Faşizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Faşizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ağustos 2019 Çarşamba

 Nacht und Nebel: Nazilerin Siyasi Mahkumları Ortadan Kaldırma Programı

Nacht und Nebel: Nazilerin Siyasi Mahkumları Ortadan Kaldırma Programı

Dilara Kahyaoğlu
Mauthausen kampına yeni getirilmiş esirler, dezenfektasyon için bekletiliyor
Nacht und Nebel
, Almanca "Gece ve Sis" demek. Nazilerin iktidara geldikten sonra ilk yaptıkları işlerden biri; Nazi rejimine sorun çıkaran veya çıkaracak olan muhalifleri, direnişçileri, siyaseten ve ideolojik olarak rejimin karşısında yer alan veya yer alma ihtimali olan herkesi ortadan kaldırmak olmuştu. "Gece ve Sis" bu imha programına kendilerinin verdiği bir isim. Bu tür mahkumları Nacht und Nebel göndermesindeki baş  harfleri kullanarak kısaca "NN" diyerek sınıflandırmışlar. Aslında ironik ama gerçekçi bir şekilde isimlendirip, bu kod adını verip, şifrelemişler. Gerçeği bilmeyenler "NN" harflerinin açılımını, açılımını bilse bile neyi temsil ettiğini bilemezdi.

Gece ve Sis... Bu kodlama; o kadar doğru o kadar gerçeği tam olarak yansıtan bir isimlendirmedir ki.. İsimleri saptanan kişiler; evlerinden, işyerlerinden, sokaktan veya yaptıkları gizli toplantılardan hızlıca alınıp kaçırılıyor, bir daha da onlardan haber alınamıyor. Bu kişilere yok muamelesi yapmışlar. Sanki bunlar geceye ve sise karışıp kaybolmuşlar.

Kaybettirildiler...
Doğru kelime budur.


Bunların yargılamaları yapılmıyor, nerede oldukları bilinmiyor, yaşayıp yaşamadıkları savaşın sonuna kadar öğrenilemiyor. Kimisini hemen idam ediyorlar, kimisini de toplama kamlarına gönderip ölesiye çalıştırıyorlar. En ağır koşullarda tutulan esirler bunlar. Sırtlarında kırmızı ile yazılmış "N" harfi  var bu damga onları diğer mahkumlardan ayırıyor. İçlerinde her halktan insan var. Ruslar, Polonyalılar, İskandanivyalılar, Fransızlar...

Siyasi mahkumların çoğu Mauthausen-Gusen toplama kampında köle emek gücü olarak tutuluyordu. Kamp Almanya içindeydi ve 8 Mayıs 1939'da açılmıştı. Kamp 1941'den itibaren başta Sovyet subayları olmak üzere çok sayıda savaş esirinin tutulduğu yerlerden biriydi. Nazi Almanya'sının en kârlı toplama kamplarından biri olan Mauthausen'de kampın bu siyasi işlevi; ekonomik rolüne paralel olarak devam etmiş, Nazilerin siyasi ve ideolojik düşmanlarının -gerçek ve hayal edilen- hapsedilmesi ve öldürülmesi için kullanılmıştır. Ölümlerin çoğu ölümüne çalışmaktan kaynaklanıyordu. Esirler yetersiz koşullarda günde 12 saat çalıştırılıyordu.

Nuit et Brouillard (Gece ve Sis) isimli 1956 tarihli Fransız belgesel kısa filmi, ismini; bu kaçırma ve yok etme programından almıştır. Filmin yönetmen Alain Resnais, kurtuluştan on yıl sonra bu belgeseli yaparak Alman toplama kamplarının çirkin yüzünü sarsıcı bir  şekilde gösterdi. Savaşın üzerinden henüz on yıl geçtikten sonra acılar ve kinler çok taze iken kurgulanmış ve vizyona girmiş olan bu film, zamanında Fransa'da oynatılmak istenmemiş (örneğin Cannes Film Festivalinde oynatılmasını engellemek istiyorlar), malum bazı kesimlerce tepki ile karşılanmıştır. Filmin senaryosunu , Mauthausen-Gusen toplama kampından kurtarılmış olan Jean Cayrol ile Alain Resnais birlikte yazmıştır.

Çoğu Norveçli direnişçi olan İskandinavyalı mahkumlar 1945 martından itibaren kamplardan beyaz otobüslerle alınıp evlerine doğru yola çıkarılıyor. Savaşın hala sürdüğü bu ilk tahliyelerde, yol boyunca başlarına bir şey gelmesin diye  kızıl haç damgalı beyaz otobüsler özellikle tasarlanmış ve kullanılmış. Kurtarılan mahkumlar arasında yolculuğa dayanamayıp daha evine varmadan ölenler de oluyor.

Bu konuyla ilgili o kadar az kaynak var ki, buldukça bu yazıyı geliştireceğim..



Kaynaklar ve ilgili linkler

*bkz. Mauthausen-Gusen toplama kampı kompleksi
Nazi Almanya'sının en karlı toplama kamplarından biri olan Mauthausen'de köle işçi kullanan şirketler arasında şunlar vardı: 

18 Şubat 2019 Pazartesi

Faşizm ve Kadınlar Üzerine Eleştirel Çalışma

Faşizm ve Kadınlar Üzerine Eleştirel Çalışma

Dilara Kahyaoğlu

İngiliz Faşist Birliğine üye kadınlar Mosley'i Nazi selamıyla selamlarken

Bilgi, Çalışma, Düşünme, Araştırma...

(devam edeceğim)


Görsel Kaynak: Kevin Passmore, Fascism, Oxford, 2004

11 Ağustos 2017 Cuma

"Faşist Otoriteye İtaat ve İman Görevi"

"Faşist Otoriteye İtaat ve İman Görevi"

Mussolini, 1929'da Devlet Özel Savunma Mahkemesi üyelerini kabul etti.
Özel Mahkeme, silahlı kuvvetler ve Faşist milis memurlarından oluşuyordu.
http://dizionaripiu.zanichelli.it/storiadigitale/p/voce/4293/mussolini-benito#!prettyPhoto
"Faşist iktidar yerleşip, kendi devletini kurmaya  başladığında, daha siyasal partiler kapatılmadan, La Giustiza, Corriera della Sera gibi gazeteler kapatıldı  veya kaba kuvvetle ele geçirildi. 31 Aralık 1925 tarihli  yasayla, Sindacato Naziollale Fascista del Giornalisti  (Gazeteciler Faşist Sendikası) kuruldu ve bu sendika üyesi olmayanların gazetecilik hakkı ellerinden alındı.  Böylece, özgür haber dolaşımı ve halkın gerçekleri öğrenme hakkı önlendi.

İtalya dışına kaçan antifaşistlerin yurttaşlıktan çıkartılıp, mallarına el konulabilmesi, 31 Ocak 1926 tarihli yasayla sağlandı.

Mussolini faşizminde eşcinseller hasta olarak
 kabul ediliyor,
hapishane veya tımarhaneye gönderiliyor,
meslekleri ellerinden alınıyordu.
Özel Bir Gün filmi bu temayı işliyor.
http://dasandere.it/il-mussolini-privato-e-il-reato-
della-pederastia-
le-ragioni-di-una-sconfitta-2/
Aynı tarihte, hükümete "kanun hükmünde kararname"  yayınlamak hakkı tanınarak, siyasal iktidar yasama organının denetimi dışına çıkartıldı ve bu yetkiyi kullanan hükümet, toplu iş sözleşmelerini yürürlükten kaldırıp, grevi yasakladı; 3 Nisan 1926'da, toplu sözleşme yapmak yetkisi faşist sendikalarına özgü bir hak sayıldı.

5 Kasım 1926'da, faşizmden yana olmayan tüm gazeteler, siyasal partiler kapatıldı,  dernekler dağıtıldı, Faşist milis komutanların emrinde "gizli polis örgütü''nün kurulması, milletvekillerinin seçim belgelerinin iptali, faşist olmayan sendikaların kapatılması, antifaşistlere pasaport verilmemesi, türünden karar ve uygulamalar da 1926 yılı Kasım ayında gerçekleştirildi.

Böylece, siyasal örgütlenme, düşünce açıklamak, düşünce etrafında birleşmek, emeğin sendikal örgütlenmesi, grev hakları yok edilirken, faşizme siyasal iktidar alternatifini engellemek, özgür siyasal katılma olanaklarını önlemek amacıyla, tek Faşist Partisi'nin değişmez/tartışılamaz mutlak iktidarını sistemleştiren yasal düzenlemeler de gerçekleştirildi, Faşist siyasal iktidar düzeni oluşturulurken, karşıt davranışların cezalandırılmasına yönelik La Legge per la Difesa dello Stato (Devletin Korunması Yasası) 25 Kasım 1926'da kabul edildi.

Faşist devlet anlayışına karşıt eylem ve düşünce açıklamalarını suç sayan, Duce 'ye karşı eylemi ölüm cezasıyla cezalandıran, insan hakları kapsamında olmasına rağmen faşizmin yasaklarına aykırı davranışları suçlayan yasa, faşist düzenin kurulmasında büyük etkenlik sağladı, Yasaya aykırı fiileri yargılamak için, ''Tribunale  Speciale per la Difesa delle Stato" adını taşıyan özel mahkeme kuruldu. Bir faşist generalle, beş faşist milisten oluşan mahkeme, kararlarında; "faşist otoriteye itaat ve iman görevi”ne uygun davranılıp, davranılmadığını ölçü olarak kullanıyordu.  Demokrasi adını da taşısa otoriter siyasal biçime yönelen ülkelerde özlemi duyulan bu "özel mahkeme", 4671 İtalyan vatanseverini mahkum etti. Bu mahkemelerde hüküm giyenlerin yaş ortalaması 30'dan aşağıdır, 4671 kişiden 4042'si sosyalist; 323’ü ise antifaşisttir. Verilen ceza toplamı 28 bin 115 yıla ulaşmaktadır. 

"Devleti Koruma Özel Mahkemesi"  hiçbir hukuksal kurala bağlı olmaksızın, devlet adına faşist iktidarı korumak amacıyla vatanseverleri cezalandırırken, esasen, yargı bağımsızlığı ve güvencesi de giderilmiş, yargıçlar Faşist Partisine bağlanmıştı. 1931’de tüm yargıçlar Faşist Partisine bağlılık yeminine çağrılmış ve yemin etmeyen azınlıktaki yargıçlar görevlerinden atılırken diğer yargıçlar Faşist Partisi'ne üye yazılmıştı.

Carlo Rosselli sağ baştaki.
http://www.corriere.it/cultura/17_maggio_02/saggio-carocci-mussolini-giustizia-liberta-
marco-bresciani-1eb41132-2f59-11e7-88d3-be5206e98599.shtml
Özel Mahkeme kararıyla gönderildiği Lipari adasındaki toplama kampından kaçışından sonra Emilio Lussu,  Fausto Nitti, Carlo Rosselli  tarafından kurulan Giustizia o Liberta (Adalet ve özgürlük) hareketi önderlerinden Carlo Rosselli ve kardeşi Nella Rosselli önce tutuklanıp, zincire vurulduktan sonra sürgüne gönderildiler. Sürgün, Roselli kardeşleri 9 Haziran 1937'de Normandiya'da arabalarına konan bir bombayla ölmekten kurtaramadı.

Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, cilt 3, S. 762

ayrıca bkz.
https://www.youtube.com/watch?v=NsyMfYYbq10&t=1403s (Özel Bir Gün/Una giornata particolare (1977) 

23 Haziran 2017 Cuma

Hitler’in İktidar Yolu

Hitler’in İktidar Yolu

Chris Harman

Krizin başlarında, Amerikan Birlik Bankası önündeki kuyruk.
1929 Ekim’inde Wall Street Çöküşü meydana geldiği sırada, Avrupa’nın iki en büyük ülkesinin hükümetlerine İşçi Partisi tipi sosyal demokrat partiler egemendi. Britanya İşçi Partisi’nin Ramsay MacDonald’ı yılın başlarında Liberallerin desteğine dayanan bir azınlık hükümeti kurmuştu; Almanya’da ise Sosyal Demokrat Müller, bir yıl önce ‘ılımlı’ burjuva partileriyle birlikte ‘büyük koalisyon’un başına getirilmişti.


Her iki hükümetin de 1930 yılına gelindiğinde kendilerini yutan krizle nasıl mücadele edecekleri konusunda herhangi bir fikirleri yoktu. Artan işsizlik, sosyal yardım harcamalarının artışı anlamına geliyordu. Azalan sanayi üretimi ise vergi gelirlerinin azalması demekti. Hükümet bütçeleri açık vermeye başladı. Mali istikrarsızlık iki ülkeyi de vurdu – ABD’li bankacılar 1920’lerde Alman ekonomisini destekleyen ‘Dawes Plan’ı kredilerinin geri ödenmesini istediler ve finansçılar sterlinin uluslararası değişim değeri aleyhine kumara başladılar. Ulusal bankaların başkanları, Almanya’da (yönetici sınıfın liberal kesiminin temsilcisi olarak beş yıl önce göreve getirilen) Schacht ve Britanya’da (Baring Bankası ailesinin bir üyesi olan) Montagu Norman; hükümetlerine, işsizlere sosyal yardım sağlayan sigorta fonlarını azaltmalarını söylediler. Hükümetler bu baskı altında dağıldılar. Almanya’da maliye bakanı, bir zamanlar Avusturyalı Marksist iktisatçı ve daha sonra Bağımsız Sosyal Demokrat Rudolf Hilferding, durumla başa çıkamadı ve hükümet 1930 başlarında düştü. Britanya’da MacDonald’ın maliye bakanı Philip Snowden, İşçi Partisi’ni terk ederek ulusal bir hükümette Muhafazakârlara katıldı.

Ekonomik kriz Britanya’da, [bkz. video]Almanya ve ABD’den daha az şiddetliydi. Britanya sanayiinin imparatorluk nedeniyle hâlâ büyük pazarlara ayrıcalıklı bir ulaşımı söz konusuydu. Fiyatlar ücret ve maaşlardan daha hızlı düştü ve kuzeyin, İskoçya’nın ve güney Galler’in eski sanayi bölgelerinde işsizler sıkıntı çekerken, orta sınıf bu durumdan yararlandı bile. Ulusal hükümet kamu sektöründeki işsizlik ödemelerini ve maaşları kıstı; işsizler arasında isyanları, donanmada kısa süreli bir isyanı ve öğretmenler gibi gruplar arasında öfkeyi kışkırttı. Ama krizi kolaylıkla atlattı; morali bozulmuş İşçi Partisi’ne 1931 ve 1935 genel seçimlerinde dayak attı ve Britanya kapitalizminin belli başlı kesimlerini bu krizden çıkmanın bir yolu bulunduğu konusunda ikna etti. 1933 ve 1934 yıllarında Oswald Mosley’in, faşizmin Britanya varyantını desteklemeye hazır olan yönetici sınıfın belirli kesimleri (örneğin gazetesi Daily Mail’in ‘Kara Gömleklilere Hurra!’ diye adice açıklamalar yaptığı Rothermer ailesi) 1936’ya gelindiğinde genellikle bu tutumu terk ettiler.

Almanya’da işler çok farklıydı. İşsizlik Britanya’dakinden yüzde 50 daha fazlaydı ve de orta sınıfın büyük kesimi ileri derecede yoksulluk çekiyordu. Kriz Adolf Hitler’in Nasyonal Sosyalist (ya da Nazi) Partisi’ne büyük bir destek dalgası yarattı. Oyları 810.000’lerden 1930’da altı milyonun üzerine ve Temmuz 1932’de de toplam oyların yüzde 37,3’üne yükselerek ikiye katlandı. Ama Naziler yalnızca (ya da esas itibariyle) bir seçmen partisi değildi. Onların örgütlenmelerinin çekirdeğinde, sayıları 1930 sonlarında 100.000 ve 1932 ortalarında 400.000’i bulan paramiliter sokak savaşçıları –SA ya da Nazi Komando Örgütü üyesi/ Kahverengi Gömlekliler– yer alıyordu. Bu silahlı çeteler toplumsal bunalımın sorumlusu olarak suçladıkları, bir uçta sözde ‘Yahudi’ finans kapital, öte yanda sözde ‘Yahudi’, ‘Marksist’ işçi sınıfına karşı mücadeleye kendilerini adamışlardı. Nazizmi ve faşizmi, yerleşik burjuva partilerinden farklı kılan, sokakların kontrolü ve tüm öteki örgütlerin fethedilmesi için savaşmaya hazır olan işte bu silahlı gücün varlığıydı.

Bu türün ilk başarılı örgütlenişi İtalya’da 1920’den sonra Mussolini tarafından yaratılmıştı. Bunun üyeleri, Yahudi karşıtlığından daha ziyade, güçlü bir milliyetçi ideolojiyle birbirlerine bağlıydılar. (1920’lerin ortalarında Roma belediye başkanı gibi kimi üyeleri Yahudiydi ve Yahudi karşıtlığı 1930’ların sonlarında Hitler’le ittifak kuruluncaya kadar faşist ideolojinin bir özelliği değildi.) Ama diğer açılardan Hitler’in izleyeceği yolu Mussolini aydınlatmıştı.

Hitler’in partisi, Fransızların Ruhr’u işgal ettiği ve büyük enflasyonla gelen 1923 kriz yılında ilk kez önem kazandı. Parti, sağ terör örgütleri, Yahudi karşıtı gruplar ve eski Freikorps üyelerinin Bavyera şehri Münih’te bir araya gelen çevresinin merkezi oldu. Ancak Kasım 1923’te şehirde iktidarı ele geçirme girişimi hazin bir şekilde başarısız oldu ve kriz koşulları ortadan kalkınca parti düşüşe geçti. 1927-28’e gelindiği zaman Hitler’in partisi, birkaç bin üyesi ve sürekli kavga eden liderliğiyle oy sandığında marjinal bir güçtü. Daha sonra dünya bunalımının patlak vermesi partiye muazzam bir atılım kazandırdı.

Giderek artan sayıda insan, ‘ılımlı’ burjuva partilerinden Hitler’e akın ettiler, zira kriz sırasında destek olan bu hükümetler, yalnızca işçileri değil fakat kendi orta sınıf destekçilerinin de çoğunu yoksulluğa ve iflasa sürüklüyordu. Örneğin küçük Thalburg kasabasında üç yıl içinde Nazi oyları, diğer burjuva partilerinin aleyhine olarak, 123’ten 4.200’e fırladı.(1)

İtalyan faşistleri gibi Naziler de orta sınıfın bir partisiydi. Hitler iktidara gelmeden önceki üyelerin büyük bir kısmı serbest çalışanlar (yüzde 17,3), beyaz yakalı işçiler (yüzde 20,6) ya da memurlardı (yüzde 6,5). Bütün bu gruplar Nazi Partisi’nde, genel nüfus içinde olduklarından yüzde 50 ve 80 daha fazla temsil ediliyorlardı ve hepsi, bugünkünden farklı olarak, toplumsal olarak çok daha ayrıcalıklı kabul ediliyorlardı. Genel nüfus içindeki oranlarından yaklaşık yüzde 50 daha az oranda da olsa, Nazilere katılan işçiler de oldu.(2) Naziler işçi sınıfından biraz oy aldılar. Ancak bunların çoğu, savaştan hemen sonraki sendikalaşma girişimlerinin kırıldığı ve işçi sınıfı politikası geleneğinin hiç mevcut olmadığı doğu Prusya gibi bölgelerin tarım işçilerinin; orta sınıfın etkisinin en güçlü olduğu küçük kasabalardaki işçilerin ya da atomize olmuş ve Nazi ya da özellikle Nazi Komando Örgütleri’ne üye olmanın sağlayacağı yararların cazibesine kapılmış işsizlerin oylarıydı.(3) Bu durum, örneğin ‘araştırmalar Nazi oylarıyla sınıf arasında yalnızca çok düşük bir korelasyon olduğunu gösteriyor’ diyen, Michael Mann’ın yaptığı gibi, Nazilerin orta sınıf özelliğini inkâr etmenin saçmalığını gösteriyor.(4)

Ama orta sınıflar, niçin solun değilde, Nazilerin cazibesine kapılmıştı? Bu kısmen on yıllar süren anti-sosyalist telkinlerle ilgiliydi. Serbest çalışanlar ya da beyaz yakalı işçiler, bedeniyle çalışan işçilere üstün oldukları inancıyla yetiştirilmişlerdi ve kriz derinleşirken işçi kitlesinden kendilerini ayıran şeye sıkıca tutunmak istiyorlardı. Hükümetlere ve finansçılara duydukları öfke, kendilerinin altındaki işçi kitlesinden duydukları korkuya eşitti. Bununla birlikte bu durum onların pek çoğunun, 1918-1920 devrim döneminde, bir tür sosyalist değişimin kaçınılmaz olduğu düşüncesine razı olmalarını engellememişti.

Bu durumdaki diğer etken, solun kendisinin davranışıydı. Alman Sosyal Demokratları, İtalyan seleflerinin deneyiminden hiçbir şey öğrenmemişlerdi. Bunun yerine, bıktırıncaya kadar (ad nauseam) ‘Almanya İtalya değildir’ diye tekrarlamışlardı. 1927’de Kautsky, bu noktada ısrar ediyor, ileri bir sanayi ülkesinde faşizmin, ‘kapitalist amaçlara hizmet etmeye hazır büyük sayılarda lümpen unsurları yakalamada’ İtalya’daki başarısını asla tekrarlayamayacağını iddia ediyordu.(5) Hilferding, Ocak 1933’te Hitler iktidara geçmeden birkaç gün önce hâlâ aynı mesajı tekrarlıyordu. Alman anayasasına dayanarak, Sosyal Demokratların Nazileri ‘legalite’ alanına zorladıklarını ve Cumhurbaşkanı Hindenburg’un bir önceki yaz hükümet kurma talebini reddetmiş olmasının gösterdiği gibi bunun onların yenilgisine yol açacağını söylüyordu. ‘İtalyan trajedisinden sonra Alman farsı geliyor…” diyor, “bunun faşizmin yıkılışını gösterdiğini’ iddia ediyordu.(6)

Anayasacılık üzerine yapılan vurgu Sosyal Demokrat liderleri, kendileri 1930’da hükümeti terk ettikten sonra ağırlaşan krizde işbaşında olan, birbirini izleyen hükümetlere karşı bir ‘hoşgörü’ politikası izlemeye yöneltmişti. Önce Brüning, sonra von Papen ve son olarak da Schleicher’in liderliğindeki bu hükümetler parlamentoda çoğunluk desteği olmadan yönettiler ve cumhurbaşkanına açık kararnamelere dayandılar. Aldıkları önlemler işçi sınıfının ve alt orta sınıfın koşullarına saldırı niteliğinde oldu –Brüning’in bir kararnamesi ücretlerde yüzde on kesinti getiriyordu– ama ekonominin kötüye gidişini ve onunla birlikte gelen güçlükleri önleyemedi. Sosyal Demokratlar uyguladıkları ‘hoşgörü’ politikasıyla, aslında, sunabilecekleri tek şeyin zorluk ve açlık olduğunu söylüyorlardı. Eski burjuva partilerini terk edenlerin desteğini elde etmeleri için meydanı Nazilere bıraktılar.

Sosyal Demokratlar, önünden çekilerek, Hitler’in işlerini kolaylaştırmış görünüyorlardı. Çeşitli türden savunma örgütleri, sosyalist spor kurumlarından ve gençlik örgütlerinden gelen gençler ve militanlardan oluşan Reichsbanner’i kurdular. Bunun yüz binleri harekete geçirme potansiyeli vardı. Ne ki yalnızca savunma amaçlı olduğunu ve yalnızca hiçbir zaman gelmeyen bir anda, Nazilerin anayasayı delmeleri halinde kullanılabileceğinde ısrar ettiler. Ayrıca Prusya devlet yönetimini ve büyük ve iyi silahlanmış bir polis gücünü kontrol ediyorlardı. Berlin’de 1929’da Komünistlerin yönetimindeki 1 Mayıs gösterilerine ateş açmak için polisi kullandılar ve 25 kişiyi öldürdüler; 1930 ve 1931’de Prusya’nın her yerinde Nazilerin gösterilerini yasakladılar. Ancak onların bu anayasacılığı, 1932 yazında Nazi tehdidi yüksek bir noktaya ulaştığında, onları bu silahı terk etmeye yöneltti. O yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendi adlarına bir aday çıkarmadılar ve destekleyicilerini yaşlı Hindenburg’a oy vermeye zorladılar ve bu Hindenburg, gizli gizli Hitler’le görüşen von Papen’le anlaşarak Prusya’daki Sosyal Demokrat hükümeti düşüren bir kararname yayınlayarak onlara hizmetlerini ödedi. Sosyal Demokratlar uysal bir şekilde buna boyun eğdiler ve Nazizme karşı en güçlü siper olduğunu söyledikleri şeyi terk ettiler. SA komandoları şimdi açıkça yürüyüşler yapmak, hayatı bu kadar zor yapan koşulları nasıl olsa ortadan kaldıracak dinamik ve çok güçlü bir hareket imajı yaratmak ve muhalefeti sokaklardan uzaklaştırmak için serbest kaldılar. İnsanların o zamana kadar tanıdığı en kötü bunalım karşısında Sosyal Demokratların hareketsizliği kadar büyük bir çelişki olamazdı. 

Sosyal Demokrat eylemciler arasındaki şaşkınlık boşuna değildi. Nazizmin Thalburg kasabasındaki yükselişini yazan tarihçinin belirttiği gibi 1933 başında Sosyal Demokratların:
…pek çokları Nazilerin yönetimi ele geçirmesini bekliyordu. Savaşmayı planlıyorlardı ama artık ne için savaşılacağı o kadar açık değildi. General von Schleicher’in ya da von Papen’in cumhuriyeti için mi? Cumhurbaşkanlığı kararnameleri altında bir demokrasi için mi? Puslu 1933 Ocak’ında Thalburg SPD’si hiçbir toplantı yapmadı, hiçbir konuşmaya destek olmadı. Söyleyecek ne kalmıştı ki?(7)

Sosyal Demokratların hareketsizliği meydanı Nazilere bırakmıştı. Ama Naziler basitçe onların seçim desteğinin sırtına binerek iktidara gelemezlerdi. Serbest seçimlerdeki en yüksek oy oranları yüzde 37,1 olmuştu ve 1932’nin Temmuz’uyla Kasım’ı arasında fiilen iki milyon oy kaybetmişlerdi. Hitler şansölye (başbakan) iken ve muhalefetin kitlesel olarak sindirildiği durumda bile, Mart 1933 seçimlerinde oyların yalnızca 43,9’unu almışlardı. 1932 sonlarında Goebbels, günlüğünde, Nazilerin iktidarı ele geçirememesinin saflarda moralsizliğe yol açtığından ve binlercesinin ayrıldığından şikâyet ediyordu.

İktidarı Nazilere veren şey, Alman yönetici sınıfının baş temsilcilerinin bunu ona sunma kararıydı. Büyük iş çevrelerinin kimi kesimleri uzun süredir Nazilere para veriyor ve onları sola ve sendikalara karşı bir denge unsuru olarak görüyordu. Gazete baronu Hugenburg, ‘ilk yıllarda … Hitler’in mali açmazlarını rahatlatmıştı’.(8) 1931 yılına gelindiğinde, Ruhr’un önde gelen sanayicilerinden Fritz Thyssen, ‘keskin bir Nazi destekçisiydi’(9) ve eski ulusal banka şefi Schacht sempatizandı.(10)
Ancak 1932’ye kadar Alman kapitalizminin temel kesimleri, az ya da çok doğrudan kendi kontrolleri altında olan iki partiyi desteklemişlerdi: büyük sanayiciler (savaş öncesi Ulusal Liberal Parti’nin devamı olan) Alman Halk Partisi’ni ve Hugenburg ve büyük toprak sahipleri Alman Ulusal Partisi’ni desteklemişlerdi. Bunlar Nazi partisine güvenmiyorlardı çünkü, onun saflarındaki pek çok yoksullaşmış orta sınıf mensubu –ve liderlerinin bir kısmı– yalnızca işçilerin Marksist örgütlerine saldırmakla kalmıyor fakat aynı zamanda büyük iş çevrelerine yönelik bir ‘ulusal devrim’ çağrısı yapıyorlardı.

Dünya bunalımı kârlarına zarar vermeye başlayınca sermayenin çeşitli kesimlerinin görüşleri değişmeye başladı. Bunlar ayrıca Hitler’in ortaya koyduğu politikaya pek çok açıdan yakındılar. Hitler’i finanse etmeyen ve kendilerinden bağımsız olarak yoksullaşmış orta sınıflar arasında gelişmiş olan bir harekete güven duymayan sanayicilerin çoğunluğu bile, Nazileri kendi amaçları için kullanabileceklerini hissetmeye başladılar. Bir çalışmanın vardığı sonuca göre: Bunalımın artan ciddiyeti üst sınıfın liderlerinin pek çoğunu, Versailles Antlaşması’nın bertaraf edilmesi, savaş tazminatlarının iptal edilmesi ve depresyonun alt edilmesinden önce, emeğin gücünün kırılması gerektiğine ikna etmişti… 1931 yazında büyük iş çevrelerinin liderleri, Weimar Cumhuriyeti’nin, ‘bir onursuzluk sistemi’ olarak nitelenmesini benimsemişler ve ‘ulusal diktatörlüğe’ çağrı yapmışlardı.(11)

Bu tür görüşler, Ruhr’lu sanayiciler, büyük toprak sahipleri ve silahlı kuvvetlerdeki subay kadrolarının büyük çoğunluğunca paylaşılıyordu. Bunlar Hitler’in ortaya koyduğu politikaya da pek çok açıdan yakındılar. Bu yakınlık Hitler, ‘ulusal devrim’ görüşünün en hararetli savunucusu Otto Strasser’i kovunca; Milliyetçi Parti, Halk Partisi ve sanayici ve toprak sahibi gruplarla 1931 Eylül’ünde Harzburg’da bir toplantıya katılıp daha sonra da Ocak 1932’de, ‘Ruhr sanayiinin liderlerine hitap edince’ daha da arttı.(12)

Sanayicilere, Hitler’in onların çıkarlarına zarar vermeyeceği konusunda artan garantiler veriliyordu ve bu arada kimileri onun SA komandolarını işçi hareketini ezmekte yararlı bir araç olarak görüyordu. 1932 sonbaharına gelindiğinde sanayicilerin çoğu, hükümetin istediği politikaları izleyecek ve işçi sınıfı direnişini kıracak kadar güçlü olması için Nazilerin de hükümette yer alması gerektiğine inanmışlardı. Ancak Nazi varlığının tam olarak ne kadar önemli olacağı konusunda hâlâ aralarında bölünmüşlerdi. Çoğunluk temel görevlerin eski burjuva partilerinde, von Papen gibi, güvendikleri politikacıların ellerinde olmasını istiyordu. Yalnızca bir azınlık o sıralar Hitler’in başa geçirilmesinde ısrar ediyordu. Onların tutumu, Hitler’in bir bekçi köpeği gibi mülkiyetlerini koruması ve herhangi bir bekçi köpeği gibi sıkı bir zincir altında tutulması yönündeydi. Ama Hitler bunu kabul etmeyecek ve büyük iş çevrelerinin havası, askeri şef von Schleicher’in hükümetinin ihtiyaçlarını karşılamakta başarısız kalmasıyla değişmeye başlayacaktı. Seçkin sanayicilerin pek çoğu, o arsız konuşmasıyla kendini beğenmiş eski onbaşıya meraklı olmasa da, yalnızca onun burjuva istikrarını yerine getirebilmek için gerekli güçlere egemen olduğunu kabul etmeye başlıyordu. Von Papen’in kendisi, bir bankerin evinde Hitler’le bir toplantı yaptı. Birkaç gün sonra Britanya büyükelçisine, ‘Eğer Hitler hareketi çöker ya da ezilirse, bunun bir felaket olacağını, her şeye rağmen Nazilerin Komünizme karşı elde kalan son siper olduğunu’ söylüyordu.(13)

Hitler’in, Schacht ve Thyssen gibi büyük toprak sahibi ve yerleşik iş çevrelerinden destekçileriyle yüksek askeri komuta kademesi, Hitler’i şansölye olarak atamak suretiyle krizi çözme konusunda Cumhurbaşkanı Hindenburg’a baskı yapmaya başlamışlardı. Von Papen kendi ağırlığını ve ona güvenen ağır sanayi çıkarlarının ağırlığını bu baskıdan yana koydu. Sanayinin hâlâ kuşkuları olan belirli kesimleri vardı ama bu çözüme bir direnç göstermediler ve bir kez Hitler iktidara gelince parlamentodaki konumunu yükseltmek (ve Nazi saflarındaki krizi çözmek) için, gitmek istediği seçimi finanse etmeye oldukça gönüllü oldular.(14) Hitler, Alman büyük iş çevrelerinin kimi kesimlerinin acil siyasal tercihlerine karşı da olsa, orta sınıfların kitlesel hareketini örgütlemeyi başaramamış da olsa, bir şey yapabilecek durumda değildi. Ancak işin sonunda, büyük iş çevreleri, onun iktidara gelmesinin devam eden siyasal istikrarsızlıktan daha iyi – ve kuşkusuz onun çökerek Alman siyasetinin sola kaymasından çok daha iyi, olacağı sonucuna vardılar.

Hitler 31 Ocak 1933’te göreve geldi. Sosyal Demokratların pek çok destekçisi savaşmak istedi. Braunthal, ‘…Alman işçilerinin direnme iradesinin en etkili gösterileri’nden söz eder:
30 Ocak gününün öğleden sonrası ve akşamı Alman şehirlerinde işçilerin kendiliğinden ve şiddetli gösterileri oldu. Ülkenin her tarafındaki fabrikalardan gelen delegeler aynı gün savaş emri beklentisi içinde Berlin’e ulaştılar.(15)

Bununla birlikte SPD liderleri Hitler’in ‘anayasal’ olarak iktidara geldiğine ve SPD taraftarlarının hiçbir şey yapmaması gerektiğine karar verdiler! Günlük gazeteleri Vorwarts, ‘Hükümetin ve onun coup d’etat tehditleri karşısında Sosyal Demokratlar ve Demir Cephesi, sağlam bir şekilde anayasa ve meşruiyet zemininde durmaktadır’ diye kendilerini övdüler.(16) Parti çabalarını, yeni rejime ‘zamansız’ bir direnişi önlemeye harcadı. Sosyal Demokrat Parti’nin sıradan üyelerinin direnme arzusu önceki üç yılda Komünist  Parti’nin kullanabileceği bir duyguydu. Ama onun liderleri, 1929’dan ta 1933’e kadar Sosyal Demokrat liderlerden Nazileri durdurabilmek için bir birleşik cepheye katılmalarını talep etmeyi, ya aptallıktan ya da Stalin’e olan riayetten reddettiler. Bu politika hakkında kuşkuları olan bireyler etkili pozisyonlardan uzaklaştırıldılar. En büyük saçmalık 1931 yazında görüldü. Naziler, Prusya’da Sosyal Demokrat hükümeti uzaklaştırmak için bir referandum düzenlediler ve Komünist liderler, Stalin’in emriyle, bunun bir ‘Kızıl Referandum’ olduğunu ilan ettiler ve üyelerine ‘evet’ oyu için kampanya yapmalarını bildirdiler! Nazilere karşı direniş için yüzünü Komünistlere dönmüş, Sosyal Demokrat tabanın önünü kesmek amaçlı bundan daha kapsamlı bir adım düşünülemezdi.

Bu Komünistlerin, kimi zaman iddia edildiği gibi, Nazilerin bir tür müttefiki oldukları anlamına gelmez. Berlin gibi yerlerde Komünist gruplar, Nazileri geri püskürtebilmek için günlerce her şeyi göze alan sokak savaşları verdiler.(17) Ama bunu çok daha geniş bir destek zemininden kopuk olarak yaptılar.

Sosyal Demokratların korkaklığı gibi, Komünist liderlerin divaneliği Hitler işbaşına geldikten sonra da devam etti. İtalya’da olanlardan ders almamışlardı ve Nazilerin iktidardaki herhangi bir burjuva hükümeti gibi hareket edeceğine inandılar. Nazi diktatörlüğünün esasen istikrarsız ve muhtemelen kısa ömürlü olacağında ısrar ettiler.(18) Sloganları ‘Hitler’den sonra, biz’di. Moskova’da parti gazetesi Pravda ‘Alman Komünist Partisi’nin yükselen başarılarından’ söz ediyor; bu arada eski Sol Muhalefetçiler’den şimdi tamamıyla Stalin’in emri altında olan Radek, Izvestia’da, Naziler için, ‘Marne’daki yenilgi gibi bir yenilgi’den söz ediyordu.(19)

Bu bakış açısıyla uyumlu olarak Almanya’daki Komünist eylemcilere, kitleye yönelik broşürlerle ve yeni hükümete yönelik dilekçelerle saldırıyı sürdürmeleri söyleniyordu. Ama Hitlercilik, öteki burjuva hükümetlerinden tam da bu noktada ayrılıyordu çünkü arkasında, işçi sınıfı direnişinin her unsurunu ezmeye hazır, militanları avlayan, işverenlerin sendikalı eylemcileri işten atmasını sağlayan ve rejime muhalif olan merkezleri yok etmek için gizli polisle işbirliği yapan geniş bir destekçi kitlesi vardı. Bir dilekçeyi imzalayan herhangi birisi, SA’larca dövülüyor ve polisçe toplanıyordu.

Birkaç gün içersinde Nazilerin paramiliter güçleri devlet makinesiyle bütünleşti. SA Nazi Komandoları ve polis, işçi sınıfı partilerine eziyet etmek için birlikte çalıştı. Daha sonra, 27 Şubat’ta Naziler, Reichstag’daki bir yangını, Komünist Parti’yi kapatmak, basınını susturmak ve 10.000 kadar üyesini toplama kamplarına sürüklemek için bahane olarak kullandılar.

Sosyal Demokrat liderlerin aptalca korkaklığı sonuna kadar devam etti. Komünistlere yönelik baskının kendilerine dokunmayacağına inandılar ve yeraltı direnişinden söz eden üyelerini partiden attılar. Sendika liderleri, 1 Mayıs’ı bir ‘ulusal emek günü’ne dönüştürmek için Nazilerle işbirliği yapma sözü bile verdiler.

Hitler’in iş başına gelişiyle 1939’da savaşın çıkışına kadar geçen sürede yaklaşık 225.000 kişi, siyasal suçlar nedeniyle hapse mahkûm edildi ve ayrıca ‘bir milyon kadar Alman’ın uzun ya da kısa bir süre, toplama kamplarının işkence ve aşağılamalarının’ kurbanı olduğu tahmin edilmektedir.(20)

Istırap çeken yalnızca işçilerin örgütleri değildi. Komünistlere, Sosyal Demokratlara ve sendikalara yönelik saldırısı için büyük iş çevreleri partilerinin –Ulusal Parti ve Halk Partisi– desteğini kazanmış olan Hitler, onlara yöneldi ve kendilerini feshetmelerini ve bir Nazi tek parti devletini kabul etmelerini sağladı. Her türden örgütün – ne denli saygıdeğer ve orta sınıf da olsa bağımsızlığını yok etmek için devlet terörü uyguladı ve avukat grupları, profesyonel dernekler ve hatta izciler bile acı çekti. Eğer herhangi bir örgüt direniş ortaya koyarsa, siyasi polis –Gestapo– daha aktif olan bazı üyelerini toplama kamplarına gönderiyordu. Korku, totaliter politikalara karşı çıkan her türlü sesi susturdu.

Bununla birlikte, Nazi yönetimi, büyük iş çevreleri ve ordunun subay kadrolarıyla doğrudan anlaşma üzerine kuruluydu. Bunlar, Nazi şiddetinin görece dışında kaldılar ve baskı araçlarının ve bütün siyasal hayatın kontrolü Nazilere terk edilirken, kârlarını ya da askeri kapasitelerini arttırma konusunda özgür bırakıldılar. Bir yıl sonra, Hitler kendi korumaları, MS’leri, ‘ikinci bir devrim’den söz eden ve generalleri ve sanayicileri endişelendiren, SA Nazi Komandoları’nın liderini öldürmede kullanınca bu ittifak, ‘Uzun Bıçaklar Gecesi’nde kanla teyit edildi. Buna karşılık onlar da Hitler’in cumhurbaşkanlığını üstlenmesine ve tüm siyasal iktidarı kendi ellerinde toplamasına izin verdiler.
....

1 W S Allen, The Nazi Seizure of Power: The Experience of a Single German Town, 1930-1935 (Chicago, 1965), s. 292.
2 Nazi üyeliklerinin sınıf ve yaşa göre tam bir dökümü, J Noakes ve G Pridham, Nazizm 1919-1945, Volume 1, The Rise to Power 1919-1934 (Exeter, 1983), s. 84-87.
Bakınız, örneğin, M H Kele, Nazis and Workers (North Caroline, 1972), s. 210.
M Mann, ‘As the Twentieth Century Ages’, New Left Review, 214 (Kasım-Aralık, 1995), s. 110.
K Kautsky, ‘Force and Democracy’, çevirisi D Beetham, Marxists in the Face of Fascism (Manchester, 1983), s. 248.
6 R Hilferding, ‘Between the Decisions’, çevirisi D Beetham, Marxists içinde s. 261.
W S Allen, The Nazi Seizure of Power, s. 142.
8 A Schweitzer, Big Business in the Third Reich (Bloomington, 1963), s. 107.
J Noakes ve G Pridham, Nazizm, s. 94.
10 Hitler’in iktidara gelişini iş çevrelerinin desteğine borçlu olduğu iddiaları karısında genellikle kuşkucu olan H A Turner tarafında da kabul ediliyor; bakınız H A Turner, German Business and the Rise of Hitler (New York, 1985), s. 243.
11 A Schweitzer, Big Business, s. 95.
12 Bakınız, A Schweitzer, Big Business, s. 96-97, 100. Turner önde gelen Ruhr sanayicilerinin, gazete öykülerinin iddialarının aksine, Hitler’e karşı soğuk durduklarını ileri sürmektedir. Ancak Htler’in etkili iş çevreleri topluluklarına konuştuğunu kabul etmektedir. Bakınız, H A Turner, German Business, s. 172.
13 Aktaran, F L Carsten, Britain and the Weimar Republic (Londra, 1984), s. 270-271.
14 Turner bile olayların gelişmesinin bu anlatımını yalanlayamıyor. Başka kaynaklar için bakınız, I Kershaw (drl.), Why Did Weimar Fall? (Londra, 1990) ve P D Stachura, The Nazi Machtergreifung (Londra, 1983). Bütün tezlerin Marksist açıdan bir genel değerlendirmesi için D Gluckstein’ın mükemmel çalıması The Nazis, Capitalism and the Working Class (Londra, 1999), Bölüm 3’e bakınız.
15 J Braunthal, History of the International, cilt II (Londra, 1966), s. 380.
16 Vorwarts akşam baskısı, 30 Ocak 1933, aktaran, örneğin, E B Wheaton, The Nazi Revolution 1933-85 (New York, 1969), s. 223.
17 E Rosenhaft, Beating the Fascists bunun mükemmel bir öyküsünü sunar.
18 Bakınız A Meson, Communist Resistance in Nazi Germany (Londra, 1986), s. 29.
19 Aktaran, J Braunthal, History of the International, s. 383.
20 A Meson, Communist Resistance, s. 61.

Chris Harman, Halkların Dünya Tarihi, Çeviri: Uygur Kocabaşoğlu, Yordam Yayınları, 2013/3, 6. bölüm içinde.

bkz.
video, İngiltere'de Büyük Bunalım, https://www.youtube.com/watch?v=AmDvLY9f82A

2 Şubat 2017 Perşembe

Fotoğrafın Popüler Kullanımı

Fotoğrafın Popüler Kullanımı

John Berger

"Bir Kızıl Süvari Yola Çıkıyor"


Andre Kertesz, Red Hussar Leaving, Budapeşte, Haziran 1919
Çocuğuyla bir anne, dikkatle bir askere bakıyor. Belki
konuşuyorlar. Sözcüklerini duyamıyoruz. Belki de hiçbir şey söylemiyorlar
ve her şey bırbirlerine bakış tarzlarıyla söyleniyor. Ancak
aralarında bir dramın canlandığı kesin.

Başlıkta " Bir Kızıl Süvari Yola Çıkıyor, Haziran 1919, Budapeşte,"
yazıyor. Fotoğraf Andre Kertesz'in.


Demek kadın az önce evinden çıkmış, az sonra da çocuğuyla
yalnız başına tekrar eve dönecek. Anın dramı giydikleri kıyafetlerin
farklılığında dile geliyor. Adamınkiler yolculuk yapmak, açık havada
uyumak ve savaşmak için; kadınınkiler evde kalmak için.
Fotoğrafın başlığı başka düşünceleri de akla getirebilir. Hapsburg
monarşisi önceki sonbahar düşmüştür. Kış, en yoğun yokluk
(özellikle Budapeşte'deki yakıt sıkıntısı) ve ekonomik çözülme
dönemlerinden biri olmuştur. İki ay önce, Mart'ta, sosyalist Konsey
Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Önce Rus, şimdi de Macar devrimi
örneğinin bütün Doğu Avrupa ve Balkanlar'a yayılmasından korkan
Paris'teki Batılı müttefikler yeni cumhuriyeti parçalamayı planlamaktadır.
Daha şimdiden bir kuşatma söz konusudur. General Foch'un kendisi
bizzat Romen ve Çek birlikleri tarafından yürütülecek bir askeri
işgal tasarlamaktadır. 8 Haziran'da Clemenceau, telgrafla Bela Kun'a
bir ültimatom göndererek, Macarların ülkenin doğudaki üçte bir topraklarını
Romenler'in işgaline bırakarak askeri güçlerini geri çekmesini
talep eder. Bundan sonraki altı hafta boyunca Macar Kızıl Ordusu direnmeye
devam eder, ancak en son anda kırılır. Ağustos geldiğinde Budapeşte
işgal edilir ve çok kısa bir süre sonra Horty'nin idaresi altında
Avrupa'nın ilk faşist rejimi kurulur.

Eğer geçmişten gelen bir imgeye bakıyorsak ve onu kendimizle
ilişkilendirmek istiyorsak, bu geçmişin tarihine ilişkin bazı şeyleri
bilmeye ihtiyaç duyarız. Bu yüzden yukarıdaki paragraf -bundan çok
daha fazlası da söylenebilir- Kertesz'in fotoğrafının okunmasıyla ilgilidir.
Tahminen, fotoğrafa sadece " Vedalaşma" başlığını değil de, o
başlığı vermesinin nedeni de budur. Gene de fotoğraf - daha doğrusu
fotoğrafın okunmayı talep ediş biçimi- tarihsel olanla sınırlandırılamaz.
Fotoğrafın içindeki her şey tarihseldir: üniformalar, tüfekler, Budapeşte
tren istasyonunun köşesi, tanınan (ya da o tarihle tanınabilecek)
bütün insanların kimlikleri ve biyografileri - hatta çitin öte
yanındaki ağaçların boyutları. Bununla birlikte fotoğraf, tarihe karşı
bir direniş de göstermektedir: bir karşı koyuş.

Bu karşı koyuş, Dikkat! Çekiyorum! diyen fotoğrafçının yol
açtığı bir özellik değildir. Sonuçta ortaya çıkan dural imge, akan bir
ırmaktaki sabit, çakılı direk gibi bir şey değildir. Biliyoruz ki adam bir
an sonra arkasını dönecek ve uzaklaşacak; adamın, kadının kollarındaki
çocuğun babası olduğunu tahmin ediyoruz. Fotoğraflanan anın anlamı,
şimdiden dakikalara, haftalara, yıllara sahip çıkıyor.
Karşı koyuş adamla kadın arasındaki veda bakışındadır. Bu bakış
izleyene yönelik değildir. Biz bu vedalaşmaya daha yaşlıca olan bıyıklı
asker ve şallı kadının (belki de bir kız kardeş) olduğu gibi tanık oluyoruz.
Bakışmanın dıştalayıcılığı annenin kollarındaki çocukla daha da
vurgulanıyor; çocuk babasını seyrediyor, ama gene de anne ve babanın
bakışmalarının dışında.
Gözlerimizin önündeki bu bakışma, olanı, özel olarak orada, istasyonun
dışında çevrelerinde ne olduğunu değil, onların yaşamının ne
olduğunu, yaşamlarının ne olduğunu yerine oturtuyor. Kadın ve asker
birbirlerine, şimdi olanın imgesinin kendilerinde kalması için
bakıyorlar. Kendi tarihlerini kabul ettiklerini ya da seçmiş olduklarını
varsaysak bile, bu bakışmada varoluşları tarihlerine karşı koyuyor.

[....]

Kadın ve kızıl Macar askerinin fotoğrafı, bir düşünceyi temsil
eder. Bu düşünce Kertesz'in değildir. Gözlerinin önünde yaşanmaktadır
ve Kertesz ona karşı alıcı bir duyarlılık içindedir.

Kertesz ne görmüştür?
Yaz günlerinin ışığı.

Kadının elbiseleriyle, açık havada uyumak zorunda kalacak askerlerin
kalın elbiseleri arasındaki kontrası.
Belli bir ağırlık içinde bekleyen adamlar.
Kadının, bakışındaki yoğunlaşma - daha şimdiden adama, sanki
biraz sonra onu alıp götürecek olan uzaklığın içine bakıyormuş
gibi bakıyor.
Kadının ağlamanın yolunu kesen kaş çatışı.
Erkeğin alçak gönüllülüğü - bu, kulağından ve başını tutuş
biçiminden okunabiliyor- çünkü o anda kadın erkekten daha
güçlüdür.
Kadının, bedeninin duruşundan okunan kabullenişi.
Çocuk, babasının üniformasından şaşkınlığa düşmüş, olağandışı
durumun farkında.
Kadının dışarı çıkmadan önce taranmış saçları, eski elbisesi.
Gardıroplarının sınırlılığı.

Görülen şeyleri ancak madde madde saymak mümkün, çünkü
eğer bunlar insanın yüreğini sızlatıyorsa, bunu asıl olarak göz yoluyla
yapıyorlar. Örneğin kadının, karnı üzerinde birleştirdiği ellerinin
görünümü, patatesleri nasıl soyacağını, ellerinden birinin uykudayken
nasıl yana sarkacağını, saçlarını nasıl düzelteceğini anlatıyor.
Kadın ve asker birbirlerini tanımak için bakıyorlar.

Vedalaşmayla buluşma ne kadar da yakındır birbirine! Belki de daha önce hiç
böylesine yaşamamış oldukları bu tanıma edimi içinde, her ikisi de
diğerinin olası her şeye karşı direnebilecek bir imgesini alıkoymayı
umuyor. Hiçbir şeyin silemeyeceği bir imge.

Kertesz'in fotoğraf makinesinden önce yaşanan düşünce budur.
Ve bu fotoğrafı paradigmatik kılan da budur.
Bu fotoğraf, yalnızca hoşlanılmakla kalmayıp aşık olunan
bütün fotoğraflarda içsel olan şeyi dışsal yolla aktaran bir an'ı
göstermektedir.

Bütün fotoğraflar tarihe muhtemel katkılardır; belli koşullar
altında, herhangi bir fotoğraf bugün tarihin zaman üzerinde sahip
olduğu tekeli kırmakta kolaylıkla kullanılabilir.


O An'a Adanmış içinde, s: 102 -110, Metis Yayınları, 1988