Kuzbas, Ural Karaganda kombinalarıdır. Moskova, Leningrad ve Kriyov-Rog’da demiryolu malzemesi, otomobil, tekstil makinaları ve silah fabrikaları; Volga Vadisi’nde(Gorki, Kazan, Saratov ve Volgograd) otomobil, traktör, tarım makinaları işletmeleri; Urallar’da (Nijni-Tagil, Sverdlovsk, Çelihabinsk) silah, otomobil, işmakinları fabrikaları; Türksitan’da(taşkent) tarım makinlarıişletmeleri; Sibirya’da (Novosibirsk, İrkutsk, Kuzbas) işmakinaları, tarım ve demiryolu araçları fabrikaları metakürjiye bağlı imalat sanayisini oluşturur. Makina yapımında ABD’den sonra 2. sırada yeralan SSCB, 1975’de 232.000 dolayında takım tezgahı üretmekteydi. 1982’de üretilen türbinlerin toplam gücü 17.300.000 kw’dı. ABD’den sonra dünya üretiminde kimya sanayisi alanında 2. sırada yeralan SSCB, bu dalda birçok ürün bakımında en önde bulunmaktadır. Hafif sanayi çerçevesinde 1984’de 11,8 milyar m2 tekstil ürünü, 1982’de 730 milyon çift ayakkab, 1984’de 118.000 biçerdöver, 1,2 milyon motosiklet, 5,5 milyon bisiklet ve motorlu bisiklet 4,4 milyon fotoğraf makinası, 70 milyon saat, 9,4 milyon radyo ve pikap, 9 milyon TV, 4,5 milyon çamaşır makinası, 5,7 milyon buzdolabı üretildi. Son yıllatında SSCB petrol, dökme demir, yapay gübre, çimento, traktör, biçer-döver, dizel ve elektrikli lokomotif, yünlü kumaş ve deri ayakkabı üretiminde dünyada birinci sıradaydı. Son yıllarında dünya sanayi üretiminin %20’si SSCB’de üretilmekteydi.
Felsefe
Sovyetler Birliği’nde felsefi araştırmalar resmi olarak Marksist düşünce odaklıydı, bu kuramsal olarak nihai felsefi doğru ve nesnellik temeliydi. 1920’ler ve 1930’lar boyunca, Rus düşüncesinin diğer eğilimleri baskılandı (pek çok filozof göç etti, başkaları sürüldü). Stalin 1931’de diyalektik materyalizm’i Marksizm Leninizm ile özdeşleştiren bir karar çıkartarak, bütün komünist devletlerde ve Comintern aracılığıyla çoğu Komünist partide geçerli olacak resmi felsefe haline getirdi. . Bolşevik yönetimin başlangıcından itibaren Sovyet felsefesinin resmi amacı (her derste yer alması zorunlu bir öğretim konusuydu), Komünist düşüncelerin kuramsal olarak anlatılmasıydı. Bununla birlikte, 1917 Ekim Devrimi nden sonra, hem felsefi hem siyasi mücadeleler damgasını vurmuş ve artık eskisi gibi dogmatik olunmayıp daha ilerici ve olumlu konular tartışılır hale getirmiştir. Evald Vasilevich Ilyenkov 1960’ların önde gelen filozoflarından biriydi, Leninist Diyalektik ve Positivizmin Metafizikliği (Leninist Dialectics & Metaphysics of Positivism) (1979) kitabında, 1920’lerin “mekanikçiler ile “diyalektikçiler” tartışmasını yeniden açtı. 1960’lar ve 1970’lerde analitik felsefe (analytical philosophy) ve mantık deneyciliği (logical empiricism) dahil Batı felsefeleri Sovyet düşüncesi üzerinde iz bırakmaya başladılar. Keza bu durum da SSCB'nin Stalin sonrası yönetiminde komünist idealini ne derece yeteneksiz kullandığının ve emperyalist ülkelerinin felsefelerine gittikçe kayan bir ivme kazandığının göstergesidir.
Wikipedia (Karma)

15 Mayıs 2008 Perşembe

Sovyetler Birliği'nin Dağılması

Sovyetler Birliği'nin Dağılması



1991 yılı dünya tarihi için yeni bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Bu tarihten itibaren Avrupa ve Asya'nın siyasi haritası değişmiştir. 1917'de temelleri atılan ve 1922'de kurulan Sovyetler Birliği'nin dağılması ve yerini Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)'na bırakması dönemin en önemli olaylarındandır.

Sovyetler Birliği'nin çöküşü, Avrasya'nın merkezinde jeopolitik bir boşluk yarattı. Yakın çağın bu güçlü devletinin içine düştüğü durum Batı Avrupa ve Uzak Asya uçları arasında kalan bölgede yeni sıkıntıları ve belirsizlikleri de beraberinde getirdi. Bölgenin yakın geleceği tıpkı yakın geçmişi gibi tartışma konularına sahne oldu. Doğu Bloku'nda meydana gelen bu boşluk, Batı Avrupa ülkeleri üzerindeki tehdidi kaldırırken, uzun dönemde ciddi ve yeni politik gelişmelerin olabileceğinin de bir işaretidir.


Sovyetler Birliği'nin çöküşünü hazırlayan etkenler

Stalin 5 Mart 1953'te ölünce yerine, oldukça uzun bir mücadele sonunda, 1957 yılında Nikita Kruşçev geçti. Kruşçev döneminde Doğu-Batı ilişkileri çok sert ve tehlikeli boyutlara ulaştı. 1958'de başlayan Mao-Kruşçev mücadelesi, Kruşçev'in bir saray darbesiyle iktidardan düşürülmesi ile sonuçlandı. Yerine 18 yıl iktidarda kalacak olan Leonid Brejnev geçti. Brejnev döneminin en önemli olayı ise, 1 Ağustos 1975'te 35 ülkenin imzaladığı Helsinki Nihai Senedi veya diğer adıyla Helsinki Deklarasyonu oldu.

Sosyalist Blok'un temellerini sarsan Helsinki Nihai Senedi; Mart 1985'te iktidara gelen Mikhail Gorbaçov'un ortaya attığı Glasnost (Açıklık) ve Perestrokya (Siyasi sistemin, devlet örgütünün ve hükümet organlarının yeniden yapılanması) fikir ve uygulamaları ile bütünleşince dağılma kaçınılmaz oldu. Çünkü, Doğu-Batı ilişkilerine bir yumuşama ve yakınlık getirilmek istenen Helsinki Nihai Senedi'nin yürürlüğe girmesi, Doğu Avrupa'daki tüm Sovyet uydusu ülkelerinde aydınları ve milliyetçileri harekete geçirdi. İnsan hakları ve hürriyet hareketleri şeklinde başlayan gelişmeler zamanla Moskova'nın hegemonyasına karşı bağımsızlık mücadelesine dönüştü. Ancak, bunlar patlama şeklinde değil, yavaş yavaş gelişen bir seyir takip etti.

Kısacası, Gorbaçov iktidara geldiğinde Sovyet komünizminin yapısını değiştirmeye karar vermişti. Bu değişme veya yeniden yapılanma iki koldan olacaktı. Bunlardan birincisi, siyasal iktidarın veya devlet yapısının değiştirilmesiydi. Hedef, komünist iktidarın tepki çeken baskıcılığını demokratik bazı uygulamalarla halk egemenliğine yaklaştırmaktı. İkinci hedef ise; ekonomik yapıda radikal değişikliklerin gerçekleştirilmesiydi. Bu suretle Sovyet Sistemi'ni güçlendirmeyi düşünen Gorbaçov, ABD ile rekabet düzeyine ulaşacağını umuyordu. Bu iki ana hedefin yanında silahsızlanma gayretlerini de gözardı etmedi. Bir bakıma Sovyetler Birliği'ni kurtarmak için her yolu denedi. Ancak, tüm çabalarına rağmen başlamış olan çöküşü tamamlanmasını engelleyemedi.


Dağılma süreci

Gorbaçov iktidarının dördüncü yılı bittiğinde, Sovyetler Birliği'nin siyasal yapısında çözülmeler başlamış bulunuyordu. Bu çözülmeler, 1991 yılı sonunda dağılmaya dönüştü. "Glasnost" ve "Perestrokya" ilkelerinin 1987 yılından itibaren uygulanmaya konulmasından hemen sonra Baltık Devletleri başta olmak üzere bağımsızlık ilanları başladı.[2]

Baltık ülkeleri 23 Ağustos 1939'da Nazi Almanyası ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan tarafsızlık ve saldırmazlık antlaşması ile Sovyet Rusya'ya terkedilmişti. Bu ülkelerden Litvanya 11 Mart 1990'da; Letonya 4 Mayıs 1990'da; Estonya da 8 Mayıs 1990'da bağımsızlıklarını ilan ettiler. Ancak, bağımsızlık ilanları Sovyetler'in dağılmasını istemeyen Gorbaçov başta olmak üzere Rus yöneticileri tarafından tepki ile karşılandı. Mücadele 21 Ağustos 1991'de Gorbaçov'u devirmek için girişilen darbe gününe kadar devam etti. Bu ülkeler aynı gün bir kere daha bağımsızlık ilanında bulundular.

Bu arada 23 Ağustos 1990'da da Ermenistan, Sovyetler Birliği içinde kalmakla birlikte, bağımsızlığını ilan etti. Gorbaçov, ülkede gerginliğin giderek artması üzerine 16 Mart 1991'de bir halk oylaması yaptırdı. Oylamada halkın, " Eşit egemenlik ilkesi içerisinde bir federasyon" isteyip istemediği soruldu. Üç Baltık ülkesi ile Gürcistan, Ermenistan ve Moldova'nın boykot ettiği halk oylamasına katılan diğer 8 ülkeden evet oyu çıktı. 11 Haziran 1991'de, Rusya Federasyonu Cumhuriyeti, Rusya Anayasası'nın Birlik Anayasası'ndan üstün olduğu iddiası ile egemenliğini ilan etti. Boris Yeltsin Rusya Federasyonu Başkanı seçildi.

Radikal komünistler 16 Ağustos 1991'de Gorbaçov'u karşı bir hükümet darbesi yaptılar. Gorbaçov, Kırım'da oturmak zorunda bırakıldı. Ancak Yeltsin karşı bir hareketle Gorbaçov'un Moskova'ya gelmesini ve görevine devem etmesini sağladı. 19 Ağustos 1991'de Kremlin Sarayı'na 1917'den önceki Rus bayrağı çekildi. Gorbaçov gelişmeler üzerine Komünist Parti Genel Sekreterliğini bıraktı ve 24 Ağustos 1991'den itibaren sadece Devlet Başkanlığı görevini üstlendi. Gelişmeleri yeni bağımsızlık ilanları takip etti. Sovyetler Birliği'nin dağılmasındaki en büyük gelişme Ukrayna'nın bir halk oylaması ile 24 Ağustos 1991'de bağımsızlığını açıklaması oldu. 25 Ağustos 1991'de de Beyaz Rusya'nın bağımsızlık ilanı birliğin tamamen dağılmasına neden oldu. 29 Ağustos 1991'de, Sovyet Komünist Partisi Yüksek Sovyet kararı ile resmen kaldırıldı. Bu karardan sonra Türk Cumhuriyetleri'nden Azerbaycan 18 ekim 1991 1991'de; Özbekistan ve Kırgızistan 31 Ağustos 1991'de; Türkmenistan 27 Ekim 1991'de; Kazakistan 16 Aralık 1991'de bağımsızlıkla ilgili halk oylamaları yapıldı ve oylama sonunda ülkelerin büyük çoğunluğu bağımsızlıklarını istediler.
Sovyet-Afgan Savaşı

Sovyet-Afgan Savaşı



Sovyet-Afgan Şavaşı, Sovyetler Birliği'nin Aralık 1979'da Afganistan'a girmesiyle, 9 yıl sürecek bir savaş başlamış; Sovyetlerin dağılmasına varan gelişmelere ve hem iç ve hem de dış etkilere maruz kalmasına sebep oldu.

Afganistan krallıkla yönetilen bir devlet idi. Ülkede 1973 yılında Davud Han liderliğinde Cumhuriyet ilan edildi. Davud Han'ın hazırladığı Anayasa 1977'de kabul edildi. Davud Han devlet başkanı sıfatıyla kendi aile çevresinden, yakınlarından, devrik kraliyet ailesinin üyelerinden kurulu bir hükümeti iş başına getirdi. Bunun üzerine 10 yıldır ayrı çalışan iki sol örgüt, Halk ve Bayrak partileri Davud Han'a karşı birleştiler. Halk kanadı lideri Hafızullah Amin'in düzenlediği bir darbeyle Davud Han devrildi, kendisi ve aile üyelerinin çoğu öldürüldü. 27 Nisan 1978'de Afganistan Demokratik Cumhuriyeti kuruldu. Ama Halk ve Bayrak kanatları arasındaki birlik hızla bozuldu. Orduya dayanan Halk kanadı giderek güçlendi. Yeni yönetimin reform programında kadınlara eşit haklar, toprak reformu ve klasik Marksist - Leninist doğrultuda yönetsel önlemler yer alıyordu. Temel Afgan kültür öğeleriyle çatışan bu program ve siyasal baskılar, nüfusun geniş kesimlerini karşısına aldı. 1978 yazında Nuristan bölgesinde ilk ayaklanmalar patlak verdi ve eşgüdümsüz de olsa tüm ülkeye yayıldı. 5 Aralık 1978'de, Sovyetler ile Afganistan arasında Dostluk, İyi Komşuluk ve İşbirliği Antlaşması imzalandı.




Konu başlıkları [gizle]
1 Sovyet darbesi ve işgali
2 Uluslararası tepkiler
3 Sovyetlerin geri çekilmesi
4 Sonuçları



Sovyet darbesi ve işgali [değiştir]Bu gelişmelerden kısa süre sonra ülkede Sovyet yanlısı iktidara karşı ulusal direniş hareketi başladı. Ayaklanmalar karşısında Afgan ordusu güçsüz kalınca iktidarda bulunanlar Sovyetler'den yardım talep ettiler. Bu talep üzerine ve kısa sürede Afganistan'a çok sayıda Sovyet uzmanı ve askeri geldi. Sovyetler, 27 Aralık 1979'da ülkeyi fiilen işgal ettiler. Devlet başkanı Hafızullah Amin öldürüldü ve yerine Babrak Karmal getirildi. Sovyetler'in işgal hareketi, çok sayıda Afganlı'nın Pakistan ve İran'a sığınmasına sebep oldu.

Pakistan, bu durum üzerine BM'ye ve İslam Konferansı Örgütü'ne başvurarak, Afganistan'daki gelişmelerin önlenmesini ve Sovyet askerlerinin çekilmesini istedi. Ancak, bu girişimlerden sonuç alınamadı.

Ülkenin işgali Amerikan destekli mücahitlerin direnişine yol açtı. 1980'de ülke içindeki bazı gruplar Sovyet işgaline karşı birleştiler. Mücahit olarak adlandırılan güçlerin silahlı direnişi 1984'te yoğunlaştı. Afgan mücahitleri Sovyetler'e büyük kayıplar verdirdiler. Bu dönemde özellikle mücahitlere yapılan Amerikan yardımı belirgindir. Türkiye'nin o dönemde sahip olmadığı pek çok modern silah, özellikle helikopterlere yönelik kullanılan omuzdan atımlı Stinger füzeleri mücahitlere bol miktarda verilmiştir.


Uluslararası tepkiler [değiştir]Mücahitlerin direnişleri, çevre ülkeler ve Batı dünyasını da harekete geçirdi. Çünkü, Afganistan'ın Sovyet kontroluna girmesi, onların, Hint Okyanusu'na ve keza İran üzerinden Basra Körfezi'ne çıkmalarına imkan vermekteydi. Bu durum, Batı ülkelerini olduğu kadar, İran, Çin ve Pakistan gibi çevre ülkelerini de tehdit eden bir durum yaratmaktaydı. Keza, dünyanın diğer süper gücü ABD gelişmelerden en çok endişe duyan ülke idi. ABD, Sovyetler'in bu teşebbüsü üzerine SALT-II Antlaşması'nı onaylamaktan vazgeçti ve 5 Ocak 1980'de bu ülkeye yaptığı tahıl ihracatını da durdurdu. Ayrıca Sovyet işgaline tepki olarak, ABD ve 70'e yakın ülke Moskova'da düzenlenen 1980 Yaz Olimpiyatları'na katılmadı.

Dolayısıyla Afganistan'ın işgali, Dünya'nın iki süper gücünü bir kere daha karşı karşıya getirdi. İşgal, mahalli olmaktan çıkıp bir Dünya sorunu haline dönüştü. Fakat tüm bu gelişmelere rağmen Sovyetler, 1985 yılında Afganistan'daki askeri etkinliklerini daha da arttırma yoluna gittiler. Giderek artan Sovyet tehdidi ve etkinliği, Afgan mücahitlerinin direnişini ortadan kaldırmaya yetmedi.


Sovyetlerin geri çekilmesi [değiştir]1982 yılında BM'ce ele alınan Afganistan sorunu; Afganistan, Pakistan, ABD ve Sovyetler Birliği arasında yapılan görüşmelerle çözüme kavuşturulmaya çalışılmakta idi. Ancak, görüşmeler uzun süre devam etti ve sorun 14 Nisan 1988 Cenevre Antlaşması ile çözümlendi.

Cenevre Antlaşmasının imzalanmasından sonra, Sovyet askerleri 1988-1989 yılı içinde Afganistan'dan çekildiler. Sovyetler'in çekilmesinden sonra ülkede "mücahit" gruplar birleşerek bir hükümet kurdular. Fakat bir süre sonra iktidar için iç çekişmeler başladı.

Afganistan olayı BM temsilcisi Perez de Cuellar'ın siyasi işler yardımcılarından Diego Cordovez'in gayretleri ve altı yıllık bir çabadan sonra çözüme kavuştu. Amerikan Dışişleri Bakanı Schultz ile Sovyet Dışişleri Bakanı Şevardnadze arasında 21-23 Mart 1988'de Washington'da yapılan toplantılarda son pürüzleri giderildi ve Afganistan ile ilgili antlaşmalar 14 Nisan 1988'de Cenevre'de imzalandı.


Bu antlaşmalar 4 esas belgeden meydana gelmektedir. Bunlar:
Karşılıklı Münasebetlerin İlkeleri Konusunda İkili Anlaşma ile; Afganistan ve Pakistan, birbirlerinin egemenlik, siyasi bağımsızlık, toprak bütünlüğü ile güvenlik ve bağlantısızlık ilkelerine saygı göstermeyi ve birbirlerinin içişlerine karışmamayı taahhüt etmekteydiler.
Milletlerarası Garantiler Konusunda Deklerasyon ise;
Amerika ile Sovyetler Birliği arasında imzalanmış olup, Afganistan ile Pakistan'ın içişlerine karışmayacaklarını ve birinci belgedeki ilkelere saygı göstereceklerini belirtiyorlardı.
Mültecilerin Kendi istekleri ile Dönmelerine Dair Anlaşma da; mültecilerin serbestçe evlerine dönmelerinin sağlanması hususundaki tedbirleri kapsamaktaydı.
Diğer İlgili Konular Anlaşması ise; bu anlaşmalarla ilgili diğer konuların ne şekilde ele alınacağını belirtmekteydi.
Bu antlaşmalarda dikkati çeken nokta, Sovyetler'in Afganistan'dan çekilmesine dair herhangi bir ifadenin yer almamış olmasıdır. Buna göre, Sovyetlerin bölgeden çekilmesi, ikinci belge olan "Garantiler Deklarasyonu" çerçevesinde gerçekleşecekti. Bununla, Sovyetler'in prestijleri korunmaya çalışılmıştı.
Nitekim, Sovyetler'in Afganistan'dan çekilmeleri konusunda Amerika ile bir takvim tespit edildi ve 120. 000 kişilik Sovyet işgal kuvvetinin 15 Şubat 1989'a kadar çekilme işlemini tamamlaması kararlaştırıldı.

Sonuçları

Afganistan sorunu, Sovyetler Birliği açısından da önemli sonuçlar doğurdu. İşgal olayı, başarısızlık ve hezimetle neticelendi. Başarısızlık, Sovyet Cumhuriyetleri arasında tesirler yarattı ve bu ülkelerde Sovyetler'e karşı bağımsızlık mücadelesine yol açtı. Bu nedenle Afganistan hezimeti Sovyetler Birliği'nin dağılmasında önemli rol oynadı.
Sovyet işgali, Afganistan'da, günümüzde de devam eden sorunların bir ölçüde temelini teşkil etti. Nitekim, Afganistan 1997'de aşırı dinci Taliban örgütünün ülkeyi sarsan olaylarına sahne oldu. Taliban örgütünün faaliyetleri tüm dünyayı ve özellikle de Rusya'yı yakından etkiledi. Mücadele bir süre sonra Taliban ile Özbek asıllı general Raşid Dostum kuvvetleri arasında iç çatışmalara dönüştü. Taliban Örgütü'nün özellikle Tacikistan'ı da hedef olarak alması, Rusya'yı daha da endişelendirdi.

Gelişmeler üzerine Bağımsız Devletler Topluluğu Güvenlik Konseyi 27 Mayıs 1997'de Moskova'da toplandı ve Afganistan'daki gelişmeleri görüştü. Rusya ile BDT üyesi Orta Asya ülkeleri Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan Taliban rejiminden kaçanların mülteci akımına karşı sınırda önlemlerini artırdılar. Tacikistan ve Kırgızistan'da 30,000 kişilik Rus askeri alarm durumuna geçirildi. Sonuç olarak Afganistan ne zaman sona ereceği tahmin edilemeyen bir iç kargaşa ortamına girdi.

Wikipedia
Angola İç Savaşı

Angola İç Savaşı



Angola İç Savaşı yeni bağımsızlığını kazanmış olan Angola'nın Portekiz himayesinden Nisan 1974'te çıkmasından sonra oluşmuş bir ihtilaftır. Afrika'nın en uzun süren anlaşmazlığıdır. 2002 yılında resmen biten ve 27 yıl süren savaş, bitene kadar 500,000 insanın ölümüne ve binlerce insanın da göçüne sebep olmuştur.

Soğuk Savaş'ın üçüncü dünya ülkelerindeki en büyük yansıması olarak görülen bu savaşta üç taraf vardır:

Angola İşçi Partisi (MPLA), tabanı Kimbundu ve Luanda melezlerinden gelir, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu ile bağlantıları vardır.
Angola Ulusal Bağımsızlık Cephesi (FNLA), etnik kökeni Bakongo olmakla birlikte ABD, Çin ve Zaire'deki Mobutu rejimi ile bağlatılıydılar.
Angola'nın Tam Bağımsızlığı İçin Ulusal Birlik (UNITA), Jonas Savimbi önderliğinde Ovimbundu bölgesi merkezli idiler. ABD, Güney Afrika'daki apartheid yanlısı yönetim ve birçok Afrikalı liderin desteğini alıyorlardı.

Savaşın Kökenleri


1950'li yıllarda Angola'daki Portekiz varlığına karşı ilk ciddi milliyetçi hareketler başladı.Marksist eğilimli bir örgüt olan Angola İşçi Partisi (MPLA), Angola bağımsızlık hareketinin yönlendirici gücü haline geldi.MPLA'nın başlıca dayanağı Bambundulardı.Öte yandan bölgesel, sınıfsal ve ideolojik temellere dayalı başka gruplar da ortaya çıktı.1960'lar ve 1970'lerde sürdürülen bağımsızlık mücadelesinin sonunda Portekiz'in çekilmesi üzerine, Angola 11 Kasım 1975'te bağımsızlığını kazandı.


Bağımsızlık sonrası


Portekiz'in çekilmesinden sonra baş gösteren örgütler arası iktidar mücadelesi bir iç savaşa yol açtı.SSCB ve Küba desteğini arkasına alan MPLA denetimi ele geçirdiyse de, Batı ülkelerinin desteklediği, Umbundulara dayanan UNITA kuvvetleri ile çarpışmalar zaman zaman alevlenerek sürdü.Özellikle Angola-Namibya sınırındaki çatışmalar yoğun bir düzeye ulaştı.

1980'lerde Güney Afrika Cumhuriyeti ile çatışmalar Angola'nın en önemli dış siyaset sorunu oldu.1982'de Angola topraklarının yaklaşık 129.500 km²'lik (% 10) bölümünü işgal eden Güney Afrika, ertesi yıl bu bölgede kalıcı garnizonlar oluşturdu.Ayrıca başta barajlar olmak üzere ekonomik hedeflere yönelttiği saldırılarla ve UNITA gerillalarına yardım ederek Angola'yı içerden çökertmeye çalıştı.ABD'nin aracılığıyla iki ülke arasında yürütülen görüşmeler özellikle Küba askerlerinin çekilmesi ve Namibya'ya bağımsızlık verilmesi konularında kilitlendi.1984'te Lusaka'da varılan ateşkes anlaşması sonucunda işgal edilen bölgelerden çekilen Güney Afrika, saldırılarını gene de sürdürdü.Bu arada Mart 1984'te Küba'yı ziyeret eden Angola devlet başkanı Jose Eduardo dos Santos, Namibya'ya bağımsızlık verilmesi koşuluyla Küba askerlerinin kademeli olarak çekilmesi konusunda bir anlaşmaya vardı.Angola, Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkelerle sıkı ilişkilerini sürdürmekle birlikte, Batı'ya açılmaya yönelik bir siyaset izlemeye başladı.Özellikle Fransa ve İspanya'yla kapsamlı ticari antlaşmalar yapıldı.Bütün bu gelişmeler rağmen, 1980'lerin sonlarında MPLA başkent Luanda yöresiyle kıyı şeridini ve petrol bölgelerini, UNITA ise ülkenin doğu ve güneyini denetim altında tutuyordu ve iç savaş tam anlamıyla kilitlenmişti.1989'da, Namibya'nın statüsüne ilişkin uluslararası anlaşma uyarınca Küba askerlerini Angola'dan çekmeye başladı.


1990'lar ve 2000'ler


1991'de MPLA ve UNITA, ABD ile SSCB'nin zorlamasıyla uzlaşmaya vardılar.Barış antlaşması uyarınca Mayıs 1992'de Angola'da, uluslararası gözetim altında serbest, çokpartili seçimler yapıldı.Ancak UNITA ve MPLA adaylarından ikisinin de % 50'yi bulamaması üzerine aynı yılın ekim ayında seçimlerin ikinci turunun yapılması kararlaştırıldı.Ancak seçimere kısa bir süre kala kolluk kuvvetlerinin UNITA taraftarlarına saldırması, gerginliği ve çetışmaları yeniden başlattı.Ülkenin bu sefer kuzeyindeki yerleşim yerlerini kontrolü denetimi altına alan UNITA, ABD ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nin kestikleri yardımı Zaire'den buldu.Ocak 1993'te Etiyopya'da taraflar arasında yapılan barış görüşmeleri sonuçsuz kaldı.

Şubat 2002'de hükümet güçleri UNITA lideri Jonas Savimbi'yi öldürdü.Savimbi'nin öldürülmesinden sonra UNITA içinde fikir ayrılıkları baş gösterdi. Mart ayı içinde UNITA'ya karşı yürütülen askeri operasyonların sona erdirildiği açıkladı.Nisan'da UNITA ve MPLA arasında başlayan barış müzakereleri antlaşmayla sonuçlandı.UNITA içinde barış antlaşmasına karşı çıkan yöneticiler ayıklandı ve tutuklandı, hemen ardından UNITA yönetimi silahlı mücadeleye son verdiğini açıkladı.Aynı yıl içinde Angola'da görev yapan BM gücü de ülkeden çekildi.
Stratejik Silahların Sınırlandırılma Görüşmeleri

Stratejik Silahların Sınırlandırılma Görüşmeleri




Stratejik Silahların Sınırlandırılma Görüşmeleri (Rusça: Переговоры об ограничении стратегических вооружений) Sovyetler Birliği ile ABD arasında iki bölümden oluşan uluslarası antlaşmalara uymak için yapılan karşılıklı görüşmelerdir. Soğuk Savaş'ın iki büyük gücü silahlanma kontrolü için ilki SALT I ikincisi SALT II olan iki görüşme yaptılar. SALT II daha sonra START oldu.


SALT II

SALT-II Anlaşması, Soğuk Savaş sırasında SSCB ile ABD arasında imzalanan nükleer silahların kontrolü anlaşması. 21 Kasım 1972'de Cenevre'de başlayan SALT-II görüşmeleri, oldukça zor dönemlerden ve tartışmalardan geçtikten sonra 18 Haziran 1979'da Viyana'da Jimmy Carter ile Leonid Brejnev arasında imzalandı.

SALT-I'in devamı ve tamamlayıcısı olan SALT-II anlaşmasında hem ABD hem de Sovyetler Birliği, 1 Kasım 1978 tarihi itibarıyla sahip bulundukları bütün stratejik füzelerle, uzun menzilli yani stratejik bombardıman uçaklarının miktarlarını bir memorandumda ortaya koydular. Stratejik uçaklarda birinci planda gelenler, Amerika için B-52 ve B-1 uçakları ile, Sovyetler için Backfıre denen Tu 22 M ağır bombardıman uçakları idi. Diğer taraftan tüm bu antlaşması, hem kıtalararası füzelerin (ICBM), hem denizaltılardan atılan füzelerin (SLBM) ve hem de çok başlıklı olup her başlığın bağımsız olarak ayrı hedefe gidebildiği füzelerin (MIRV) tarifleri yapılmış, özellikleri belirtilmiş ve her çeşit füzenin de miktar sınırlaması yapılmıştır.



SALT-II Anlaşmaları, 1922 Washington ve 1930 Londra deniz silahsızlanmaları anlaşmalarından ile SALT-I Anlaşması'ndan beri, son 50 yıl içinde gerçekleştirilmiş ilk silahsızlanma anlaşması idi. Asıl önemli tarafı ise, stratejik ve dolayısıyla uzun menzilli nükleer silahlan sınırlaması idi. Fakat, SALT-II Antlaşması yürürlüğe giremedi. SALT-II Amerikan kamu oyunda ağır tenkitlere uğradı. Bu tenkitler gerek Kongre'den ve gerekse uzman çevrelerden gelmekteydi. Bu tenkit ve gelişmeler sonunda, Amerika, stratejik üstünlüğü Sovyetlere kaptırdı. Gelişmeler öyle bir duruma geldi ki, Kongre'nin SALT-II'yi tasdik etmesi şüpheli bir görünüm kazandı.

Bu sırada, Sovyetler bir hata yaptılar ve 1979 Aralık ayı sonundan itibaren Afganistan'ı işgal etmeye başladılar. İşgal hadisesi üzerine, Amerika SALT-II Antlaşmasını tasdik etmekten vazgeçti. Çünkü Afganistan'ın Sovyetler tarafından işgali, Orta Doğu'da, en az stratejik silahlar anlaşması kadar önemli bir stratejik değişiklik yapmaktaydı. Kaldı ki, Sovyetlerin Afganistan'ı işgali Amerikan kamuoyunda, detant ve silahsızlanma konusunda Sovyetler'in samimi olmadığı ve yumuşamayı kendi yayılma ve genişleme tasarıları için müsait bir fırsat olarak gördüğü şeklinde değerlendirildi. Netice olarak, SALT-II doğmadan değil, ama doğduktan biraz sonra, çok kısa bir ömürle sona erdi.

SALT-II Antlaşması, Amerikan kongresi tarafından onaylanmayınca, yürürlüğe konulamadı. Bununla birlikte, iki ülke arasındaki görüşmeler 1982 yılından itibaren tekrar gündeme geldi. Bu sırada nükleer silahsızlanma konusunda Helsinki'de de benzer görüşmeler başlatıldı.


wikipedia
Prag Baharı

Prag Baharı



Prag Baharı, (Çekçe: Pražské jaro, Slovakça: Pražská jar) 1968 yılının 5 Ocak gününde başlayan ve Çekoslavakya'nın politik olarak liberalleşmeye çalıştğı bir dönemdir. Alexander Dubček'in iktidara gelmesi ile baslayip aynı yılın 20 Ağustosunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Varşova Paktı müttefiklerinin (Romanya hariç) ülkeyi işgal etmesi ile sona ermiştir.
1960'ların başından başlayarak Çekoslavak Sosyalist Cumhuriyeti ekonomik olarak darboğaza girmeye başladı. 1968 yılının başında Antonín Novotný'nin Çekoslavak Komünist Partisi'nin kontrolünü Alexander Dubček'e kaptırdı. 22 Mart 1968 günü Novotný koltuğunu Ludvik Svoboda'ya bırakarak emekli oldu.



Nisan ayında Dubček liberalleşme politikasının ilk adımlarını attı. Bu politika basının özgürleştirilmesi, tüketim maddelerine önem verilmesi, hatta daha demokratik çok partili bir hükümet kurulması gibi değişik ve önemli düzenlemeler içeriyordu. Bu politikanın sonunda federal bir anayasa yazılarak Çekoslavak Sosyalist Cumhuriyeti'nin eşit iki ulusa bölünmesi tasarlanmıştı.



Haziran sonlarına doğru başlayan Sovyet ve Varşova Paktına bağlı müttefik devlet askerlerinin Çekoslavakya'ya girme hareketleri, Ağustos aynda yapılan müzakerelerden bir sonuç alınamayınca Çekoslavakya'nın 20-21 Ağustos günü işgal edilmesi ile sona erdi. İşgal sırasında 5 000 - 7 000 civarında tank ve sayısı 200 000 - 600 000 arasında değişen asker Çekoslavakya'ya girdi. Çatismalar sırasında 72 Çekoslavakyalı öldü ve yüzlercesi yaralandı. İşgalin sonucu olarak yaklaşık 300 000 civarında insan Batı ülkelerine göç etti.

10 Mayıs 2008 Cumartesi

Ekim Füzeleri Bunalımı

Ekim Füzeleri Bunalımı




Ekim Füzeleri Bunalımı, ABD’nin Türkiye’ye, SSCB’nin de Küba’ya nükleer başlıklı füze yerleştirmesi ile başlayan, Ekim 1962’de dönemin iki süper gücünü karşı karşıya getiren ve dünyayı nükleer savaş tehditi altında bırakan bunalımdır. Söz konusu bunalım “Küba Füzeleri Bunalımı” veya “Küba’da Ekim Füzeleri Bunalımı” olarak da bilinir.


Özellikleri


Ekim Füzeleri bunalımının en önemli özelliği, nükleer silahlara sahip iki süper gücün dünyada ilk kez doğrudan karşı karşıya gelmesidir. Bunalımın bir başka özelliği hem soğuk savaşın doruğunu hem de 1962 sonrasında yavaş yavaş ama kararlı bir tempoda yerleşmeye başlayan “yumuşama” (detente) olgusunun temelini oluşturmasıdır.


Nedenleri


Ekim Füzeleri bunalımının temelinde yatan asıl neden Amerikan Hükümetinin Fidel Castro rejimini devirmek istemesidir.


Castro’nun 1959 yılında ABD’nin kontrolündeki Batista rejimini yıkarak iktidara gelmesi üzerine ABD önce Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) bünyesinde Latin Amerika ülkelerinin ortak harekatıyla Castro rejimini yıkmayı denediyse de OAS üyeleri yalnızca Castro rejimini kötülemekle yetindiler. Daha sonra, ABD’ye kaçan Kübalı mültecilerin Amerikan hükümetinin yardım ve desteği ile Küba’yı işgal etmesini içeren bir plan yürürlüğe konduysa da mültecilerin “Domuzlar Körfezi Çıkartması'nda” başarısızlığa uğraması ABD’nin bu dolaylı müdahale girişimini sonuçsuz bıraktı.


Bunalımın bir diğer nedeni ise, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) ABD’nin gerek OAS bünyesinde gerekse Domuzlar Körfezi Çıkartması’nda yaşadığı başarısızlıktan yararlanması ve Küba’daki Castro rejimine destek olmaya başlamasıdır. SSCB, ihtiyaç duymamasına karşın Küba’nın şeker ihracatının büyük kısmını satın aldı ve Küba’ya olası bir Amerikan müdahalesine karşı güvence verdi.


Füzeler


Amerika’ya ait bir U-2 casus uçağının (bknz. U-2 Olayı) 1 Mayıs 1960’ta düşürülmesiyle ABD-SSCB ilişkileri gerginleşirken Küba-SSCB dostluğu giderek sıkılaşıyordu. Bu sıcak ilişkilerin bir sonucu olarak 1962 sonbaharında Küba’ya Sovyet füzelerinin konuşlandırılmasına başlandı.
Bir görüşe göre, Küba bunalımının ortaya çıkardığı tehlike gerçek olmaktan çok görünüşteydi. Bu görüşe göre, füzelerin yerleştirilmesi dönemin SSCB lideri Nikita Khrushchev açısından becerikli bir soğuk savaş oyunuydu ve füzeler dönemin ABD Başkanı J. F. Kennedy zorladığı takdirde sökülmek üzere yerleştirilmişti. Ancak, sökme bedeli olarak Khrushchev bazı ödünler beklemekteydi: Küba’nın işgal edilmeyeceğine dair güvence SSCB toprakları yakınına yerleştirilmiş füzelerin sökülmesi.


Füzelerin yerleştirilme amacı ne olursa olsun Küba ile SSCB arasında gelişen bu ilişkiler ABD’yi bir müdahaleye doğru itmeye başladı. ABD Başkanı Kennedy 1962 yılı Ekim ayının hemen başında verdiği bir demeçte şu olasıklıkların gerçekleşmesi halinde Küba’ya müdahale edeceğini açıkladı: Küba’daki Amerikan Guantanamo Üssü, Panama Kanalı, öteki Latin Amerika ülkeleri veya kıtadaki Amerikalıların hayatları tehlikeye girerse; Cape Canaveral İstasyonu’na müdahale edilirse; SSCB’ Küba’da saldırgan üsler kurarsa.


Bunalım


ABD’de seçim mücadelesinin hızlandığı bir dönemde 16 Ekim 1962 günü dönemin ABD Savunma Bakanı Robert McNamara Küba’da füze üslerini belirleyen hava fotoğraflarını Başkan Kennedy’e gösterdi. Fotoğraflardan edinilen bilgiye göre, Sovyet füzeleri yerleştirilmeye başlanmıştı ama ateşlemeye hazır hale gelmeleri için bazı parçaların Küba’ya gelmesi gerekiyordu.


Kennedy teknik danışmanlarıyla uzun süren toplantılar yaptıktan sonra Küba’nın denizden abluka altına alınmasına karar verdi. ABD, abluka kararı konusunda Birleşmiş Milletler’e, OAS’a ve NATO’ya danışmadı ve sadece bu örgütleri kararından haberdar etmekle yetindi.
22 Ekim 1962 tarihinde abluka uygulanmaya başladı. Bu sırada, Atlantik Okyanusu’nda seyreden Sovyet gemileri Küba’ya yaklaşmaktaydı. Bu gemiler ablukaya uymadıkları takdirde batırılacaklardı. Khrushchev ilk tepki olarak saldırı değil savunma silahı taşıdığını söylediği gemilerin durması için emir vermeyeceğini açıkladı. Bu durum gerilimi daha da tırmandırdı.
Khrushchev, 27 Ekim 1962’de Kennedy’e gönderdiği mektupta, ABD’nin Türkiye’deki benzer füzeleri sökmesi halinde (ABD 1960 yılında Türkiye’ye Jüpiter füzeleri yerleştirmişti) SSCB’nin de Küba’dakileri sökeceğini, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına saygı göstereceğini, içişlerine karışmayacağını ve işgal etmeyeceğini belirtmiş ve Küba’daki füzelerin sökülmesinin karşılığı olarak ABD’nin de aynı güvenceleri Küba açısından vermesi gerektiğini eklemiştir.


Başkan Kenedy ise aynı tarihli cevabi mektubunda, Kübadaki füzeler söküldüğü taktirde Küba’ya karşı uygulanan ablukaya son verileceğini ve Küba’yı işgal etmeyeceği güvencesini verebileceğini kaydetmiş ancak Türkiye’deki füzelerin sökülmesi konusunda kesin bir güvence vermekten kaçınarak “Dünyadaki gerginliklerin yumuşaması, mektubunuzda belirttiğiniz öteki silahlarla ilgili olarak daha geniş bir düzenlemeye gidebilmemize olanak sağlayabilir” demiştir.
ABD Başkanı Kennedy kısa vadeli tedbirlerle uzun süreli tedbirleri birbirinden ayırmaktaydı. Kennedy için önemli olan ABD’ye yönelik tehditin ortadan kaldırılmasıydı. Jüpiterler ise daha sonra ele alınacak bir düzenleme içinde düşünülebilirdi.


ABD’ye göre pazarlık unsurları da birbirine uymamaktaydı. Bir yanda birdenbire Küba’ya yerleştirilen füzeler öte yanda çok önce yerleştirilmiş bulunan ve yerleştirildikleri anda SSCB’nin tepkisiyle karşılaşmadığı için üstü kapalı olarak kabul edilmiş füzeler bulunuyordu.
Khrushchev 28 Ekim 1962’da Kennedy’e ikinci bir mektup yazmıştır. Bu mektupta Türkiye’deki Jüpiter füzelerinden hiç bahsedilmemiş ve Kennedy’nin önerilerine sıcak bakıldığı vurgulanmıştır. Kennedy, aynı gün Khrushchev’e bir mektup göndermiş ve sağduyulu kararından dolayı kendisini tebrik etmiştir.


28 Ekim 1962 tarihli mektuplar ve ABD’nin Küba’ya uygulanan ablukayı kaldırmasıyla bunalım atlatılmış oldu.


Khrushchev’in füzeleri sökme kararı NATO’da da rahatlama yaşanmasına neden oldu. Çünkü, 28 Ekim 1962 tarihli NATO Konseyi toplantısında ABD Küba’yı işgal hareketine girişirse Türkiye’nin Sovyet işgaline uğrayabileceği ve NATO’nun savaşa sürüklenebileceğine değinilmişti. NATO Konseyi’ndeki bazı delegeler ABD’den Küba’yı işgal etmeme garantisi istemiş, ABD delegesi ise bu güvenceyi vermekten kaçınmıştı.


Sonuçları



**Ekim Füzeleri bunalımı, biraz da çelişkili olarak, soğuk savaşın doruk noktasına vardığı bir dönemde “yumuşama” ve “görüşme” havası yaratmıştır. Nükleer savaşın eşiğine gelindiğini anlayan taraflar, bu bunalımdan sonra daha temkinli olacaklardır. (Örneğin ABD Türkiye’deki Jüpiter füzelerini tek taraflı bir kararla sökmeye başlamıştır.)
**NATO üyeleri, daha doğrusu NATO’nun Avrupa kanadı, böyle büyük bir bunalımda (kendilerini de tehikeye atan bir durum olsa dahi) görüşlerinin alınmayacağını, ABD’nin tek başına hareket edeceğini anlamışlardır.
**SSCB’de Khrushchev serüvencilik suçlamasıyla iktidardan düşürüldü.
**Ekim Füzeleri bunalımı, o dönemki iki kutuplu dünya düzeninde, blokları oluşturan devler arasındaki ilişkileri de etkiledi. Doğu Bloku içinde Çin-Sovyet anlaşmazlığı açığa çıktı. Pekin, Moskova’yı “devrimci davaya ihanetle” suçladı. Moskova Pekin’i serüvencilikle itham etti. Batı Bloku’nda Fransa iki süper devlet arasında denge kuracak bir “Batı Avrupa Koalisyonu” girişimi başlattı ve ABD ile ilişkilerini gevşetme yönünde önemli adımlar atarak kendi nükleer programnı başlatttı.
**ABD ve SSCB Ekim Füzeleri bunalımından sora nükleer silahların yayılmasını önlemek için Moskova’da 5 Temmuz 1963’te “Nükleer Silah Denemelerinin Kısmi Yasaklanması Anlaşması”nı imzaladılar. (Bu anlaşma atmosferde, uzayda ve denizaltında nükleer denemeleri yasaklıyor ancak toprak altındaki nükleer denemelere izin veriyordu.)
**Ekim Füzeleri bunalımı, bölgesel bir çatışmada geleneksel (klasik) silahların önemini artırmıştır.
Herhangi bir bunalım sırasında Washington ve Moskova arasında doğrudan bir haberleşme hattının kurulması gerekliliği ortaya çıkmıştır. İki başkent arasında anında haberleşmeyi sağlayacak telefon hattı (hotline) kurulmuştur.
**Türkiye iki süper güç arasında sıkıştığını farketmiş ve coğrafi konumu ile ABD`ye olan yakınlığının kendisi açısından olumsuz sonuçları olabileceğini görmüştür.

Kaynak:Wikipedia

26 Nisan 2008 Cumartesi

U-2 Krizi

U-2 Krizi


U-2 Krizi, (U-2 Olayı olarak da bilinir) 1960 yılının Mayıs ayında Sovyet toprakları üzerinde bir Amerikan Lockheed U-2 casus uçağının düşürülmesi üzerine çıkan ve Sovyet-Amerikan ilşkilerinde önemli bir bunalıma yol açarak Soğuk Savaşı şiddetlendiren olaya denir. ABD’nin Türkiye dahil bazı NATO ülkelerinden kalkan uçaklarının faaliyetlerinin yarattığı bir olaydır ve yalnız doğu ve batı blokları açısından değil Türkiye açısından da önemli sonuçlar doğurmuştur.


Uçuşların Nedeni

U-2 Olayı Amerikan yöneticilerinin Sovyetler Birliği’nin 1949 yılında ABD’nin atom tekelini ortadan kaldırmasından sonra duymaya başladıkları derin güvensizliğin doğrudan bir sonucudur. ABD’nin kesin bir zaferle bitiremediği Kore Savaşı önemli bir endişe kaynağı olmuş; Sovyetlerin nükleer silahlarını ve uzun menzilli bombardıman uçaklarını geliştirmedeki başarısı Amerikalı yöneticilerin güvensizliğini artırmıştır. ABD, tarihinde ilk kez, ülke topraklarının kıta dışı bir devletin vurucu gücü içine girdiğine şahit olmuştu.

Bu urumun yarattığı endişe ortamında ABD Stratejik Hava Komutanlığı’nın karşılık verme kapasitesi bir Sovyet “sürpriz saldırısı”na karşı en etkili silahı oluşturmaktaydı. Ancak bunun etkili olabilmesi için düşmanın sürpriz saldırı yönünde yaptığı hazırlıkların önceden bilinmesi gerekiyordu. Aynı derecede önemli bir nokta verilecek karşılığın hangi düşman hedeflerine yöneltileceğiydi.

Bu nedenlerle, özellikle 1957 yılından sonra, ABD’nin yürüttüğü haberalma faaliyetleri hız kazanmış ve Sovyet topraklarının ayrıntılı ve güncel haritalarının çıkartılmasına başlanmıştır. Bunun da sonucu olarak, havafotoğrafçılığı, Sovyet askeri faaliyetlerinin gözlenip dinlenmesi (uçak ve radarla) ABD’nin stratejik planlamasında büyük önem kazanmıştır. U-2 uçuşlarının nedeni ABD’nin savunması için gerekli olan bu bilgileri toplamaktı.
Uçağın Özellikleri
Lockheed uçak şirketi Amerikan hükümetine Sovyet savaş uçaklarının ve uçaksavar ateş menzilinin çok üstünde radara yakalanmadan uçabilecek bir uçak yaptı. U-2 olarak adlandırılan bu uçak bir füze gibi havalanabilmekte, 10 saniye içinde 300 metre yükselmekte, 30 bin metre yükseklikte uçabilmekte, güçsüz olarak 300 mil (495 km) süzülebilmekte ve yakıt almaksızın yedibuçuk saat (3000 mil - yaklaşık 5000 km) uçabilmekteydi. U-2’lar çok yüksekten net fotoğraf çekecek güçlü kameralarla donatılmıştı.





U-2’lerin denetimi

U-2 uçuşları, ABD başkanının yetkisi altında gerçekleştirilmiştir. Uçuşun harekat ve yönetimi ise, Amerikan Merkezi Haberalma Örgütü’nün (CIA) sorumluluğu altındaydı. Dönemin CIA Başkanı, Savunma ve Dışişleri Bakanlarının onaylarını aldıktam sonra, Başkan Eisenhower’a bir dizi uçuş programı önermiş ve uçuşlar 1956 yılında İngiltere, Almanya, Türkiye ve Japonya’dan başlamıştı.

Düşürülme
Dünya, U-2 olayını 3 Mayıs 1960’ta Nikita Khrushchev’in Sovyet hava sahasında bir Amerikan casus uçağının 1 Mayıs 1960’ta düşürüldüğünü açıklamasıyla öğrendi. ABD, bu uçağın casus uçak olmadığını, açık hava sağnaklarını inceleyen bir meteoroloji uçağı olduğunu açıkladı.
Khrushchev, 5 Mayıs 1960’ta verdiği ikinci demeçte, ABD ve SSCB arasında zirve toplantısı yapılacağı sırada, Sovyetler Birliği’ne karşı girişilen bu düşmanca hareketin söz konusu zirve toplantısını baltalamak amacını güttüğünü söylemiş ve Amerikan uçaklarına üslerinde faaliyet izni veren devletlere de uyarıda bulunacağını belirtmiştir. Ayrıca, herhangi bir saldırıya karşı Sovyetler Birliği’nin güdümlü füzelerle karşılık vereceğini ve bu saldırıda kullanılan üslerin de yerlebir edileceğini ifade etmiştir. (Bu sözler Türkiye’ye doğrudan bir tehdit niteliği taşıyordu.)
Bu noktaya kadar SSCB U-2 uçağının pilotunun sağ olduğunu gizli tutuyordu. Bu durumun açıklanması üzerine ABD uçağın Sovyetler Birliği hakkında bilgi toplayan bir casus uçak olduğunu kabullenmek zorunda kaldı. Uçağın pilotu Gary Powers’ın Moskova’da yapılan soruşturması sırasında yaptığı açıklamalar şu noktaları kapsamaktaydı:
1- Pilot CIA ile imzaladığı özel sözleşme uyarınca ABD’nin özel bir hava birliğinde çalışmaktaydı ve görevi Sovyetler’deki telsiz istasyonları, radar üsleri ve füzeler hakkında havadan bilgi toplamaktı.
2- Pilotun bağlı olduğu birlik 1956 tarihinden beri Türkiye’deki İncirlik Üssü’nde üslenmiş olup her yıl bir dizi haberalma uçuşlarına çıkmaktaydı.
3- Pilot, düşürüldüğü gün, görevinin Pakistan’dan Norveç’e doğru uçup bilgi toplamak olduğunu söylemişti.
Bu olaylar üzerine Türk hükümetince yapılan tek açıklamada, uçağın Peşaver’den Norveç’e uçtuğunun öğrenilmiş olduğuna göre Türkiye’nin bu olaydan sorumlu tutulamayacağı kaydedilmektedir.

Uçuşların yasaklanması

ABD Başkanı Eisenhower, ABD’nin prestijine gölge düşüren ve soğuk savaşı hızlandıran bu olaydan sonra 25 Mayıs 1960’ta yaptığı bir açıklamada, U-2 uçuşlarının durdurulmasını emrettiğini söylemiştir. Ayrıca, bu uçuşların yararlı olmaktan çıktığını da belirterek “Kaldı ki, uçaktan başka yeni teknikler geliştirilmektedir” demiştir.
Bu konuda bir başka ilgi çekici nokta, Başkan Kennedy’nin de bu uçuşların uluslararası hukuka uygun olmadığını belirtmesi ve Sovyet hava sahasına giren Amerikan uçaklarının uçuşlarına son vermesidir (Kennedy’nin uçuşlara son vermesi U-2 Olayına karşın Başkan Eisenhower döneminde uçuşların devam ettiğini göstermektedir).
Sonuçlar

Soğuk Savaş hız kazanmıştır. ABD ve SSCB arasındaki gerginlik tırmanmıştır.
Ekim Füzeleri Bunalımına zemin hazırlanmıştır.
Amerika'nın Corona kod adlı uydu geliştirme projesi hız kazandı.
Türkiye, ABD’nin kendi toprakları üzerindeki üsleri yine kendisini tehlikeye atacak şekilde kullanabileceğini görmüş; bu konuda ABD ile yapılan temaslar ise sonuçsuz kalmıştır.
Kaynak:Wikipedi
Uzay Yarışı

Uzay Yarışı



Uzay Yarışı, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasında 1957'den 1975'e kadar süren, resmî olmayan rekabet. Uzaya uydu ve sonda yollayarak keşfetmek, insan göndermek, Ay'a insan indirmek gibi çabalar içerir. Uzay Yarışı, Soğuk Savaş'ın bir parçasıdır.

Yarışın başlangıcı, 2.Dünya Savaşı'ndan kalma roket teknolojisine, savaştan sonra ortaya çıkan uluslararası gerginliğe ve Sovyetlerin 4 Ekim 1957'de Sputnik 1 adlı ilk yapay uyduyu fırlatmasına dayanır. Uzay Yarışı, Soğuk Savaş döneminde SSCB ve ABD arasındaki kültürel ve teknolojik rekabetin önemli bir parçası haline geldi. İki ülkenin birbirini olası bir sıcak savaştan önce moral olarak çökertme çabalarında, uzay teknolojisi araç olarak kullanıldı.



Tarihi




Askerî çalışmaların etkileri


Roketler yüzyıllardır bilimadamlarının ve amatörlerin ilgisini çekmiştir. Çinliler roketi 11. yüzyılın başlarında silah olarak kullanmışlardır. Rus bilim adamı Konstantin Tsiolkovski 1880'lerde sıvı yakıtlı roketlerin uzaya ulaşabilme ihtimali üzerinde durmuş ancak bu fikir ilk kez 1926 yılında Amerikalı bilim adamı Robert Goddard tarafından gerçeğe dönüştürülebilmiştir.

Almanya'nın katılımı



1920'lerin ortasında Alman bilimadamları uzun mesafeli uçuşlar yapabilecek, sıvı yakıtla çalışan roketler üzerinde çalışmalara başladılar. 1932'de Wehrmacht'ın önde gelenlerinden Reichswehr, yüksek hızda top ateşi sağlayabilen roketlere yöneldi. Wernher von Braun, yüksek hedefleri olan bir roket bilimciydi. Nazi Almanyası'nın 2. Dünya Savaşı'nda kullanması için benzer roketler geliştirmeye çalıştı. Von Braun'un çalışmalarının temeli, Robert Goddard'ın araştırmasına dayalıdır.
Alman A-4 roketi 1942'de fırlatılan ve uzaya ulaşma amacı taşıyan ilk roket oldu. 1942'de ise Almanya 300 km menzile ve 1.000 kg savaş başlığı taşıma kapasitesine sahip V-2 füzelerinin üretimine başladı. Wehrmacht 2.Dünya Savaşı sırasında V-2'lerden binlercesini müttefik ülkelere fırlatmış, muazzam tahribat ve ölüme sebep olmuştur. Ancak V2'lerin üretimi esnasındaki ölümler, V2'nin sebep olduğundan daha fazladır.
2. Dünya Savaşı'nın sonlarına yaklaşılırken askerî ve bilimsel anlamda Sovyet, İngiliz ve ABD güçleri, Alman roket programı Peenemünde'den teknoloji ve personel çalma konusunda yarış içindeydiler. SSCB ve İngiltere'nin de bazı başarılar elde etmesiyle birlikte, bu yarıştan en kazançlı çıkan ABD oldu. Birçoğu Nazi Partisi üyesi çok sayıda Alman roket bilimcisi (von Braun da dahil) bu sırada ABD'ye iltica etti.



Yapay uydular



Sputnik



4 Ekim 1957'de SSCB Sputnik 1'i başarıyla fırlatıp yörüngesine yerleştirdi ve böylece Uzay Savaşı başladı. Askerî ve ekonomik suçlamalar yüzünden Sputnik Amerika'da korkuya ve politik tartışmalara sebep oldu. Diğer yandan Sputnik'in fırlatılışı Sovyetler tarafından bilim ve mühendislik alanlarındaki gelişimin bir simgesi olarak görülmüştür.
Sovyetler Birliği'nde, Sputnik'in fırlatılışı ve sonrasındaki uzay programları halkın büyük ilgisini çekti. Ülkenin teknoloji alanında kazandığı bu başarılar, savaştan sonra yavaş yavaş yaralarını sarmakta olan halk için büyük cesaret kaynağıydı. Sputnik'in başarıyla yörüngeye oturmasını sağlayan R-7 roketini tasarlayan başmühendis Sergey Korolyov (veya Korolyev) çalışmalarını gizlilik içinde sürdürmüştür.

Sputnik'in başarısından önce ABD kendi teknolojisinin her alanda üstün olduğunu varsayıyordu. ABD, Sputnik'in başarısının ardından, teknoloji alanında kaybetmiş olduğu üstünlüğü tekrar kazanmak için büyük çaba sarfetmiş, yeni von Braun'lar ve Korolyov'lar yetiştirmek umuduyla okul müfredatını yenilemiştir. Bu tepki günümüzde Sputnik krizi olarak bilinir.
Başkan John F. Kennedy'nin yardımcısı Lyndon B. Johnson, ABD'nin çabalarını ve konuyu şöyle anlatmıştır: Dünyanın gözünde, uzayda birinci gelen birincidir, nokta. Uzayda ikinci olan her şeyde ikincidir.

Sputnik'in fırlatılışından yaklaşık 4 ay sonra, ABD ilk uydusu olan Explorer 1'i fırlattı. Bu arada Cape Canaveral'da fırlatılış sırasında birçok başarısızlık yaşandı.
Fırlatılan ilk uyduların çoğu bilimsel amaçlıydı. Sputnik ve Explorer 1, ülkelerinin Uluslararası Jeofizik Yılı'na (International Geophysical Year) katkı amacıyla fırlatılmıştı. Sputnik atmosferin üst tabakasının yoğunluğunun belirlenmesinde, Explorer 1 ise uçuş dataları sayesinde James Van Allen'in Van Allen Radyasyon Kemerinin keşfinde kullanıldılar.
Sputnik yüzünden korkan ve cesareti kırılan ABD halkı sonraki projelerden âdeta büyülendi. Okul çocukları bile fırlatılışları takip etmeye başladı, roketlerin maketlerini yapmak hobi oldu. Başkan Kennedy halkı motive etmek ve kuşkuya düşen halkın uzay programlarını desteklemesini sağlamak amacıyla konuşmalar yapmaya başladı.

İletişim uyduları

İlk iletişim uydusu olan Project SCORE, 18 Kasım 1958 tarihinde Başkan Eisenhower'ın yılbaşı mesajı olarak fırlatıldı. Uzay Yarışı sırasında, iletişim uydularıyla ilgili gerçekleştirilen diğer önemli projeler ise şöyleydi:
1962: Telstar: İlk "aktif" iletişim uydusu
1972: Anik 1 : İlk yerel iletişim uydusu (Kanada)
1974: WESTAR : ABD'nin ilk yerel iletişim uydusu
1976: MARISAT: İlk mobil iletişim uydusu

Canlılarla uçuşlar

Hayvanlı uçuşlar [değiştir]
Birleşik Devletlerin ele geçirdiği Alman V-2 roketleriyle fırlatılan meyve sinekleri ile 1946'da uzaya hayvan gönderen ilk bilimsel çalışma yapıldı. 1957'de SSCB'nin Sputnik 2 uçuşu ile yörüngeye gönderilen ilk canlıysa Laika adındaki köpek oldu. O tarihte geri getirecek yeterli teknolojinin henüz bulunmaması nedeniyle, uzaya ulaştıktan bir süre sonra Laika aşırı sıcaklık ve stresten hayatını kaybetti. 1960'ta ise Belka ve Strelka başarıyla Dünya yörüngesine ulaşıp geri dönebildiler. Amerika Afrika'dan ithal ettiği şempanzelerle uzaya insan göndermeden önce çalışmalar yaptı. Yine Sovyetler 1968 yılında Zond 5'le uzaya kaplumbağalar göndermiş, ayın etrafını dolaşan ilk canlı uçuşu gerçekleştirmiştir.

İnsanlı uçuşlar


Sovyetler Birliği, Vostok serisi uzayaraçları ile uzaya ilk insanı göndermeyi başardı. Yuri Gagarin 12 Nisan 1961'de Vostok 1 aracıyla yaptığı uçuşla Dünya yörüngesine başarıyla ulaşan ilk insan olmuştur. Bu olayın yıldönümü Rusya'da ve birçok ülkede hâlâ kutlanmaktadır.
Vostok serisi uzayaraçlarını, Sovyet uzay programının başındaki Sergey Korolyov ve ekibi tasarlamıştır. Vostok'lar önce sınama uçuşlarında uzaya gönderilen köpek ve mankenleri sağ salim dünyaya geri getirmeyi başardı. Beri yandan, ilk Sovyet uzayadamlarının eğitim programı sürdürülüyordu. Tüm hazırlıkların tamamlanması üzerine, 12 Nisan 1961'de içinde Yuri Gagarin'in bulunduğu Vostok 1 uzaya gönderildi. Vostok 1, dünya yörüngesinde 108 dakikada tam bir tur attıktan sonra Gagarin'i Sovyet topraklarına indirdi.
Şüphesiz ki insanlı Sovyet uzay programı insanlık tarihinin en önemli ve cesur girişimlerinden biriydi. Vostok projesi, uzay yarışında Sovyetler'in öncülüğünü perçinlemekle birlikte, ABD için tam bir sürpriz değildi. Yakın zamanda yayımlanan tarihî CIA raporları, ABD yönetiminin insanlı Sovyet projesinden uzun süredir haberdar olduğunu iddia etmektedir.


ABD, Sovyetlerin bu atağı karşısında kendi projesini hızlandırdı ve 25 Nisan 1961'de ilk uzayadamını Mercury-Redstone 3 aracıyla uzaya gönderdi. Ancak Vostok 1'in aksine Mercury 3 aracı yörüngeye giremedi, atmosferin dışına çıktıktan hemen sonra geri döndü. Ayrıca Mercury 3, Sputnik 1'e göre daha dar ve küçük bir araçtı. ABD'nin yörüngeye girebilen ilk insanlı uçuşu, ancak bir yıl sonra, John Glenn yönetimindeki Mercury 4 aracı ile gerçekleşti (20 Şubat 1962).
Sovyetler, kazandıkları bu ivme ile uzay yarışında başka ilklere de imza attı. Valentina Tereşkova 16 Haziran 1963'te Vostok 6'yla uzaya gönderilen ilk kadın oldu. SSCB'nin Voskhod 2 programında Aleksei Leonov, 18 Mart 1965'te ilk uzay yürüyüşünü gerçekleştirdi. Ancak bu görev neredeyse bir felaketle sonuçlandı. Yetersiz retroroket ateşinden dolayı Leonov'un bulunduğu kapsül hedeften 1.600 km ötede yere inebildi.
Bu başlangıcın ardından gerek Sovyetler, gerekse ABD'liler uzaya insanlı uçuşlar yapmayı sürdürdüler. Uzay yarışının bu ilk döneminde Sovyetler üstünlüklerini sürdürdü. Bu dönemdeki bazı "ilk"ler şunlardır:
Vostok 1 - 12 Nisan 1961. Uzayda ilk insan.
Vostok 2 - 8 Ağustos 1961. Uzayda ilk tam gün.
Vostok 3 - 11 Ağustos 1962 ve Vostok 4 - 12 Ağustos 1962. Uzayda ilk iki araçlı uçuş. İki uzay aracı arasında ilk telsizli iletişim.
Vostok 5 - 14 Haziran 1963. 20. yy'ın en uzun tek kişilik uçuşu (5 gün).
Vostok 6 - 16 Haziran 1963. Uzayda ilk kadın. (Valentina Tereşkova)

Vostok serisinin ardından, Sovyetler üç insanı aynı anda uzaya gönderebilen Voskhod programına başladı. Ancak Voskhod, üç kişi için genişletilmiş bir Vostok kapsülünden başka bir şey değildi ve ciddi bir teknolojik gelişme göstermiyordu. Ayrıca son derece sıkışık şekilde kabine yerleşen üç uzayadamının güvenlikte olmadığı anlaşıldığından, Voshkod programı iki uçuştan sonra iptal edildi.

Sovyetler bu başarıları gerçekleştirirken ABD de boş durmadı ve uzay teknolojisini geliştirdi. Ay'a insan gönderme projesine hazırlık olarak, uzayda yörünge değiştirerek manevra yapabilen Gemini serisi araçları hazırladı ve uzaya gönderdi. Gemini araçları, Sovyet araçlarına göre daha az "ilk" gerçekleştirmiş olmakla birlikte, daha üstün teknolojiye sahipti. Zira Vostok ve Voskhod araçları uzayda manevra yapma ve kenetlenme yeteneğine sahip değillerdi. Sovyet uzayadamları, otomatik işleyen kendi araçlarının yolcusu durumunda iken, ABD'li uzayadamları, araçlarını idare eden pilotlardı. Bu tecrübe ve teknoloji farkı, Ay'a iniş projesinde ABD'ye üstünlük sağlayacaktır.

Ay'a iniş


Uzay Yarışı'nın başlangıcında Sovyetlerin sağlamış olduğu açık üstünlüğe karşı, ABD bir karşılık verme arayışına girdi. 1961'de başkanlık koltuğuna oturan Kennedy, seçim kampanyası boyunca uzay çalışmalarına önem vereceğini açıkça belirtmişti. Seçimi kazandıktan kısa süre sonra Kongre'de yaptığı konuşmada Sovyetlere karşı seçtiği hedefi açıkladı:
Bence milletimiz, bu onyıl bitmeden Ay'a bir insan indirme ve onu sağ salim Dünya'ya geri getirme hedefine kendini adamalıdır.
Ay'a insan indirme ve geri getirme hedefine ulaşmak için başlatılan projeye Apollo adı verildi. Apollo Programı, Kennedy yönetiminin hem sol hem de sağ kanattaki politikacıların eleştirilerine karşı kendini savunmasına olanak sağlıyordu. Apollo'nun avantajları şunlardı:
Seçimde, anahtar eyaletlere ekonomik yararları vardı.
Kennedy tarafından 1960 seçimlerinde belirtilen "füze boşluğunu" kapatıyordu.
Teknik ve bilimsel açılardan yararları vardı.

Nasa müdürü James E. Webb ile yapılan bir sohbette, Kennedy şöyle dedi:
Yaptığımız her şey Ay yolunda Rusları geçmek için.. Yoksa bu kadar parayı harcamamamız gerekir, çünkü ben uzayla ilgilenmiyorum. Bu bedeli karşılayacak tek şey Sovyetleri yenip, geride kaldığımız birkaç yılı sonlandırmak. Tanrı'nın da yardımıyla, onları geçtik...
Kennedy ve Johnson halkın görüşünü yönlendirerek Apollo programına 1963'te % 33 olan güveni 1965'te % 58'e çıkardılar. Johnson'ın 1963'te başkan olmasından sonra devam eden desteği, programın başarılı olmasını sağladı.


Kennedy, Sovyet ve ABD astronotlarının aya inişleri ve hava durumu analizi yapan uyduların geliştirilmesi konularındaki programları birleştirmek amacıyla Sovyetlere teklif götürdü. Ancak Kruşçev, o zaman için Amerika'ya göre üstün olan Rus uzay teknolojisinin çalınması konusunda gösterdiği hassasiyet sebebiyle bu teklifi geri çevirdi ve Sovyetler kendi insanlı Ay projelerini yürüttüler.

Bunun üzerine ABD, Ay'a iniş projelerini tek başına geliştirmeye başladı. Bunun için öncelikle uzayda manevra yapabilen araçların geliştirilmesi gerekiyordu. ABD, Gemini serisi araçları uzaya gönderdi ve bu araçların manevra ve kenetlenme konusunda başarı göstermesinin ardından, Apollo Projesi'ne başlandı.
Sovyetlerin insansız uzay roketlerinin Ay'a daha önce ulaşmış olmasına rağmen, 21 Temmuz 1969'da Ay'a adım atan ilk insan ABD'li Neil Armstrong oldu. Apollo 11 görevinin komutanı olan Armstrong bu tarihî anda yaklaşık 500 milyon kişi tarafından izlendi. 20. yüzyılın en önemli olaylarından biri kabul edilen insanoğlunun Ay'a ayak basışını Armstrong şu kelimlerle dile getirmiştir:


Bir insan için küçük, fakat insanlık için büyük bir adım.(Neil Armstrong'un Ay'a ilk adımı sırasındaki ses kaydı (İngilizce))
Sovyetler, insanın Ay'a ayak basması hakkında çelişkili duygular yaşadılar. Sovyet Lideri Kruşçev ne başka bir güç tarafından saf dışı bırakılmak ne de böyle büyük maliyetli bir projeyi başlatmak istemişti. 1963 Ekim'inde Sovyetler, kozmonotlarının Ay'a uçuş hakkında herhangi bir hazırlık yapmadığını ancak yarıştan çekilmediğini belirtti. Sovyet yönetimi ancak 1964'te (ABD yönetiminden üç yıl sonra) Ay'a iniş konusunda kesin karar alabildi.
ABD'nin aksine, SSCB'de uzay çalışmalarını yöneten merkezî bir organizasyon yoktu. Sovyetler'de çeşitli tasarım büroları, çoğu kez birbiriyle rekabet içinde çalışıyordu. Sovyetlerin en büyük tasarım bürosu OKB-1'in baştasarımcısı olan Korolyov aya iniş görevlerinde kullanılmak üzere insan taşıyabilecek kapasite sağlamak için Soyuz uzayaracını ve onu Ay'a taşıyacak dev N1 roketlerini geliştirmeye başladı. Beri yandan, başka bir tasarım bürosu, Çelomey yönetimindeki OKB-52, yeni bir roket (Proton) ve uzay aracı (Zond) tasarlamaya başlamıştı.

Sovyetler'in en tecrübeli tasarımcısı Korolyov'un 1965'teki erken ölümü ve 1967'de Soyuz'un ilk fırlatılışında yaşanan başarısızlıkla Sovyetlerin Ay'a iniş programı çözülmeye başladı. Sonunda Ay'a iniş yapacak aracı tasarlayıp görev alacak uzayadamlarını seçtiler. Ancak N1 roketinin denemesinde art arda yaşanan başarısızlıklar, insanlı inişin önce ertelenmesine, sonra da iptaline sebep oldu.


Sovyetler, bu başarısızlıktan sonra Ay programlarının varlığını uzun süre inkâr ettiler. Hatta Ay'a insan indirmenin çok riskli ve pahalı olduğunu, uzayadamlarının hayatını böyle gereksiz bir macera için riske atamayacaklarını ve kaynaklarını halklarının refahı için harcamayı tercih ettiklerini açıklayarak bir karşı-propaganda yaptılar. Buna göre, Sovyetler, robotlar kullanarak Apollo Programı'nın sonuçlarına daha ucuza ve uzayadamlarını riske atmadan ulaşabileceklerdi. Bu iddialar doğrultusunda, Ay'a gerçekten robotlar göndererek toprak örnekleri almayı da başardılar. Luna 16 robotu 24 Eylül 1971'de Ay'dan aldığı örneklerle dünyaya döndü. SSCB'nin Ay'a insan indirmek konusunda ABD ile gerçek bir rekabete girdiği ancak 1990'lı yıllarda ortaya çıktı.


Ay'a iniş, uzay yarışının en çok rekabet yaşanan önemli kilometre taşıydı. Bu aşamada ABD, Kennedy'nin "1960'lı yıllar bitmeden Ay'a insan indirme" hedefini gerçekleştirerek Sovyetler'e karşı kesin bir zafer kazanmış oldu.


Sovyetler'in uzay yarışının bu en kritik safhasında kaybetmesinin başlıca nedenleri şunlardır:
Sovyet yönetiminin maddi destek ve kararlılığının ABD'ye göre 3 yıl daha geç ortaya çıkması.
ABD Ay projesinin merkezî bir örgütçe (NASA) yönetilmesi, buna karşılık Sovyetlerde böyle bir örgütün bulunmaması, kaynakların rakip tasarım bürolarına dağılması.
Dâhi Sovyet tasarımcı Korolyov'un erken ölümü.
ABD'nin projeye aktardığı kaynağın görece daha yüksek olması.
Amerikan proje yönetiminin ve kalite kontrol sistemlerinin üstünlüğü.

Uzay istasyonları

Ay yarışını kaybeden Sovyetler'in önünde uzay yarışını sürdürmek için başlıca iki seçenek bulunuyordu:
Mars'a insan göndermek: Prestij açısından en uygun seçenek olmakla birlikte, 1970'lerin başlarında maddi ve teknolojik açıdan Ay'a insan göndermekten çok daha zor bir hedefti.
İnsanlı uzay istasyonları: Maddi ve teknolojik açıdan büyük zorluk getirmese de, prestij açısından sonucu çok güçlü olmayacaktı.


Sovyetler daha ucuz ve mütevazı seçenek olan uzay istasyonlarını seçtiler. Bu konudaki çalışmalar 1960'ların ortasında başlamıştı. 19 Nisan 1971'de ilk insanlı uzay istasyonu olan Salyut 1'i uzaya gönderdiler. 6 Haziran 1971'de ilk mürettebat bir Soyuz kapsülü içinde istasyona ulaştı.
Sovyetler 1980'lere kadar 7 Salyut istasyonunu yörüngeye gönderiler. Bu istasyonlar görece basit, ucuz, ancak etkili ve güvenli uzay platformları olarak hizmet verdi. Salyut 7, 1991 yılına kadar yörüngede kalmayı başardı. Salyut'lara 30'dan fazla uzay uçuşu ile 70'ten fazla mürettebat gitti. Bu uçuşlarda uzayın insan organizmasına etkileri üzerine değerli bilgiler ve tecrübeler edinildi, uzayda kalma rekorları kırıldı. Bu bilgilerden daha sonraki MIR ve Uluslararası Uzay İstasyonu projelerinde yararlanıldı. Ayrıca, uzayda neredeyse sürekli olarak Sovyet vatandaşlarının bulunması da sağlanmış oldu.


Ay'a insanlı inişin ardından ABD de uzay istasyonu projesiyle ilgilenmeye başladı. Böylece Sovyetler'in uzay istasyonu projesine cevap verilmiş olacaktı. Ayrıca, son uçuşları iptal edilen Apollo Projesi'nden elde kalan Satürn roketlerinden yararlanmak, böylece maliyetleri düşürmek mümkün olacaktı.
ABD'nin ilk (ve halen tek) uzay istasyonu olan Skylab, 14 Mayıs 1973'te uzaya gönderildi. İstasyona ilki 25 Mayıs 1973'te olmak üzere üç seferde toplam dokuz uzayadamı gönderildi. Skylab, "uzay laboratuvarı" anlamına gelen bir İngilizce tamlamadır. Skylab'ın çalışmaları, ismine uygun olarak bilimsel konularda yoğunlaşmıştır. İstasyonda 2.000 saatten fazla bilimsel deney çalışması yapılmıştır.

Apollo - Soyuz Test Projesi (ASTP)

Apollo - Soyuz Test Projesi'nin, rakip tarafları bir araya getirerek sembolik olarak uzay yarışını sona erdirdiği söylenir.
Ortak bir Amerikan-Sovyet uçuşu için görüşmeler 1969'da başladı. Bu uçuşta Salyut ve Skylab istasyonlarının kullanılması önerileri reddedildi. Bunun yerine, uzayda acil kurtarma operasyonları için hem Amerikan hem Sovyet uzay araçlarına uygun bir kenetlenme mekanizması geliştirildi. 1970'te projenin çalışma grubu oluşturuldu. Mayıs 1972'de konuyla ilgili Amerikan-Sovyet antlaşması imzalandı.
17 Haziran 1975'te Amerikan Apollo ve Sovyet Soyuz araçları kenetlendi. Uzayadamları bazı seremonilerden sonra birbirlerinin uzay gemilerine geçerek incelemeler ve muhtelif deneyler yaptılar.
ASTP, uzayda milletlerarası bir kurtarma çalışması yapılması için gerekli teknolojinin gelişmesini sağladı ve bir prova görevi üstlendi. Ancak uzay çalışmalarının geneli düşünüldüğünde, bir iyi niyet gösterisi olmaktan öteye gidemedi. Bu tür bir kurtarma operasyonunu gerektirecek herhangi bir durum ortaya çıkmadı.
ASTP, Apollo uzay aracının son uçuşu oldu. ABD, insanlı uçuşlara altı yıl ara verdi ve ancak 1981'de uzay mekiği ile tekrar başladı.

Sonuç

Uzay yarışının başarısı, gerçekleştirilen "ilk"lerle ölçülür. Yarışın ilk döneminde Sovyetler "ilk uzay aracı", "uzayda ilk canlı", "uzayda ilk insan" ve "uzayda ilk kadın" gibi unutulmaz ilklere imza attı.
ABD yönetimi ise Sovyetler'e karşılık vermek için kararlılığını ortaya koyduğunda, ülkenin geniş kaynakları ve yönetim örgütlenmesinin gerçek potansiyeli ortaya çıkmıştır. ABD sadece Ay'a ilk ayak basan ülke olmakla kalmayıp, bunu 9 yıl gibi görece kısa bir proje sonucunda başarmıştır. Ayrıca nihai olarak ABD uzay araçları Sovyetler'inkinden daha üstün teknolojik seviyeye ulaşmıştır. Bunlar göz önüne alındığında, ABD yarışın galibi olarak görülebilir.
Korolyov'un tasarımı olan Soyuz uzayaraçları, uzay yarışı bittikten çok sonra, 21. yy'da da kullanılmaya devam edilerek güvenilirliğini kanıtladı. Özellikle beş Uzay Mekiği'nden ikisinin kazalarda yok olmasının ardından Soyuz, Uluslararası Uzay İstasyonu'nun başlıca personel taşıma aracı haline geldi. Öte yandan, ABD uzayaracı Apollo, görece kısa ömürlü bir ara teknoloji olarak kaldı. Bu açıdan, Sovyetler'in bir "tasarım başarısı" kazandığı söylenebilir.
Uzay Yarışı için gerekli teknolojinin prematüre, alelacele geliştirildiğini, bu nedenle kaynakların gereksiz yere harcandığını ve personelin tehlikeye atıldığını öne sürenler vardır. Gerçekten de, mesela Ay'a iniş projesi dokuz yıl içinde değil de otuz yılda gerçekleşseydi, harcanması gereken kaynak önemli ölçüde azalabilecekti. Bu görüşe karşı, uzay yarışı sayesinde bilimsel ve teknik gelişmenin hızlandığını ve insanlığa yararlı teknolojilerin erkenden ortaya çıktığını söyleyenler de vardır.


Uzay Yarışı sırasında gerçekleşen ölümler, bu konudaki teknolojinin acele geliştirildiğini söyleyenleri haklı çıkarmaktadır. Sovyetler, ABD'yi Ay projesinde gereksiz risk almakla suçlamış olmakla birlikte, kaza ve ölümlerin her iki tarafta da olması, Sovyetlerin de yarışı kazanmak uğruna güvenliği geri plana attığını göstermektedir. Uzay Yarışı boyunca görev sırasında meydana gelen ölümlü kazalar şunlardır:
***ABD / Apollo 1: 27 Ocak 1967'de uzayaracı yerdeyken çıkan yangında uzayadamları Virgil "Gus" Grissom, Edward White ve Roger Chaffee yanarak öldü.
***SSCB / Soyuz 1: 23 Nisan 1967'de dünyaya dönen uzayaracının paraşütleri açılmadı ve içinde uzayadamı Vladimir Komarov olduğu halde yere çakıldı.
***SSCB / Soyuz 11: 30 Haziran 1971'de uzay aracının havası bir hata sonucu uzaya boşaldı ve uzayadamları Vladislav Volkov, Georgi Dobrovolski ve Viktor Patsayev hayatlarını kaybetti.

Uzay Yarışı, iki mühendislik yaklaşımının yarışı da olmuştur: ABD, uzay araçlarında karmaşık ve birbirini yedekleyen sistemler oluşturmuştur. Böylece ABD uzay araçları daha geniş yelpazeli görevlere uyum sağlayabilir hale gelmiştir. Nitekim Apollo 13 kazası, birbirini yedekleyen sistemlerin çokluğu sayesinde can kaybı olmadan atlatıldı. SSCB ise nispeten daha basit ve denenmiş sistemlerin tekrar kullanımına dayalı bir yaklaşım geliştirmiştir. Sistemlerin basit olması, hata olasılığını azalttığından ve maliyetleri düşürdüğünden uzay çalışmalarında tercih edilir.

Yarışın bitmesinin başlıca nedenleri şunlardır:
Tarafların yarışı sürdürmekteki isteksizliği.
1973'teki petrol krizi sonrasında batı ekonomilerindeki tasarruf gereklilikleri.
Sovyet ekonomisinin yaşadığı güçlükler nedeniyle kaynak ayırma zorluğu.
Uzay yarışını sürdürmek için gerçekleştirilebilecek hedeflerin gitgide daha zorlaşması ve pahalılaşması.


Uzay yarışı sonrasında taraflar uzay çalışmalarına "kendi yollarında" devam ettiler. Aralarındaki prestij yarışı büyük ölçüde sona erdi. Bununla birlikte, teknolojik yarışın tam olarak sona erdiği söylenemez. Sovyetler ABD'nin uzay mekiği projesinin hayati önemde olduğuna karar vermiş, bu nedenle kaynaklarını kendi mekiklerini geliştirmek için harcamıştır. Ayrıca ABD'nin Yıldız Savaşları projesi de Sovyetler'de büyük endişe yaratmış ve buna karşı kendi uzay savunma sistemlerini geliştirmeye gayret etmişlerdir.

Uzayda "ilk"ler tablosu
Tarih
Açıklama
Ülke
Görev adı
04.10.1957
İlk yapay uydu
SSCB
Sputnik 1
03.11.1957
Uzayda ilk canlı
SSCB
Sputnik 2
04.01.1959
Güneş yörüngesine oturan ilk yapay uydu
SSCB
Luna 1
07.08.1959
Dünya'nın uzaydan çekilen ilk fotoğrafı
ABD
Explorer 6
14.09.1959
Ay'a giden ilk uzay aracı
SSCB
Luna 2
07.10.1959
Ay'ın arka yüzünün ilk fotoğrafı
SSCB
Luna 3
12.04.1961
Uzayda ilk insan - Yuri Gagarin
SSCB
Vostok 1
11.08.1962
Uzayda aynı anda birden fazla uzay aracı, randevu, uzayda ilk telsizli iletişim
SSCB
Vostok 3 ve 4
16.06.1963
Uzayda ilk kadın - Valentina Tereşkova
SSCB
Vostok 6
12.10.1964
Birden fazla mürettebatlı ilk uzay aracı
SSCB
Voskhod 1
18.03.1965
İlk uzay yürüyüşü - Aleksey Leonov
SSCB
Voskhod 2
23.03.1965
Uzayda yörünge değiştirebilen ilk insanlı araç
ABD
Gemini 3
01.03.1966
Başka bir gezegene inen ilk sonda - Venüs
SSCB
Venera 3
16.03.1966
İki uzay aracının ilk kenetlenmesi
ABD
Gemini 8
24.12.1968
Ay yörüngesinde insanlı ilk uçuş
ABD
Apollo 8
20.07.1969
Ay'da ilk insan - Neil Armstrong
ABD
Apollo 11
23.04.1971
İlk uzay istasyonu
SSCB
Salyut 1
11.14.1971
Başka bir gezegenin yörüngesine giren ilk sonda - Mars
ABD
Mariner 9
07.15.1975
Milletlerarası ilk uçuş
ABD
SSCB
Apollo - Soyuz Test Projesi

Yakın tarih ve son gelişmeler

Hızını yitirmesine rağmen, insanoğlunun uzayı keşfetme arzusu Uzay Yarışı'nın bitiminden uzun bir süre sonra bile - bugün halen devam etmektedir. ABD, 12 Nisan 1981'de yani Gagarin'in uçuşunun 20.yılında tekrar kullanılabilir bir uzay aracı (Uzay Mekiği) göndererek yeni bir ilki gerçekleştirdi. 15 Kasım 1988'de ise SSCB ilk ve tek hem otomatik hem de tekrar kullanılabilir mekiği fırlattı. Bu iki ülke ve diğer ülkeler halen insansız uzay roketleri, teleskopları ve uydularını uzaya göndermeye devam etmişlerdir.
İkinci bir Uzay Yarışı ihtimali, 20.yüzyılın sonlarında Avrupa Uzay Ajansı'nın Ariane 4 ile ticari amaçlı roket fırlatışlarında lider konuma gelmesiyle baş gösterdi. AUA'nın uzay araştırmalarındaki çabaları Mars'a en geç 2030 yılına kadar insan göndermeyi hedefleyen Aurora programıyla doruk noktasına ulaştı ve bu doğrultuda birçok görev gerçekleştirildi. ABD Başkanı George Bush 2004 yılında Mars'a 2030 yılına kadar insan göndermeyi hedeflediklerini ve Mürettebat Taşıma Aracı (Crew Exploration Vehicle - CEV) adlı yeni bir uzayaracı geliştirdiklerini açıkladı. Böylece önde gelen iki uzay ajansı aynı hedefi seçmiş oluyordu. 2005 yılı itibariyle Rusya ile takım kuran AUA, rakibi NASA'ya nazaran büyük bir avantaja sahip oldu. ABD'nin CEV'ine karşılık AUA ise CEV'in benzeri bir araç olan Kliper'in ilk uçuş denemesini 2011 yılında gerçekleştireceğini açıkladı. Kliper projesi için ancak 2006 yılında fon sağlanabildi.

Kaynaklar

Encyclopedia Astronautica
İngilizce Vikipedi
Elektronik Broşür Yoldaş Kozmonot