Feminist Perspektiften Bakmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Feminist Perspektiften Bakmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Nisan 2020 Salı

Eski Atina'da Gelin Alayı, Analiz Sorularıyla Birlikte..

Eski Atina'da Gelin Alayı, Analiz Sorularıyla Birlikte..

Dilara Kahyaoğlu

Eski Atina'da evlilik, gelinin baba evinden törenle alınıp koca evine götürülmesi ile başlıyordu. Anadolu'da bugün bile sürmekte olan adetlerle olağanüstü bir benzerlik vardır. Aslında günümüz modern dünyasının bir çok yerinde benzer adetler gözlenebilir.

Atina'da Gelin Alayı, British Museum
Bu resim bir pyksis üzerine çizilmiş.
Pyxis:  Antik çağda, içine takıların veya makyaj malzemelerinin konduğu kapaklı seramik kutudur. Kapağın ortasında bir tutamağı vardır. MÖ  V. yüzyılın sonlarında  pyxislerin kapaklarına tunçtan halka şeklinde bir kulp eklenmiştir. Aşağıya bir tane pyksis örneği aldım.


Yukarıdaki sahneyi uzmanlar şöyle yorumluyor.

1. Olasılıkla gelinin annesi olan bir kadın yarı açık kapıdan giden alayı gözlüyor. 

2. Bir sonraki kadın, lebes gamikos yani evlilik kasesi denilen büyük bir kap taşıyor. Bu kapların kazılarda ele geçen örneklerinde üzerlerinin genellikle evlilik sahneleri ile süslenmiş olduğu görülmektedir. Evlilik törenlerinde hediye olarak verilen bu kap bu nedenle evlilikle ilişkilendirilmiş ve evlilik kabı olduğu düşünülmüştür. Aşağıya bir örnek aldım. 

3. Üçüncü sırada gelinin çeyizinin bulunduğu sandığı taşıyan bir kadın yürüyor. Diğer elinde lebes olarak adlandırılan bir kap taşıyor. Bu kaplar şarap sunmak için kullanılıyordu. Aşağıya lebes örneği aldım.

4. Damadın en yakın arkadaşı (muhtemelen sağdıç) gelinle damadın arkasından, başında taç elinde meşale ile eşlik ediyor.

5. Gelinle damat, atların çektiği arabada yan yana oturuyor. Arabanın dizginleri damadın elinde, gelinin başında bir örtü var. 

6. Elinde meşaleyle bir kadın gelinle damadı karşılıyor. Muhtemelen damadın annesi...

7. Damadın başka bir arkadaşı eliyle işaret ederek (?) damadı ve gelini eve davet ediyor. 


Örnek 1: Pyksis

Metropolitan Müzesi
Terracotta bir pyksis (kutu) 

Örnek 2: Lebes Gamikos

 British Museum'un koleksiyonunda
Kulplu, kadehe benzer biçimde bir Antik Yunan seramik kap tipi.
Antik yunan'da genellikle evlilik törenlerinde hediye olarak verilen, çeşitli törenlerde içerisinde 
kutsal kabul edilen sıvıyı barındıran, çoğu zaman kulpsuz, derin gövdeli ve kısa boyunlu kap.

Mitolojik açıdan Zeus'un attırdığı kap olarak da bilinir. Kutsal sıvının Zeus'un fışkısı olduğuna inanılırdı. 
Örnek 3: Lebes (kazan)
 British Museum'un koleksiyonunda
 Dinos ya da Deinos da denir.
İçinde şarapla su karıştırılan kap türlerinden biri.
Yuvarlak dipli, şişkin karınlı, yüksek omuzlu, geniş ağızlı, boyunsuz ve kulpsuz olan lebesler
 devrilmemeleri için genellikle bir ayaküstüne oturtulurdu.


Görselin ve metnin kaynağı; Antik Devirde Çocuk Eğitimi, Ian Jenkins, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 1987

ÇALIŞMA SORULARI
Bu görsel, açıklamalarıyla birlikte Eski Yunan Uygarlığı üzerine çalışma yaparken kullanılabilir. Yalnız bunun için hem analize hem de eleştirel okumaya yön veren sorulara ihtiyaç var. Aşağıya örnek bir soru dizini hazırladım.

1. (1) Bir numarada yer alan kadın, gelinin annesi değilse başka kim olabilir?
2. 3 numarada yer alan erkek başına taç takmış... Bunun anlamı ne olabilir. Araştırmak gerekir.
3. Töreninin günün hangi saatinde yapıldığına dair ipucu var mı?
4. Damat yarım kalmış bir eylemle gösterilmiş. O ne yapıyor?
5. Gelini karşılayan, kayınvalide değilse başka kim olabilir?
6. Kapıdaki erkeğin, damadın bir arkadaşı olduğu,  gelinle damadı eve buyur ettiğine dair bir işaret yaptığını yazmış uzmanlar. Bu yoruma katılıyor musunuz? Değilse o erkek başka kim olabilir ve ne yapıyor?
7. Kadın yanında çeyiz olarak neden Lebes götürüyor? Lebesle, kadının ev hayatını ve bir eş olarak görevlerini düşünerek ilişkilendirirsek ne gibi sonuçlar çıkarabiliriz.
8. Lebes Gamikos ile ilgili açıklamaları okuyunuz buna göre yeni evlilere bu kabın armağan edilmesinin sembolik bir anlamı olduğunu düşünebilir miyiz? Eğer öyleyse yeni evlilere verilen bu mesaj nedir?
9. Eski Yunan'da kadının yeri ve konumu üzerine tartışınız.
10. Sahnede betimlenen aile sınıfsal olarak nereye ait? Bu düşüncenizi görselden bulunan ipuçlarını kullanarak ve eski Yunanlılardaki sosyal sınıfları düşünerek yanıtlayınız.

Çalışmaya dair not
Fark edileceği gibi sorular basitten karmaşığa doğru ilerliyor. Böyle yapmak gerekir, yoksa daha baştan katılımcıların uzaklaşmasına neden oluruz. Ve ilk altı soru betimleme  ve sahneyi anlamamız için gerekli de. Anladıkça dibe doğru inmek daha kolaydır. İlk soruların yanıtlarını vermeye herkes gönüllü olur. Katılımcı olmanın zevkini almaya başladıktan sonra da devam ederler, en zor soruları bile düşünmekten, yorum yapmaktan kaçmazlar zaten amaç da budur. Sınavlarda da soruları böyle sormak gerekir. Herkesin yapabileceği kolay sorular mutlaka olmalıdır. 


3 Ekim 2019 Perşembe

Çizgi Romanla Fransız Devrimi'nin Öyküsü

Çizgi Romanla Fransız Devrimi'nin Öyküsü



Yıllar önce bir eğitim çalışmasında gayet kötü bir fotokopi olarak basılmış aşağıdaki çizgi öyküyü buldum. O sıralarda görece daha küçük öğrencilere ders veriyordum ve bu kaynağın; konuyu anlamak, tartışmak için iyi bir araç olduğunu düşündüm. Baskısı daha iyi çıksın diye fotokopiyi boyadım, yazıların eksik olduğunu düşündüğüm yerlere yeni küçük bölümler yazdım. Aşağıya koyduğum işte o benim hazırladığım kaynaktır.

Çok aramama rağmen kaynağının ne olduğunu bulamadım, bugün baskısı kalmayan eski bir kitap olduğunu düşündüm. Sonra bir kitap fuarında bulduğum bir çeşit çocuk ansiklopedisinin içinde birden bire karşıma çıktı. Kaynağı aşağıya yazdım ve resimlerle gösterdim.

Bu hazırladığım sayfaları büyük sınıflarda da kullandım. Her zaman için ilgi çekti, her zaman başarılı bir ders geçirmemize katkıda bulundu.

1. Görsellerin üzerine tıklayarak veya elinizle genişleterek büyütünüz.
 Soru
Görselde yer alan yedi kişinin beden dillerini inceleyin. Bize ne anlatıyor? Tek tek yazınız.


2.
 Soru
Soyluların ve din adamlarının vergi ödememesinin nedenlerini tartışınız. Bu düzen nasıl, neden ortaya çıkmış, bu zamana kadar nasıl sürdürülmüş olabilir? Düşüncelerinizi argümanlarla destekleyiniz.

Günümüzde vergiden muaf bir kesim var mı? Araştırınız.

3.
 Soru
Ormanda avlanmanın köylülere yasak olmasının nedeni nedir? Araştırınız.

Köylülere, sıradan halka karşı uygulanan çok fazla yasak ve kısıtlama var. Neden sorusunun cevabını kısmen yukarıdaki soruda vermeniz bekleniyor. Fakat belki de şunu düşünmek daha da önemli olabilir. Böyle bir düzen yüzlerce yıl nasıl devam etmiş olabilir? Unutmayalım ki köylüler ve diğer halk kesimi çok daha kalabalıktı. Neden çok daha önceden isyan edip; kendilerini ezen, sömüren bu sistemi ortadan kaldırmadılar? Araştırın ve tartışın. Düşüncelerinizi argümanlarla destekleyiniz.

4.
Soru
Bireylerin değil sınıfların oy kullanma hakkı var. Bunun anlamını, nedenini, sonuçlarının neler olabileceğini tartışınız. Düşüncelerinizi argümanlarla destekleyiniz.

5.
 Soru
O sırada Bastil'de çok az mahkum olmasına ve buna bağlı olarak çok da iyi korunmamasına rağmen bu baskın; Fransız Devrimi'nin başlangıcı sayılır. Bir dönüm noktasıdır. Neden?  Düşünün, tartışın. Düşüncelerinizi argümanlarla destekleyiniz.

6.
7.
Soru
Özgürlük, eşitlik, kardeşlik sloganı kadınları da kapsıyor mu? Araştırıp tartışınız. Düşüncelerinizi argümanlarla destekleyiniz.

8.
Soru
Sınıfların vergi muafiyetinin kaldırılması önemli bir gelişme midir? Neden? Bu olgunun günümüzü etkileyen sonuçlarını açıklayınız.

9.
Soru
Bilindiği üzre İngiltere'de de krallığa (monarşi) karşı; devrimler, ayaklanmalar olmuştur (1640 Devrimi mesela). Ama onlar krallığı kaldırmak yerine haklarını kısıtlayarak, varlığını koruyarak (meşrutiyet veya meşruti monarşi) günümüze kadar geldiler.  Fransa'da böyle bir durum neden gerçekleşmemiş (onlar cumhuriyeti ilan ettiler) olabilir. Araştırtıp, tartışırız. Düşüncelerinizi argümanlarla destekleyiniz.

10.
Soru
Bölümün başındaki 212 yıl önce cümlesi doğru mu? Bu ne olmalıdır?

11.
Soru
Kral ve kraliçe idam ediliyor. Çeşitli dönemlerde ve dünyanın başka yerlerinde; kralın ve/veya kraliçenin öldürüldüğü başka benzer olaylar var mı? Araştırınız, bulgularınızı kısaca yazınız.

12.
Soru
Kral "suçsuzum" diyor. Kral ve kraliçe gerçekten de suçsuz yere mi idam edildiler? Siz ne düşünüyorsunuz. Tartışınız.  Düşüncelerinizi argümanlarla destekleyiniz.

13.

Soru
Şu kavramların anlamını bilmiyorsanız araştırınız: Monarşi, Meşruti Monarşi, Cumhuriyet, Demokrasi..

Görselin başlığı: Avrupa Tarihinde Yeni Bir Çağ... Neden yeni bir çağ? Bu başlık bize ne anlatıyor? 
Peki bu başlık; Fransız Devrimi'nin sonucunu göstermek açısından yeterli mi? Size eksik veya yanlış gelen yönleri var mı? Tartışınız. Düşüncelerinizi argümanlarla destekleyiniz.

.................

Çizgi Romanın Kaynağı: Çocuklar İçin Dünya Tarihi, Christer Öhman, Ayrıntı Çocuk, 2011
ayrıca bkz. https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/10/cizgi-romanla-abdnin-bagmszlk-oykusu.html

Bu ansiklopedinin  altı ayrı cilt olarak farklı bir yayınevi (Kırmızı Kalem) tarafından yayımlanmış daha eski bir baskısı da vardır. Bugün sadece sahaflarda bulunuyor. Benim kullandığım fotokopinin kaynağı aşağıda görülen "Devrimler ve Buhar Makinesi" olmalı. Çünkü 13 numaralı  "yaşasın cumhuriyet" görselini yeni baskı kitapta bulamadım.

3 Mayıs 2019 Cuma

Büyücü Avcıları ve Büyük Kadın Katliamları

Büyücü Avcıları ve Büyük Kadın Katliamları


 Barbara Ehrenreich

Walpurgis Gecesinde** cadılar ve ilişkili oldukları tüm "kötü" yaratıklar Brocken dağında eğlenirken gösterilmiş. 
16. yüzyılda yapılmış böylesi gravür baskılar (yazılan kitaplar, verilen vaazlar), salt kötü olarak sunulan
cadı ve büyücü imajını; hem yaratmış, hem varolan olumsuz algıyı daha da körüklemiş,
hem de nefret tohumunu bir üst düzeye sıçratarak her seferinde yeniden inşa etmiştir.
Ve bütün bunların sonucunda aşağıda anlatılan, sayıları milyonla ifade edilen kadın katliamları gerçekleşmiştir.

İnsanlık tarihinde dört yüzyıldan fazla bir süre, Almanya'dan başlayıp İngiltere'ye kadar uzanan bir alanda, büyücülerin peşini bırakmadılar. Başlangıcı feodalite ile birlikteydi, sonu reform hareketinin yayılmasına kadar uzandı. Bu zaman içinde, büyücü safsatası, sosyal dokuya ve tarihsel geleneğe göre çeşitli şiddet biçimleriyle sürdü gitti. Ama başat özelliğini hiç yitirmedi: Bu açıkça egemen sınıfların köylerdeki kadın nüfusa karşı sürdürdükleri bir terör kampanyasıydı.  Büyücüler, Protestan ve Katolik kiliseler için olduğu kadar devlet için de siyasal, kutsal ve cinsel içerikli bir anlam taşımaktaydı.
Büyücü safsatası zaman zaman akıl durduracak boyutlara erişti: 15. yüzyılın sonlarıyla 16. yüzyılın başlarında Almanya, İtalya  ve diğer birçok Avrupa ülkesinde binlerce kadın öldürüldü; çoğunda canlı canlı odun yığınları üstünde tutuşturularak. 16. Yüzyılın ortasında bu dehşet dalgası bütün boyutlarıyla Fransa ve İngiltereyi de büsbütün sardı.

Bir tarihçi, bu infazların belli birkaç Alman kentinde yılda 600'ü bulduğu ya da "pazar günleri dışında" gün başına iki infazın gerçekleştirildiğini söylüyor. Werzberg bölgesinde, yalnız bir yılın içinde, 900 büyücü öldürülmüş; Como ve çevresinde bu sayı yalnızca 100'de kalabilmiş. Ama Toulouse'da bir günün içinde 400 infaz yapılmış. 1585 Yılında Bistums Trier'in iki köyünde yalnız bir tanecik kadın hayatta kalabilmiş. Birçok vakanuvisin tahmininden çıkabilecek toplam infaz sayısı milyonları buluyor. O günlerdeki en büyük kentlerin nüfusları 150-200 bini aşmıyordu. Öldürülenlerin de yüzde 85'i kadın; yaşlı kadın, genç kadın, çocuktu...(*)
Büyücü avında erişilen bu boyut bize, tıp tarihinin derinliklerinde gizlenmiş bir karmaşık sosyal fenomeni çağrıştırmaktadır. Bu amansız büyücü takipleri, zamanca ve zemince, büyük sosyal yıkıntıların yaşandığı, feodalizmin temellerinin çatırdadığı, köylü ayaklanmaları ve komploların sürüp gittiği, Kapitalizmin başlangıcının ve Protestanlığın doğuşunun rastladığı çağla çakışmaktadır.

Öte yandan bazı bölük pörçük kanıtlara göre (feministler bu kanıtları iyi incelemeliler) büyücülüğe; bazı yörelerde, kadınlar tarafından yönetilen köylü başkaldırıları olarak da bakılmıştır. Bu noktada biz, büyücü avcılıklarının tarihsel bağlantılarını siyasal nedenlerle birlikte derinliğine inceleyecek konumda değiliz. Ancak büyücü avcılığı üstüne erişebildiğimiz birkaç söylentiye göre, cezalandırılan büyücüler ayaklanan köylülerle aynı mekanı paylaşıyorlarsa ayaklanmanın sorumluluğu da büyücülere yüklenebilmektedir.

Talihsizlik: cezalandırılan büyücüler, eğitimsiz olduklarından, kendi tarihlerini nakledememişler. Bu yüzden, bütün tarihte olduğu gibi, bu işi de okumuş seçkinler yürütünce, bugün dahi onların ardıllarınca da benimsenen bir "bozguncu cadı" tipi ortaya çıkmıştır.

Büyücü avına ilişkin yaygın kuramlardan ikisi, ağırlıklı olarak tıbbi gerekçelere dayandırılmış ve "büyücü safsataları" başlığı altında bile açıklanması zor bir kitlesel çılgınlığın geçerliliği bu sayede kolayca savunulmuştur. Savlardan birine göre köylü halk, aklını kaçırmıştır. Yani büyücü fenomenine; elinde yanan bir meşale ile simgelenen, kana susamış köylü lumpeninin kitlesel öfkesi ve kitlesel paniğinin yarattığı bir salgın hastalık olarak bakılmalıdır. Bir diğer psikiyatrik açıklama ise, büyücülerin kendilerinin ruhsal bunalım içinde olduğunu söylüyor. Ünlü psikiyatri tarihçisi Gregory Zilboorg'un dediğine göre: "...Milyonlarca büyücü, tılsımcı, çılgın ve kaçık, ağır noyrotiker ve psikopatlardan oluşan koca bir kitle, dünyayı yıllar boyunca bir tımarhaneye döndürmüştü..."

Ama gerçekte bu büyücü safsatası içinde ne illegal bir lumpen hareketi ne de histeriye kapılmış kadınların kitlesel intiharı görülmüştür. Çoğu zaman her şey düzenli ve tam legal bir yörüngede seyretmiştir. Büyücülerin kovuşturulması ise, iyi organize edilerek kilise ve devlet tarafından koşullandırılıp finansmanı sağlamış olan avcı birliklerince yürütülmüştür. Hem Katolik hem de Protestan büyücü avcıları için geçerli olan Malleus Maleficarum ya da "Büyücü Balyozu" adlı, 1484 yılında Kramer ve Sprenger adlarındaki seçkinlerce (Papa VIII. İnnosens'in "Sevgili Oğulları") yazılmış olan büyücü avı kılavuzu, bunun belirgin ve tartışılmaz kanıtıdır. Bu sadist kitap, yüzyıllar boyunca her davada hakimlerin ve büyücü   avcılarının   vazgeçilmez   dayanağı   olmuştur. Yasal kovuşturmaların açık yürütülüş biçimleri de,  asıl "histeri"nin   bu   yoldan   nasıl   körüklendiğini   gösteriyor. Tabii böyle  bir  ortamda,  bir  büyücü  davasını  yürütmek amacıyla   bir   ilanda   bulunma   olanağı   elde   eden   prens ya  da  prensliğin  hakimi  için  bu  fırsat,  çok  önemli  bir avantaj  sayılmaktadır.
"Kim ki birinin zındık ya da büyücü olduğunu bilmektedir ya da duymuştur, ya da kim ki böyle birinin insanlara, hayvanlara ya da tarlalardaki ürüne yönelik, devlete zarar veren, herhangi bir uygulamasına tanık olmuştur, oniki günlük bir süre içinde bizleri haberdar etmek zorundadır."

Büyücü ihbarında ihmali görülen herkes, kiliseden kovulmak ya da cismani cezalardan birine çarptırılmayı göze almak zorundaydı. Eğer yukarıdaki gibi bir tehdit ilanı, bir büyücülük olayını ortaya çıkarmaya yararsa, açılan dava bu kez de başka büyücülerin izlenmesine bahane olarak değerlendirilirdi. Kramer ve Sprenger, idrakleri zorlama ve suçlamaların genişletilmesi için işkence kullanımı konusunda ayrıntılı yollar göstermişti. Genellikle sanığın önce giysileri çıkarılmakta ve vücut tüyleri kazınmakta, bundan sonra tırnak sökme, çarmıha germe, kemik kıran İspanyol çizmesi giydirme, aç susuz bırakma, dayak atma gibi işkencelerle suçu itiraf ettirilmekteydi. İşte bu durum açıkça ortada: Büyücü fenomeni kendiliğinden 'köylü halk içinde oluşmamıştır. Doğrusu bunun egemen sınıf tarafından amaçlanmış ve programlanmış bir terör kampanyası olduğudur.

( *) Burada 17. yüzyılın İngiltere'sindeki büyücülük davalarını gözardı ettik Bu davalar, diğerleriyle karşılaştırılınca hem daha dar kapsamlıydı hem de Avrupa'daki büyücü avcılığından ayrı bir sosyal içeriğe sahipti

Metnin kaynağı: Cadılar, Büyücüler ve Hemşireler, Barbara Ehrenreich, Kavram Yayınları,  s. 15-18
 [**] Walpurgis Gecesi... "Cadılar Bayram Gecesi" olarak da bilinir (Ekim'de kutlanan cadılar bayramından farklıdır)  Daha çok kuzey ülkelerinde bilinen bir bayramdı(r). Nisan ayının 30'unda kutlanır(dı). Aslında Baharın gelişini kutlamak amacıyla yapılan eski bir pagan şenliğidir.  Hristiyanlaşmış bir Almanya'da ve Kuzey ülkelerinde, Slavlarda; hala pagan geleneklere bağlı olanlar ve alışkanlığını sürdüren halk bu geceyi ve ertesi günü baharın ilk günü olan 1 Mayıs'ı, BELTAINE gününü kutlamaya devam etmişlerdir.  Nasıl bizde de benzer bir bayram olan Hıdrellez şenlikleri hala kutlanıyor ve insanlar gece yakılan ateşlerin üzerinden atlıyorsa...  Hristiyanlaşma süreci sırasında Walpurgis gecesinin başına iki şey geldi. Biri; bu gece sadece cadılara ait bir geceymiş gibi bir mit yaratılarak, kötülenerek, cadıların olumsuz imajı üzerinden yok edilmeye çalışıldı ama bu da başka gizemlere, heyecanlara ve elbette sorunlara yol açtı. İkincisi bu geleneği sürdürmek isteyenler şenliği Hristiyan bir aziz olan Walpurga ile özdeşleştirip (aslında Hristiyanlık öncesi bereket tanrıçası Waldborg'unkiyle karıştırılarak...) şenlik için yeni bir isim yeni bir kabuk (yumuşatılmış bir içerik de) yarattılar. Böylece şenlik  meşrutiyetini sağlamış olarak günümüze kadar devam etti. DK

Goethe de Faust'unda bu geceden bahsetmiştir. 
Şiirden iki örnek... Uzun uzun anlatılan bu gece için şiirin tamamına bakınız. 

...
FAUST

MEFİSTOFELES
Çelimsiz bir kedi gibiyim ben ise,
Dolaşan, yangın merdivenlerinde sinsice,
Sonra sürtünen duvarlara sessizce;
Buluyorum kendimi çok erdemli,
Biraz taşkınlık, biraz da çalma zevki.
Sardı bile şimdiden her yanımı
Muhteşem Walpurgis gecesinin heyecanı.
Geliyor öbür gün yeniden:
Anlayacağız neden uykusuz sabahladığımızı.
...

FAUST
Sen çelişkinin ruhu! Haydi bakalım! Yol göster bana.
Düşünüyorum da, yaptığın akıllıcaydı aslında:
Tırmanıyoruz Walpurgis Gecesinde Brocken dağına,
Keyfimizce yalnız kalmak için burada!
...
Goethe, Faust, Çeviren İclal Cankorel, Doğu Batı Yayınları


5 Nisan 2019 Cuma

Şarabın İçindeki Tanrı ve Dionysos Dini

Şarabın İçindeki Tanrı ve Dionysos Dini

Mario Meunier

Baküs'ün Zaferi
Cornelis de Vos'ın tablosu
Bakkhalar’ı* okurken bu tragedyanın eski Yunanistan’da Dionysos[1] dininin İncil’i yerinde olduğu unutulmamalıdır. Sanatta, şiirde ve dinde Bakkhalar’ın verimli bir etkisi olmuştur. Dithyrambos’un, Satyr dramının, komedya ve tragedyanın, Bakkhos şerefine kutlanan parlak bayramlardan doğduğu bilinir.

Dionysos’un doğum ve ölüm efsanesi, ilkin bütün bitkilerin esrarlı hayatı, daha sonra asmanın büyümesi, üzüm olması, bağ bozumunun türlü safhaları ve şarabın insanda doğurduğu değişik ve karışık haller karşısında insanların vardığı birçok ilkel fikirden doğmuştur. Zengin Yunan imgeleminde şarabın hikâyesi bir dram haline geldi.
Efsane şu şekle girdi: 

Toprak yahut Semele uzun kış uykusundan uyanır uyanmaz Gök’ten yahut Zeus’tan gebe kalır. Bu çiftleşmeden sonra Bakkhos doğmaya başlar. İlkbaharda filizlere su yürüyünce tanrı tomurcuklarda kendini gösterir. Ama yazın, Zeus Semele’yi yıldırımlarıyla yakar. Güneşin sıcağı toprağı kurutup kavurur. O zaman, toprağın başlamış olduğu işi bitirmek göğe düşer: Bulutlar Bakkhos’u sarar; çiyler, kaynaklar ve yağmurlar, yani Nymphalar ve Naiadeler asmayı oldurarak Dionysos’u besler ve büyütürler.[2] Üzümle koparılan tanrı, özünü maddeden sıyırabilmek için birçok eziyete katlanır: Parça parça edilir, küplerde hapsedilir, ayaklar altında ezilir. Böylece Dionysos, kendini insanlara vermek, onlara hayatının sırrını katabilmek için İsa gibi ıstırap çeker; fakat bu işkenceler onu öldürmez. Toprağın yetiştirip öldürdüğü üzümün içindeki tanrı, üzümle birlikte topraktan koparılıp ezildikten, mezara gömüldükten sonra, ekşime sayesinde yaşamaya devam eder; kudreti büsbütün artar, şarapla insanın damarlarına geçerek onu coşturur, ruh ve beden kudretini son haddine götürür.

Şarabın kendisi olan şarap tanrısı, efsaneye göre, Nysa mağaralarında büyüdükten sonra üzümü bulur ve bu meyvenin nimetlerini insanlara dağıtmak ister. Dionysos’un bu amaçla yaptığı söylenen seyahatler, bağcıların dünyaya yayılışını efsane şeklinde anlatmaktadır. Şarabın girdiği yere Dionysos dini de giriyordu. Bakkhos, sarmaşık sarılı asasıyla (thyrsos) Yunan toprağına ayak basınca, Hellenler onu ırklarındaki dehayı canlandıran kudret olarak gördüler. Kolektif ruh uyanıp coştu. İlk sarhoşluk içinde, ince Hellen anlayışı, her şeyi birbirine bağlayan sırrı sezdi. Coşan insan, kendini dünyanın sahibi bir tanrı gibi gördü. Ormanların ve dağların küçük tanrıları, Sirenler ve Satyrler, inlerinden çıkan vahşi hayvanlar, kaynakların Nymphaları, çobanlar ve krallar, insan ve tanrı, bütün varlıklar, topraktan fışkırıp dünyayı saran bir sevinç içinde birleşip kaynaştılar. Ağaçlar, kayalar, dağlar, bayırlar da insanlarla birlikte coştu. Euripides’in dediği gibi, o zaman “sevinçten yer yerinden oynadı”. Dionysos’un dini, sarp dağların, çorak toprakların, yabani otların tanrıları Rea ve Kybele’nin dinleriyle birleşti. Sarhoşluk insanlara korkuyu unutturdu.

İnsanlar şarabın içindeki tanrı ile birleşince, türlü türlü hallere giriyorlardı. Kimi sükûnet içinde kendinden geçip yükseliyor; kimi azıp kuduruyor, kavga, gürültü çıkarıyordu. Kiminin ruhu açılıp coşuyor, kiminin ruhu kendi içine kapanıp dertleniyordu. Aynı içkinin böyle değişik sonuçlar vermesine sebep ne idi? Bakkhalar’ın da doğruladığı gibi şarabın iyi veya kötü sonuçlar vermesi, Dionysos’u bazı insanların iyi, bazı insanların fena karşılamış olmalarına yorulmuştu. Fakat bu yazımda başka bir fikir daha saklıdır ki, Dionysos’un Eleusis’te, varlıkların yeniden doğuşlarını düzenleyen yeraltı tanrıları Demeter ve Kore’nin yanında yer alışını ancak bununla izah edebiliriz:

Dionysos önce Rea ve Kybele gibi dağ bitkilerinin, daha sonra bağın ve şarabın tanrısı iken, zamanla ve birçok efsanenin bir araya gelmesiyle, bitkilere can veren özün, ilkbaharda yerden fışkıran zengin hayatın tanrısı oldu. Mayıs tanrısı Kore gibi, asma da yaz sonunda ölüp ilkbaharda yeniden doğar. Her yıl doğan ve ölen Dionysos, tabiattaki yaratılışın ve öldükten sonra dirilişin esrarlı tanrılarından biri oldu. Karanlık yeraltı dünyasının büyük tanrısı Persephone ile birleşti, böylece şarapla ekmek aynı sırrın simgeleri oldu. Eleusis Mysterlerinde[3] nasıl, sessizce koparılan bir başak ölmezliğin sırrını taşıyorsa, şarap da evrende hiç durmadan devreden, aynı bütünün içinde türlü şekillere giren hayat kudretini temsil ediyordu. Dionysos’un şarabını içenler şahsiyetlerinin alçaldığını veya yükseldiğini, içlerinde yavaş yavaş, daha önce yaşamış oldukları hayatlara ait ruhların uyandığını hissediyorlar, Bakkhos onlara kendilerini tanıtıyor, içlerinde saklı duran türlü ruhları meydana çıkarıyordu. İyi ruhlar meydana çıkınca, geriye onları kötü ruhlardan ayırmak işi kalıyordu. Dionysos nasıl toprağı kıştan, insanları gamdan, kasvetten kurtarıyorsa, dinine girenlerin ruhlarını da gecenin, korkunun ve kaosun kattığı bütün kötülüklerden temizliyordu. Bu kötülüklerden arınma, insan ruhunun tanrı ile kaynaşması sayesinde oluyordu. Dionysos’a inanan kendinden geçerek, tanrının hayatını yaşıyor, ruhunu bir bedene bağlayan zincirleri koparıp atıyor; içinde yeniden doğan şarapla, ruh alevinin etini kemiğini yaktığını hissediyordu. Tanrı ile birleşince daha güzel bir hayata doğmakla kalmıyor, evrene düzen veren ezeli akla katılıyor ve her gün yeniden doğan doğa nihayet sonsuz sarhoşluğa, tam kurtuluşa varıyor.

İşte, Orphiklerin[4] kattığı metafizik ve ahlaki unsurlarla, Bakkhos’un doğum ve ölüm efsanesinin aldığı şekil budur. Orpheus destanları bağ ve hasat efsanelerini birleştirmekle Bassaridler’in azgınlıklarını gidermiş ve Mainadlara daha sakin, daha vakur bir çehre vermişlerdir. Onlar sayesinde, insanları sıkıntıdan kurtaran tanrı gittikçe büyümüş, dünyayı, doğayı, canlı varlıkları şekilden şekile sokarak yaşatan kudretin tanrısı olmuştur, İsa’dan önce VII. asırda Attika’da kutlanan bağ ve şarap ayinlerine, Trakya’dan gelen Dionysos-Zagreus mezhebi de katıştı. Bu yeni gelen tanrının herhalde Trakyalıların Sabazios’u ve Getaların Zamolxis’iyle bir yakınlığı vardı. Bu ilkel ve vahşi tanrının dini Yunanistan’a girince inceldi. Dışarıdan gelen azgın ve kırıcı Dionysoslar, ölülerin ruhları ve yeraltı hayatı üzerindeki haklarını muhafaza etmekle beraber sertliklerini kaybettiler ve insanları ölmezliğe götüren, dünyadaki hayatlarında onlara uslu, sakin, dindar ve mesut bir hayat sürmenin yollarını gösteren iyi yürekli büyük yeraltı tanrısı Zagreus’a benzediler.

Yunanlıların ilk Dionysos’u, ılık yaz yağmurunu yağdıran, şimşeğin etkisiyle yeryüzünde biten her şeyin tanrısı idi. Şimdi Orphiklerin Dionysos-Zagreus’un kökenini izah için yarattıkları efsaneyi görelim.

Bu tanrı Zeus’un büyük yeraltı tanrıçalarından biri ile (Demeter yahut Kore)[5] birleşmesinden doğmuştur. Zeus bir yılan şekline girerek kendi kızı Kore’yi gebe bıraktı. Kore, tohumları filizlendiren kudretin simgesidir. Yılanlar ilkbaharda çiçeklenen yeraltı hayatının bekçileri, Zeus yahut Gök de toprağın ve toprağın kızlarının ebedi kocasıdır.

İkinci Dionysos doğunca, Semele’nin oğlu gibi, bir mağaraya götürüldü. Orada Nymphalar arasında büyüdü. Dünyanın anası Rea’nın rahipleri olan Kuretalar onu koruyorlardı. Kuretaların boş bulunduğu bir gün toprağın oğulları Titanlar, kıyafet değiştirerek Zagreus’a yaklaştılar, oyuncak veriyormuş gibi yaparak çocuğun üzerine atıldılar ve vücudunu parça parça ettiler, sonra bu tanrı etinin parçalarını bir kazana koyup kaynattılar ve yediler. Fakat bu parçalardan bir tanesi kaldı: Pallas, Titanların elinden Dionysos’un kalbini aldı ve canlı canlı Zeus’a götürdü. Bu tanrı kalbi yeni bir hayatın mihrakı oldu. Tanrının ölmez cevheri şekil değiştirdi, yeni bir vücuda girdi. Titanları da Zeus yıldırımlarıyla yaktı.[6]

Orphiklere göre, insan yıldırımla yanan Titanların küllerinden doğmuştur. Titanlar Dionysos’un etini yemiş oldukları için, bizim atalarımız olan bu toprak oğullarının küllerinde tanrı zerreleri bulunuyordu. İşte bizim bünyemizdeki ikilik bundan geliyor. Titanlarla tanrıların, yerle göğün çocukları olan bizler, ezeli saadete kavuşmak istersek, içimizdeki tanrı zerresini bedenden sıyırmak mecburiyetindeyiz. Bu gayeye varabilmek için bizim de Dionysos’un çektiği ıstırapları çekmemiz, ruhumuzu aşkla temizlememiz, kendimizden geçerek tanrılaşmamız gerekecektir. Biz de sonsuz saadeti, onun gibi ıstıraba sabırla katlanarak elde edeceğiz. İhtiraslarımız bizi her gün parçalıyor, ama kalbimiz bizi yeni bir bütünlüğe götürebilir. Böylece insan büyük kurtuluş gününe kadar durmadan parçalara ayrıldıktan sonra yeniden toplanıp bütünleşerek yaşayacaktır. Zagreus’un parçalanması ilk ve büyük tekliğin dağılmasının, her doğuştaki ayrılmanın simgesidir. Her şey parçalanıp dağılır, fakat tohumdan yeni bir bitki, kalpten yeni bir insan doğar.

Mısırlılardan sonra hiçbir millet Yunanlılar kadar insanın topraktan yaratıldığına ve yeniden doğabilmek için toprağa dönmek gerektiğine inanmamıştır. Onlar için gelecek toprağın içinde idi. Toprağın ergeç kendilerine vereceği yeni bir hayatı düşündükleri içindir ki Dionysos’un sevgisini kazanmak istiyorlardı; çünkü Dionysos, Demeter ve Persephone öteki dünyanın sırlarını taşıyan, yalnız usaredeki hayat kudretini değil, bütün ruhların ayrılıp tekrar döndüğü büyük bütünü, dünyanın ruhunu temsil eden tanrılardı. İnsan hayatın kaynağındaki kudretlere nasıl ulaşabilir, ruhunu onlarla nasıl kaynaştırabilirdi? Yapılacak şeyler şunlardı: Kendimizi, coşmak, taşmak ve sevmek yoluyla temizlemek, ruhumuzdaki ilkel, kaba ve vahşi kaynaklara dönmek, doğadan uzaklaştıran aklı bırakarak, doğayla birleştiren çılgınlığa (kendini kaybetmeye) yükselmek, katışık, yani ölümlü olan her şeyden soyunmak, günlük dertlerimizi unutarak hayalimizle dünyanın sonsuz aşkına, sınırsız geleceğine katılmak. Böylece insan, ezel şarabıyla sarhoş olarak hayatını ve ruhunu bedeni aşan hamleye, dünyayı aydınlatan sezişe terk etmiş, dünyaların ve tanrıların ebedi cümbüşüne girmiş oluyordu. Bakkhos’a tapanlar, ruhlarındaki mutlak güzellik arzusunu, sonsuz saadet ihtirasını faydasız bir engel, ezici bir yük diye içlerinden atan ruhlar, musiki, raks ve şiir içinde dünya hayatının kaynaklarına gidiyorlar ve orada kendilerini unutarak tanrı kudretiyle doluyorlardı. Işık nasıl güneşe bağlıysa bu ruhlar da tanrıya öyle bağlanıp mutlak sükûnete eriyorlardı, ibadetlerinde birer çıra gibi yanarak ölmezliğin tadını hayattayken tadıyorlardı. Ölüm onlar için aradıkları saadete giden yeni bir yoldu, o yolda da türlü kalıplara girerek yeniden yaşayacaklar ve nihayet değişmez bir hale, ebedi bir gençliğe, sonsuz bir sarhoşluğa ulaşacaklardı.


Euripides, Bakkhalar, (giriş yazısı),  Çeviren Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010, İstanbul


*Bakkhalar: Tanrı Dionysos-Bakkhos'ün dinsel törenlerini kutlayan kadınlar alayı.


18 Şubat 2019 Pazartesi

Faşizm ve Kadınlar Üzerine Eleştirel Çalışma

Faşizm ve Kadınlar Üzerine Eleştirel Çalışma

Dilara Kahyaoğlu

İngiliz Faşist Birliğine üye kadınlar Mosley'i Nazi selamıyla selamlarken

Bilgi, Çalışma, Düşünme, Araştırma...

(devam edeceğim)


Görsel Kaynak: Kevin Passmore, Fascism, Oxford, 2004