Yakın Dönem Türkiye Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yakın Dönem Türkiye Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2020 Perşembe

Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi'nin Her Eve 1 Kuran Emri

Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi'nin Her Eve 1 Kuran Emri








Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi tarafından imzalanarak Diyanet'in tüm taşra teşkilatına gönderilen resmi yazıda tüm evlerde mutlaka Kur'an ve "İslam Dini" kitabının bulundurulması, çocukların din eğitimi içinde kullanılması ve okunmasının sağlanması emredilmiş. 


Ahmet Özgür Türen Arşivi



24 Nisan 2019 Çarşamba

Atatürk Zamanında İmam Hatip Müfredatı

Atatürk Zamanında İmam Hatip Müfredatı




1- Kuran ı Kerim 
2 - Tecvid
3 - Tefsir
4 - Hadis
5 - İlma
6 - Tevhit
7 - Arabca
8 - Din dersleri
9 - Ruhiyat ahlak
10 - Terbiye
11 - İçtimaiyat
12 - Malumatı Vataniye
13 - Türkçe
14 - Hüsnühat
15 - Türk Edebiyatı
16 - Hitabet ve inşat
17 - Tarih
18 - Coğrafya
19 - Riyaziyat
20 - Hesap
21 - Hendase
22 - Cebir
23 - Resim Hattı
24 - Ülumu Tabiiyye
25 - Hayvanat
26 - Nebatat
27 - Arziyat
28 - Fizik
29 - Kimya
30 - Hıfzısahha
31 - Usülü Tedris
32 - Malumatu Kanuniye
33 - Fransızca
34 - Terbiyei Bedeniye
35 - Musiki

5 Haziran 2017 Pazartesi

Türkiye Neden Amerika İle Müttefik Oldu ?

Türkiye Neden Amerika İle Müttefik Oldu ?




II. Dünya Savaşı başladığında elbette Sovyetlerle Türkiye arasında temaslar başlar. Türkiye, her iki devlete Balkanlar ve Akdeniz üzerinden İngiltere ve Fransa dışında herhangi bir devletten saldırı gelmesi hâlinde iş birliğine gitmeyi teklif eder. Bu teklif üzerine Sovyet yetkililer İngiltere ve Fransa ile anlaşan Türkiye’nin kendilerini Almanya ve İtalya ile karşı karşıya getirmek istediğini düşünürler. Neticede taraflar arasında yeni bir antlaşma yapılmaz ancak 1935 yılında imzaladıkları antlaşma hâlihazırda yürürlüktedir. Belki de buna güvenerek Stalin, Moskova’da temaslarda bulunan Türkiye Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’na Montreux Antlaşması’nda değişiklik teklifinde bulunur. Stalin’in teklifi kendi içerisinde çelişiyor, Boğazlar üzerinde Türkiye’nin hakimiyetini “zedelemeden” Türkiye ile Sovyetlere eşit haklar tanımayı ancak Boğazların savunulması noktasında sorumluluğu tamamen Türkiye’ye bırakmayı içeriyordu. Açıkça görüleceği üzere Sovyetlere, Türkiye ile eşit haklar verilmesi hâlinde hem Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki hakimiyeti zedelenecek hem de olası bir saldırı hâlinde Türkiye yalnız kalacaktı. Bu teklifin Türkiye tarafından kabul edilmemesiyle Türkiye ile Sovyetler arasındaki müzakereler “zihinlerde” sona erdi. İşin aslı Türkiye Montreux’den memnundur ve değişiklik yapmaya hiç de niyeti yoktur. Bu durumda Türkiye, İngiltere ve Fransa ile yürütülen görüşmelere ağırlık verir.


Diğer yandan Türkiye, İngiltere ve Fransa ile temaslarını sürdürmektedir ve 19 Ekim 1939 tarihinde bu üç devlet arasında Ankara’da karşılıklı yardım antlaşması imzalanır. Bu antlaşmanın imzalanması, Sovyet yayın organlarının yeniden harekete geçerek propaganda ve manipülasyon yapmalarına neden olur. Her iki gazete bir yandan İngiltere ve Fransa’nın Türkiye’yi savaşa sürüklediklerini ileri sürerken diğer yandan bu devletlerin Türkiye ile Sovyetlerin arasını açmak istediklerini iddia eder. Türkiye dış politikasına yönelik bu iddialar olumsuz olarak algılansa da Sovyetlerin henüz Türkiye’nin dostluğunu kaybetmek istemediğinin göstergesidir.


1939 yılına kadar Türk yetkililer dış politikada Sovyet gerçeğini hiç bir zaman gözden ırak tutmamış, Sovyetlere bilgi vererek yürüttükleri temaslarda kendi menfaatleriyle birlikte eski müttefiklerinin menfaatlerini de gündeme getirmiş, Sovyetler aleyhine herhangi bir ittifaka girmemişlerdi. Yapılan ahde vefa gereği izlenen bu politika Sovyetlerde memnuniyet yaratacağına aksine onların her istediklerini Türklere yaptırabileceklerini düşünmelerine neden olmuştu. İşte Saraçoğlu Moskova’daki ziyaretinde bunu yakından hissetmişti. Bu nedenle Saraçoğlu’nun Moskova’daki temasları Türk-Sovyet ilişkilerindeki “samimiyetin” kaybolması ile sonuçlanmıştı.


II. Dünya Savaşı’nın başlarında Sovyetler, Almanya ile temaslarına devam ediyor, bu temaslarında Türkiye’nin menfaatlerine zarar verecek tekliflerde bulunmaktan kaçınmıyordu. Diğer yandan İngiltere, Almanya’ya karşı hem Sovyetleri hem de Türkiye’yi kazanarak birlikte ortak bir cephe kurmaya çalışıyordu.


Almanlar, Fransa’yı işgal ederek Fransız belgelerini ele geçirdiklerinde bu belgeleri tahrif ederek yayınladılar. Bu şekilde Almanlar, Türkiye’nin Sovyetlere karşı Fransa ile işbirliğine dair bir antlaşma yaptığını ileri sürdüler. Bu açıklamalar kısa süreli bir gerginliğe neden olduysa da 25 Mart 1941 tarihinde Sovyetler bir deklarasyon yayınlayarak savaşın bundan sonraki aşamasında tarafsız bir tutum sergileyerek Türk toprakları ile ilgilenmediğini açıklar. Bir kaç ay sonra Sovyetler Birliği ile İngiltere arasında karşılıklı yardım antlaşması imzalanır.


Her ne kadar tarafsız kalacağını açıklamış olsa da Sovyetler Birliği 1941 yılı içerisinde İngilizlerle bir antlaşma yaparak Almanya’ya meyilli olan İran’ı birlikte işgal etti. Bu işgal sırasında Sovyetler ve İngiltere, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygı göstereceklerini açıklama ihtiyacı hissetmişlerdi.


7 Temmuz 1942 tarihinde Stalingrad’ın Alman ve Macar kuvvetleri tarafından ele geçirilmesiyle Sovyetler Birliği zor durumda kaldı. Bu durumda başta İngiltere olmak üzere müttefik devletler Türkiye’nin savaşa katılması ve Balkanlarda yeni bir cephe açması için yoğun temaslarda bulunurlar. Türkiye ise müttefiklere yakın durmak ve onlarla anlaşmalar yapmakla birlikte savaştan uzak durmak niyetindedir. Ordusunun taarruz kapasitesine sahip olmadığını ve hazırlıksız bir taarruz hâlinde Alman karşı taarruzu ile başa çıkamayacağını düşünen Türkiye ancak yeterli silah ve cephane yardımı yapılması hâlinde savaşa girebileceğini müttefiklere bildirir. Neticede müttefikler Türkiye’ye istediği yardımı yapamazlar, Türkiye de savaşa fiilen girmez. Bu duruma en çok içerleyen zor günler geçiren Sovyetler Birliği olur.


Türkiye 23 Şubat 1945 tarihinde fiilen savaşmadığı Almanya’ya resmen savaş açacaktır.Türkiye Almanya’ya savaş açsa da Sovyetler kırgındır. 19 Mart 1945 tarihinde Sovyetler Birliği, 1935 yılında Türkiye ile yeniledikleri ve 10 yıl geçtiği için süresi dolan antlaşmanın II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan hadiseler ve ortaya çıkan yeni koşullar nedeniyle uzatmayacağını açıklar. Türkiye ile yeni bir antlaşma yapma şartını ise Sovyetler Boğazların statüsünde değişikliğin kabul etmesine bağlarlar. Türkiye ise Montreux Antlaşması’nın iki devlet arasında değil ancak antlaşmaya imza koyan devletler arasında görüşülerek değiştirilebileceğini vurgular ancak savaş zamanında Sovyetlerin düşmanlarının geçemeyeceğine dair bir ittifak yapabileceğini bildirir. Fakat bu öneriyi Sovyetler gündeme dahi almazlar.


Bilindiği üzere Sovyetler, 1921 yılından beri Türkiye ile antlaşmalar yaparak ve yaptığı antlaşmaları uzatarak birlikte hareket etmekteydi. Sovyetlerin açıklamaları stratejik ortaklık ve işbirliğinin sona erdiği anlamına gelmekteydi.


19 Mart 1945 tarihinde Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, Moskova’da bulunan Türk Büyükelçisi Selim Sarper’e 1921 yılında imzalanan Moskova Antlaşması’nın Sovyetlerin zayıf olduğu bir döneme denk geldiğini ve bu şekilde arazi değişiklikleri meydana geldiğini belirterek bu meselenin tamir edilmesi gerektiğini belirtti. Burada meselenin daha iyi anlaşılması açısından geçmişe dönerek kısa bir izahat yapmak gerekiyor; I. Dünya Savaşı’nın sonlarında otorite boşluğunun yaşandığı Kars, Ardahan ve Batum TBMM kuvvetleri tarafından geri alınmış ve Sovyetler Batum’un kendi kontrolleri altındaki Gürcistan’a bırakılması şartıyla Kars ve Ardahan’ın Türkiye’ye iadesini kabul etmişlerdi. İşte Molotov bu durumu çarpıtarak anlatıyor, Sovyetlerin zayıf olduğu bir dönemde onlara Moskova Antlaşması’nın zorla imzalatıldığını ileri sürüyordu. Oysa o günkü reelpolitik ve karşılıklı uzlaşma sonrasında iki taraf gönüllü olarak bu antlaşmayı imzalamışlar, 1945 yılına kadar da hiç bir sorun yapmadan yaptıkları antlaşmaları uzatmışlardı. İşte Molotov açıkça dile getirmese de üstü kapalı olarak Kars ve Ardahan’ın kendilerine verilmesini istiyordu. Molotov’un istekleri bununla sınırlı değildi. Molotov, Boğazların savunmasına Sovyetler Birliği’nin de ortak olabilmesi amacıyla Sovyetler Birliği’ne Boğazlar’da deniz ve kara üslerinin verilmesini, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında ikili bir antlaşma yapılarak Montreux Antlaşması ile belirlenen Boğazlar rejiminin değiştirilmesini teklif ediyordu. Türkiye Büyükelçisi Ankara’ya danışma gereği dahi duymadan bu teklifleri reddeti.


Güçlü komşusu ile karşı karşıya kalan Türkiye hemen uluslararası destek arayışına başladı. Montreux Antlaşması imzalandığı sırada en güçlü devlet olan İngiltere, Türkiye’nin ilk müracaat ettiği ülke oldu. Ancak İngiltere savaş öncesindeki kadar güçlü değildi ve Türkiye’ye gereken desteği sağlayamayacağı anlaşılıyordu.


Türkiye’nin İngiltere’den destek sağlayamayacağını bilen Molotov, 18 Haziran 1945 tarihinde Selim Sarper’e bir kez daha benzer teklifler sundu. Ancak Sarper bir kez daha bu teklifleri reddetti.


Sovyetler sadece Türkiye ile temaslarında Boğazların statüsünde değişiklik teklifinde bulunmuyor, uluslararası konferanslarda da artık bu dileğini açık açık ifade ediyordu. 17 Temmuz-2 Ağustos 1945 tarihleri arasında düzenlenen Postdam Konferansı’nda Sovyetler Birliği, Boğazların statüsünde değişiklik teklifini bir kez daha gündeme getirdi. İngiltere ve ABD de değişen koşullar gereği Montreux Antlaşması’nda değişikliğe gidilebileceğini ancak bunun uluslararası müzakerelerle gerçekleşebileceğini bildirdiler. Neticede konferans bu konuda bir karar almadan dağıldı.


Postdam Konferansı’nın ardından ABD Devlet Başkanı Truman, Sovyetlerin istediği kadar değilse de Montreux Antlaşması’na göre savaş sırasında Sovyetleri gözeten bazı değişiklikler yapılmasına taraftar bir tutum sergiliyordu. Ancak Sovyetlerin II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere ile birlikte işgal ettiği İran’dan çekilmek istememesi, bu bölgedeki petrol yataklarına sahip olarak Türkiye’ye baskı yaparak yayılma eğiliminde olması Truman’ın adeta gözlerini açtı. Sovyetlerin Boğazlarla ilgili taleplerine kısmen de olsa olumlu ve ılımlı yaklaşan Truman’ın politikaları değişmeye ve sertleşmeye başladı. Sovyet yayılmasını onu çevreleyerek engellemeyi planlayan ABD açısından Türkiye’nin jeopolitik konumu büyük önem arz ediyordu. Bu nedenle ABD bundan sonraki süreçte Türkiye’yi ve Sovyet yayılma sahası içerisine giren devletleri destekleme esaslı politikalar izleyecektir. ABD’nde görev başında vefat eden Türkiye Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini 5 Nisan 1946 tarihinde İstanbul’a getiren ve ABD’nin en büyük savaş gemilerinden Missouri'nin ziyareti Türk-ABD ilişkileri açısından yeni bir başlangıç olarak kabul edilirken Sovyetlere, ABD’nin Türkiye’nin yanında olduğuna dair bir mesaj verildiği noktasında otoriteler hemfikirdir.

8 Ağustos 1946 tarihinde Sovyetler Birliği, Türkiye’ye bir nota vererek savaş sırasında Alman savaş gemilerinin muhtelif tarihlerde Boğazlardan geçerek kendi güvenliklerini tehdit ettiğini ileri sürdü. Buna göre 1941 yılında Seefalke adlı bir Alman sahil muhafaza gemisinin, 1942 yılında ise toplam 140,000 tona ulaşan Alman Savaş ve yardımcı gemilerinin Boğazlardan Karadeniz’e geçerek Sovyetlerin güvenliğini tehdit etmiş 1945 yılı Haziran ayı içerisinde de bunların bakiyesi olmak üzere toplam 13 Alman savaş ve yardımcı gemisi Karadeniz’den yine Boğazlar yoluyla geri dönmüşlerdi. Buna istinaden Sovyetler Montreux ile belirlenen Boğazlar rejiminde değişiklik talep ediyordu. Sözkonusu talepler Boğazların Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin savaş gemilerine savaşta ve barışta açık olmasını, Boğazların özel olarak belirlenecek hâller dışında Karadeniz’e sahili olmayan devletlerin savaş gemilerine kapalı tutulmasını, Boğazlardan geçiş rejiminin Türkiye ile birlikte Karadeniz’e kıyısı olan devletler tarafından belirlenmesini, Boğazların Türkiye ve Sovyetler Birliği tarafından müştereken savunulmasını içeriyordu. Sovyetler Birliği bu notayı ABD ve İngiltere’ye de sunmuştu.


TBMM 14 Ağustos 1946 tarihli oturumunda Sovyet taleplerini müzakere etti. Neticede Türkiye’nin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne aykırı bu taleplerin reddedilmesine karar verildi. Ancak bu kararın Sovyetlere tebliği için ABD ve İngiltere’nin vereceği cevap beklenecekti.


ABD yönetimi Sovyetlerin Boğazlarla ilgili talepleri titizlikle inceledi ve bu taleplerin yayılmacı politikaların bir ürünü olduğu yönünde kanaate vardı. 18 Ağustos 1946 tarihinde Akdeniz’e bir filo gönderme kararı alan ABD, 19 Ağustos 1946 tarihinde Sovyetlere bir nota vererek cevabını iletti. Buna göre ABD, Boğazların Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin savaş gemilerine savaşta ve barışta açık olması ve Boğazların özel olarak belirlenecek hâller dışında Karadeniz’e sahili olmayan devletlerin savaş gemilerine kapalı tutulması konusundaki Sovyet taleplerine katıldığını ancak bunun dışındaki talepleri kabul etmediğini açıkladı. İngiltere de ABD’den iki gün sonra benzer bir cevap verdi.


ABD ve İngiltere’nin resmi cevabını öğrenerek rahatlayan Türkiye Sovyet talepleri hakkında aldığı kararı 22 Ağustos 1946 tarihinde Sovyet yetkililere iletti.


Sovyetler Birliği kolay kolay vazgeçmeye yanaşmıyordu. 24 Eylül 1946 tarihinde bu kez sadece Türkiye’ye bir nota veren Sovyetler Birliği taleplerini tekrarladı. Bu notayı Türkiye ABD ve İngiltere’ye iletti. Kendilerine Sovyetler Birliği tarafından bir nota sunulmadığı hâlde 9 Ekim 1946 tarihinde ABD ve İngiltere Sovyetlere bir nota vererek Boğazlar rejiminin Karadeniz’e sahili olan devletler tarafından belirlenmesi ve Boğazların Türkiye ile Sovyetler Birliği tarafından müştereken savunulması fikrine karşı çıktılar. Bu desteği arkasına alan Türkiye 18 Ekim 1946 tarihinde Sovyet taleplerini bir kez daha reddetti.


Boğazlarla ilgili talepleri karşısında uluslararası camiadan tepki gören Sovyetler 1945 yılından itibaren Ermenilerin Türkiye’ye yönelik taleplerini gündeme getirerek yeni bir günden oluşturmaya ve destek sağlamaya çalışacak, fakat umduğunu bulamayacaktır.


1947 yılında Truman Doktrini, 1948 Marshall Planı ile 1949 yılında Sovyetlere karşı NATO’nun kuruluşuna önderlik yaparak Sovyet yayılmacılığını engellemeye çalışan ABD, bundan sonraki süreçte bölgeye yönelik karar ve eylemeleriyle yeni tartışmalara yol açacaktır.


Diğer yandan 1953 yılında Stalin ölür. Ondan sonra Sovyetler Birliği Türkiye’ye yönelik toprak taleplerini geri çektiğini açıklar ancak Montreux Antlaşması yokmuş gibi davranmaya devam eder. Türkiye ise bu açıklamaya pek önem vermez. Bir kaç ay sonra Sovyetler Birliği’ne verdiği cevapta Türkiye, toprak taleplerinin geri çekilmesi ile ilgili açıklamalardan memnuniyet duyduğunu ancak Boğazlar rejiminin Montreux Antlaşması’na tabi olduğunu hatırlatır. Bundan sonra Türk-Sovyet ilişkileri 1920-45 yılları arasındaki yakınlıktan çok daha farklı gelişecektir.



TÜRK DIŞ POLİTİKASI
DOÇ. DR. ABDURRAHMAN BOZKURT

8 Nisan 2017 Cumartesi

1915 Osmanlı-Rus Ermeni Trajedisi- Georges de Maleville

1915 Osmanlı-Rus Ermeni Trajedisi- Georges de Maleville





Elinizde tuttuğunuz, gerçeğin ışığıyla, Batı'nın öne sürdüğü savları çürüten bir kitap, bir Fransız Avukatının 1915 Ermeni olaylarıyla ilgili nesnel ve başarılı savunması olmanın ötesinde, Türkiye'yi asılsız savlarla suçlayanlar için hazırlanmış bir iddianemedir. Avukat George de Maleville, Ermeni soykırımı savını belgelerle çürütmekle de kalmıyor, Fransa'nın diktiği "Kin Anıtı"nın" ... Bayağı bir düşüncenin ürünü" olduğunu vurgulayarak tarihe not düşüyor.

Maleville konuyu her aşamada belgelere dayanarak inceliyor. Bilgi ve belge için İstanbul'a geldiği ianlıyoruz. "İstanbul'a giderek tüm kentte oturan Ermeni toplumu ziyaret ettik ve yüzlerindeki ifadeyi inceledik. Hiçbir yerde, Türkler'le sürekli olarak birlikte yaşayan Ermenilerde hiçbir korku duygusuna rastlamadık. Pazar yerlerinde, limanda bulunan lokantada, iki toplum arasındaki bağlılık tamdır ve burada Paris'ten göç etmiş toplumlar arasındakinden çok daha içtenlikli bir sempatiyle sürmektedir. (Arka Kapak)



Türk Aleminin tarihçisi olarak, hiç kuşkusuz ki tarafgirliğimden kuşkulanır ve ben tarihçi olarak, bundan kuşku duymamaya çalışıyor, bundan bağışık olmadığımı belirtmeye cesaret edemiyorum. Ne olursa olsun, tarafgirliğin Türkiye'nin düşmanlarında eksik olmadığını bilecek kadar iyi bir mevkiideyim. Bu yüzden, burada duygulanmı gizteyeceğim. Hiç­ bir konuda, kendimi ne yargıç, ne de jüri üyesi olarak görmüyorum. Ancak, üstad Maleville'in tutumunun, özgür bir insanın, moda ve akımlara aldırmadan, söylemek istediği şeyi açık bir biçimde ve yü­ reklilikle söyleyen bir kişinin tutumu olduğunu kuşkusuz söyleyebilirim ve onun düşündüğü şeyin, vicdani hakkı için, gerçek olduğuna inanırdım. Herkesin görüşünü açıklayabilmesi demokratik ülkelerin bir onurudur. İnsanlığın bu onurunu herkes gerçekleştirebilir. Tanrı bile kullarına kendisine hayır deme hakkını vermemiş midir?

Önsözden

Jean " Paul ROUX

CNRS'da Araştırma Müdürü


13 Mart 2017 Pazartesi

Tarihte Bu Gün 13 Mart 1952 Bugün Doğu Türkistan Kazaklarının Türkiye'ye kabulünün 65. yıl dönümüdür

Tarihte Bu Gün 13 Mart 1952 Bugün Doğu Türkistan Kazaklarının Türkiye'ye kabulünün 65. yıl dönümüdür



Bugün Doğu Türkistan Kazaklarının Türkiye'ye kabulünün 65. yıldönümüdür.
Doğu Türkistan'dan vatan mücadelesi vererek hicret etmek zorunda kalan Kazakları bu güzel ülkeye kabul eden Türkiye Cumhuriyetine ve değerli yöneticilerine,bizleri bağırlarına basan Türk halkına en derin şükranlarımızı sunarız.
Bizlerin,dini,dili ve vatan şuurunu yitirmemeleri için bu topraklara getiren ve bu uğurda canlarını feda eden tüm büyüklerimizede Yüce Allah'dan rahmet dileriz.
Ruhları şad,mekanları cennet olsun.
Kazak Türkleri Eğitim ve Araştırma Derneği