Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ekim 2021 Cumartesi

Türkiye'nin Turizm Geliri

Türkiye'nin Turizm Geliri

"


  Türkiye'nin turizm geliri yılın üçüncü çeyreğinde yaklaşık 11,4 milyar dolar oldu Türkiye İstatistik Kurumu, bu yılın temmuz-eylül dönemine ilişkin turizm istatistiklerini açıkladı.

28 Ekim 2021 Perşembe

Türkiye'nin turizm geliri

Türkiye'nin turizm geliri

"


  Türkiye'nin turizm geliri yılın üçüncü çeyreğinde yaklaşık 11,4 milyar dolar oldu Türkiye İstatistik Kurumu, bu yılın temmuz-eylül dönemine ilişkin turizm istatistiklerini açıkladı.

11 Ekim 2020 Pazar

27 Mayıs Nedir?

27 Mayıs Nedir?



27 MAYIS’a değil devrim, darbe denilmesi bile yeterli değildir. Meseleye analitik gözle, sebep sonuç ilişkilerini araştırarak bakmalıyız.

14 Mayıs 1950 yılında Türkiye’de ilk hür seçimler yapılmış, Demokrat Parti (DP) yüzde 54 oyla, Meclis’teki 487 sandalyeden 408’ini almıştır; adaletsiz seçim sistemi sayesinde!

Bizim siyasi kültürümüzde hâlâ tam aşamadığımız iki hastalık vardır: Tarihten gelen derin kültürel yarılma... Demokratik iktidar ve demokratik muhalefet kültürünün gelişmemiş olması.

Bu toplumsal hastalıklar hemen kendini gösterdi, İnönü ve Menderes’in sert kavgaları başladı.

Daha Ekim 1952’de CHP Lideri İsmet İnönü’nün Manisa gezisinde olaylar çıktı. Balıkesir valisinin ricası üzerine İnönü 8 Ekim’deki Balıkesir gezisini iptal etti.

Daha bu ilk dönemde İnönü’nün Menderes’i “diktatör, ruh hastası” diye, Menderes’in de İnönü’yü “profesyonel cani soğukkanlılığı” ile suçlaması, on yılı zehirleyen siyasi çarpışmaların özetidir.

KAYNAK ESERLER

Bu konuda Altan Öymen’in�‘Öfkeli Yıllar’, ‘Ve İhtilal’ adlı kitapları ile yeni çıkan ‘Umutlar ve İdamlar’ adlı kitabını mutlaka okumak lazım. Gazeteci ağabeyimiz Altan Öymen CHP’lidir, oradan bakarak fakat objektif olgulara dayanarak ve dürüst değerlendirmelerle yazmıştır kitaplarını.

Öbür yanda, Menderes’in bakanlarından Rıfkı Salim Burçak’ın ‘On Yıl’ adlı kitabını mutlaka okumak lazım. Merhum Burçak DP tarafından bakarak fakat objektif olgulara dayanarak ve dürüst değerlendirmelerle yazmıştır kitabını.

Merkez sağdan anayasa profesörü Ali Fuat Başgil’in ‘27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri’ kitabı da son derece önemlidir.

Merhum Menderes, 27 Mayıs’tan bir ay önce Prof. Başgil’i davet ederek istişare ihtiyacını duydu. Başgil’in tavsiyesi tansiyonu derhal düşürmek, CHP ile uzlaşarak seçim hükümeti kurmak, anayasaya aykırı yetkiler verilen Tahkikat Komisyonu’nu derhal sona erdirmekti.

Menderes kabul etmiş, fakat sertlik yanlısı Celal Bayar engellemişti.

Menderes seçimlere gidileceğini, Tahkikat Komisyonu’nun görevinin bittiğini açıklayacaktır fakat gecikerek...

HATALAR ZİNCİRİ

DP’nin 1954’te çıkardığı iki kanun büyük hatadır. Hâkimlerin 25 hizmet yılını doldurduktan sonra yani 45-50 yaşlarında Bakanlık kararıyla emekli edilebileceği yolunda 1954’te kanun çıkarmıştı, hâkimlere baskı için...

1951’de liberalleştirdiği ‘basın kanunu’nu 1954 yılında tekrar Tek Parti dönemindeki gibi otoriter hale getirmiş, Hüseyin Cahit ve Metin Toker gibi gazetecileri  hapsettirmişti.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın isteğiyle muhalefetteki küçük Millet Partisi’ni “mahkeme kararıyla” kapattırması, Osman Bölükbaşı’yı iki defa hapse attırması, Kırşehir’i ilçe yapması da büyük hatalardı.

CHP de ihtilali tahrik etti,  "Şartları tamam olunca ihtilal meşru olur" diyerek ihtilali teşvik etti.

27 Mayıs Cuntası’na gelince... Yargıyı tahrip etti, “geriye yürüyen kanun” çıkararak, “ihtilal mahkemesi” kurarak hukukun en temel ilkelerini çiğneyerek idam sehpaları kurdu.

Yargıda tasfiyeler yaparak, açıkça ifade edilen “devrimcilerin elindeki yargı”yı oluşturdu.

O günden beri yargı siyasi güce göre el değiştirdi, tarafsız bir “erk” olamadı. Hâlâ en önemli bir sorunumuzdur.

Tarih gösteriyor ki darbeler baltayla ameliyat gibidir. İktidarlar seçimle gelip seçimle gitmelidir. Kutuplaşma çok zararlıdır, uzlaşma kültürüne ihtiyacımız vardır. Ülkemizde fikir ve ifade hürriyetini, yargının tarafsızlığını, iktidarları da denetleyecek güçte ve bağımsızlıkta olmasını sağlamalıyız

Mehmet Şimşek'i Dinlerken Ben

Mehmet Şimşek'i Dinlerken Ben


EKONOMİDEN Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, baştan beri sözlerine değer verdiğim, saygı duyduğum bir iktisatçı ve politikacıdır.

Evet önce iktisatçı, sonra politikacı.

Keşke iktidarın hukukçuları da hukuku siyasetin önünde tutsalardı.

Dün Sayın Şimşek’i NTV’de dikkatle dinledim. Hem iktisadi gerçeklere bağlı kalarak ekonomimizdeki sorunları dürüstlükle dile getirdi, hem Türk ekonomisinin güçlü yönlerini mesela bankacılık sektörümüzün sağlamlığını teknik dille anlattı.

Ben Sayın Şimşek’in bahsettiği konulardan ikisi üzerinde duracağım: Biri Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, öbürü ülkenin yargı sorunu.

MERKEZ BANKASI’NA SAYGI

Şimşek “Merkez Bankası geç de olsa güçlü bir adım attı ve etkili oldu” dedi.

Sorun işte bu “gecikme” kavramında.

Dövizi frenlemek için faiz arttırmak gerektiğinde MB’nin her defasında “gecikerek” adım atması, onun bağımsızlığı konusunda kuşkular yaratıyor.

Şimşek, “Merkez Bankamızın eli kolu bağlı değildir, hükümetimizin tam desteğine sahiptir” diyerek kuşkuları gidermeye çalıştı.

6 Haziran’da Para Kurulu önemli bir toplantı yapacak, orada faiz için nasıl bir karar çıkabileceği sorulduğunda Şimşek şu cevabı verdi:

“Ona tabii ki Merkez Bankamız karar verecek. Ben 11 yılı aşkın süredir bakanlık yapıyorum. Hiçbir zaman Merkez Bankası’nın ne zaman, ne yapması gerektiği hususunda fikir beyan etmedim. MB’nin bağımsızlığı, kredibilitesi ekonomimiz açısından, bizim açımızdan son derece önemlidir.”

Dün yazmıştım, Ali Babacan da üç buçuk yıl önce şöyle demişti:

“Benim 12 yıldır Merkez Bankası ile ilgili ‘şöyle yapsın, böyle yapsın’ gibi bir ifadem olmadı.” (AA, 17 Ocak 2015)

YARGI KONUSU

Evet, siyasetin Merkez Bankası hakkındaki tavrı böyle olmalıdır. Zira ekonomik rasyonalizm, para politikalarının seçim ve oy endişelerinden etkilenmemesini gerektirir. Merkez Bankası Kanunu’na göre de faiz gibi “para politikası” alanına giren konularda “tek yetkili ve sorumlu” Merkez Bankası’dır.(Madde 4/II-b)

Böylece hukuk konularına gelmiş bulunuyoruz.

Sayın Şimşek, TÜSİAD’ı “yaptığımız reformları görmüyor” diye eleştirdi, yaptıkları reformları saydı.

Yargı sahasında reform olarak “istinaf ve ihtisas mahkemeleri”nin kurulduğunu hatırlattı. Elbette doğrudur ve iyi olmuştur.

Fakat yargı konusundaki güvensizliğin sebebi, bu iki mahkemenin kurulup kurulmamasıyla ilgili değildir, yargının siyasallaşmasıyla ilgilidir.

Bu konuda örneklerini vererek birçok yazı yazdım, burada ayrıntılara girmiyorum.

BU GEMİ HEPİMİZİN

Türkiye’deki yargının nasıl siyasi olarak yapılandırıldığını tahlil eden Venedik Komisyonu’nun 13 Mart 2017 tarihli ayrıntılı raporu ihmal edilmemelidir.

Fransa 2008 yılında anayasasının 65. maddesini değiştirerek hâkim ve savcılar yüksek kurulundan cumhurbaşkanı ve adalet bakanını çıkarmıştı. Bizde ise “yüksek” sıfatını kaldırdığımız HSK’nın bütün üyelerini siyasi irade atamaktadır.

Bundan başka BM ve AB komisyonlarının raporlarından bahsetmiyorum.

Sayın Şimşek uluslararası uzmanlık raporlarının önemini benden iyi bilir; yabancı sermaye kuruluşlarının hukukçuları da böyle raporlara bakarlar.

Bu ülke hepimizin, Türkiye gemisinin iyi yüzmesi, iyi sahillere gitmesi hepimizin arzusu. Gemide kavga edip hasar vermek yerine, bu ciddi konuları uzmanlık düzeyinde tartışarak ortak akılla çözümler getirmeliyiz.

Rasyonellik ve sağduyu her zaman ve her konuda doğru rehberlerdir

Siyasi Güç ama Nasıl Olacak?

Siyasi Güç ama Nasıl Olacak?


ERHUM Adnan Menderes 1946’da CHP’nin Tek Parti iktidarına karşı muhalefet bayrağını açmış parlak bir politikacıydı.

Parlak diyorum, bunu Atatürk de takdir etmişti. 1930’da Serbest Fırka kapattırıldıktan sonra yurt gezisine çıkar Atatürk, Aydın’da Serbest Fırka kurucusu genç Menderes’le tanışmış, onu çok beğenerek partisine almıştı.

On altı yıl sonra Menderes yeni kurulan Demokrat Parti (DP) adına 13 Eylül 1946 Cuma günü Meclis kürsüsündedir:

“Bir Meclis seçmek ve hatta bu Meclis’te bir miktar muhalif milletvekili bulundurmakla demokratik bir idare kurulmuş olmaz. Demokrasi teminatlar rejimidir...”

Menderes temel hak ve hürriyetlerle birlikte basın hürriyetinin “teminat” (güvence) altında bulunmadığı rejimlere demokrasi denilemeyeceğini anlatarak otoriter Tek Parti rejimini eleştiriyordu.

YEDİ YIL SONRA

Tam yedi yıl sonra Menderes başbakandır, Millet Partisi sözcüsü Osman Bölükbaşı muhalefettedir.

1950 seçimlerinde Demokrat Parti (DP) yüzde 54 oyla Meclis’teki 487 sandalyenin yüzde 84’ünü alarak iktidara gelmişti!

Ülkede özgürlük ve kalkınma rüzgârları esiyordu.

1953 yılının eylül ayında Menderes hükümeti “basın yoluyla işlenen suçlar” konusunda bir yasa tasarısını Meclis’e sevk etti. Tasarı, otoriter Tek Parti rejiminin ünlü “matbuat kanunu”na çok benziyordu.

8 Eylül 1953’te kürsüye gelen Osman Bölükbaşı, bu benzerliği anlatıyor, Menderes’in 1946’da CHP’yi eleştirirken yaptığı konuşmadan, benim yukarıya aldığım bölümü okuyarak şöyle diyordu:

“Şimdi ben de aynı gerekçeyle, tasarının reddi için önerge hazırlayacağım, dünkü fikirlerini hatırlatarak Başbakan’ın da imzalamasını rica edeceğim.”

Hiç etkisi olmadı, tasarı yasalaştı.

‘GÜCÜ SÜRDÜRMEK İÇİN’

Bu noktada zihnimizi malum “kutuplaşma”nın kafesine sokmadan sorunu anlamaya çalışalım: Sorun, bizim siyasi kültürümüzde siyasetin hukuktan güçlü olması sorunudur!

Soldakiler Tek Parti’yi, sağdakiler Menderes’i savunma refleksine kapılmadan “hepimizin sorunu” olarak görmeliyiz.

Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşü sırasında Meral Akşener’in tarihçi gözlemiyle söylediği şu sözler gerçeğin ifadesidir:

“Ülkemizde hiç değişmeyen tavır, ‘adalet, hukuk ve demokrasi’ diyerek iktidara gelenlerin gücü sürdürmek için bu taleplerini unutmalarıdır.” (15.6.2017)

Elbette mesafe aldık, bugün o yılların ilerisindeyiz fakat hukuk ve hürriyetler de dünyada çok ilerledi, hâlâ çağdaş seviyenin altındayız.

DENGELİ VE DENETİMLİ

Bizim cumhuriyetimiz farklı endişelerle kurulduğu için kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, bireysel hak ve hürriyetlerin dokunulmazlığı gibi değerler uygulamada da eğitim ve öğretimde de çok önemsenmedi.

DP’liler de o gelenekten geliyordu.

İktidarların anayasa ve bağımsız yargıyla sınırlanması, kuvvetler ayrılığı, temel özgürlüklerin güvence altında olması gibi yüksek felsefi değerlerin büyük düşünürlerinden Lord Acton’ın 1877’deki şu sözü, adeta tabiat kanunudur:

“Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar.”

AYM Başkanı Zühtü Arslan ‘Anayasa Teorisi’ adlı kitabına Lord Acton’ın bu cümlesiyle başlar.

Ülke yönetiminde siyasi iradenin zayıf düşmesi, sakınılması gereken bir tehlikedir.

Frenlenmeyen ve denetlenmeyen aşırı güç de aynı şekilde tehlikelidir.

Biz demokrasi tarihimizde ya bir uca, ya öbür uca savruluyoruz.

Bu seçimlerde kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, basın hürriyeti gibi değerlerin her zamandan daha fazla vurgulanması insana umut veriyor