hitler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hitler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28 Temmuz 2022 Perşembe
26 Kasım 2020 Perşembe
23 Haziran 2017 Cuma
Hitler’in İktidar Yolu
1929 Krizi
1933
Alman Komünistleri
Avrupa Tarihi
Chris Harman
Faşizm
Faşizm-Nazizm
hitler
II. Dünya Savaşı
SA
sosyal demokrasi
Wall Street
Rohat Fatih
Comment
Chris Harman
1929 Ekim’inde Wall Street Çöküşü meydana geldiği sırada, Avrupa’nın iki en büyük ülkesinin hükümetlerine İşçi Partisi tipi sosyal demokrat partiler egemendi. Britanya İşçi Partisi’nin Ramsay MacDonald’ı yılın başlarında Liberallerin desteğine dayanan bir azınlık hükümeti kurmuştu; Almanya’da ise Sosyal Demokrat Müller, bir yıl önce ‘ılımlı’ burjuva partileriyle birlikte ‘büyük koalisyon’un başına getirilmişti.
Her iki hükümetin de 1930 yılına gelindiğinde kendilerini yutan krizle nasıl mücadele edecekleri konusunda herhangi bir fikirleri yoktu. Artan işsizlik, sosyal yardım harcamalarının artışı anlamına geliyordu. Azalan sanayi üretimi ise vergi gelirlerinin azalması demekti. Hükümet bütçeleri açık vermeye başladı. Mali istikrarsızlık iki ülkeyi de vurdu – ABD’li bankacılar 1920’lerde Alman ekonomisini destekleyen ‘Dawes Plan’ı kredilerinin geri ödenmesini istediler ve finansçılar sterlinin uluslararası değişim değeri aleyhine kumara başladılar. Ulusal bankaların başkanları, Almanya’da (yönetici sınıfın liberal kesiminin temsilcisi olarak beş yıl önce göreve getirilen) Schacht ve Britanya’da (Baring Bankası ailesinin bir üyesi olan) Montagu Norman; hükümetlerine, işsizlere sosyal yardım sağlayan sigorta fonlarını azaltmalarını söylediler. Hükümetler bu baskı altında dağıldılar. Almanya’da maliye bakanı, bir zamanlar Avusturyalı Marksist iktisatçı ve daha sonra Bağımsız Sosyal Demokrat Rudolf Hilferding, durumla başa çıkamadı ve hükümet 1930 başlarında düştü. Britanya’da MacDonald’ın maliye bakanı Philip Snowden, İşçi Partisi’ni terk ederek ulusal bir hükümette Muhafazakârlara katıldı.
Ekonomik kriz Britanya’da, [bkz. video]Almanya ve ABD’den daha az şiddetliydi. Britanya sanayiinin imparatorluk nedeniyle hâlâ büyük pazarlara ayrıcalıklı bir ulaşımı söz konusuydu. Fiyatlar ücret ve maaşlardan daha hızlı düştü ve kuzeyin, İskoçya’nın ve güney Galler’in eski sanayi bölgelerinde işsizler sıkıntı çekerken, orta sınıf bu durumdan yararlandı bile. Ulusal hükümet kamu sektöründeki işsizlik ödemelerini ve maaşları kıstı; işsizler arasında isyanları, donanmada kısa süreli bir isyanı ve öğretmenler gibi gruplar arasında öfkeyi kışkırttı. Ama krizi kolaylıkla atlattı; morali bozulmuş İşçi Partisi’ne 1931 ve 1935 genel seçimlerinde dayak attı ve Britanya kapitalizminin belli başlı kesimlerini bu krizden çıkmanın bir yolu bulunduğu konusunda ikna etti. 1933 ve 1934 yıllarında Oswald Mosley’in, faşizmin Britanya varyantını desteklemeye hazır olan yönetici sınıfın belirli kesimleri (örneğin gazetesi Daily Mail’in ‘Kara Gömleklilere Hurra!’ diye adice açıklamalar yaptığı Rothermer ailesi) 1936’ya gelindiğinde genellikle bu tutumu terk ettiler.
Almanya’da işler çok farklıydı. İşsizlik Britanya’dakinden yüzde 50 daha fazlaydı ve de orta sınıfın büyük kesimi ileri derecede yoksulluk çekiyordu. Kriz Adolf Hitler’in Nasyonal Sosyalist (ya da Nazi) Partisi’ne büyük bir destek dalgası yarattı. Oyları 810.000’lerden 1930’da altı milyonun üzerine ve Temmuz 1932’de de toplam oyların yüzde 37,3’üne yükselerek ikiye katlandı. Ama Naziler yalnızca (ya da esas itibariyle) bir seçmen partisi değildi. Onların örgütlenmelerinin çekirdeğinde, sayıları 1930 sonlarında 100.000 ve 1932 ortalarında 400.000’i bulan paramiliter sokak savaşçıları –SA ya da Nazi Komando Örgütü üyesi/ Kahverengi Gömlekliler– yer alıyordu. Bu silahlı çeteler toplumsal bunalımın sorumlusu olarak suçladıkları, bir uçta sözde ‘Yahudi’ finans kapital, öte yanda sözde ‘Yahudi’, ‘Marksist’ işçi sınıfına karşı mücadeleye kendilerini adamışlardı. Nazizmi ve faşizmi, yerleşik burjuva partilerinden farklı kılan, sokakların kontrolü ve tüm öteki örgütlerin fethedilmesi için savaşmaya hazır olan işte bu silahlı gücün varlığıydı.
Bu türün ilk başarılı örgütlenişi İtalya’da 1920’den sonra Mussolini tarafından yaratılmıştı. Bunun üyeleri, Yahudi karşıtlığından daha ziyade, güçlü bir milliyetçi ideolojiyle birbirlerine bağlıydılar. (1920’lerin ortalarında Roma belediye başkanı gibi kimi üyeleri Yahudiydi ve Yahudi karşıtlığı 1930’ların sonlarında Hitler’le ittifak kuruluncaya kadar faşist ideolojinin bir özelliği değildi.) Ama diğer açılardan Hitler’in izleyeceği yolu Mussolini aydınlatmıştı.
Hitler’in partisi, Fransızların Ruhr’u işgal ettiği ve büyük enflasyonla gelen 1923 kriz yılında ilk kez önem kazandı. Parti, sağ terör örgütleri, Yahudi karşıtı gruplar ve eski Freikorps üyelerinin Bavyera şehri Münih’te bir araya gelen çevresinin merkezi oldu. Ancak Kasım 1923’te şehirde iktidarı ele geçirme girişimi hazin bir şekilde başarısız oldu ve kriz koşulları ortadan kalkınca parti düşüşe geçti. 1927-28’e gelindiği zaman Hitler’in partisi, birkaç bin üyesi ve sürekli kavga eden liderliğiyle oy sandığında marjinal bir güçtü. Daha sonra dünya bunalımının patlak vermesi partiye muazzam bir atılım kazandırdı.
Giderek artan sayıda insan, ‘ılımlı’ burjuva partilerinden Hitler’e akın ettiler, zira kriz sırasında destek olan bu hükümetler, yalnızca işçileri değil fakat kendi orta sınıf destekçilerinin de çoğunu yoksulluğa ve iflasa sürüklüyordu. Örneğin küçük Thalburg kasabasında üç yıl içinde Nazi oyları, diğer burjuva partilerinin aleyhine olarak, 123’ten 4.200’e fırladı.(1)
İtalyan faşistleri gibi Naziler de orta sınıfın bir partisiydi. Hitler iktidara gelmeden önceki üyelerin büyük bir kısmı serbest çalışanlar (yüzde 17,3), beyaz yakalı işçiler (yüzde 20,6) ya da memurlardı (yüzde 6,5). Bütün bu gruplar Nazi Partisi’nde, genel nüfus içinde olduklarından yüzde 50 ve 80 daha fazla temsil ediliyorlardı ve hepsi, bugünkünden farklı olarak, toplumsal olarak çok daha ayrıcalıklı kabul ediliyorlardı. Genel nüfus içindeki oranlarından yaklaşık yüzde 50 daha az oranda da olsa, Nazilere katılan işçiler de oldu.(2) Naziler işçi sınıfından biraz oy aldılar. Ancak bunların çoğu, savaştan hemen sonraki sendikalaşma girişimlerinin kırıldığı ve işçi sınıfı politikası geleneğinin hiç mevcut olmadığı doğu Prusya gibi bölgelerin tarım işçilerinin; orta sınıfın etkisinin en güçlü olduğu küçük kasabalardaki işçilerin ya da atomize olmuş ve Nazi ya da özellikle Nazi Komando Örgütleri’ne üye olmanın sağlayacağı yararların cazibesine kapılmış işsizlerin oylarıydı.(3) Bu durum, örneğin ‘araştırmalar Nazi oylarıyla sınıf arasında yalnızca çok düşük bir korelasyon olduğunu gösteriyor’ diyen, Michael Mann’ın yaptığı gibi, Nazilerin orta sınıf özelliğini inkâr etmenin saçmalığını gösteriyor.(4)
Ama orta sınıflar, niçin solun değilde, Nazilerin cazibesine kapılmıştı? Bu kısmen on yıllar süren anti-sosyalist telkinlerle ilgiliydi. Serbest çalışanlar ya da beyaz yakalı işçiler, bedeniyle çalışan işçilere üstün oldukları inancıyla yetiştirilmişlerdi ve kriz derinleşirken işçi kitlesinden kendilerini ayıran şeye sıkıca tutunmak istiyorlardı. Hükümetlere ve finansçılara duydukları öfke, kendilerinin altındaki işçi kitlesinden duydukları korkuya eşitti. Bununla birlikte bu durum onların pek çoğunun, 1918-1920 devrim döneminde, bir tür sosyalist değişimin kaçınılmaz olduğu düşüncesine razı olmalarını engellememişti.
Bu durumdaki diğer etken, solun kendisinin davranışıydı. Alman Sosyal Demokratları, İtalyan seleflerinin deneyiminden hiçbir şey öğrenmemişlerdi. Bunun yerine, bıktırıncaya kadar (ad nauseam) ‘Almanya İtalya değildir’ diye tekrarlamışlardı. 1927’de Kautsky, bu noktada ısrar ediyor, ileri bir sanayi ülkesinde faşizmin, ‘kapitalist amaçlara hizmet etmeye hazır büyük sayılarda lümpen unsurları yakalamada’ İtalya’daki başarısını asla tekrarlayamayacağını iddia ediyordu.(5) Hilferding, Ocak 1933’te Hitler iktidara geçmeden birkaç gün önce hâlâ aynı mesajı tekrarlıyordu. Alman anayasasına dayanarak, Sosyal Demokratların Nazileri ‘legalite’ alanına zorladıklarını ve Cumhurbaşkanı Hindenburg’un bir önceki yaz hükümet kurma talebini reddetmiş olmasının gösterdiği gibi bunun onların yenilgisine yol açacağını söylüyordu. ‘İtalyan trajedisinden sonra Alman farsı geliyor…” diyor, “bunun faşizmin yıkılışını gösterdiğini’ iddia ediyordu.(6)
Anayasacılık üzerine yapılan vurgu Sosyal Demokrat liderleri, kendileri 1930’da hükümeti terk ettikten sonra ağırlaşan krizde işbaşında olan, birbirini izleyen hükümetlere karşı bir ‘hoşgörü’ politikası izlemeye yöneltmişti. Önce Brüning, sonra von Papen ve son olarak da Schleicher’in liderliğindeki bu hükümetler parlamentoda çoğunluk desteği olmadan yönettiler ve cumhurbaşkanına açık kararnamelere dayandılar. Aldıkları önlemler işçi sınıfının ve alt orta sınıfın koşullarına saldırı niteliğinde oldu –Brüning’in bir kararnamesi ücretlerde yüzde on kesinti getiriyordu– ama ekonominin kötüye gidişini ve onunla birlikte gelen güçlükleri önleyemedi. Sosyal Demokratlar uyguladıkları ‘hoşgörü’ politikasıyla, aslında, sunabilecekleri tek şeyin zorluk ve açlık olduğunu söylüyorlardı. Eski burjuva partilerini terk edenlerin desteğini elde etmeleri için meydanı Nazilere bıraktılar.
Sosyal Demokratlar, önünden çekilerek, Hitler’in işlerini kolaylaştırmış görünüyorlardı. Çeşitli türden savunma örgütleri, sosyalist spor kurumlarından ve gençlik örgütlerinden gelen gençler ve militanlardan oluşan Reichsbanner’i kurdular. Bunun yüz binleri harekete geçirme potansiyeli vardı. Ne ki yalnızca savunma amaçlı olduğunu ve yalnızca hiçbir zaman gelmeyen bir anda, Nazilerin anayasayı delmeleri halinde kullanılabileceğinde ısrar ettiler. Ayrıca Prusya devlet yönetimini ve büyük ve iyi silahlanmış bir polis gücünü kontrol ediyorlardı. Berlin’de 1929’da Komünistlerin yönetimindeki 1 Mayıs gösterilerine ateş açmak için polisi kullandılar ve 25 kişiyi öldürdüler; 1930 ve 1931’de Prusya’nın her yerinde Nazilerin gösterilerini yasakladılar. Ancak onların bu anayasacılığı, 1932 yazında Nazi tehdidi yüksek bir noktaya ulaştığında, onları bu silahı terk etmeye yöneltti. O yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendi adlarına bir aday çıkarmadılar ve destekleyicilerini yaşlı Hindenburg’a oy vermeye zorladılar ve bu Hindenburg, gizli gizli Hitler’le görüşen von Papen’le anlaşarak Prusya’daki Sosyal Demokrat hükümeti düşüren bir kararname yayınlayarak onlara hizmetlerini ödedi. Sosyal Demokratlar uysal bir şekilde buna boyun eğdiler ve Nazizme karşı en güçlü siper olduğunu söyledikleri şeyi terk ettiler. SA komandoları şimdi açıkça yürüyüşler yapmak, hayatı bu kadar zor yapan koşulları nasıl olsa ortadan kaldıracak dinamik ve çok güçlü bir hareket imajı yaratmak ve muhalefeti sokaklardan uzaklaştırmak için serbest kaldılar. İnsanların o zamana kadar tanıdığı en kötü bunalım karşısında Sosyal Demokratların hareketsizliği kadar büyük bir çelişki olamazdı.
Sosyal Demokrat eylemciler arasındaki şaşkınlık boşuna değildi. Nazizmin Thalburg kasabasındaki yükselişini yazan tarihçinin belirttiği gibi 1933 başında Sosyal Demokratların:
Sosyal Demokratların hareketsizliği meydanı Nazilere bırakmıştı. Ama Naziler basitçe onların seçim desteğinin sırtına binerek iktidara gelemezlerdi. Serbest seçimlerdeki en yüksek oy oranları yüzde 37,1 olmuştu ve 1932’nin Temmuz’uyla Kasım’ı arasında fiilen iki milyon oy kaybetmişlerdi. Hitler şansölye (başbakan) iken ve muhalefetin kitlesel olarak sindirildiği durumda bile, Mart 1933 seçimlerinde oyların yalnızca 43,9’unu almışlardı. 1932 sonlarında Goebbels, günlüğünde, Nazilerin iktidarı ele geçirememesinin saflarda moralsizliğe yol açtığından ve binlercesinin ayrıldığından şikâyet ediyordu.
İktidarı Nazilere veren şey, Alman yönetici sınıfının baş temsilcilerinin bunu ona sunma kararıydı. Büyük iş çevrelerinin kimi kesimleri uzun süredir Nazilere para veriyor ve onları sola ve sendikalara karşı bir denge unsuru olarak görüyordu. Gazete baronu Hugenburg, ‘ilk yıllarda … Hitler’in mali açmazlarını rahatlatmıştı’.(8) 1931 yılına gelindiğinde, Ruhr’un önde gelen sanayicilerinden Fritz Thyssen, ‘keskin bir Nazi destekçisiydi’(9) ve eski ulusal banka şefi Schacht sempatizandı.(10)
Ancak 1932’ye kadar Alman kapitalizminin temel kesimleri, az ya da çok doğrudan kendi kontrolleri altında olan iki partiyi desteklemişlerdi: büyük sanayiciler (savaş öncesi Ulusal Liberal Parti’nin devamı olan) Alman Halk Partisi’ni ve Hugenburg ve büyük toprak sahipleri Alman Ulusal Partisi’ni desteklemişlerdi. Bunlar Nazi partisine güvenmiyorlardı çünkü, onun saflarındaki pek çok yoksullaşmış orta sınıf mensubu –ve liderlerinin bir kısmı– yalnızca işçilerin Marksist örgütlerine saldırmakla kalmıyor fakat aynı zamanda büyük iş çevrelerine yönelik bir ‘ulusal devrim’ çağrısı yapıyorlardı.
Dünya bunalımı kârlarına zarar vermeye başlayınca sermayenin çeşitli kesimlerinin görüşleri değişmeye başladı. Bunlar ayrıca Hitler’in ortaya koyduğu politikaya pek çok açıdan yakındılar. Hitler’i finanse etmeyen ve kendilerinden bağımsız olarak yoksullaşmış orta sınıflar arasında gelişmiş olan bir harekete güven duymayan sanayicilerin çoğunluğu bile, Nazileri kendi amaçları için kullanabileceklerini hissetmeye başladılar. Bir çalışmanın vardığı sonuca göre: Bunalımın artan ciddiyeti üst sınıfın liderlerinin pek çoğunu, Versailles Antlaşması’nın bertaraf edilmesi, savaş tazminatlarının iptal edilmesi ve depresyonun alt edilmesinden önce, emeğin gücünün kırılması gerektiğine ikna etmişti… 1931 yazında büyük iş çevrelerinin liderleri, Weimar Cumhuriyeti’nin, ‘bir onursuzluk sistemi’ olarak nitelenmesini benimsemişler ve ‘ulusal diktatörlüğe’ çağrı yapmışlardı.(11)
Bu tür görüşler, Ruhr’lu sanayiciler, büyük toprak sahipleri ve silahlı kuvvetlerdeki subay kadrolarının büyük çoğunluğunca paylaşılıyordu. Bunlar Hitler’in ortaya koyduğu politikaya da pek çok açıdan yakındılar. Bu yakınlık Hitler, ‘ulusal devrim’ görüşünün en hararetli savunucusu Otto Strasser’i kovunca; Milliyetçi Parti, Halk Partisi ve sanayici ve toprak sahibi gruplarla 1931 Eylül’ünde Harzburg’da bir toplantıya katılıp daha sonra da Ocak 1932’de, ‘Ruhr sanayiinin liderlerine hitap edince’ daha da arttı.(12)
Sanayicilere, Hitler’in onların çıkarlarına zarar vermeyeceği konusunda artan garantiler veriliyordu ve bu arada kimileri onun SA komandolarını işçi hareketini ezmekte yararlı bir araç olarak görüyordu. 1932 sonbaharına gelindiğinde sanayicilerin çoğu, hükümetin istediği politikaları izleyecek ve işçi sınıfı direnişini kıracak kadar güçlü olması için Nazilerin de hükümette yer alması gerektiğine inanmışlardı. Ancak Nazi varlığının tam olarak ne kadar önemli olacağı konusunda hâlâ aralarında bölünmüşlerdi. Çoğunluk temel görevlerin eski burjuva partilerinde, von Papen gibi, güvendikleri politikacıların ellerinde olmasını istiyordu. Yalnızca bir azınlık o sıralar Hitler’in başa geçirilmesinde ısrar ediyordu. Onların tutumu, Hitler’in bir bekçi köpeği gibi mülkiyetlerini koruması ve herhangi bir bekçi köpeği gibi sıkı bir zincir altında tutulması yönündeydi. Ama Hitler bunu kabul etmeyecek ve büyük iş çevrelerinin havası, askeri şef von Schleicher’in hükümetinin ihtiyaçlarını karşılamakta başarısız kalmasıyla değişmeye başlayacaktı. Seçkin sanayicilerin pek çoğu, o arsız konuşmasıyla kendini beğenmiş eski onbaşıya meraklı olmasa da, yalnızca onun burjuva istikrarını yerine getirebilmek için gerekli güçlere egemen olduğunu kabul etmeye başlıyordu. Von Papen’in kendisi, bir bankerin evinde Hitler’le bir toplantı yaptı. Birkaç gün sonra Britanya büyükelçisine, ‘Eğer Hitler hareketi çöker ya da ezilirse, bunun bir felaket olacağını, her şeye rağmen Nazilerin Komünizme karşı elde kalan son siper olduğunu’ söylüyordu.(13)
Hitler’in, Schacht ve Thyssen gibi büyük toprak sahibi ve yerleşik iş çevrelerinden destekçileriyle yüksek askeri komuta kademesi, Hitler’i şansölye olarak atamak suretiyle krizi çözme konusunda Cumhurbaşkanı Hindenburg’a baskı yapmaya başlamışlardı. Von Papen kendi ağırlığını ve ona güvenen ağır sanayi çıkarlarının ağırlığını bu baskıdan yana koydu. Sanayinin hâlâ kuşkuları olan belirli kesimleri vardı ama bu çözüme bir direnç göstermediler ve bir kez Hitler iktidara gelince parlamentodaki konumunu yükseltmek (ve Nazi saflarındaki krizi çözmek) için, gitmek istediği seçimi finanse etmeye oldukça gönüllü oldular.(14) Hitler, Alman büyük iş çevrelerinin kimi kesimlerinin acil siyasal tercihlerine karşı da olsa, orta sınıfların kitlesel hareketini örgütlemeyi başaramamış da olsa, bir şey yapabilecek durumda değildi. Ancak işin sonunda, büyük iş çevreleri, onun iktidara gelmesinin devam eden siyasal istikrarsızlıktan daha iyi – ve kuşkusuz onun çökerek Alman siyasetinin sola kaymasından çok daha iyi, olacağı sonucuna vardılar.
Hitler 31 Ocak 1933’te göreve geldi. Sosyal Demokratların pek çok destekçisi savaşmak istedi. Braunthal, ‘…Alman işçilerinin direnme iradesinin en etkili gösterileri’nden söz eder:
30 Ocak gününün öğleden sonrası ve akşamı Alman şehirlerinde işçilerin kendiliğinden ve şiddetli gösterileri oldu. Ülkenin her tarafındaki fabrikalardan gelen delegeler aynı gün savaş emri beklentisi içinde Berlin’e ulaştılar.(15)
Bununla birlikte SPD liderleri Hitler’in ‘anayasal’ olarak iktidara geldiğine ve SPD taraftarlarının hiçbir şey yapmaması gerektiğine karar verdiler! Günlük gazeteleri Vorwarts, ‘Hükümetin ve onun coup d’etat tehditleri karşısında Sosyal Demokratlar ve Demir Cephesi, sağlam bir şekilde anayasa ve meşruiyet zemininde durmaktadır’ diye kendilerini övdüler.(16) Parti çabalarını, yeni rejime ‘zamansız’ bir direnişi önlemeye harcadı. Sosyal Demokrat Parti’nin sıradan üyelerinin direnme arzusu önceki üç yılda Komünist Parti’nin kullanabileceği bir duyguydu. Ama onun liderleri, 1929’dan ta 1933’e kadar Sosyal Demokrat liderlerden Nazileri durdurabilmek için bir birleşik cepheye katılmalarını talep etmeyi, ya aptallıktan ya da Stalin’e olan riayetten reddettiler. Bu politika hakkında kuşkuları olan bireyler etkili pozisyonlardan uzaklaştırıldılar. En büyük saçmalık 1931 yazında görüldü. Naziler, Prusya’da Sosyal Demokrat hükümeti uzaklaştırmak için bir referandum düzenlediler ve Komünist liderler, Stalin’in emriyle, bunun bir ‘Kızıl Referandum’ olduğunu ilan ettiler ve üyelerine ‘evet’ oyu için kampanya yapmalarını bildirdiler! Nazilere karşı direniş için yüzünü Komünistlere dönmüş, Sosyal Demokrat tabanın önünü kesmek amaçlı bundan daha kapsamlı bir adım düşünülemezdi.
Bu Komünistlerin, kimi zaman iddia edildiği gibi, Nazilerin bir tür müttefiki oldukları anlamına gelmez. Berlin gibi yerlerde Komünist gruplar, Nazileri geri püskürtebilmek için günlerce her şeyi göze alan sokak savaşları verdiler.(17) Ama bunu çok daha geniş bir destek zemininden kopuk olarak yaptılar.
Sosyal Demokratların korkaklığı gibi, Komünist liderlerin divaneliği Hitler işbaşına geldikten sonra da devam etti. İtalya’da olanlardan ders almamışlardı ve Nazilerin iktidardaki herhangi bir burjuva hükümeti gibi hareket edeceğine inandılar. Nazi diktatörlüğünün esasen istikrarsız ve muhtemelen kısa ömürlü olacağında ısrar ettiler.(18) Sloganları ‘Hitler’den sonra, biz’di. Moskova’da parti gazetesi Pravda ‘Alman Komünist Partisi’nin yükselen başarılarından’ söz ediyor; bu arada eski Sol Muhalefetçiler’den şimdi tamamıyla Stalin’in emri altında olan Radek, Izvestia’da, Naziler için, ‘Marne’daki yenilgi gibi bir yenilgi’den söz ediyordu.(19)
Bu bakış açısıyla uyumlu olarak Almanya’daki Komünist eylemcilere, kitleye yönelik broşürlerle ve yeni hükümete yönelik dilekçelerle saldırıyı sürdürmeleri söyleniyordu. Ama Hitlercilik, öteki burjuva hükümetlerinden tam da bu noktada ayrılıyordu çünkü arkasında, işçi sınıfı direnişinin her unsurunu ezmeye hazır, militanları avlayan, işverenlerin sendikalı eylemcileri işten atmasını sağlayan ve rejime muhalif olan merkezleri yok etmek için gizli polisle işbirliği yapan geniş bir destekçi kitlesi vardı. Bir dilekçeyi imzalayan herhangi birisi, SA’larca dövülüyor ve polisçe toplanıyordu.
Birkaç gün içersinde Nazilerin paramiliter güçleri devlet makinesiyle bütünleşti. SA Nazi Komandoları ve polis, işçi sınıfı partilerine eziyet etmek için birlikte çalıştı. Daha sonra, 27 Şubat’ta Naziler, Reichstag’daki bir yangını, Komünist Parti’yi kapatmak, basınını susturmak ve 10.000 kadar üyesini toplama kamplarına sürüklemek için bahane olarak kullandılar.
Sosyal Demokrat liderlerin aptalca korkaklığı sonuna kadar devam etti. Komünistlere yönelik baskının kendilerine dokunmayacağına inandılar ve yeraltı direnişinden söz eden üyelerini partiden attılar. Sendika liderleri, 1 Mayıs’ı bir ‘ulusal emek günü’ne dönüştürmek için Nazilerle işbirliği yapma sözü bile verdiler.
Hitler’in iş başına gelişiyle 1939’da savaşın çıkışına kadar geçen sürede yaklaşık 225.000 kişi, siyasal suçlar nedeniyle hapse mahkûm edildi ve ayrıca ‘bir milyon kadar Alman’ın uzun ya da kısa bir süre, toplama kamplarının işkence ve aşağılamalarının’ kurbanı olduğu tahmin edilmektedir.(20)
Istırap çeken yalnızca işçilerin örgütleri değildi. Komünistlere, Sosyal Demokratlara ve sendikalara yönelik saldırısı için büyük iş çevreleri partilerinin –Ulusal Parti ve Halk Partisi– desteğini kazanmış olan Hitler, onlara yöneldi ve kendilerini feshetmelerini ve bir Nazi tek parti devletini kabul etmelerini sağladı. Her türden örgütün – ne denli saygıdeğer ve orta sınıf da olsa bağımsızlığını yok etmek için devlet terörü uyguladı ve avukat grupları, profesyonel dernekler ve hatta izciler bile acı çekti. Eğer herhangi bir örgüt direniş ortaya koyarsa, siyasi polis –Gestapo– daha aktif olan bazı üyelerini toplama kamplarına gönderiyordu. Korku, totaliter politikalara karşı çıkan her türlü sesi susturdu.
Bununla birlikte, Nazi yönetimi, büyük iş çevreleri ve ordunun subay kadrolarıyla doğrudan anlaşma üzerine kuruluydu. Bunlar, Nazi şiddetinin görece dışında kaldılar ve baskı araçlarının ve bütün siyasal hayatın kontrolü Nazilere terk edilirken, kârlarını ya da askeri kapasitelerini arttırma konusunda özgür bırakıldılar. Bir yıl sonra, Hitler kendi korumaları, MS’leri, ‘ikinci bir devrim’den söz eden ve generalleri ve sanayicileri endişelendiren, SA Nazi Komandoları’nın liderini öldürmede kullanınca bu ittifak, ‘Uzun Bıçaklar Gecesi’nde kanla teyit edildi. Buna karşılık onlar da Hitler’in cumhurbaşkanlığını üstlenmesine ve tüm siyasal iktidarı kendi ellerinde toplamasına izin verdiler.
....
1 W S Allen, The Nazi Seizure of Power: The Experience of a Single German Town, 1930-1935 (Chicago, 1965), s. 292.
2 Nazi üyeliklerinin sınıf ve yaşa göre tam bir dökümü, J Noakes ve G Pridham, Nazizm 1919-1945, Volume 1, The Rise to Power 1919-1934 (Exeter, 1983), s. 84-87.
3 Bakınız, örneğin, M H Kele, Nazis and Workers (North Caroline, 1972), s. 210.
4 M Mann, ‘As the Twentieth Century Ages’, New Left Review, 214 (Kasım-Aralık, 1995), s. 110.
5 K Kautsky, ‘Force and Democracy’, çevirisi D Beetham, Marxists in the Face of Fascism (Manchester, 1983), s. 248.
6 R Hilferding, ‘Between the Decisions’, çevirisi D Beetham, Marxists içinde s. 261.
7 W S Allen, The Nazi Seizure of Power, s. 142.
8 A Schweitzer, Big Business in the Third Reich (Bloomington, 1963), s. 107.
9 J Noakes ve G Pridham, Nazizm, s. 94.
10 Hitler’in iktidara gelişini iş çevrelerinin desteğine borçlu olduğu iddiaları karısında genellikle kuşkucu olan H A Turner tarafında da kabul ediliyor; bakınız H A Turner, German Business and the Rise of Hitler (New York, 1985), s. 243.
11 A Schweitzer, Big Business, s. 95.
12 Bakınız, A Schweitzer, Big Business, s. 96-97, 100. Turner önde gelen Ruhr sanayicilerinin, gazete öykülerinin iddialarının aksine, Hitler’e karşı soğuk durduklarını ileri sürmektedir. Ancak Htler’in etkili iş çevreleri topluluklarına konuştuğunu kabul etmektedir. Bakınız, H A Turner, German Business, s. 172.
13 Aktaran, F L Carsten, Britain and the Weimar Republic (Londra, 1984), s. 270-271.
14 Turner bile olayların gelişmesinin bu anlatımını yalanlayamıyor. Başka kaynaklar için bakınız, I Kershaw (drl.), Why Did Weimar Fall? (Londra, 1990) ve P D Stachura, The Nazi Machtergreifung (Londra, 1983). Bütün tezlerin Marksist açıdan bir genel değerlendirmesi için D Gluckstein’ın mükemmel çalıması The Nazis, Capitalism and the Working Class (Londra, 1999), Bölüm 3’e bakınız.
15 J Braunthal, History of the International, cilt II (Londra, 1966), s. 380.
16 Vorwarts akşam baskısı, 30 Ocak 1933, aktaran, örneğin, E B Wheaton, The Nazi Revolution 1933-85 (New York, 1969), s. 223.
17 E Rosenhaft, Beating the Fascists bunun mükemmel bir öyküsünü sunar.
18 Bakınız A Meson, Communist Resistance in Nazi Germany (Londra, 1986), s. 29.
19 Aktaran, J Braunthal, History of the International, s. 383.
20 A Meson, Communist Resistance, s. 61.
Chris Harman, Halkların Dünya Tarihi, Çeviri: Uygur Kocabaşoğlu, Yordam Yayınları, 2013/3, 6. bölüm içinde.
bkz.
video, İngiltere'de Büyük Bunalım, https://www.youtube.com/watch?v=AmDvLY9f82A
Krizin başlarında, Amerikan Birlik Bankası önündeki kuyruk. |
Her iki hükümetin de 1930 yılına gelindiğinde kendilerini yutan krizle nasıl mücadele edecekleri konusunda herhangi bir fikirleri yoktu. Artan işsizlik, sosyal yardım harcamalarının artışı anlamına geliyordu. Azalan sanayi üretimi ise vergi gelirlerinin azalması demekti. Hükümet bütçeleri açık vermeye başladı. Mali istikrarsızlık iki ülkeyi de vurdu – ABD’li bankacılar 1920’lerde Alman ekonomisini destekleyen ‘Dawes Plan’ı kredilerinin geri ödenmesini istediler ve finansçılar sterlinin uluslararası değişim değeri aleyhine kumara başladılar. Ulusal bankaların başkanları, Almanya’da (yönetici sınıfın liberal kesiminin temsilcisi olarak beş yıl önce göreve getirilen) Schacht ve Britanya’da (Baring Bankası ailesinin bir üyesi olan) Montagu Norman; hükümetlerine, işsizlere sosyal yardım sağlayan sigorta fonlarını azaltmalarını söylediler. Hükümetler bu baskı altında dağıldılar. Almanya’da maliye bakanı, bir zamanlar Avusturyalı Marksist iktisatçı ve daha sonra Bağımsız Sosyal Demokrat Rudolf Hilferding, durumla başa çıkamadı ve hükümet 1930 başlarında düştü. Britanya’da MacDonald’ın maliye bakanı Philip Snowden, İşçi Partisi’ni terk ederek ulusal bir hükümette Muhafazakârlara katıldı.
Ekonomik kriz Britanya’da, [bkz. video]Almanya ve ABD’den daha az şiddetliydi. Britanya sanayiinin imparatorluk nedeniyle hâlâ büyük pazarlara ayrıcalıklı bir ulaşımı söz konusuydu. Fiyatlar ücret ve maaşlardan daha hızlı düştü ve kuzeyin, İskoçya’nın ve güney Galler’in eski sanayi bölgelerinde işsizler sıkıntı çekerken, orta sınıf bu durumdan yararlandı bile. Ulusal hükümet kamu sektöründeki işsizlik ödemelerini ve maaşları kıstı; işsizler arasında isyanları, donanmada kısa süreli bir isyanı ve öğretmenler gibi gruplar arasında öfkeyi kışkırttı. Ama krizi kolaylıkla atlattı; morali bozulmuş İşçi Partisi’ne 1931 ve 1935 genel seçimlerinde dayak attı ve Britanya kapitalizminin belli başlı kesimlerini bu krizden çıkmanın bir yolu bulunduğu konusunda ikna etti. 1933 ve 1934 yıllarında Oswald Mosley’in, faşizmin Britanya varyantını desteklemeye hazır olan yönetici sınıfın belirli kesimleri (örneğin gazetesi Daily Mail’in ‘Kara Gömleklilere Hurra!’ diye adice açıklamalar yaptığı Rothermer ailesi) 1936’ya gelindiğinde genellikle bu tutumu terk ettiler.
Almanya’da işler çok farklıydı. İşsizlik Britanya’dakinden yüzde 50 daha fazlaydı ve de orta sınıfın büyük kesimi ileri derecede yoksulluk çekiyordu. Kriz Adolf Hitler’in Nasyonal Sosyalist (ya da Nazi) Partisi’ne büyük bir destek dalgası yarattı. Oyları 810.000’lerden 1930’da altı milyonun üzerine ve Temmuz 1932’de de toplam oyların yüzde 37,3’üne yükselerek ikiye katlandı. Ama Naziler yalnızca (ya da esas itibariyle) bir seçmen partisi değildi. Onların örgütlenmelerinin çekirdeğinde, sayıları 1930 sonlarında 100.000 ve 1932 ortalarında 400.000’i bulan paramiliter sokak savaşçıları –SA ya da Nazi Komando Örgütü üyesi/ Kahverengi Gömlekliler– yer alıyordu. Bu silahlı çeteler toplumsal bunalımın sorumlusu olarak suçladıkları, bir uçta sözde ‘Yahudi’ finans kapital, öte yanda sözde ‘Yahudi’, ‘Marksist’ işçi sınıfına karşı mücadeleye kendilerini adamışlardı. Nazizmi ve faşizmi, yerleşik burjuva partilerinden farklı kılan, sokakların kontrolü ve tüm öteki örgütlerin fethedilmesi için savaşmaya hazır olan işte bu silahlı gücün varlığıydı.
Bu türün ilk başarılı örgütlenişi İtalya’da 1920’den sonra Mussolini tarafından yaratılmıştı. Bunun üyeleri, Yahudi karşıtlığından daha ziyade, güçlü bir milliyetçi ideolojiyle birbirlerine bağlıydılar. (1920’lerin ortalarında Roma belediye başkanı gibi kimi üyeleri Yahudiydi ve Yahudi karşıtlığı 1930’ların sonlarında Hitler’le ittifak kuruluncaya kadar faşist ideolojinin bir özelliği değildi.) Ama diğer açılardan Hitler’in izleyeceği yolu Mussolini aydınlatmıştı.
Hitler’in partisi, Fransızların Ruhr’u işgal ettiği ve büyük enflasyonla gelen 1923 kriz yılında ilk kez önem kazandı. Parti, sağ terör örgütleri, Yahudi karşıtı gruplar ve eski Freikorps üyelerinin Bavyera şehri Münih’te bir araya gelen çevresinin merkezi oldu. Ancak Kasım 1923’te şehirde iktidarı ele geçirme girişimi hazin bir şekilde başarısız oldu ve kriz koşulları ortadan kalkınca parti düşüşe geçti. 1927-28’e gelindiği zaman Hitler’in partisi, birkaç bin üyesi ve sürekli kavga eden liderliğiyle oy sandığında marjinal bir güçtü. Daha sonra dünya bunalımının patlak vermesi partiye muazzam bir atılım kazandırdı.
Giderek artan sayıda insan, ‘ılımlı’ burjuva partilerinden Hitler’e akın ettiler, zira kriz sırasında destek olan bu hükümetler, yalnızca işçileri değil fakat kendi orta sınıf destekçilerinin de çoğunu yoksulluğa ve iflasa sürüklüyordu. Örneğin küçük Thalburg kasabasında üç yıl içinde Nazi oyları, diğer burjuva partilerinin aleyhine olarak, 123’ten 4.200’e fırladı.(1)
İtalyan faşistleri gibi Naziler de orta sınıfın bir partisiydi. Hitler iktidara gelmeden önceki üyelerin büyük bir kısmı serbest çalışanlar (yüzde 17,3), beyaz yakalı işçiler (yüzde 20,6) ya da memurlardı (yüzde 6,5). Bütün bu gruplar Nazi Partisi’nde, genel nüfus içinde olduklarından yüzde 50 ve 80 daha fazla temsil ediliyorlardı ve hepsi, bugünkünden farklı olarak, toplumsal olarak çok daha ayrıcalıklı kabul ediliyorlardı. Genel nüfus içindeki oranlarından yaklaşık yüzde 50 daha az oranda da olsa, Nazilere katılan işçiler de oldu.(2) Naziler işçi sınıfından biraz oy aldılar. Ancak bunların çoğu, savaştan hemen sonraki sendikalaşma girişimlerinin kırıldığı ve işçi sınıfı politikası geleneğinin hiç mevcut olmadığı doğu Prusya gibi bölgelerin tarım işçilerinin; orta sınıfın etkisinin en güçlü olduğu küçük kasabalardaki işçilerin ya da atomize olmuş ve Nazi ya da özellikle Nazi Komando Örgütleri’ne üye olmanın sağlayacağı yararların cazibesine kapılmış işsizlerin oylarıydı.(3) Bu durum, örneğin ‘araştırmalar Nazi oylarıyla sınıf arasında yalnızca çok düşük bir korelasyon olduğunu gösteriyor’ diyen, Michael Mann’ın yaptığı gibi, Nazilerin orta sınıf özelliğini inkâr etmenin saçmalığını gösteriyor.(4)
Ama orta sınıflar, niçin solun değilde, Nazilerin cazibesine kapılmıştı? Bu kısmen on yıllar süren anti-sosyalist telkinlerle ilgiliydi. Serbest çalışanlar ya da beyaz yakalı işçiler, bedeniyle çalışan işçilere üstün oldukları inancıyla yetiştirilmişlerdi ve kriz derinleşirken işçi kitlesinden kendilerini ayıran şeye sıkıca tutunmak istiyorlardı. Hükümetlere ve finansçılara duydukları öfke, kendilerinin altındaki işçi kitlesinden duydukları korkuya eşitti. Bununla birlikte bu durum onların pek çoğunun, 1918-1920 devrim döneminde, bir tür sosyalist değişimin kaçınılmaz olduğu düşüncesine razı olmalarını engellememişti.
Bu durumdaki diğer etken, solun kendisinin davranışıydı. Alman Sosyal Demokratları, İtalyan seleflerinin deneyiminden hiçbir şey öğrenmemişlerdi. Bunun yerine, bıktırıncaya kadar (ad nauseam) ‘Almanya İtalya değildir’ diye tekrarlamışlardı. 1927’de Kautsky, bu noktada ısrar ediyor, ileri bir sanayi ülkesinde faşizmin, ‘kapitalist amaçlara hizmet etmeye hazır büyük sayılarda lümpen unsurları yakalamada’ İtalya’daki başarısını asla tekrarlayamayacağını iddia ediyordu.(5) Hilferding, Ocak 1933’te Hitler iktidara geçmeden birkaç gün önce hâlâ aynı mesajı tekrarlıyordu. Alman anayasasına dayanarak, Sosyal Demokratların Nazileri ‘legalite’ alanına zorladıklarını ve Cumhurbaşkanı Hindenburg’un bir önceki yaz hükümet kurma talebini reddetmiş olmasının gösterdiği gibi bunun onların yenilgisine yol açacağını söylüyordu. ‘İtalyan trajedisinden sonra Alman farsı geliyor…” diyor, “bunun faşizmin yıkılışını gösterdiğini’ iddia ediyordu.(6)
Anayasacılık üzerine yapılan vurgu Sosyal Demokrat liderleri, kendileri 1930’da hükümeti terk ettikten sonra ağırlaşan krizde işbaşında olan, birbirini izleyen hükümetlere karşı bir ‘hoşgörü’ politikası izlemeye yöneltmişti. Önce Brüning, sonra von Papen ve son olarak da Schleicher’in liderliğindeki bu hükümetler parlamentoda çoğunluk desteği olmadan yönettiler ve cumhurbaşkanına açık kararnamelere dayandılar. Aldıkları önlemler işçi sınıfının ve alt orta sınıfın koşullarına saldırı niteliğinde oldu –Brüning’in bir kararnamesi ücretlerde yüzde on kesinti getiriyordu– ama ekonominin kötüye gidişini ve onunla birlikte gelen güçlükleri önleyemedi. Sosyal Demokratlar uyguladıkları ‘hoşgörü’ politikasıyla, aslında, sunabilecekleri tek şeyin zorluk ve açlık olduğunu söylüyorlardı. Eski burjuva partilerini terk edenlerin desteğini elde etmeleri için meydanı Nazilere bıraktılar.
Sosyal Demokratlar, önünden çekilerek, Hitler’in işlerini kolaylaştırmış görünüyorlardı. Çeşitli türden savunma örgütleri, sosyalist spor kurumlarından ve gençlik örgütlerinden gelen gençler ve militanlardan oluşan Reichsbanner’i kurdular. Bunun yüz binleri harekete geçirme potansiyeli vardı. Ne ki yalnızca savunma amaçlı olduğunu ve yalnızca hiçbir zaman gelmeyen bir anda, Nazilerin anayasayı delmeleri halinde kullanılabileceğinde ısrar ettiler. Ayrıca Prusya devlet yönetimini ve büyük ve iyi silahlanmış bir polis gücünü kontrol ediyorlardı. Berlin’de 1929’da Komünistlerin yönetimindeki 1 Mayıs gösterilerine ateş açmak için polisi kullandılar ve 25 kişiyi öldürdüler; 1930 ve 1931’de Prusya’nın her yerinde Nazilerin gösterilerini yasakladılar. Ancak onların bu anayasacılığı, 1932 yazında Nazi tehdidi yüksek bir noktaya ulaştığında, onları bu silahı terk etmeye yöneltti. O yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendi adlarına bir aday çıkarmadılar ve destekleyicilerini yaşlı Hindenburg’a oy vermeye zorladılar ve bu Hindenburg, gizli gizli Hitler’le görüşen von Papen’le anlaşarak Prusya’daki Sosyal Demokrat hükümeti düşüren bir kararname yayınlayarak onlara hizmetlerini ödedi. Sosyal Demokratlar uysal bir şekilde buna boyun eğdiler ve Nazizme karşı en güçlü siper olduğunu söyledikleri şeyi terk ettiler. SA komandoları şimdi açıkça yürüyüşler yapmak, hayatı bu kadar zor yapan koşulları nasıl olsa ortadan kaldıracak dinamik ve çok güçlü bir hareket imajı yaratmak ve muhalefeti sokaklardan uzaklaştırmak için serbest kaldılar. İnsanların o zamana kadar tanıdığı en kötü bunalım karşısında Sosyal Demokratların hareketsizliği kadar büyük bir çelişki olamazdı.
Sosyal Demokrat eylemciler arasındaki şaşkınlık boşuna değildi. Nazizmin Thalburg kasabasındaki yükselişini yazan tarihçinin belirttiği gibi 1933 başında Sosyal Demokratların:
…pek çokları Nazilerin yönetimi ele geçirmesini bekliyordu. Savaşmayı planlıyorlardı ama artık ne için savaşılacağı o kadar açık değildi. General von Schleicher’in ya da von Papen’in cumhuriyeti için mi? Cumhurbaşkanlığı kararnameleri altında bir demokrasi için mi? Puslu 1933 Ocak’ında Thalburg SPD’si hiçbir toplantı yapmadı, hiçbir konuşmaya destek olmadı. Söyleyecek ne kalmıştı ki?(7)
Sosyal Demokratların hareketsizliği meydanı Nazilere bırakmıştı. Ama Naziler basitçe onların seçim desteğinin sırtına binerek iktidara gelemezlerdi. Serbest seçimlerdeki en yüksek oy oranları yüzde 37,1 olmuştu ve 1932’nin Temmuz’uyla Kasım’ı arasında fiilen iki milyon oy kaybetmişlerdi. Hitler şansölye (başbakan) iken ve muhalefetin kitlesel olarak sindirildiği durumda bile, Mart 1933 seçimlerinde oyların yalnızca 43,9’unu almışlardı. 1932 sonlarında Goebbels, günlüğünde, Nazilerin iktidarı ele geçirememesinin saflarda moralsizliğe yol açtığından ve binlercesinin ayrıldığından şikâyet ediyordu.
İktidarı Nazilere veren şey, Alman yönetici sınıfının baş temsilcilerinin bunu ona sunma kararıydı. Büyük iş çevrelerinin kimi kesimleri uzun süredir Nazilere para veriyor ve onları sola ve sendikalara karşı bir denge unsuru olarak görüyordu. Gazete baronu Hugenburg, ‘ilk yıllarda … Hitler’in mali açmazlarını rahatlatmıştı’.(8) 1931 yılına gelindiğinde, Ruhr’un önde gelen sanayicilerinden Fritz Thyssen, ‘keskin bir Nazi destekçisiydi’(9) ve eski ulusal banka şefi Schacht sempatizandı.(10)
Ancak 1932’ye kadar Alman kapitalizminin temel kesimleri, az ya da çok doğrudan kendi kontrolleri altında olan iki partiyi desteklemişlerdi: büyük sanayiciler (savaş öncesi Ulusal Liberal Parti’nin devamı olan) Alman Halk Partisi’ni ve Hugenburg ve büyük toprak sahipleri Alman Ulusal Partisi’ni desteklemişlerdi. Bunlar Nazi partisine güvenmiyorlardı çünkü, onun saflarındaki pek çok yoksullaşmış orta sınıf mensubu –ve liderlerinin bir kısmı– yalnızca işçilerin Marksist örgütlerine saldırmakla kalmıyor fakat aynı zamanda büyük iş çevrelerine yönelik bir ‘ulusal devrim’ çağrısı yapıyorlardı.
Dünya bunalımı kârlarına zarar vermeye başlayınca sermayenin çeşitli kesimlerinin görüşleri değişmeye başladı. Bunlar ayrıca Hitler’in ortaya koyduğu politikaya pek çok açıdan yakındılar. Hitler’i finanse etmeyen ve kendilerinden bağımsız olarak yoksullaşmış orta sınıflar arasında gelişmiş olan bir harekete güven duymayan sanayicilerin çoğunluğu bile, Nazileri kendi amaçları için kullanabileceklerini hissetmeye başladılar. Bir çalışmanın vardığı sonuca göre: Bunalımın artan ciddiyeti üst sınıfın liderlerinin pek çoğunu, Versailles Antlaşması’nın bertaraf edilmesi, savaş tazminatlarının iptal edilmesi ve depresyonun alt edilmesinden önce, emeğin gücünün kırılması gerektiğine ikna etmişti… 1931 yazında büyük iş çevrelerinin liderleri, Weimar Cumhuriyeti’nin, ‘bir onursuzluk sistemi’ olarak nitelenmesini benimsemişler ve ‘ulusal diktatörlüğe’ çağrı yapmışlardı.(11)
Bu tür görüşler, Ruhr’lu sanayiciler, büyük toprak sahipleri ve silahlı kuvvetlerdeki subay kadrolarının büyük çoğunluğunca paylaşılıyordu. Bunlar Hitler’in ortaya koyduğu politikaya da pek çok açıdan yakındılar. Bu yakınlık Hitler, ‘ulusal devrim’ görüşünün en hararetli savunucusu Otto Strasser’i kovunca; Milliyetçi Parti, Halk Partisi ve sanayici ve toprak sahibi gruplarla 1931 Eylül’ünde Harzburg’da bir toplantıya katılıp daha sonra da Ocak 1932’de, ‘Ruhr sanayiinin liderlerine hitap edince’ daha da arttı.(12)
Sanayicilere, Hitler’in onların çıkarlarına zarar vermeyeceği konusunda artan garantiler veriliyordu ve bu arada kimileri onun SA komandolarını işçi hareketini ezmekte yararlı bir araç olarak görüyordu. 1932 sonbaharına gelindiğinde sanayicilerin çoğu, hükümetin istediği politikaları izleyecek ve işçi sınıfı direnişini kıracak kadar güçlü olması için Nazilerin de hükümette yer alması gerektiğine inanmışlardı. Ancak Nazi varlığının tam olarak ne kadar önemli olacağı konusunda hâlâ aralarında bölünmüşlerdi. Çoğunluk temel görevlerin eski burjuva partilerinde, von Papen gibi, güvendikleri politikacıların ellerinde olmasını istiyordu. Yalnızca bir azınlık o sıralar Hitler’in başa geçirilmesinde ısrar ediyordu. Onların tutumu, Hitler’in bir bekçi köpeği gibi mülkiyetlerini koruması ve herhangi bir bekçi köpeği gibi sıkı bir zincir altında tutulması yönündeydi. Ama Hitler bunu kabul etmeyecek ve büyük iş çevrelerinin havası, askeri şef von Schleicher’in hükümetinin ihtiyaçlarını karşılamakta başarısız kalmasıyla değişmeye başlayacaktı. Seçkin sanayicilerin pek çoğu, o arsız konuşmasıyla kendini beğenmiş eski onbaşıya meraklı olmasa da, yalnızca onun burjuva istikrarını yerine getirebilmek için gerekli güçlere egemen olduğunu kabul etmeye başlıyordu. Von Papen’in kendisi, bir bankerin evinde Hitler’le bir toplantı yaptı. Birkaç gün sonra Britanya büyükelçisine, ‘Eğer Hitler hareketi çöker ya da ezilirse, bunun bir felaket olacağını, her şeye rağmen Nazilerin Komünizme karşı elde kalan son siper olduğunu’ söylüyordu.(13)
Hitler’in, Schacht ve Thyssen gibi büyük toprak sahibi ve yerleşik iş çevrelerinden destekçileriyle yüksek askeri komuta kademesi, Hitler’i şansölye olarak atamak suretiyle krizi çözme konusunda Cumhurbaşkanı Hindenburg’a baskı yapmaya başlamışlardı. Von Papen kendi ağırlığını ve ona güvenen ağır sanayi çıkarlarının ağırlığını bu baskıdan yana koydu. Sanayinin hâlâ kuşkuları olan belirli kesimleri vardı ama bu çözüme bir direnç göstermediler ve bir kez Hitler iktidara gelince parlamentodaki konumunu yükseltmek (ve Nazi saflarındaki krizi çözmek) için, gitmek istediği seçimi finanse etmeye oldukça gönüllü oldular.(14) Hitler, Alman büyük iş çevrelerinin kimi kesimlerinin acil siyasal tercihlerine karşı da olsa, orta sınıfların kitlesel hareketini örgütlemeyi başaramamış da olsa, bir şey yapabilecek durumda değildi. Ancak işin sonunda, büyük iş çevreleri, onun iktidara gelmesinin devam eden siyasal istikrarsızlıktan daha iyi – ve kuşkusuz onun çökerek Alman siyasetinin sola kaymasından çok daha iyi, olacağı sonucuna vardılar.
Hitler 31 Ocak 1933’te göreve geldi. Sosyal Demokratların pek çok destekçisi savaşmak istedi. Braunthal, ‘…Alman işçilerinin direnme iradesinin en etkili gösterileri’nden söz eder:
30 Ocak gününün öğleden sonrası ve akşamı Alman şehirlerinde işçilerin kendiliğinden ve şiddetli gösterileri oldu. Ülkenin her tarafındaki fabrikalardan gelen delegeler aynı gün savaş emri beklentisi içinde Berlin’e ulaştılar.(15)
Bununla birlikte SPD liderleri Hitler’in ‘anayasal’ olarak iktidara geldiğine ve SPD taraftarlarının hiçbir şey yapmaması gerektiğine karar verdiler! Günlük gazeteleri Vorwarts, ‘Hükümetin ve onun coup d’etat tehditleri karşısında Sosyal Demokratlar ve Demir Cephesi, sağlam bir şekilde anayasa ve meşruiyet zemininde durmaktadır’ diye kendilerini övdüler.(16) Parti çabalarını, yeni rejime ‘zamansız’ bir direnişi önlemeye harcadı. Sosyal Demokrat Parti’nin sıradan üyelerinin direnme arzusu önceki üç yılda Komünist Parti’nin kullanabileceği bir duyguydu. Ama onun liderleri, 1929’dan ta 1933’e kadar Sosyal Demokrat liderlerden Nazileri durdurabilmek için bir birleşik cepheye katılmalarını talep etmeyi, ya aptallıktan ya da Stalin’e olan riayetten reddettiler. Bu politika hakkında kuşkuları olan bireyler etkili pozisyonlardan uzaklaştırıldılar. En büyük saçmalık 1931 yazında görüldü. Naziler, Prusya’da Sosyal Demokrat hükümeti uzaklaştırmak için bir referandum düzenlediler ve Komünist liderler, Stalin’in emriyle, bunun bir ‘Kızıl Referandum’ olduğunu ilan ettiler ve üyelerine ‘evet’ oyu için kampanya yapmalarını bildirdiler! Nazilere karşı direniş için yüzünü Komünistlere dönmüş, Sosyal Demokrat tabanın önünü kesmek amaçlı bundan daha kapsamlı bir adım düşünülemezdi.
Bu Komünistlerin, kimi zaman iddia edildiği gibi, Nazilerin bir tür müttefiki oldukları anlamına gelmez. Berlin gibi yerlerde Komünist gruplar, Nazileri geri püskürtebilmek için günlerce her şeyi göze alan sokak savaşları verdiler.(17) Ama bunu çok daha geniş bir destek zemininden kopuk olarak yaptılar.
Sosyal Demokratların korkaklığı gibi, Komünist liderlerin divaneliği Hitler işbaşına geldikten sonra da devam etti. İtalya’da olanlardan ders almamışlardı ve Nazilerin iktidardaki herhangi bir burjuva hükümeti gibi hareket edeceğine inandılar. Nazi diktatörlüğünün esasen istikrarsız ve muhtemelen kısa ömürlü olacağında ısrar ettiler.(18) Sloganları ‘Hitler’den sonra, biz’di. Moskova’da parti gazetesi Pravda ‘Alman Komünist Partisi’nin yükselen başarılarından’ söz ediyor; bu arada eski Sol Muhalefetçiler’den şimdi tamamıyla Stalin’in emri altında olan Radek, Izvestia’da, Naziler için, ‘Marne’daki yenilgi gibi bir yenilgi’den söz ediyordu.(19)
Bu bakış açısıyla uyumlu olarak Almanya’daki Komünist eylemcilere, kitleye yönelik broşürlerle ve yeni hükümete yönelik dilekçelerle saldırıyı sürdürmeleri söyleniyordu. Ama Hitlercilik, öteki burjuva hükümetlerinden tam da bu noktada ayrılıyordu çünkü arkasında, işçi sınıfı direnişinin her unsurunu ezmeye hazır, militanları avlayan, işverenlerin sendikalı eylemcileri işten atmasını sağlayan ve rejime muhalif olan merkezleri yok etmek için gizli polisle işbirliği yapan geniş bir destekçi kitlesi vardı. Bir dilekçeyi imzalayan herhangi birisi, SA’larca dövülüyor ve polisçe toplanıyordu.
Birkaç gün içersinde Nazilerin paramiliter güçleri devlet makinesiyle bütünleşti. SA Nazi Komandoları ve polis, işçi sınıfı partilerine eziyet etmek için birlikte çalıştı. Daha sonra, 27 Şubat’ta Naziler, Reichstag’daki bir yangını, Komünist Parti’yi kapatmak, basınını susturmak ve 10.000 kadar üyesini toplama kamplarına sürüklemek için bahane olarak kullandılar.
Sosyal Demokrat liderlerin aptalca korkaklığı sonuna kadar devam etti. Komünistlere yönelik baskının kendilerine dokunmayacağına inandılar ve yeraltı direnişinden söz eden üyelerini partiden attılar. Sendika liderleri, 1 Mayıs’ı bir ‘ulusal emek günü’ne dönüştürmek için Nazilerle işbirliği yapma sözü bile verdiler.
Hitler’in iş başına gelişiyle 1939’da savaşın çıkışına kadar geçen sürede yaklaşık 225.000 kişi, siyasal suçlar nedeniyle hapse mahkûm edildi ve ayrıca ‘bir milyon kadar Alman’ın uzun ya da kısa bir süre, toplama kamplarının işkence ve aşağılamalarının’ kurbanı olduğu tahmin edilmektedir.(20)
Istırap çeken yalnızca işçilerin örgütleri değildi. Komünistlere, Sosyal Demokratlara ve sendikalara yönelik saldırısı için büyük iş çevreleri partilerinin –Ulusal Parti ve Halk Partisi– desteğini kazanmış olan Hitler, onlara yöneldi ve kendilerini feshetmelerini ve bir Nazi tek parti devletini kabul etmelerini sağladı. Her türden örgütün – ne denli saygıdeğer ve orta sınıf da olsa bağımsızlığını yok etmek için devlet terörü uyguladı ve avukat grupları, profesyonel dernekler ve hatta izciler bile acı çekti. Eğer herhangi bir örgüt direniş ortaya koyarsa, siyasi polis –Gestapo– daha aktif olan bazı üyelerini toplama kamplarına gönderiyordu. Korku, totaliter politikalara karşı çıkan her türlü sesi susturdu.
Bununla birlikte, Nazi yönetimi, büyük iş çevreleri ve ordunun subay kadrolarıyla doğrudan anlaşma üzerine kuruluydu. Bunlar, Nazi şiddetinin görece dışında kaldılar ve baskı araçlarının ve bütün siyasal hayatın kontrolü Nazilere terk edilirken, kârlarını ya da askeri kapasitelerini arttırma konusunda özgür bırakıldılar. Bir yıl sonra, Hitler kendi korumaları, MS’leri, ‘ikinci bir devrim’den söz eden ve generalleri ve sanayicileri endişelendiren, SA Nazi Komandoları’nın liderini öldürmede kullanınca bu ittifak, ‘Uzun Bıçaklar Gecesi’nde kanla teyit edildi. Buna karşılık onlar da Hitler’in cumhurbaşkanlığını üstlenmesine ve tüm siyasal iktidarı kendi ellerinde toplamasına izin verdiler.
....
1 W S Allen, The Nazi Seizure of Power: The Experience of a Single German Town, 1930-1935 (Chicago, 1965), s. 292.
2 Nazi üyeliklerinin sınıf ve yaşa göre tam bir dökümü, J Noakes ve G Pridham, Nazizm 1919-1945, Volume 1, The Rise to Power 1919-1934 (Exeter, 1983), s. 84-87.
3 Bakınız, örneğin, M H Kele, Nazis and Workers (North Caroline, 1972), s. 210.
4 M Mann, ‘As the Twentieth Century Ages’, New Left Review, 214 (Kasım-Aralık, 1995), s. 110.
5 K Kautsky, ‘Force and Democracy’, çevirisi D Beetham, Marxists in the Face of Fascism (Manchester, 1983), s. 248.
6 R Hilferding, ‘Between the Decisions’, çevirisi D Beetham, Marxists içinde s. 261.
7 W S Allen, The Nazi Seizure of Power, s. 142.
8 A Schweitzer, Big Business in the Third Reich (Bloomington, 1963), s. 107.
9 J Noakes ve G Pridham, Nazizm, s. 94.
10 Hitler’in iktidara gelişini iş çevrelerinin desteğine borçlu olduğu iddiaları karısında genellikle kuşkucu olan H A Turner tarafında da kabul ediliyor; bakınız H A Turner, German Business and the Rise of Hitler (New York, 1985), s. 243.
11 A Schweitzer, Big Business, s. 95.
12 Bakınız, A Schweitzer, Big Business, s. 96-97, 100. Turner önde gelen Ruhr sanayicilerinin, gazete öykülerinin iddialarının aksine, Hitler’e karşı soğuk durduklarını ileri sürmektedir. Ancak Htler’in etkili iş çevreleri topluluklarına konuştuğunu kabul etmektedir. Bakınız, H A Turner, German Business, s. 172.
13 Aktaran, F L Carsten, Britain and the Weimar Republic (Londra, 1984), s. 270-271.
14 Turner bile olayların gelişmesinin bu anlatımını yalanlayamıyor. Başka kaynaklar için bakınız, I Kershaw (drl.), Why Did Weimar Fall? (Londra, 1990) ve P D Stachura, The Nazi Machtergreifung (Londra, 1983). Bütün tezlerin Marksist açıdan bir genel değerlendirmesi için D Gluckstein’ın mükemmel çalıması The Nazis, Capitalism and the Working Class (Londra, 1999), Bölüm 3’e bakınız.
15 J Braunthal, History of the International, cilt II (Londra, 1966), s. 380.
16 Vorwarts akşam baskısı, 30 Ocak 1933, aktaran, örneğin, E B Wheaton, The Nazi Revolution 1933-85 (New York, 1969), s. 223.
17 E Rosenhaft, Beating the Fascists bunun mükemmel bir öyküsünü sunar.
18 Bakınız A Meson, Communist Resistance in Nazi Germany (Londra, 1986), s. 29.
19 Aktaran, J Braunthal, History of the International, s. 383.
20 A Meson, Communist Resistance, s. 61.
Chris Harman, Halkların Dünya Tarihi, Çeviri: Uygur Kocabaşoğlu, Yordam Yayınları, 2013/3, 6. bölüm içinde.
bkz.
video, İngiltere'de Büyük Bunalım, https://www.youtube.com/watch?v=AmDvLY9f82A
10 Nisan 2017 Pazartesi
II. Dünya Savaşı’nda Türkiye
İtalya’nın 7 Nisan 1939’da Arnavutluk’u işgal etmesi, tehlikeyi Türkiye’nin güvenlik sahasına taşıdı. On İki Ada’yı elinde bulunduran İtalya’nın Balkanlara doğru yayılma eğilimi, Türkiye’de ciddi endişeye neden oldu. Bu durum Türkiye, İngiltere ve Fransa’yı birbirine yaklaştırdı. Türkiye aynı anda da SSCB ile dostluğunu sürdürmek istiyordu. 23 Ağustos 1939’da Almanya ile SSCB’nin imzaladıkları Dostluk ve Saldırmazlık Paktı’yla Doğu Avrupa’yı aralarında paylaşmaları Türkiye’yi bir yol ayrımına getirdi. SSCB, Türk Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu’nu Moskova’ya davet etti. Saracoğlu’nun amacı Türkiye, İngiltere ve Fransa arasında imzaya hazır hâle gelmiş olan ittifak ile Türk-Sovyet dostluğu arasında bir bağlantı kurmaktı. SSCB’nin hedefi ise Montrö Sözleşmesi’nin Boğazların geçiş statüsünü kendi lehine değiştirilmesini sağlamak, Boğazlar üzerinde söz ve kontrol sahibi olmaktı. Bu nedenle görüşmeler sonuçsuz kaldı. Sovyetlerle anlaşma mümkün olmayınca Türkiye 19 Ekim 1939’da Ankara’da İngiltere ve Fransa ile üçlü bir ittifak imzaladı. Buna göre bir Avrupa devletinin saldırması ile başlayan ve İngiltere ile Fransa’nın da katılacakları bir savaş Akdeniz’e sıçradığı takdirde Türkiye, İngiltere ve Fransa’ya yardım edecekti. Bu antlaşmanın Türkiye’ye getirdiği sorumluluklar, İngiltere ve Fransa’nın taahhüt ettiği yardımların yapılmasına bağlandı. Antlaşmaya koyulan bir ek maddeyle Türkiye kendisini SSCB ile savaşa girmek zorunda bırakacak bir yükümlülükten muaf tutuldu.
1941 yılında Almanların Balkanlar’da ilerlemeleri, Yunanistan’ı işgal etmeleri ve Bulgaristan’ın mihver devletleri yanında savaşa girmesi, savaş tehlikesini Türkiye sınırlarına kadar dayandırdı. Bu gelişmeler üzerine Türkiye başta İstanbul olmak üzere bazı şehirlerde sıkı yönetim ilan edip, Trakya’ya asker yığdı ve sınır boyunca güvenlik tedbirleri aldı. Türk Dışişleri ‘’Türkiye, toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına karşı yapılacak her saldırıya silahla karşı koyacaktır.’’ diyerek Türk topraklarına saldırması hâlinde Almanya’ya karşı savaşacağını açıkça belirtti. Adolf Hitler, 1 Mart 1941’de Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye bir mektup göndererek Almanya’nın Türkiye’ye karşı saldırgan emelleri olmadığını ve Alman ordularının Türk sınırından 60 km. uzakta kalacağını bildirdi. Bu gelişmelerden sonra Almanya, Türkiye ile İngiltere’nin yakınlaşmasını önlemeye çalıştı. 18 Haziran 1941’de Almanya’yla Türkiye arasında bir saldırmazlık paktı imzalandı. 22 Haziran’da Alman ordularının SSCB üzerine saldırıya geçmesiyle Türkiye üzerindeki baskı azaldı.
SSCB 1942 Kasım’ında Alman ilerleyişini Stalingrad’da durdurup savaşta üstün duruma geçtikten sonra, Türkiye’ye karşı sert bir politika izlemeye başladı. Türkiye’nin savaş dışı politikası ilişkileri gerginleştirdi. Almanya’nın yenilgisi, Türkiye üzerindeki Alman tehlikesini kaldırmış ama bunun yerini Sovyet tehlikesi almıştı.
Almanların Kasım 1942’de Stalingrad’da yenilmesinden sonra müttefiklerin Türkiye üzerindeki beklentileri arttı. Churchill’de, 1943 ilkbaharında Türkiye’nin savaşa girmesinin zamanı geldiğine inanıyordu. Ona göre Türkiye’nin savaşa katılması, Almanya’ya karşı Balkanlarda bir cephe açılmasını sağlayacaktı. Stalin ise ‘’Türkiye’nin baharda bizim tarafımızda savaşa katılması için mümkün olan her şeyin yapılması arzu edilir. Hitler ve suç ortaklarının yenilgilerinin hızlandırılması için bu çok önemlidir.’’ Diyerek aynı düşünceyi paylaşıyordu.
Churchill, bu amaca yönelik olarak 30 Ocak 1943’te Adana’ya geldi. Churchill, İsmet İnönü’den Almanlara karşı Balkanlarda olabilecek bir harekâta katılmasını ve Türkiye’deki hava ve deniz üslerinden yararlanılması isteğinde bulundu. Ancak Türkiye, Almanya’nın yenilmesiyle daha da güçlenecek olan Sovyet Rusya’ya güvenmemekteydi. Asıl önemlisi Türk ordusunun savaş araç ve gereçleri, Almanya ile savaşacak düzeyde değildi. İngiltere, konferans sonunda Türkiye’nin askerî ihtiyaçlarının Hükümet savaş ihtimaline karşı ilk aşamada sivil halkı ve şehirleri koruyucu birtakım tedbirler aldı. Bu düşünce ile 15 Kasım 1940’ta İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde geceleri karartma yapılmasına geçildi. Karartma, sokakların aydınlatılmaması ve binalardan dışarıya ışık sızdırılmaması şeklinde uygulandı. Öte yandan büyük bir stratejik önem taşıyan Boğazlar çevresinde bulunan Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, İstanbul, Çanakkale ve Kocaeli’de sıkı yönetim ilan edildi. Bu altı ildeki sıkıyönetim uygulaması II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar sürmüştür. Aşağıdaki resimde İnönü ve Churchill Adana’da tespit edilerek müttefik devletlerce yapılacak yardımın artırılmasına karar verildi. Böylece Türkiye, müttefiklere yakınlaşmakla beraber savaş dışında kalmayı başardı.
İnönü ve Churchill Adana’da Görüşürlerken |
6 Mayıs 2016 Cuma
Trump and Hitler, an apt comparison?
I'm going to open this post with a quote from Bernie Sanders:
"A nation cannot be called impotent as long as it is able to produce the minds that are necessary to solve the problems crying out for solution. We can measure the greatness of a people by the minds it produces. That, too, is a value, but only when it is recognized as a value. If a nation has the ability to produce great minds a thousand times over, but has no appreciation for the value of these minds and excludes them from its political life, these great minds are of no use."
A powerful quote from a great mind, except actually it's a HITLER QUOTE! Only slightly modified to make you think Bernie might have said it! *EVIL LAUGHTER* Bernie supporters really love HITLER! I've used the power to pluck a quote entirely out of its context, tweak it, and post it to fool you mere cretins who support Senator Sanders!
This is the sort of story I see now repeatedly which, in its many forms, attempts to link Donald Trump, Trump's current voter appeal, or Trump's statements into some sort of Hitler clone. For example:
So although I'm not a "history teacher" I would like to point out that, first, slapping Trump's head on a classic Hitler pose does not a compelling image make. Furthermore I checked - Hitler is not anti-immigrant. Really, he doesn't speak on it often, because immigration was not a major issue for Germany in the 1930s. Hitler did stand in opposition to Communism, violently opposed to it, but that is a far more complex battle than the above text implies. One of the groups the Nazi party opposed in Germany was the German Communist Party, which also was the party that most often matched the Nazis in the late 1930s in seats in the German parliament. So this would be a comparable moment if you actually had in the United States some sort of "Muslim Terrorism Party" that ran against the Republicans and controlled about half the United States House of Representatives regularly.
Which of course also fails as a comparison because the German parliament was nothing like the United States Congress - being based on a Parliamentary model of organization it was closer to the British Parliament. (Variable elections based on the ability of the government to pass legislation versus fixed terms of service.)
This is Hitler - when Hitler was rising to power in the early 1930s he did it on the back of a massive economic implosion (no the recent Great Recession is not the same), and he did it leading a people still psychologically recovering from a humiliating defeat in a war and harnessing a myth that this people had been "stabbed in the back" by their government. Also, as you can see from this genuine speech of Hitler's from 1927 Hitler is obsessed with seeing the world through a racial lens. (Trump panders to racists but I highly doubt you will find he sees the world through a racial lens in any way like what Hitler sees it. Imagine if in ALL of Trump's speeches he argued that the Mexican people were a separate people, a people with inferior blood, based solely on their being Mexican. A sneaky separate people that have oppressed Anglo people around the world for generations. A people with a secret powerful connection to shadowy cabals.) See, it doesn't work, that isn't Trump's appeal.
Because Trump isn't trying to appeal to the prejudices of early 1930s Germans and he wasn't educated on a diet of really crappy anti-Semitic pamphlets while stewing in flophouses trying to be an artist. Hitler wasn't well educated (Trump is comparatively), Hitler came from lower middle class roots shifted to extreme poverty (Trump didn't and isn't), and Germany in the 1930s was dealing with a completely different set of ideological problems than the United States in the mid-2010s.
But I can hear you saying "But we need something truly EVIL to be able to compare to Trump, otherwise how can we make a fast easy set of memes to draw people to what a problem he is." You don't need to dig into the collection of 1930s European Fascists, as people of the United States we've got our own contemporary example of Trump and his dangers right here.
I give you George Wallace, 1960s politician from right here in the United States. I propose he is a perfect stand-in for Trump:
- He's unabashedly racist and you can substitute "Mexican" into many of his speeches where he says "Black" and you'll find good parallels
- He was in favor of segregation as a permanent feature of United States policy and believed strongly in state's rights
- Passionate orator who got crowds riled up and once called upon a crowd to go deal with a group of "pinkos" protesting his rally. (Unlike Trump when the crowd got up to actually kick some ass he calmed them down.)
- His 1968 independent run for the Presidency of the United States has some really eerie similarities to Trump's currently stated politics
- He was also big on lowering taxes to court business to moving to his home state of Georgia (just replace Georgia with "United States" and "north" with "China" and you'll be fine.)
Now I know, who has ever heard of George Wallace as compared with Hitler? You'll have to do more work building up the meme connection between the two, maybe get some late-night television hosts to do a snappy bit on the topic, but America we can make this stick. Let's leave the Germany's their unhappiness and tap into our own rich vein of political assholes when talking about possible evils to compare to Trump.
If nothing else do it for the children, so they can stop being taught that Hitler was some sort of mega-evil monstrosity on par with an ogre or a troll.
Sources: Wikipedia entry on George Wallace
28 Şubat 2013 Perşembe
Rise of Dictators Pop Up Notes
This wonderfully creative lesson has students creating pop up figures of 5 dictators who came to power in the 1920's and 30's before World War II.
Included is a sheet with 5 people to cut out: Adolf Hitler, Joseph Stalin, Francisco Franco, Benito Mussolini, and Hideki Tojo. Students then place these onto an included world map that covers 2 pages of their notebooks with spaces for notes about each person.
A powerpoint comes with this download as well that covers everything students need to know based on Common Core Standards. The powerpoint has a warm up, quotes, pictures, and all relevant information for each dictator. This lesson is amazing for your visual and kinesthetic learners as they are creating a fantastic visual representation of dictators literally rising up out of their notebooks.
A free Preview file is available as well with the pop ups, notes pages, answer key, and 1 sample powerpoint slide. The full download includes the full 14 slide powerpoint with incredible images and quotes like below:
Included is a sheet with 5 people to cut out: Adolf Hitler, Joseph Stalin, Francisco Franco, Benito Mussolini, and Hideki Tojo. Students then place these onto an included world map that covers 2 pages of their notebooks with spaces for notes about each person.
A powerpoint comes with this download as well that covers everything students need to know based on Common Core Standards. The powerpoint has a warm up, quotes, pictures, and all relevant information for each dictator. This lesson is amazing for your visual and kinesthetic learners as they are creating a fantastic visual representation of dictators literally rising up out of their notebooks.
A free Preview file is available as well with the pop ups, notes pages, answer key, and 1 sample powerpoint slide. The full download includes the full 14 slide powerpoint with incredible images and quotes like below:
7 Eylül 2010 Salı
Adolf Hitler (1889 - 1945)
Adolf Hitler, 20 Nisan 1889 yılında Yukarı Avusturya'nın Braunau kasabasında doğdu. Bir gümrük memuru olan Alois Hitler (1837–1903) ve Klara Pölzl (1860-1907) 'ün altı çocuğundan dördüncüsüdür.
İlk tahsilini doğduğu kasabada, orta tahsilini Linz şehrinde yaptı. On üç yaşında tüberkülozdan babasını (Hitler'in memur olmasını isteyen babası Alois Hitler ile arası açılmıştı çünkü kendisi sanatçı olmak istiyordu), on sekiz yaşında (1907) annesini kaybetti. Orta öğrenimini başarısız bitirince ressam olma ümidiyle Viyana Güzel Sanatlar Akademisi sınavına girdi ancak başarısız oldu.
Alman Tarihi derslerinde Akademideki profesörlerin Yahudi olduğu, ve Yahudilere karşı ilk kinin burada oluştuğu anlatılır. Bir başka teze göre ise Hitler'in annesinin ölüm anında gelen doktor bir Yahudiydi. Adolf Hitler annesinin ölümünü kabullenemeyip, bu Yahudi doktoru sorumlu tuttu. Ve bir çok bilim adamlara göre Hitler'in babaannesi Yahudi'dir. Bu yüzden bütün doğduğu yerleri yakmıştır.
1912'de Viyana'dan Münih'e geldi. 1914'de I. Dünya Savaşı çıkınca Hitler, Bavyera ordusuna gönüllü olarak girdi. Alman mağlubiyetinden sonra Hitler, arkadaşı mühendis Feder ve altı kişi tarafından kurulmuş olan Alman İşçi Partisi isimli gizli bir fırkaya katıldı ve kısa sürede bu fırkanın reisi oldu. Fırkanın adını NSDAP (Nationalsozialistische Deutsche Arbeiter Partei/ Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) olarak değiştirdi ve nüfuzunu arttırdı. Taraftarlarına kısaca "Nazi" ismi verildi. Kendisine de, taraftarları, rehber anlamına gelen "Führer" lakabını verdiler. Parti 25 maddelik bir program hazırladı. Bu programın ilk maddesi Almanya'yı Versay'ın zilletinden kurtarmak idi. Alman vatandaşlığının yalnız Alman kanını taşıyanlara hasredilmesi lazım geleceği programın temel maddelerindendi. Aynı zamanda büyük sermayeyi devleştirmek de yine programın esaslarından birini teşkil eder. Völkischer Beobachter adlı gazeteyi yandaşları çıkarıyordu. Josef Goebbels bu gazetenin tamamen parti bülteni halini almasını sağladı. Gazetede partisinin fikirlerini açıklayan makaleler yayınladı.
1924'de Münih'ten hükümeti devirmek için teşebbüslerde bulundu fakat başarılı olamadı. Bunun üzerine 10 ay hapse mahkum edildi ve bu zaman içinde "Mein Kampf" (Kavgam) isimli bir kitapta fikirlerini yazdı. Şimdilerde bu kitap Almanya'da antisemitizme yol açtığı gerekçesiyle yasaklanmaya çalış çok sıkışıyordu. Bu kitapla birlikte yeni teşebbüslerine de yol gösterdi. 1924 ve 1929 yılları arasında partisi başarısız oldu. Ancak Dünya Ekonomik Krizinden sonra daha fazla oy kazanabildi (1929). 1930 seçimlerinde yüzde 18 oy ile SPD'den sonra ikinci büyük parti oldu. Hitler'in oyları Katoliklerden daha fazla Protestanlardan, şehirlerden daha fazla kırsal bölge ve kasabalardan, işçilerden daha fazla orta ve üst kesimden geldi.
Seçimle işbaşına gelen Adolf Hitler kısa zamanda anayasa değişikliği hakkını elde etti. Hemen ardından diğer partileri yasakladı. Almanya'da aşırı artık gösteren işsizliği savaş hazırlığı için kullanarak, iş sahası oluşturdu. Ülke genelinde büyük otobanlar inşa ettirdi. Batı Avrupa ülkelerini ve Rusya'yı karşısına aldı. Bu cephe genişliği II. Dünya Savaşı'nın sonucunu belirleyen en önemli etken oldu. Savaş sonucunda Almanya'nın yenilgisini gören Adolf Hitler ümitsizliğin iyice artması üzerine 30 Nisan 1945'te Berlin'de karısı Eva Braun'la birlikte aynı anda siyanür hapı içip, önce Eva Braun'u sonrada kendisini bir silah vasıtasıyla vurarak intihar etti. Kendi isteğiyle Führerbunker bahçesinde benzinle cesetleri yakılmıştır. Hitler'in bunu istemesinin sebebinin Sovyet ordusu tarafından yakalanıp teşhir edilmek istememesi olduğu iddia edilmektedir.
Hitler ölmeden önce ikili vasiyetnamesini yazdırmıştır: Siyasi ve Özel Vasiyetname. Hitler'in siyasi vasiyetnamesi bir hınç çığlığıdır. Ona göre; Almanya bütün milletler için bir zehir gibi tehlikeli olan Yahudileri ve Bolşevizm'i kovalamaktan asla vazgeçmemelidir. Almanya'nın geleceğini tartışmasız bu olgu belirleyecektir. Hitler, savaşa girmekte haklı olduğunu savunuyor ve yenilgiden korkak yalancı generalleri sorumlu tutuyordu. Özel Vasiyetinde ise, tüm hayatı boyunca topladığı sanat eserleriyle doğduğu şehir olan Linz'de bir müze kurulmasını istedi. Tüm şahsi mallarını partiye eğer parti kalmamışsa devlete bıraktığını söylüyordu.
İlk tahsilini doğduğu kasabada, orta tahsilini Linz şehrinde yaptı. On üç yaşında tüberkülozdan babasını (Hitler'in memur olmasını isteyen babası Alois Hitler ile arası açılmıştı çünkü kendisi sanatçı olmak istiyordu), on sekiz yaşında (1907) annesini kaybetti. Orta öğrenimini başarısız bitirince ressam olma ümidiyle Viyana Güzel Sanatlar Akademisi sınavına girdi ancak başarısız oldu.
Alman Tarihi derslerinde Akademideki profesörlerin Yahudi olduğu, ve Yahudilere karşı ilk kinin burada oluştuğu anlatılır. Bir başka teze göre ise Hitler'in annesinin ölüm anında gelen doktor bir Yahudiydi. Adolf Hitler annesinin ölümünü kabullenemeyip, bu Yahudi doktoru sorumlu tuttu. Ve bir çok bilim adamlara göre Hitler'in babaannesi Yahudi'dir. Bu yüzden bütün doğduğu yerleri yakmıştır.
1912'de Viyana'dan Münih'e geldi. 1914'de I. Dünya Savaşı çıkınca Hitler, Bavyera ordusuna gönüllü olarak girdi. Alman mağlubiyetinden sonra Hitler, arkadaşı mühendis Feder ve altı kişi tarafından kurulmuş olan Alman İşçi Partisi isimli gizli bir fırkaya katıldı ve kısa sürede bu fırkanın reisi oldu. Fırkanın adını NSDAP (Nationalsozialistische Deutsche Arbeiter Partei/ Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) olarak değiştirdi ve nüfuzunu arttırdı. Taraftarlarına kısaca "Nazi" ismi verildi. Kendisine de, taraftarları, rehber anlamına gelen "Führer" lakabını verdiler. Parti 25 maddelik bir program hazırladı. Bu programın ilk maddesi Almanya'yı Versay'ın zilletinden kurtarmak idi. Alman vatandaşlığının yalnız Alman kanını taşıyanlara hasredilmesi lazım geleceği programın temel maddelerindendi. Aynı zamanda büyük sermayeyi devleştirmek de yine programın esaslarından birini teşkil eder. Völkischer Beobachter adlı gazeteyi yandaşları çıkarıyordu. Josef Goebbels bu gazetenin tamamen parti bülteni halini almasını sağladı. Gazetede partisinin fikirlerini açıklayan makaleler yayınladı.
1924'de Münih'ten hükümeti devirmek için teşebbüslerde bulundu fakat başarılı olamadı. Bunun üzerine 10 ay hapse mahkum edildi ve bu zaman içinde "Mein Kampf" (Kavgam) isimli bir kitapta fikirlerini yazdı. Şimdilerde bu kitap Almanya'da antisemitizme yol açtığı gerekçesiyle yasaklanmaya çalış çok sıkışıyordu. Bu kitapla birlikte yeni teşebbüslerine de yol gösterdi. 1924 ve 1929 yılları arasında partisi başarısız oldu. Ancak Dünya Ekonomik Krizinden sonra daha fazla oy kazanabildi (1929). 1930 seçimlerinde yüzde 18 oy ile SPD'den sonra ikinci büyük parti oldu. Hitler'in oyları Katoliklerden daha fazla Protestanlardan, şehirlerden daha fazla kırsal bölge ve kasabalardan, işçilerden daha fazla orta ve üst kesimden geldi.
Seçimle işbaşına gelen Adolf Hitler kısa zamanda anayasa değişikliği hakkını elde etti. Hemen ardından diğer partileri yasakladı. Almanya'da aşırı artık gösteren işsizliği savaş hazırlığı için kullanarak, iş sahası oluşturdu. Ülke genelinde büyük otobanlar inşa ettirdi. Batı Avrupa ülkelerini ve Rusya'yı karşısına aldı. Bu cephe genişliği II. Dünya Savaşı'nın sonucunu belirleyen en önemli etken oldu. Savaş sonucunda Almanya'nın yenilgisini gören Adolf Hitler ümitsizliğin iyice artması üzerine 30 Nisan 1945'te Berlin'de karısı Eva Braun'la birlikte aynı anda siyanür hapı içip, önce Eva Braun'u sonrada kendisini bir silah vasıtasıyla vurarak intihar etti. Kendi isteğiyle Führerbunker bahçesinde benzinle cesetleri yakılmıştır. Hitler'in bunu istemesinin sebebinin Sovyet ordusu tarafından yakalanıp teşhir edilmek istememesi olduğu iddia edilmektedir.
Hitler ölmeden önce ikili vasiyetnamesini yazdırmıştır: Siyasi ve Özel Vasiyetname. Hitler'in siyasi vasiyetnamesi bir hınç çığlığıdır. Ona göre; Almanya bütün milletler için bir zehir gibi tehlikeli olan Yahudileri ve Bolşevizm'i kovalamaktan asla vazgeçmemelidir. Almanya'nın geleceğini tartışmasız bu olgu belirleyecektir. Hitler, savaşa girmekte haklı olduğunu savunuyor ve yenilgiden korkak yalancı generalleri sorumlu tutuyordu. Özel Vasiyetinde ise, tüm hayatı boyunca topladığı sanat eserleriyle doğduğu şehir olan Linz'de bir müze kurulmasını istedi. Tüm şahsi mallarını partiye eğer parti kalmamışsa devlete bıraktığını söylüyordu.
19 Şubat 2010 Cuma
German Hyper-Inflation of 1922 to 1923
An interesting event of the interwar years in Europe (1919 – 1939) was an incident that occurred in the German Weimar Republic between 1922 to 1923, an incident in which the currency of Germany lost almost all real value. The collapse of the value of Germany’s currency was due to a series of different forces that came together to put an incredible strain upon Germany’s economy between 1919 to 1922. First Germany, under the Treaty of Versailles, was required to make a series of reparations payments to France and Great Britain, reparations payments that had to be made in gold backed currency. Second Germany with the end of the First World War had to switch its economy from a wartime economy, based upon heavy government borrowing and spending on items of war, to one of peacetime productivity in which the Weimar government greatly diminished the amount of money the German government pumped into the economy. Third Germany, due to territorial losses, entered the 1920s with less industrial productivity and a smaller raw materials base upon which to build its economic recovery, although Germany even in this diminished state was still a dominant economic power in Europe. Fourth Germany from 1919 – 1922 went through a period of strong political unrest, during this period several armed coups and attempts to overthrow the government shook public confidence in the stability of Germany politically and socially. Fifth, and finally, the Weimar government due to intense political pressure could not raise taxes to meet the expanded social support obligations it had taken on with the end of the First World War, as part of Germany’s movement from a monarchical imperial structure to a socialist republic. This intense political pressure came from parties on the political right in Germany, who treated any effort to raise taxes by the Weimar government as a form of appeasement to the Allied powers and their demands for reparations, demands many in Germany considered unfair and inflammatory.
So the German Weimar government, unable to raise sufficient capital through borrowing, unable to raise revenue in taxes, needing to finance the private sector’s efforts to change the economy to a peacetime footing, needing to pay for social services and the function of government, and needing to purchase gold to back the banknotes with which it paid the Allied reparations, resorted to the only technique available to it to meet these needs: it simply issued more currency into the economy. Vast amounts of currency, the collapse of the value of the Reichmark to other currencies was rapid and total, from early 1922 to late 1923 the Reichmark to the US Dollar fell from 7000 marks to the dollar in December 1922 to 4,200,000,000,000 marks to the dollar in December 1923. This sudden collapse in the value of currency had several interesting impacts on Germany society, first it meant that those who lived on any fixed incomes found the value of their income disappearing quickly. Those who owed debts on items found the value of that debt collapsing quickly, meaning a debtor could repay a debt with currency worth far less then the currency they had borrowed, in buying power terms. German businesses often took advantage of this fact to purchase new equipment at effectively deep discounts, paying the debt as late as they could with vastly devalued currency. The collapse was only arrested from 1924 onwards through careful conservative banking, currency deflation through issuing a brand new currency, and fiscal stringency. The net effect of this economic collapse though was many Germans coming into the mid-1920s found themselves starting over economically.
Historically this incident is interesting because it has an impact on many key events that happened later in the 1920s and 1930s, first and most critically this incident undermined the faith of the German public in the capacity of the Weimar government to effectively lead Germany. Although from 1924 until 1929 public confidence increased in the capacity of the Weimar republic to govern, this disaster was blamed on the policies of Weimar and when the Germany economy collapsed again due to the events of the massive global economic contraction of the 1930s, the public took this as further proof the Weimar state could not lead Germany effectively. The German hyperinflation of 1922 through 1923 hurt Germany’s economic recovery in the mid-1920s, many German businesses having bought considerable new equipment during the hyperinflation to take advantage of a period of unintentional “discounts” in cost found themselves with too much productive capacity for the demands of the Germany economy. Germany halting payments on the reparations, in part due to the hyperinflation, lead to the French and Belgian occupation of the Ruhr territory in 1923, an event which further seemed to indicate the weakness of the Weimar government. (On a side note the policy of passive resistance implemented by the Weimar government, requiring it to pay millions of Germans who agreed not to work to prevent France and Belgium gaining benefits from the occupied productive resources of the Ruhr, simply lead to more expenditures by the Weimar government in worthless currency.)
Finally though the hyperinflation of 1922 to 1923 gave considerable political capital to both of the extreme ends of the German political spectrum, the extreme right and the extreme left. Many in Germany in reaction to these events, and the future economic collapse of the 1930s, were increasing willing to consider more “radical” political solutions to Germany’s perceived and real problems. Political capital gained from these events, as well as the apparent weakness of the Weimar government it seemed to indicate to the German public, certainly played a part in the eventual rise of Adolph Hitler to political leadership in Germany. It certainly lead in part to the political instability Hitler attempted to take advantage of on 9 November 1923 with his failed putsch attempt in Bavaria, an event that helped spark Hitler’s national political career in Germany.
Sources:
The Coming of the Third Reich, Richard J. Evans
The Weimar Republic and Nazi Germany, Warren B. Morris, Jr.
The Rise and Fall of the Great Powers, Paul Kennedy
So the German Weimar government, unable to raise sufficient capital through borrowing, unable to raise revenue in taxes, needing to finance the private sector’s efforts to change the economy to a peacetime footing, needing to pay for social services and the function of government, and needing to purchase gold to back the banknotes with which it paid the Allied reparations, resorted to the only technique available to it to meet these needs: it simply issued more currency into the economy. Vast amounts of currency, the collapse of the value of the Reichmark to other currencies was rapid and total, from early 1922 to late 1923 the Reichmark to the US Dollar fell from 7000 marks to the dollar in December 1922 to 4,200,000,000,000 marks to the dollar in December 1923. This sudden collapse in the value of currency had several interesting impacts on Germany society, first it meant that those who lived on any fixed incomes found the value of their income disappearing quickly. Those who owed debts on items found the value of that debt collapsing quickly, meaning a debtor could repay a debt with currency worth far less then the currency they had borrowed, in buying power terms. German businesses often took advantage of this fact to purchase new equipment at effectively deep discounts, paying the debt as late as they could with vastly devalued currency. The collapse was only arrested from 1924 onwards through careful conservative banking, currency deflation through issuing a brand new currency, and fiscal stringency. The net effect of this economic collapse though was many Germans coming into the mid-1920s found themselves starting over economically.
Historically this incident is interesting because it has an impact on many key events that happened later in the 1920s and 1930s, first and most critically this incident undermined the faith of the German public in the capacity of the Weimar government to effectively lead Germany. Although from 1924 until 1929 public confidence increased in the capacity of the Weimar republic to govern, this disaster was blamed on the policies of Weimar and when the Germany economy collapsed again due to the events of the massive global economic contraction of the 1930s, the public took this as further proof the Weimar state could not lead Germany effectively. The German hyperinflation of 1922 through 1923 hurt Germany’s economic recovery in the mid-1920s, many German businesses having bought considerable new equipment during the hyperinflation to take advantage of a period of unintentional “discounts” in cost found themselves with too much productive capacity for the demands of the Germany economy. Germany halting payments on the reparations, in part due to the hyperinflation, lead to the French and Belgian occupation of the Ruhr territory in 1923, an event which further seemed to indicate the weakness of the Weimar government. (On a side note the policy of passive resistance implemented by the Weimar government, requiring it to pay millions of Germans who agreed not to work to prevent France and Belgium gaining benefits from the occupied productive resources of the Ruhr, simply lead to more expenditures by the Weimar government in worthless currency.)
Finally though the hyperinflation of 1922 to 1923 gave considerable political capital to both of the extreme ends of the German political spectrum, the extreme right and the extreme left. Many in Germany in reaction to these events, and the future economic collapse of the 1930s, were increasing willing to consider more “radical” political solutions to Germany’s perceived and real problems. Political capital gained from these events, as well as the apparent weakness of the Weimar government it seemed to indicate to the German public, certainly played a part in the eventual rise of Adolph Hitler to political leadership in Germany. It certainly lead in part to the political instability Hitler attempted to take advantage of on 9 November 1923 with his failed putsch attempt in Bavaria, an event that helped spark Hitler’s national political career in Germany.
Sources:
The Coming of the Third Reich, Richard J. Evans
The Weimar Republic and Nazi Germany, Warren B. Morris, Jr.
The Rise and Fall of the Great Powers, Paul Kennedy
23 Eylül 2009 Çarşamba
The mind of Hitler
Adolph Hitler turned fifty on April 20, 1939. How did he celebrate his birthday? Mainly, as it befits the leader of all Germans. But one image strikes us. Hitler with children of Nazi officials. I guess it was all for propaganda. Hitler hardly loved children.
No doubt Hitler was very sensitive. He did not receive the real unconditional love that every child needs. The father was dominating; the mother too submissive. Hitler channeled this unfulfilled desire for love into fierce love for Germany. The humiliation of Germany at the end of WW1, shaped the Hitler we saw in the later years.
Alice Miller, the famous psychiatrist, explains the mind of Hitler the best.
Alice Miller's stories portray abused and silenced children who later become destructive to themselves and to others. Adolf Hitler, says Miller, was such a child. Constantly mistreated by his father, emotionally abandoned by his mother, he learned only cruelty; he learned to be obedient and to accept daily punishments with unquestioning compliance. After years, he took revenge. As an adult he once said, "It gives us a very special, secret pleasure to see how unaware people are of what is really happening to them."Source: thisiswar
Hilter with the children of Nazi dignitaries on his birthday
German wait to greet Hitler after midnight on April 20, 1939
THE MIND OF ADOLPH HITLER
Hitler is known to have delighted in shooting rats from his pre-teens. He is recorded as thrashing a dog in order to impress a girl friend in 1926. He revelled in the nickname ‘wolf’. He was renowned for his rages and his dogmatism.
Hitler seems to have been comfortable with two categories of female relationships: motherly figures and girly young things. The Hanfstaengl family were one of several upper middle-class families who took Adolph under their wing. When Hitler ‘tried it on’ with the wife, she told her rather wet husband not to worry, “believe me, he is an absolute neuter, not a man". His relationships with the younger females were rather similar to his relationships with dogs: play with them ’til he got bored. In other words, Hitler never really grew up.
Hitler was essentially an opportunist in the pursuit of power. He had very little coherent political ‘philosophy’. His focus was upon power. In my view he is best seen as atavist, a throw-back to an earlier society: the ‘great conqueror’ and would-be builder of empire, not a modern pragmatic politician. In a sense, he was born out of his time. He was a brilliant stage performer who, in a later part of the century, might have ended as a pop singer or a successful salesman or businessman. Hitler is, as with us all, a child of his times. He is also an example of the professional politician—not primarily an ideas man, but an opportunist who will ‘read the polls’ and say whatever it takes to gain and stay in power.
Hitler is clearly a more complex and intelligent individual than the ‘run of the mill’ mass-murderer. However, he remains often a rather dull and sleazy character, like many a modern dictator or criminal gang leader; but he was a consummate politician and a very perceptive leader and manipulator. He is as often under estimated by those who fall over themselves to rubbish him as he is over estimated by neo-nazis.
From Abelard
THE MIND OF HITLERHitler in front of a huge crowd at his birthday parade in Berlin in April 1939
Adolph Hitler was a narcissistic bully in thrall to a dominant father and with a neurosis about women....
Hitler was a feminine boy who was obsequious towards superiors and displayed homosexual tendencies. His sense of grievance over his own humiliation led to his cruelty and policy of mass slaughter.
Hitler suffered from neurosis, hysteria, paranoia, Oedipal tendencies, and schizophrenia.
The young Hitler was a romantic-minded boy who developed “a profound admiration, envy and emulation of his father’s masculine power and a contempt for his mother’s feminine submissiveness and weakness”...
“Thus both parents were ambivalent to him: his father was hated and respected; his mother was loved and depreciated. Hitler’s conspicuous actions have all been in imitation of his father, not his mother.” Always imagining insults and injuries against himself, Hitler had no tolerance for criticism and an excessive demand for attention and a tendency to belittle, bully or blame others and seek revenge.
However, his personality also showed a persistence in the face of defeat, along with strong self-will and self-trust.
From Dr Henry Murray's 1943 report on Hitler, director of the Harvard Psychological Clinic, reported in The Times
MIND OF HITLERVIDEO: INSIDE THE MIND OF HITLER
No doubt Hitler was very sensitive. He did not receive the real unconditional love that every child needs. The father was dominating; the mother too submissive. Hitler channeled this unfulfilled desire for love into fierce love for Germany. The humiliation of Germany at the end of WW1, shaped the Hitler we saw in the later years.
Hitler is presented with a painting of his hero, Frederick the Great, by Heinrich Himmler (centre), the head of the SS
PSYCHOLOGY OF HITLER
A survey of all the evidence forces us to conclude that Hitler believes himself destined to become an Immortal Hitler, chosen by God to be the New Deliverer of Germany and the Founder of a new social order for the world. He firmly believes this and is certain that in spite of all the trials and tribulations through which he must pass he will finally attain that goal. The one condition is that he follow the dictates of the inner voice which have guided and protected him in the past. This conviction is not rooted in the truth of the ideas he imparts but is based on the conviction of his own personal greatness.
Source: A Psychological Analysis of Adolph Hitler. His Life and Legend by Walter C. Langer, Office of Strategic Services, Washington, D.C.
SUGGESTED BOOKS
The Mind of Adolf Hitler THE MIND OF ADOLF HITLER
12 Temmuz 2008 Cumartesi
AMAZING! HITLER'S SECRET WEAPONS - V3
One of the projects of "Weapons of retribution (Vergeltungswaffen) V3 - cannon codenamed "High-pressure pump." It was very unusual in its operating principle cannon - shell released in the gun barrel, as it moved into the trunk it was accelerated by a series of explosions in the side chambers. The total length of the trunk was 140 meters, the side chambers were a few dozen meters. Due to its appearance it was nicknamed "Centipede."
Prototype testing of V3 with a gun caliber of 20 mm, held in May 1943, was successful. Then Hitler, eager to bomb London, ordered the construction of a battery of five "centipedes" caliber 150 mm on the French coast of the English Channel, to fire on London which was it was only 165 km away.
The construction was hindered by constant British air raids. The test units of the "Centipede" periodically exploded, as it was not possible to achieve the desired muzzle velocity (1500 m / s) and the shell could not go beyond 90 miles.
By the summer of 1944, the Nazis almost managed to complete the construction of a single super-gun, the other sites were completely destroyed aircraft. However, on July 6, the V3 project ended when a dashing British pilot was able to throw the bomb directly into the main tank. The bomb exploded inside the hopper, the entire staff was lost. Restoring the cannon complex was impossible.
The V3 was the natural development from the V1 and V2 weapons that had terrorised London in 1944 - a weapon for revenge ('Vergeltungswaffen'). The V3 was never fired at London though it was used in a very minor way in the Battle of the Bulge.
The V3 was not a rocket like to V2 nor a pilot-less plane like the V1. It was a dart-shaped shell nine feet long and the 416 feet gun barrels targeted by the Lancasters were, on paper, capable of firing 600 of these shells every hour.
The idea of a weapon that could destroy London was sold to Hitler by the firm Roechling - a leading German armaments and steel firm. Because it had the backing of Hitler, great sums of money and manpower was thrown into the project.
Speer's plan was to build 50 of these huge guns set in giant underground emplacements near the hamlet of Mimoyecques in the Pays de Calais. The guns were designed to fire one round from each barrel every five minutes which, Speer hoped, would produce a "saturation coverage" of London with a maximum of 600 shells hitting London every hour.
The initial tests on the shells showed that when they were fired they had a tendency to flip over in flight as they lack stability. In January 1944, the guns that were to be used on the V3 project were fired for the first time in Germany at a test range. The velocity of firing was only 1000 metres a second - 50% too weak for a shell to hit London from Mimoyecques. As important, the shells that were fired were well below the size expected for an all-out attack on London:
One barrel was used with just 44 rounds in the Battle of the Bulge. The very last V3 shells fell on Luxemburg. After this, the barrel was destroyed. The final order to end the V3 project came in February 1945.
Search Amazon.com for NAZI SECRET WEAPONS
More on Nazi weapons
--------------------------------------
A fascinating expose proving that Nazi Germany won the race for the atom bomb in late 1944. Were the Nazis secretly researching the occult, alternative physics and new energy sources’ This scientific-historical journey tracks down the proof and answers these fascinating questions: * What were the Nazis developing in Czechoslovakia’ * Why did the US Army test the atom bomb on Hiroshima’ * Why did the Luftwaffe fly a non-stop round-trip mission within twenty miles of New York City in 1944’
Prototype testing of V3 with a gun caliber of 20 mm, held in May 1943, was successful. Then Hitler, eager to bomb London, ordered the construction of a battery of five "centipedes" caliber 150 mm on the French coast of the English Channel, to fire on London which was it was only 165 km away.
The construction was hindered by constant British air raids. The test units of the "Centipede" periodically exploded, as it was not possible to achieve the desired muzzle velocity (1500 m / s) and the shell could not go beyond 90 miles.
By the summer of 1944, the Nazis almost managed to complete the construction of a single super-gun, the other sites were completely destroyed aircraft. However, on July 6, the V3 project ended when a dashing British pilot was able to throw the bomb directly into the main tank. The bomb exploded inside the hopper, the entire staff was lost. Restoring the cannon complex was impossible.
The V3 was the natural development from the V1 and V2 weapons that had terrorised London in 1944 - a weapon for revenge ('Vergeltungswaffen'). The V3 was never fired at London though it was used in a very minor way in the Battle of the Bulge.
The V3 was not a rocket like to V2 nor a pilot-less plane like the V1. It was a dart-shaped shell nine feet long and the 416 feet gun barrels targeted by the Lancasters were, on paper, capable of firing 600 of these shells every hour.
The idea of a weapon that could destroy London was sold to Hitler by the firm Roechling - a leading German armaments and steel firm. Because it had the backing of Hitler, great sums of money and manpower was thrown into the project.
Speer's plan was to build 50 of these huge guns set in giant underground emplacements near the hamlet of Mimoyecques in the Pays de Calais. The guns were designed to fire one round from each barrel every five minutes which, Speer hoped, would produce a "saturation coverage" of London with a maximum of 600 shells hitting London every hour.
The initial tests on the shells showed that when they were fired they had a tendency to flip over in flight as they lack stability. In January 1944, the guns that were to be used on the V3 project were fired for the first time in Germany at a test range. The velocity of firing was only 1000 metres a second - 50% too weak for a shell to hit London from Mimoyecques. As important, the shells that were fired were well below the size expected for an all-out attack on London:
One barrel was used with just 44 rounds in the Battle of the Bulge. The very last V3 shells fell on Luxemburg. After this, the barrel was destroyed. The final order to end the V3 project came in February 1945.
Search Amazon.com for NAZI SECRET WEAPONS
More on Nazi weapons
- Hitler's SECRET WEAPONS: V1
- Hitler's SECRET WEAPONS: V2
- Did Hitler have an atom bomb?
- Did Nazi Germany explode a nuclear bomb in its last days?
- Nazi Superguns: Karl Gerat: Used in Warsaw Uprising...
- Nazi Superguns: Schwerer Gustav and Dora
- The Nazi scientist who made the V-2: Wernher von Braun
- Nazi Secret Weapons: Wind Cannon: WindKanone
- Nazi Germany's Secret Weapons and crafts: The 'UFO' Haunebu
--------------------------------------
SOME BOOKS ON 'NAZI SECRET WEAPONS'
(CLICK ON IMAGE TO BUY)
Review
“If you’ve been following Farrell’s stunning series on Nazi secret research or are interested in the Philadelphia Experiment, you won’t want to miss, and won’t believe, this one! Secrets of the Unified Field draws the reader into an incredible vortex of suppressed technologies and forgotten science!"
Product Description
Farrell maintains that careful considerations of Einstein’s celebrated and now discarded Unified Field Theory, and the breathtaking conclusions of wartime American and German scientists and engineers that, while an incomplete theory, it nevertheless was engineerable.
-----------------------------------------
(CLICK ON IMAGE TO BUY BOOK)
------------------------------------
(CLICK ON IMAGE TO BUY BOOK)
In 1945, a mysterious Nazi secret weapons project code-named The Bell left its underground bunker in lower Silesia, with its project documentation, and the 4-star SS general Hans Kammler. Taken aboard a massive six engine Junkers 390 ultra-long range aircraft, The Bell, Kammler, and all project records disappeared completely, along with the gigantic Junkers 390 carrying them. It has been speculated that it flew to Argentina. As a prelude to this disappearing act, the SS murdered most of the scientists and technicians involved with the project, a secret weapon that, according to one German Nobel prize-winning physicist, was given a classification of decisive for the war -- the highest security classification. Offered here is a range of exotic technologies the Nazis researched, and challenges to the conventional views of the end of World War Two, the Roswell incident, and the beginning of MAJIC-12, the government’s alleged secret team of UFO investigators.
------------------------------------
(CLICK ON IMAGE TO BUY BOOK)
Now we know what spooked the Allies in the closing months of the war and why they were in such a panic to win quickly. The Allies assembled intelligence reports of supermetals, electric guns, and ray weapons able to stop the engines of Allied aircraft in addition to their worst fears of x-ray and laser weaponry.
Then there were the bombs. Contained in this book are reports of structured bombs of nipolit, N-stoff bombs, cold bombs, oxygen bombs which destroyed all life, atomic bombs and rumors of the mysterious molecular bomb. The true history of the fuel-air bomb is revealed by our own military. There is even a probability that the SS black alchemists of the 3rd Reich were experimenting with red mercury bomb technology.
This book documents very large mystery rockets under development in Germany, far beyond the V-2. Technological history is also examined. Guess who invented the computer, magnetic tape and computer programs? How about refining crude oil using sound waves or producing gasoline for 11 cents per gallon or the synthetic penicillin substitute, "3065"?
Very exotic technologies are also discussed including German experiments in time, sustained fusion reactions, zero point energy and travel in deep space.
Chapters include: The Kammler Group; German Flying Disc Update (Witness to a German Flying Disc); The Electromagnetic Vampire; Liquid Air; Synthetic Blood; German Free Energy Research; German Atomic Tests; "Project Hexenkessel" The Fuel-Air Bomb; Supermetals; Red Mercury; Means To Stop Engines; Magnetic Wave-Motorstoppmittel; "Death Rays"; Distillation of Crude Oil Using Sound Waves; What is Happening in Antarctica?; Large German Mystery Rockets; Experiments in Time; tons more.
About the Author
Award-winning journalist Jim Marrs is the New York Times bestselling author of The Rise of the Fourth Reich, Rule by Secrecy, Alien Agenda, and Crossfire—which served as a basis of the Oliver Stone film JFK. He lives in Texas.
Then there were the bombs. Contained in this book are reports of structured bombs of nipolit, N-stoff bombs, cold bombs, oxygen bombs which destroyed all life, atomic bombs and rumors of the mysterious molecular bomb. The true history of the fuel-air bomb is revealed by our own military. There is even a probability that the SS black alchemists of the 3rd Reich were experimenting with red mercury bomb technology.
This book documents very large mystery rockets under development in Germany, far beyond the V-2. Technological history is also examined. Guess who invented the computer, magnetic tape and computer programs? How about refining crude oil using sound waves or producing gasoline for 11 cents per gallon or the synthetic penicillin substitute, "3065"?
Very exotic technologies are also discussed including German experiments in time, sustained fusion reactions, zero point energy and travel in deep space.
Chapters include: The Kammler Group; German Flying Disc Update (Witness to a German Flying Disc); The Electromagnetic Vampire; Liquid Air; Synthetic Blood; German Free Energy Research; German Atomic Tests; "Project Hexenkessel" The Fuel-Air Bomb; Supermetals; Red Mercury; Means To Stop Engines; Magnetic Wave-Motorstoppmittel; "Death Rays"; Distillation of Crude Oil Using Sound Waves; What is Happening in Antarctica?; Large German Mystery Rockets; Experiments in Time; tons more.
----------------------------------
(CLICK ON IMAGE TO BUY BOOK)
Throw out everything you think you know about history. Close the approved textbooks, turn off the corporate mass media, and whatever you do, don't believe anything you hear from the government. The Rise of the Fourth Reich reveals the truth about American power.
In this explosive expose, the legendary Jim Marrs explores the frighteningly real possibility that today, in the United States, an insidious ideology thought to have been vanquished more than a half century ago is actually flourishing. At the end of World War II, ranking Nazis, along with their young and fanatical protÉgÉs, used the loot of Europe to create corporate front companies in many countries, worming their way into corporate America. They brought with them miraculous weapons technology that helped win the space race. But they also brought their Nazi philosophy based on the authoritarian premise that the end justifies the means—including unprovoked wars of aggression and curtailment of individual liberties—which has since gained an iron hold in the "land of the free."
Jim Marrs has gathered compelling evidence of the effort that has been under way for the past sixty years to bring a form of National Socialism to modern America, creating in essence a new empire-or "Fourth Reich"!
In this explosive expose, the legendary Jim Marrs explores the frighteningly real possibility that today, in the United States, an insidious ideology thought to have been vanquished more than a half century ago is actually flourishing. At the end of World War II, ranking Nazis, along with their young and fanatical protÉgÉs, used the loot of Europe to create corporate front companies in many countries, worming their way into corporate America. They brought with them miraculous weapons technology that helped win the space race. But they also brought their Nazi philosophy based on the authoritarian premise that the end justifies the means—including unprovoked wars of aggression and curtailment of individual liberties—which has since gained an iron hold in the "land of the free."
Jim Marrs has gathered compelling evidence of the effort that has been under way for the past sixty years to bring a form of National Socialism to modern America, creating in essence a new empire-or "Fourth Reich"!
About the Author
Award-winning journalist Jim Marrs is the New York Times bestselling author of The Rise of the Fourth Reich, Rule by Secrecy, Alien Agenda, and Crossfire—which served as a basis of the Oliver Stone film JFK. He lives in Texas.
-----------------------------------
NOTABLE HISTORY DVD DOCU.
(CLICK ON IMAGE TO BUY DVD)
One of the most daring resistance operations of World War II was the 1944 sinking of the Norwegian ferry Hydro, with its cargo of "heavy water" destined for the Nazi’s secret atomic bomb project. If the Germans had obtained a large supply, it could have helped their physicists develop nuclear weapons that would have made the Third Reich invincible. Fear of that outcome sparked the Allies to undertake the Manhattan Project, which ultimately produced the first atomic bomb.
But was the blowing up of the Hydro a crucial defeat for Hitler’s nuclear ambitions? An exclusive NOVA salvage expedition sets out to explore the bottom of a Norwegian lake with a remotely operated vehicle--its goal is to discover the sunken ferry and haul up one of the barrels believed to contain heavy water. Testing the barrel’s contents will provide a crucial clue to resolving the riddles surrounding Nazi Germany’s push to build the bomb.
Hitler's Sunken Secret features gripping first-person interviews with the sole living Norwegian saboteur and survivors who were on board the Hydro when it blew up. Among the NOVA team’s startling new discoveries is evidence that a second secret consignment of barrels eluded the saboteurs and made it all the way to Germany, but arrived too late to make a Nazi bomb feasible.
But was the blowing up of the Hydro a crucial defeat for Hitler’s nuclear ambitions? An exclusive NOVA salvage expedition sets out to explore the bottom of a Norwegian lake with a remotely operated vehicle--its goal is to discover the sunken ferry and haul up one of the barrels believed to contain heavy water. Testing the barrel’s contents will provide a crucial clue to resolving the riddles surrounding Nazi Germany’s push to build the bomb.
Hitler's Sunken Secret features gripping first-person interviews with the sole living Norwegian saboteur and survivors who were on board the Hydro when it blew up. Among the NOVA team’s startling new discoveries is evidence that a second secret consignment of barrels eluded the saboteurs and made it all the way to Germany, but arrived too late to make a Nazi bomb feasible.
(CLICK ON IMAGE TO BUY DVD)
Run Time: 1352 minutes
During the chaos and destruction of WWII, ordinary men and women from all walks of life were thrown into fearsome, real-life situations worthy of any Hollywood movie -- the only difference is that this series every story is true. Ordinary GIs and US Air Force and Navy personnel suddenly found themselves flying against the Japanese in China, jungle fighting in Burma and being dropped by submarine on enemy coasts at midnight. Each fifty-two minute story gives the viewer a clear view of the historical context, the strategic objective, and the tactical effort made by flyers, sailors and foot-soldiers - often in the most oppressive and life threatening situations - to win victory from the enemy.
----------------------------------------
AMAZING: HITLER'S SECRET WEAPONS - V1
BACKGROUND
The V1 was one of Hitler’s secret weapons that he had told his generals that Nazi Germany possessed which would turn the way World War Two was going in 1944. The V1 was first launched against Britain in June 1944, just one week after D-Day. The V1 is difficult to classify as a weapon as it was not a true rocket in that it did not leave the atmosphere, but it was also clearly not a plane. Perhaps it could best be described as a winged but pilot-less fuel propelled flying bomb.
The V1 was so-called because Hitler saw it as a reprisal weapon – a Vergeltungswaffen. Intelligence had already concluded that the Germans had developed something radical as early as late 1943 when spy reports and reconnaissance photos showed the existence of launch ramps that were clearly directed at London.
The Germans created a special unit to handle the flying bombs - the 155th Flakregiment commanded by Colonel Wachtel. The V1 - officially for the Germans the FZG-76 - was also known as the 'doodle bug', 'buzz-bomb' and 'cherry stone'. It was 25 feet long and had a wing span of 16 feet. Loaded with fuel, it weighed 2 tons and it had a warhead of 2,000 lbs of explosives. The most common way of launching the V1 was by ramp. It could also be launched by a modified Heinkel III. Originally, the V1 had a maximum range of 150 miles but this was improved to 250 miles to allow for it to be launched from Holland. About 10,500 were launched at Britain from June 1944 on, 8,800 by ramp and the rest by plane. The first one was first on June 13th 1944.
Though the V1's had no impact on the success or otherwise of D-Day, they did present a serious threat to London and south-east England. The defence of London rested with fighter planes, anti-aircraft fire around the coast and the use of barrage balloons. Any destruction or interception of the V1's had to be done outside of London as any that were destroyed over London itself, may well have exploded on contact with the ground - thus doing what the V1 was intended to do regardless.
The V1 was one of Hitler’s secret weapons that he had told his generals that Nazi Germany possessed which would turn the way World War Two was going in 1944. The V1 was first launched against Britain in June 1944, just one week after D-Day. The V1 is difficult to classify as a weapon as it was not a true rocket in that it did not leave the atmosphere, but it was also clearly not a plane. Perhaps it could best be described as a winged but pilot-less fuel propelled flying bomb.
The V1 was so-called because Hitler saw it as a reprisal weapon – a Vergeltungswaffen. Intelligence had already concluded that the Germans had developed something radical as early as late 1943 when spy reports and reconnaissance photos showed the existence of launch ramps that were clearly directed at London.
The Germans created a special unit to handle the flying bombs - the 155th Flakregiment commanded by Colonel Wachtel. The V1 - officially for the Germans the FZG-76 - was also known as the 'doodle bug', 'buzz-bomb' and 'cherry stone'. It was 25 feet long and had a wing span of 16 feet. Loaded with fuel, it weighed 2 tons and it had a warhead of 2,000 lbs of explosives. The most common way of launching the V1 was by ramp. It could also be launched by a modified Heinkel III. Originally, the V1 had a maximum range of 150 miles but this was improved to 250 miles to allow for it to be launched from Holland. About 10,500 were launched at Britain from June 1944 on, 8,800 by ramp and the rest by plane. The first one was first on June 13th 1944.
Though the V1's had no impact on the success or otherwise of D-Day, they did present a serious threat to London and south-east England. The defence of London rested with fighter planes, anti-aircraft fire around the coast and the use of barrage balloons. Any destruction or interception of the V1's had to be done outside of London as any that were destroyed over London itself, may well have exploded on contact with the ground - thus doing what the V1 was intended to do regardless.
AMAZING! BLITZKRIEG: Nazi's ultimate war strategy
BACKGROUND
Blitzkrieg means "lightening war". Blitzkrieg was first used by the Germans in World War Two and was a tactic based on speed and surprise and needed a military force to be based around light tank units supported by planes and infantry (foot soldiers). The tactic was developed in Germany by an army officer called Hans Guderian. He had written a military pamphlet called "Achtung Panzer" which got into the hands of Hitler. As a tactic it was used to devastating effect in the first years of World War Two and resulted in the British and French armies being pushed back in just a few weeks to the beaches of Dunkirk and the Russian army being devastated in the attack on Russia in June 1941.
Hitler had spent four years in World War One fighting a static war with neither side moving far for months on end. He was enthralled by Guderian’s plan that was based purely on speed and movement. When Guderian told Hitler that he could reach the French coast in weeks if an attack on France was ordered, fellow officers openly laughed at him. The German High Command told Hitler that his "boast" was impossible. General Busch said to Guderian, "Well, I don’t think that you’ll cross the River Meuse in the first place." The River Meuse was considered France’s first major line of defence and it was thought of as being impossible to cross in a battle situation.
Blitzkrieg was based on speed, co-ordination and movement. It was designed to hit hard and move on instantly. Its aim was to create panic amongst the civilian population. A civil population on the move can be absolute havoc for a defending army trying to get its forces to the war front. Doubt, confusion and rumour were sure to paralyse both the government and the defending military.
Once a strategic target had been selected, Stuka dive bombers were sent in to ‘soften’ up the enemy, destroy all rail lines, communication centres and major rail links. This was done as the German tanks were approaching and the planes withdrew only at the last minute so that the enemy did not have time to recover their senses when the tanks attacked supported by infantry.
It was used to devastating effect in Poland, western Europe where the Allies were pushed back to the beaches of Dunkirk and in the attack on Russia - Operation Barbarossa.
Blitzkrieg means "lightening war". Blitzkrieg was first used by the Germans in World War Two and was a tactic based on speed and surprise and needed a military force to be based around light tank units supported by planes and infantry (foot soldiers). The tactic was developed in Germany by an army officer called Hans Guderian. He had written a military pamphlet called "Achtung Panzer" which got into the hands of Hitler. As a tactic it was used to devastating effect in the first years of World War Two and resulted in the British and French armies being pushed back in just a few weeks to the beaches of Dunkirk and the Russian army being devastated in the attack on Russia in June 1941.
Hitler had spent four years in World War One fighting a static war with neither side moving far for months on end. He was enthralled by Guderian’s plan that was based purely on speed and movement. When Guderian told Hitler that he could reach the French coast in weeks if an attack on France was ordered, fellow officers openly laughed at him. The German High Command told Hitler that his "boast" was impossible. General Busch said to Guderian, "Well, I don’t think that you’ll cross the River Meuse in the first place." The River Meuse was considered France’s first major line of defence and it was thought of as being impossible to cross in a battle situation.
Blitzkrieg was based on speed, co-ordination and movement. It was designed to hit hard and move on instantly. Its aim was to create panic amongst the civilian population. A civil population on the move can be absolute havoc for a defending army trying to get its forces to the war front. Doubt, confusion and rumour were sure to paralyse both the government and the defending military.
Once a strategic target had been selected, Stuka dive bombers were sent in to ‘soften’ up the enemy, destroy all rail lines, communication centres and major rail links. This was done as the German tanks were approaching and the planes withdrew only at the last minute so that the enemy did not have time to recover their senses when the tanks attacked supported by infantry.
It was used to devastating effect in Poland, western Europe where the Allies were pushed back to the beaches of Dunkirk and in the attack on Russia - Operation Barbarossa.
ROMMEL'S ACCOUNT OF BLITZKRIEG IN FRANCE
General Erwin Rommel, who would later gain fame in the African desert as the "Desert Fox", led the 7th Panzer Division as it crashed through the Belgian defenses into France, skirting the Maginot Line and then smashing it from behind. This was a new kind of warfare integrating tanks, air power, artillery, and motorized infantry into a steel juggernaut emphasizing speedy movement and maximization of battlefield opportunities. Rommel kept a journal of his experiences. In this excerpt, he describes the action on May 14 as he leads a tank attack against French forces near the Muese River on the Belgian border:
"Rothenburg [a subordinate tank commander] now drove off through a hollow to the left with the five tanks which were to accompany the infantry, thus giving these tanks a lead of 100 to 150 yards. There was no sound of enemy fire. Some 20 to 30 tanks followed up behind. When the commander of the five tanks reached the rifle company on the southern edge of Onhaye wood, Colonel Rothenburg moved off with his leading tanks along the edge of the wood going west. We had just reached the southwest corner of the wood and were about to cross a low plantation, from which we could see the five tanks escorting the infantry below us to our left front, when suddenly we came under heavy artillery and anti-tank gunfire from the west. Shells landed all round us and my tank received two hits one after the other, the first on the upper edge of the turret and the second in the periscope.
The driver promptly opened the throttle wide and drove straight into the nearest bushes. He had only gone a few yards, however, when the tank slid down a steep slope on the western edge of the wood and finally stopped, canted over on its side, in such a position that the enemy, whose guns were in position about 500 yards away on the edge of the next wood, could not fail to see it. I had been wounded in the right check by a small splinter from the shell which had landed in the periscope. It was not serious though it bled a great deal.
I tried to swing the turret round so as to bring our 37 mm-gun to bear on the enemy in the opposite wood, but with the heavy slant of' the tank it was immovable.
The French battery now opened rapid fire on our wood and at any moment we could expect their fire to be aimed at our tank, which was in full view. I therefore decided to abandon it as fast as I could, taking the crew with me. At that moment the subaltern in command of the tanks escorting the infantry reported himself wounded, with the words: 'Herr General, my left arm has been shot off.' We clamored up through the sandy pit, shells crashing and splintering all round. Close in front of us trundled Rothenburg's tank with flames pouring out of the rear. The adjutant of the Panzer Regiment had also left his tank. I thought at first that the command tank had been set alight by a hit in petrol tank and was extremely worried for Colonel Rothenbttrg's safety. However, it turned out to be only the smoke candles that had caught light, the smoke from which now served us very well. In the meantime Lieutenant Most had driven my armored signals vehicle into the wood, where it had been hit in the engine and now stood immobilized. The crew was unhurt."
SOURCE: eyewitnesstohistory
Piercing the Maginot Line
Two days later, Rommel and his forces raced behind and parallel to the Maginot Line, and then turned north to attack the fortifications from behind. He describes the action as his tank formations plunge through the French defenses:
"The tanks now rolled in a long column through the line of fortifications and on towards the first houses, which had been set alight by our fire. In the moonlight we could see the men Of 7th Motorcycle Battalion moving forward on foot beside us. Occasionally an enemy machine-gun or anti-tank gun fired, but none of their shots came anywhere near us. Our artillery was dropping heavy harassing fire on villages and the road far ahead of the regiment. Gradually the speed increased. Before long we were 500 -1,000 - 2,000 - 3,000 yards into the fortified zone. Engines roared, tank tracks clanked and clattered. Whether or not the enemy was firing was impossible to tell in the ear-splitting noise. We crossed the railway line a mile or so southwest of Solre le Chateau, and then swung north to the main road which was soon reached. Then off along the road and past the first houses.
The people in the houses were rudely awoken by the din of our tanks, the clatter and roar of tracks and engines. Troops lay bivouacked beside the road, military vehicles stood parked in farmyards and in some places on the road itself. Civilians and French troops, their faces distorted with terror, lay huddled in the ditches, alongside hedges and in every hollow beside the road. We passed refugee columns, the carts abandoned by their owners, who had fled in panic into the fields. On we went, at a steady speed, towards our objective. Every so often a quick glance at the map by a shaded light and a short wireless message to Divisional H.Q. to report the position and thus the success of 25th Panzer Regiment. Every so often a look out of the hatch to assure myself that there was still no resistance and that contact was being maintained to the rear. The flat countryside lay spread out around us under the cold light of the moon. We were through the Maginot Line! It was hardly conceivable. Twenty-two years before we had stood for four and a half long years before this self-same enemy and had won victory after victory and yet finally lost the war. And now we had broken through the renowned Maginot Line and were driving deep into enemy territory. It was not just a beautiful dream. It was reality."
BLITZKRIEG (Source: BBC)
Shocked by their experience, the Allied military observers who had survived the fall of France attributed their defeat to the completely new form of warfare pioneered by the Wehrmacht - the blitzkrieg. Blitzkrieg seemed to be based around the pervasive use of new technology. After all, during the disastrous campaign in Belgium and France, it had seemed as if German tanks and aircraft were everywhere.
This view that the Germans used technology, namely the tank and the dive-bomber, to create a new and unique form of warfare has often dominated understanding of how the Germans fought in World War Two.
Contrary to the beliefs of the Allied military establishment of the day, however, blitzkrieg was not a brand-new way of waging war. In fact, although it is a German word, the term itself was created by an English newspaper sometime in 1939.
In reality, the way in which the Wehrmacht fought, their 'doctrine' in today's parlance, was based more upon ideas than technology. And the ideas that shaped how Hitler's army fought were influenced by the fighting methods German soldiers had used since the 1870s. The so-called blitzkrieg of 1940 was really the German doctrine of 1914 with technology bolted on.
ROOTS OF BLITZKRIEG LAY IN WW1
Before 1914-18, Germany had perceived itself as surrounded by enemies who were superior both in numbers and resources. And German strategists, most notably Alfred von Schlieffen, had concluded that Germany could not win a long, protracted war against such opposition.
Thus, in order to win, Schlieffen knew the German army would have to defeat its opponents quickly and decisively. Always outnumbered by its enemies, it would have to match quantity with quality.
Schlieffen set about creating a doctrine that would allow the outnumbered German army to outfight its opponents. This doctrine stressed speed of manoeuvre and attacking the enemy where he was weakest, and usually this meant attacking the flanks.
Schlieffen also stressed the need to keep the enemy reacting to German moves. In other words, he foresaw the need to maintain the initiative. To accomplish this, he advocated the use of the flexible command system pioneered by Helmuth von Moltke the Elder.
Recognising that battlefield conditions changed rapidly and that orders often became overtaken by events, the German army encouraged its commanders to make decisions without waiting for orders from above, thus allowing them to take advantage of fleeting opportunities as they arose. Above all else, this doctrine created aggressive and flexible leaders.
Schlieffen and his successor, Helmuth von Moltke the Younger, trained the German army well in what they termed Bewegungskrieg, or 'war of manoeuvre'. In 1914, German units inevitably outfought their opponents whenever they encountered each other on the battlefield.
One element that was lacking from the German army in 1914 was the ability to move long distances quickly. Had the German army been mechanised at the outbreak of World War One, it is likely that the outcome of the war would have been very different. As things were then, the German army was unable to defeat its enemies decisively in the war's early battles, and reluctantly settled into trench warfare in late 1914.
Throughout the remainder of the war, German officers searched for a process by which the stalemate of the trenches could be broken. In March 1918, they found such a means.
HOW THE BLITZKRIEG DEVELOPED INTO MATURITY
Schlieffen's ideas were largely aimed at operational-level leaders, that is, the commanders of Germany's divisions and army corps. The biggest problems in World War One, however, were at the lower, tactical level. And the German solution to these problems was to apply Schlieffen's operational principles to small units as well as to large ones. Thus, by decentralising command and by increasing the firepower of the infantry, they created a large number of platoon-sized units capable of independent action on the battlefield.
These units had the freedom to fight as they thought best, without having to refer constantly to a higher commander. While the Allies relied upon tanks to break through the stalemate of the trenches in 1918, the Germans used a largely infantry force empowered by a sound tactical doctrine.
After their defeat in 1918, German military intellectuals began reshaping the army. Under the direction of Hans von Seeckt, commanders fashioned the doctrine that the Wehrmacht was to employ in World War Two. Repelled by the waste and indecisiveness of trench warfare, they returned to the ideas of Schlieffen, and in 1921 the army published its new doctrine, Command and Combat with Combined Arms.
This doctrine integrated the operational-level ideas taught by Schlieffen with the tactical concepts developed during World War One. And as military technology, including that of tanks, motor vehicles, aircraft and radios, was developed during the 1920s and 30s, so it was grafted onto this doctrinal framework.
Innovators such as Heinz Guderian and Erich von Manstein recognised that the protection given by tanks increased the ability of the German army to manoeuvre in the face of enemy artillery, and that this enhanced speed and mobility. However, the modern technology was merely used to enhance the capabilities that had already been provided, thanks to the army's strategic doctrine.
Thus, unlike the Allied armies, the German army in 1940 had an offensive doctrine that emphasised speed of decision-making, speed of manoeuvre and decentralised action. From the operational ideas of Schlieffen they placed the emphasis on speed, flank attacks, encirclements and decisive battle.
The experience of World War One had convinced German leaders that these ideas needed to be applied not only at top operational level, but also at the tactical level - by combined-arms teams capable of independent fire and manoeuvre. Tanks, motor vehicles and aircraft merely enabled the Wehrmacht to apply these principles more efficiently.
With this doctrine, despite being outnumbered in tanks and combat aircraft, they were able to outfight the Allies at every turn in 1940, and cause the rapid and total collapse of Allied resistance.
BBC