Etkinlikler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Etkinlikler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Şubat 2021 Salı

Hammurabi Yasaları, Tüm Babil Halkına Eşit mi Uygulanıyordu?

Hammurabi Yasaları, Tüm Babil Halkına Eşit mi Uygulanıyordu?

 Dilara Kahyaoğlu

Hammurabi Steli
Stelin üst bölümünde Hammurabi ve Tanrı Şamaş
alt bölümünde Hammurabi Yasaları yer almaktadır. 
Kaynak

Hammurabi ve Tanrı Şamaş kabartmasının altında, 282 maddeden oluşan Hammurabi Yasaları (Kanunları) olarak bilinen maddeler sıralanmıştır. 

Maddeleri incelediğimizde Babil'de en çok karşılaşılan suçların nasıl cezalandırılacağının açıklandığını görürüz. Bu suçlar daha çok: Ticaret ve Tarım hayatı,  Kölelik, Ahlak ve Aile ile ilgidir. 

Bütün maddeler; “eğer şu yapılırsa şu ceza verilir” biçimindedir.

Bu yasalar, Ortadoğu’da “dişe diş, göze göz” olarak bilinen anlayışla oluşturulmuştur. Yani suçu işleyenin yaptığı suça eşdeğer bir ceza alması amaçlanmaktadır. 

"Göz çıkaranın, gözü çıkarılır" şeklinde kabaca özetleyeceğimiz bu uygulama gerçekten de herkese eşit olarak uygulanıyor muydu? Aşağıdaki maddeleri inceleyerek bu soruyu tartışınız. Düşüncenizi  yasalardan örnekler vererek, kanıtlayarak açıklayınız. 


Hammurabi Yasaları'ndan Seçme Maddeler

*Eğer bir kişi bir başkasını ölüm cezası gerektirecek bir suçla itham eder ancak kanıtla(ya)mazsa suçlayan kişi ölüm cezasına çarptırılır.

*Eğer bir kişi hırsızlık yapar ve yakalanırsa o kişi ölüme mahkûm edilir.

*Eğer bir avilum bir muşkenumun gözünü çıkarır veya kemiğini kırarsa bir gümüş mina öder.

*Eğer bir inşaatçı bir avilum için yaptığı evi dayanıklı yapmaz ve ev çöküp sahibi ölürse, inşaatçıya ölüm cezası verilir.  Eğer ev sahibinin oğlunun ölümüne neden olmuşsa inşaatçının oğlu öldürülür.

*Eğer bir oğul babasına vurursa, onun eli kesilir.

*Eğer bir [soylu], bir [soylunun] gözünü yok ederse, onun gözü yok edilecektir.

*Eğer bir [soylu] sıradan birinin gözünü yok ederse ya da kemiğini kırarsa, bir gümüş mina öder.

*Eğer bir [soylu], bir kölenin gözünü yok ettiyse veya [soylu] bir kölenin kemiğini kırdıysa, [kölenin] değerinin yarısını öder.

*Eğer bir [soylu], bir [soylunun] dişini kırarsa, onun da dişi kırılır. Sıradan bir kişinin dişini kırarsa, üçte bir gümüş mina öder.


Ek Bilgi

Avilum: Özgür yurttaşlar.  Bir çok kaynakta soylular olarak çevrilmiştir.

Muşkenum: Kentte yaşayan, özgür yurttaş sınıfına girmeyen insanlar. Bir dereceye kadar hakları vardı.

Vardum: Köleler. Genellikle borç veya savaş esiri olanlar köle durumuna düşüyordu. Kölelikten kurtulmaları mümkündü. 


Kaynak

Eski Mezopotamya ve Mısır Tarihi, Kemalettin Köroğlu (ed), Anadolu Üniversitesi Yayınları, s. 67

World History Ancient Civilizations, McDougal Littell, 2006, s. 54

Wikipedia, Hammurabi Yasaları Maddesi


7 Aralık 2019 Cumartesi

Mezar Tepeleri Geleneği Üzerine: Hektor'un Cenaze Töreni

Mezar Tepeleri Geleneği Üzerine: Hektor'un Cenaze Töreni

Dilara Kahyaoğlu

Tümülüs geleneğinin Trakya ve Anadolu'da (ve dünyanın bir çok yerinde) oldukça eski dönemlere ait olduğunu gösteren yazılı, yazısız belgelere, mitlere/efsanelere sahibiz. Bakın Homeros, İlyada'sında bu geleneği nasıl anlatmış.

Pergamon Antik Kenti’nin batısındaki ovada yer alan
tümülüslerin en büyüğü olan Yığma Tepe'nin havadan görünüşü

Hektor'un Cenaze Töreni
Sonra yaşlı Priamos seslendi adamlarına:
“Haydi, Troyalılar, şimdi odun getirin kente,
korkmayın pusu kurar diye Argoslular;
Akhilleus kara gemilerden buraya gönderirken beni,
on ikinci şafak sökmeden size bir şey yapmam, dedi.”

Yaşlı Priamos böyle konuştu.
Dokuz gün odun taşıdılar yığın yığın.
Ölümlülere parlayan şafak sökünce onuncu günü,
Gözyaşı içinde götürdüler Hektor’un ölüsünü,
Koydular yığınların tepesine, verdiler ateşe.


Gül parmaklı şafak sabah erken parlayınca,
Ünlü Hektor’un ölüsü çevresinde toplandı bütün halk.
Hepsi geldi bir araya, topluluk kuruldu,
Parıldayan şarapla söndürdüler odun yığınını,
Söndürdüler ateş gücünün sardığı her şeyi,
Sonra topladı kardeşleri, dostları ak kemikleri,
Hepsinin yanaklarından iri yaşlar dökülüyordu.
Kemikleri alıp koydular bir altın kutuya,
Erguvan rengi yumuşak örtülerle sardılar kutuyu.
Sarar sarmaz indirdiler derin bir çukura.
Ekli kocaman taşlarla ördüler üstünü.
Sonra bir mezar tümseği yapmaya başladılar,
Gözcüler diktiler çepeçevre dört bir yana.
Mezar bitmeden Akalar saldırmasın diye,
Bir mezar tümseği olunca toprak kabara, kabara,
Gerisin geri döndü hepsi kente.

Toplanıp bir güzel kutladılar çok ünlü şöleni,
Zeus Oğlu Kral Priamos'un sarayında,

İşte böyle yapıldı atları iyi süren Hektor'un cenaze töreni.


[Ve İlyada burada biter. Destanda dillendirilen son sözler, son acı bunlar olur.]

Homeros, İlyada (XXIV, 778-805), Eski Yunanca'dan Çevirenler: Azra Erhat, A. Kadir, Can Sanat Yayınları, 1984


Çalışma Soruları

1. Destanda anlatılanlardan yola çıkarak Hektor'u nasıl gömdüklerini betimleyiniz hatta bir resmini çizmeyi deneyebilirsiniz.

2. Arkeolojide bu tip mezarlara tümülüs deniyor. Tümülüslerin, höyüklerden farkı nedir. Karşılaştırınız. [Bu soru, mutlaka bilinmesi gereken kritik bir bilgiye odaklanılması içindir]

3. Yukarıda şiirsel bir dille aktarılan ölü gömme geleneği, Troya'da yaşayan herkes için geçerli miydi? Tartışınız. Görüşünüzü argüman kullanarak destekleyiniz.

....

Şu kaynağa da bir göz atınız. https://arkeofili.com/pergamondaki-en-buyuk-tumulusun-yapim-yontemleri-arastirildi/

2. Soru için şu kaynaklara bakmanız tavsiye edilir.
https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2019/12/tumulus-nedir-kurgan-nedir.html
https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2019/12/hoyuk-nedir.html

27 Kasım 2019 Çarşamba

Mondros'tan Sonra: İşgaller, Taraflar ve Şimdi Ne olacak, Sorusuna Verilen Cevaplar

Mondros'tan Sonra: İşgaller, Taraflar ve Şimdi Ne olacak, Sorusuna Verilen Cevaplar

Dilara Kahyaoğlu
2011-19

Birinci Dünya Savaşı'nın sonuçlarını ve Mondros Ateşkesi'ni bundan önceki metinlerde yazmıştım.  O nedenle burada bir daha tekrar etmeyeceğiz. 

Ahmet İzzet Paşa Hükumeti
Ekim ayından itibaren itibaren savaşın yenilgiyle sonuçlanacağını artık Osmanlı yöneticileri ve iTC ileri gelenleri de kabul ediyordu. Çünkü cephede işler iyi gitmiyordu, Bulgaristan ve Avusturya-Macaristan ateşkes antlaşması imzalayarak savaştan çekilmiş, Osmanlı'nın Almanya ile karasal ulaşımı da ortadan kalkmıştı. 

Savaşın sorumlusu olarak görülen İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) iktidardan çekilerek, parti olarak kendini resmi olarak tasfiye etti. Gerçekte İTC örgütü illegal olarak varlıklarını ve faaliyetlerini yürüteceklerdi. Güvenilir bir asker olan İzzet Paşa önderliğinde kurulan yeni hükumette İttihat ve Terakki ileri gelenlerinden oldukları halde, savaş sorumluluğuna katılmayan ve savaş yıllarındaki yolsuzluk ve cinayetlere (Ermeni Tehciri ve Kırımı kastediliyor) bulaşmamış olan Rauf (Orbay), Fethi (Okyar) ve Cavit Bey gibi kişiler  de yer almıştı. İzzet Paşa kabinesinin en önemli icraatı 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi ile savaşa son vermek oldu. Mütarekeyi hükümet adına Bahriye Nazırı Rauf Bey imzaladı. 

2/3 Kasım gecesi Talat, Enver ve Cemal Paşa'ların gizlice yurt dışına kaçması iç siyasette büyük bir galeyana neden oldu. İttihatçı şeflerin kaçışına göz yummakla suçlanan İzzet Paşa kabinesi, 25 gün süren iktidardan sonra 8 Kasım 1918'de istifa etti. Ama daha sonraki Osmanlı hükumetlerinde çeşitli görevler üstlendi. 

Mondros'tan İki hafta sonra İtilaf donanması İstanbul’a demir attı bu arada taze padişah Vahdettin de ittihatçı mebusların ağırlıkta olduğu **Meclis-i Mebusan’ı kapattı (12 Aralık 1918).
İşgaller ve Gizli Antlaşmalar
Mondros Ateşkes Anlaşmasının 7. Maddesi, itlaf devletlerine güvenliklerini tehdit eden bir durum ortaya çıktığında istedikleri bölgeyi işgal etme hakkı veriyordu. Mondros Ateşkes Anlaşmasının imzalanmasından kısa süre sonra itilaf devletleri bu maddeyi dayanarak ülkenin çeşitli bölgelerine asker çıkarmaya başladılar.
-3 kasım 1918’de İngilizler, Musul’u işgal etti.
-Bu arada doğuda Ermenistan, Osmanlı ordusunun çekilişinden yararlanarak Kars ve çevresini işgal etmişti (buraları Brest Litovsk Antlaşması ile Rusya'dan devralınmıştı).
-18 Kasım 1918’de İtilaf devletleri donanması İstanbul önlerinde demirledi.
-İngilizler Anadolu'nun birçok kentine (İzmit, Eskişehir, Afyon, Samsun v.b.) asker yolladılar.
-Fransızlar; Adana, İskenderun, Urfa, Maraş ve Antep yöresini işgal ettiler.
-İtalya; Antalya, Konya ve Kuşadası yörelerini işgal etti.
-15 Mayıs 1919’da ise Yunanistan İzmir’e asker çıkardı. Bu konudaki karar Paris Barış Konferansı'nda alınmıştı, Mondros'la doğrudan ilgisi yoktur
İtilaf devletlerinin Anadolu’da işgal ettikleri bölgelere baktığımızda, bunların I. Dünya Savaşında aralarında yaptıkları gizli anlaşmalarla kararlaştırdıkları Anadoluyu paylaşma planlarına büyük ölçüde uygun düştüklerini görüyoruz. Bu gizli anlaşmalarla, Adana, Maraş, Antep, Urfa bölgesi kuzeyde Sivas’a kadar Fransa’nın payına düşmüştü. Güney ve Batı Anadolu İtalyanlara bırakılmıştı. Boğazlar ve Doğu Anadolu Rusların olacaktı. İngiltere ise Anadolu yerine Osmanlının Arap vilayetlerinin büyük bölümünü almayı yeğlemişti.

Savaş sürerken Rusya’da meydana gelen ve Sosyalist bir rejimin kurulmasıyla sonuçlanan Bolşevik Devrimi sonucu Rusya savaştan çekilince, Rusya’nın payına düşen bölgeler açıkta kaldı. Bunlardan Boğazların uluslarası bir statüye kavuşturulması, Doğu Anadolu’nun ise kurulacak bir Ermenistan’a verilmesi düşünüldü.

Gizli anlaşmalarla kararlaştırılan paylaşım planlarını bozan bir diğer gelişme de savaşın sonlarına doğru Yunanistan’ın itilaf devletleri yanında savaşa girmesi oldu. Yunanistan gizli anlaşmalarda İtalya’ya söz verilen Anadolu topraklarının bir bölümünü istiyordu. Yunanistan’ın istediği bölge Rum nüfusunun yoğun olarak yaşadığı İzmir ve çevresiydi.

İtilaf devletlerinin lideri konumunda olan İngiltere, Yunanistan’ın bu isteğine destek verdi. İngiltere, İtalya gibi ileride kendine rakip olabilecek güçlü bir devlet yerine bu bölgeyi Yunanistan gibi kendi sözünden çıkmayacak küçük bir devlete bırakmayı çıkarlarına daha uygun görüyordu. Diğer itilaf devletlerine de baskı yaparak Yunanistan’ın İzmir yöresini işgal isteğini kabul ettirdi. Bunun kararı Paris Barış Konferansı'nda alındı. Bu sayede 15 Mayıs 1919’da İtilaf devletlerinin desteği ile Yunanistan İzmir’e asker çıkardı. Ancak bu itilaf devletleri arasındaki görüş ayrılıklarının ve çıkar çatışmalarının da başlangıcı oldu. Kendini aldatılmış olarak gören İtalyanlar, bu kararı hiçbir zaman içlerine sindiremediler. Yunanistan İzmir ve çevresinin işgali ile yetinmeyip bütün batı Anadoluyu ele geçirmeye kalkınca, Fransızlar, Yunanistan'ın  Anadolu'daki varlığının yalnızca İngilizlere yaradığını görüp yavaş yavaş desteğini bu işgal ordusundan çekecektir. Yunanlılardan en son desteğini çeken İngilizler olacaktır o da ancak Milli Mücadele savaşlarının sonunda..

İşgallere tepki olarak Anadolu’nun işgal tehlikesi yaşayan bölgelerinde Müdafaa-i Hukuk (Hakların Korunması) cemiyetleri adı verilen derneklerin kurulduğunu görüyoruz. Genellikle ilgili bölgelerin “eşraf” denilen ileri gelenlerinin, aydınlarının ve askeri ve sivil bürokratlarının öncülüğünde kurulan bu dernekler önceleri mitingler, gösteriler yoluyla işgalleri protesto etmişler, sonra kongreler toplayarak işgallere karşı neler yapılabileceği konusunda yöre halkının da katılımıyla kararlar almışlar ve bu kararlar doğrultusunda giderek silahlı direniş kuvvetleri oluşturmaya başlamışlardır. Kurtuluş savaşının başlangıcında bu şekilde oluşturulan silahlı direniş kuvvetlerine “Kuvayı Milliye (Milli Kuvvetler)” adını veriyoruz.

Bugünkü Türkçe “Ulusal Kuvvetler” diyebileceğimiz Kuvayı Milliye merkezi bir komutanlığa bağlı olmadan "gerilla" veya "milis" usulü ile savaşan silahlı direniş birlikleri biçiminde örgütlenmişti. Düzenli bir ordu değillerdi kısacası. Ancak düzenli bir ordunun olmadığı bir ortamda (Mondros Ateşkes Anlaşması uyarınca Osmanlı ordusu dağıtılmıştı) yapacak başka bir şey de yoktu doğrusu. Kuvayı Milliyeyi oluşturanlar o yöre halkından gönüllü olarak katılan kişilerden oluşuyordu. Yani bu kuvvetler aynı zamanda milis kuvvetleri özelliğini taşıyordu.

Kuvayı Milliye birlikleri özellikle güney cephesinde Fransız kuvvetlerine ve Batı cephesinde Yunanistan kuvvetlerine karşı savaşmışlardır. Her iki cephede de birçok başarılar elde ettiklerini görüyoruz. Ancak milis kuvvetlerinin düzenli bir ordu karşısında kesin zafer kazanması mümkün değildir. *Düzenli orduyu yıpratabilir, ama uzun vadede onun ilerleyişini durduramaz.

Batı cephesinde Yunanistan ordusu karşısında yaşanan işte bu durumdur. Kuvayı Milliye birlikleri, bazı yerlerde Yunanistan ordusuna karşı çok parlak başarılar elde etmiş olsa da sürekli yeni askerler ve silahlarla desteklenen güçlü Yunanistan ordusunun ilerleyişini uzun süre durdurmayı başaramamışlardır. Ancak bu sıralarda yapılabilecek fazla bir şey yoktur. Daha fazlasını yapabilmek için ulusal direnişin ülke çapında ve tek bir merkeze bağlı olarak örgütlenmesi gerekmektedir. İşte bunu yapacak olan mustafa Kemal Paşa bu sıralarda Anadoluya geçmiş ve bu yönde girişimlerine başlamış bulunmaktadır.
...............

**Hey’et-i Meb‘ûsan olarak da adlandırılan Meclis-i Meb‘ûsan, 23 Aralık 1876’da yürürlüğe giren Kānûn-ı Esâsî’nin öngördüğü Meclis-i Umûmî adlı Osmanlı Parlamentosu’nu oluşturan iki meclisten biri olup halkın seçtiği mebuslardan meydana gelmekteydi. Parlamentonun diğer kanadı padişahın tayin ettiği üyelerin oluşturduğu Meclis-i A‘yân’dı.


*Düzenli ordu: belirli bir sistem içinde, belirli süreler için askere alınan kişilerden oluşmuş, merkezi bir komutanlığa bağlı olarak ve katı bir hiyerarşi ve disiplin içinde hareket eden, profesyonel bir subay kadrosu tarafından idare edilen ordu.


23 Ekim 2019 Çarşamba

Paşaların Kaçması ve Mondros Ateşkes Antlaşması

Paşaların Kaçması ve Mondros Ateşkes Antlaşması

Dilara Kahyaoğlu
2011-19

Şam'ın (Damascus)  geç düşmüş olması savaşın gidişi açısından çok da belirleyici değildi.
Çünkü hem İngilizler hem de Araplar (ki bundan pek bahsedilmez Türkçe ders kitaplarında)
1918 yılında Halep'e kadar ulaşmışlardı zaten.
Diğer yandan İran Körfezi'nden gelen İngiliz birlikleri yukarı (kuzeye) doğru çıkarak Musul'a ulaşmıştı.
Sonradan hatırlanan ve son zamanlarda sıkça sözü edilen Kut ul Amara savunmasının bu genel tabloyu bozacak
bir gücü hiç olmamıştı.  Aksine ana birlikler bu savunma ceplerine sıkışmış alanlara az sayıda kuvvet bırakıp
onları oraya mıhlayıp oyalamayı, zamanı gelince de tutsak alınmalarını hedeflemişlerdi.
Böylece bir engelden kurtulan ana birlikler ilerlemeye devam etti.  Aşağıdaki haritaya bkz.

İngiliz birlikleri körfezden yukarıya çıkıyor. Kut ul Amara cebini de görmek mümkün haritada.
Önü kesilemeyen birlikler kuzeye ilerlemeye devam etmiş ve Musul yakınlarına gelmiş.
Haritaların kaynağı; A Military Atlas of the First World, Arthur Banks, 2001/4
Kendi taramalarım.  DK


Osmanlılar, Kanal Cephesinde başlayan savaşın sonuna doğru İngiliz ve Arap birlikleri karşısında kuzeye kadar gerileyişlerini sürdürdüler. Dolayısıyla ordunun Filistin'de ve Irak cephesinde İngilizler ve Arap birlikleri karşısında yenilgiye uğraması ve 1 Ekim'de Şam'ın düşmesi üzerine, [*] Talat Paşa hükumeti 5 Ekim'de İngiltere ile ateşkes sağlamak için ABD'nin arabuluculuğuna başvurdu çünkü ABD başkanı Wilson'ın yayınladığı ilkelere güveniyorlardı. İleri gelen pek çok okumuş kişi başkan Wilson'ın yardımıyla içinde bulundukları badireyi en az hasarla atlatacağına inanıyordu. Hatta öyle ki bir ara Wilson Prensipleri Cemiyeti dahi kurulmuş, ABD mandası isteyen kişiler bu görüşlerini çekinmeden dillendirmeye başlamıştı. Bu türden gelişmeler bize durumun ne kadar vahim olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Çaresizliğin içinde çare üretmeye çalışan farklı görüşlere sahip taraflar vardı. Wilson İlkeleri için bkz. 

Bu arada 29 Eylül'de Bulgaristan ateşkes imzalamış, bu ülkeye giren Fransız ve müttefik ordularının İstanbul'a yönelmesi olasılığı doğmuştu.
Osmanlıların cephede yenilmesi ve Anadolu'ya kadar gerilemesi yanında müttefikleri
Bulgaristan da zor durumdaydı. Haritada İtilaf devletlerinin bir çok koldan Bulgaristan'a girdiği ve
Avusturya Macaristan'ın arkadan çevirdiği görülüyor.
Haritanın kaynağı; A Military Atlas of the First World, Arthur Banks, 2001/4

Savaşı durdurmak için yapılan ateşkes antlaşmalarını kronolojik açıdan incelediğimizde
İttifak devletlerinin hangi sırayla savaştan çekildiğini görebiliyoruz. Görüldüğü gibi Almanya, Osmanlı'dan sonra
ateşkesi imzalamıştır. Osmanlı ile ilgili söylenen "müttefiklerimiz kaybettiği için biz de yenilmiş sayıldık"
iddiası bir şehir efsanesidir. Osmanlı Devleti, Çanakkale cephesi hariç her cephede savaşı kaybetmişti. Diğer
Müttefik devletler de -Almanya hariç- her cephede kaybetmişti. Almanya yalnız kaldı, savaşı sürdürmeye gücü yetmedi.
Almanya içindeki gelişmeleri de unutmamak lazım. Deyim yerindeyse Almanya bir anlamda içten patlamıştır.
Şu kaynağa bkz. 

8 Ekim'de Talat Paşa kabinesi istifa etti. Eski sadrazamlardan Ahmet İzzet Paşa'nın 14 Ekim'de kurduğu kabinede, İttihatçı olduğu halde hükumetin Alman yanlısı savaş politikasına karşı çıkan ve İngiliz dostu olarak tanınan Rauf Bey (Orbay) Bahriye Nazırı oldu. 18 Ekim'de Osmanlı'da esir bulunan İngiliz generali Townsend, Osmanlı'nın ateşkes şartlarını iletmek üzere bir gemiyle gizlice Midilli'ye gönderildi.

24 Ekim'de İngiliz hükumeti Limni'de bulunan Amiral Calthorpe'a ateşkes görüşmelerini başlatma yetkisini verdi. Ertesi gün Türk hükümetinin görevlendirdiği Rauf Bey, Zafer römorkörüyle Foça'dan Midilli'ye geçti; burada kendisini karşılayan İngiliz kruvazörüyle Limni adasına ulaştı.

27 Ekim'den itibaren dört gün süren çetin müzakereler sonunda 30 Ekim akşamı antlaşma imzalandı. 1 Kasım sabahından geçerli olmak üzere Osmanlı Devleti ile Britanya İmparatorluğu arasında ateşkes ilan edildi. Mondros Ateşkes Antlaşmasının tam metni için linke tıklayınız. http://www.ttk.gov.tr/wp-content/uploads/2016/11/7-Mondros.pdf

Mondros'un verdiği yetkiyle Anadolu'da bir çok yer işgal edildi.  Özellikle 7. maddeyi gözden
geçirdiğimiz zaman zaten tek başına bu maddenin bile İtilaf güçlerine işgal etme yetkisi
verdiğini görebiliyoruz.
Mondros Ateşkes Antlaşması ağır şartları olan bir antlaşmaydı. Bunun imzalanmış olması bile Osmanlı devletinin ne kadar çaresiz kaldığını göstermektedir. En ağır antlaşmayı Osmanlılar imzaladı iddiası da doğru değildir. Savaşın sonundaki barış antlaşmalarıyla birlikte durumu değerlendirdiğimizde kaybeden bütün devletlerin parçalandıklarını, en ağır koşullarla sınırlandırıldıklarını görürüz. Nitekim bu antlaşmalara duyulan öfke II. Dünya Savaşı'nın da tohumları atmıştır. 

Osmanlı açısından şunu da ayrıca belirtmek gerekir. Belli başlı İtilaf güçleri, savaş sırasında yapılan gizli antlaşmalarla Osmanlı devletinin topraklarını paylaşmışlardı. Kimin nereyi alacağı belliydi. Wilson İlkelerine rağmen bu iddialarını hayata geçirmek için uğraştılar ve Mondros'un işgallere yol açan maddelerini de esas olarak bu amaçla ateşkes antlaşmasına yerleştirdiler. Sevr Antlaşması incelendiğinde kazanan devletlerin nihai amaçlarının ne olduğu açık seçik bir biçimde görülebilir. Ama işler istedikleri gitmedi, evdeki hesap çarşıya uymadı. Bu başka bir konu buna geleceğiz. 
Paşaların Kaçması
Almanya'da yaşayan araştırmacı-yazar Dr. Mete Soytürk ünlü paşalarla, toplam dokuz üst düzey İttihatçı'nın kaçışlarını bizzat organize eden Alman Deniz Kurmay Yüzbaşı Hermann Baltzer'in bu konuyu ele alan yazısını bularak, Türkçe'ye çevirdi.

Yüzbaşı Baltzer'in paşaları 1 Kasım 1918 gecesi İstanbul'un çeşitli köşelerinden toplayıp, Tarabya'da dermirli Alman torpido gemisine nasıl götürdüğünü ve oradan Sivastopol'a nasıl yolcu ettiğini anlatan yazısı Kasım 1933'de "Orientrundschau" adlı dergide "Dünya Savaşı'nın üç büyük Türkü, Talat, Enver ve Cemal Paşa'nın Romantik Sonları. 1 Kasım 1918'den bir anı" başlığı altında yayınlanmış.

4 Kasım 1918 tarihli İkdam gazetesinin ilk sayfasında paşaların kaçtığı haberi verilmiş
üstte Talat, solda Cemal ve sağda Enver paşaların fotoğrafı var. 
"üç paşa daha kaçtı" başlıkta böyle yazıyor
İşgal altındaki İstanbul'dan üç paşa ve arkadaşlarını kaçıran Balztzer, bu olaydan sonra İstanbul'da 8 ay daha kalmış ve bu sürede sürekli İngiliz ve Fransız işgal güçlerinden subayların sık sık "Paşaların ne zaman ve nasıl yurtdışına çıktıkları" yolunda sorularıyla karşılaşmış.

Baltzer'in 1933'te bu olayı anlatmasına rağmen, Türkiye'de halen bu konuda farklı açıklamalar bulunuyor ve tarih kitaplarında paşaların, bir Alman denizaltısıyla İstanbul'dan kaçırıldıkları ileri sürülüyor.

Savaşın yenilgiyle sonuçlanmasının ardından iktidardan düşürülen İttihatçı liderlerle ilgili olarak İstanbul'da "Galata Köprüsü üzerindeki sokak feneri direklerine asılacakları" yolundaki söylentilerin ortalığı kapladığı sırada, İstanbul'daki Alman Akdeniz Filosu Karargahı'nda paşaların kaçırılmasına karar verildiğini belirterek yazısına başlayan Yüzbaşı Baltzer, yakın tarihimizin bu ilginç dönüm noktasına tanıklığını aşama aşama anlatıyor.
“1 Kasım 1918'de, İstanbul'da Alman Akdeniz Filosu Karargahı'nda Türkiye'nin 1914 yılında bizim yanımızda savaşa girmesini borçlu olduğumuz, eski bakanlara nasıl bir yardımda bulunabileceğimiz konuşuldu. Bunun üzerine karargahın en genç kurmay subayı olarak ben paşaların kaçırılması planını gerçekleştirmeye aday oldum."
Kaçırma operasyonuna akşam saat 21.00 sularında başladığını anlatan yüzbaşı, askeri demiryollarına ait bir motorla Eminönü'nden denize açıldıklarını, önce Moda iskelesinde, parolayı sorduklarında "Enver" yanıtını aldıktan sonra Talat Paşa, eski İstanbul Valisi Bedri Bey ve beş kişi aldıklarını, ardından Arnavutköy'den yanında birkaç kişiyle birlikte Enver Paşa'yı, son olarak da Boyacıköy'den Cemal Paşa'yı alarak, Tarabya açıklarında duran Alman torpidosuna götürdüklerini, ayrıntılarıyla açıklıyor. Tüm yolcuların ellerinde küçük birer valizle geldiklerini, motora biner binmez feslerini çıkarıp, birer şapka taktıklarını da yazmış Yzb. Baltzer.

Daha sonra olanları da Alman Amiral Albert Hopman'ın anılarından okuyalım.
Burada torpidonun 3 Kasım sabah 08.00'de Sivastopol Limanı'na girdiğini açıklayan Amiral, geminin kaptanının karargahına gelerek, paşaların yanında olduğunu, Almanya'ya gitmek istediklerini söylediklerini kaydediyor. "Gidip eski dostların ellerini sıkmak istedim, fakat gizlilik gereği bundan vazgeçtim" diyen Amiral Hopman, siyah gözlük takmış ve kılık değiştirmiş olan Enver Paşa'yla karargahının bulunduğu otelde karşılaştığını, ancak tanımamış gibi yaptığını anlatıyor. Amiral'in anılarına göre; Enver Paşa, burada Almanlardan Kafkasya'ya gidebilmek için araç istediğini, olumsuz yanıt alınca da bir Tatar yelkenlisiyle Karadeniz'e açıldığını ve maceralı bir yolculuk sonunda hedefine ulaştığını açıklıyor.

Bilindiği gibi Sıvastopol'a 3 Kasım'da ulaşan paşalar, İstanbul'u bir daha göremediler. Enver'den burada ayrılan Talat ve Cemal paşalarla, arkadaşları Almanya'ya gittiler. Talat Paşa, 1921'de Berlin'de Soghomon Tehlirian tarafından vurularak öldürülmüş. Cemal Paşa 1922'de Tiflis'te suikasta uğramış, Enver Paşa da 1922'de Tacikistan'da Bolşevik Ruslarla girdiği bir çatışma vurularak öldürülmüştür.

Mehmet Talat Paşa'nın kemikleri, 1943 yılında alınan Bakanlar Kurulu Kararı ile Türkiye'ye geri getirilmiş ve Hürriyet-i Ebediye şehitliğine gömülmüştür. TBMM'nin 1926 yılında kabul ettiği bir kanunla ailesine ev tahsis edilmiş ve şehit aylığı bağlanmıştır.
Hürriyeti Ebediye Anıtı: 31 Mart'ın anısına dikilen bir anıt, şehitlik
Abide-i Hürriyet diğer adıyla Hürriyet-i Ebediye Abidesi, 31 Mart Vakası'nda ölenlerin anısına İstanbul'un Şişli ilçesinde Hürriyet-i Ebediye Tepesi'nde dikilmiş olan anıttır. Türkiye'de yapılmış ilk ulusal anıttır.
1909'da yapımına karar verilen anıt için Mimar Muzaffer Bey'in projesi seçilmiştir. Anıtın altı da üçgen biçiminde bir cami olarak yapılmıştır. İkinci Meşrutiyet'in 3. yıldönümü olan 23 Temmuz 1911'de Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın
hazır bulunduğu bir törenle açılmıştır.
Anıtın yer aldığı alanda 31 Mart Vakasında ölen Kurmay Binbaşı Ahmet Muhtar, Deniz Binbaşı Salih, Üsteğmen Bekir ve
68 er defnedilmiştir.
Sonraki yıllarda anıt ve çevresindeki alan, bazı 2. Meşrutiyet ve İttihat ve Terakki hareketi önde gelenlerinin defnedildiği bir anıt mezarlığa dönüştürüldü. Talat ve Enver paşa burada gömülüdür.


Cemal Paşa, 21 Temmuz 1922'de, Türkiye'ye dönme hazırlıkları içindeyken Tiflis'te Karakin Lalayan ve Sergo Vartanyan adlı iki Ermeni komitacı tarafından öldürüldü. Mamafih, bu suikastın, Stalin'in emriyle, o sırada Gürcistan Çeka'sının başında olan Lavrenti Beria tarafından tertiplendiğine dair iddialar vardır. Cenazesi Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir tarafından Erzurum'a getirilerek Karskapı Şehitliği'ne defnedildi.

Biraz da Enver'den bahsedecek olursak; Kendisi yakın arkadaşlarıyla birlikte yurttan ayrıldıktan sonra  Rusya'ya geçti. Anadolu'daki Milli Mücadele hareketine katılmak istediyse de Mustafa Kemal bunu kabul etmedi. 1920 Eylül'ünde Bakü'de "Şark Milletleri" toplantısına katıldı ve Batum'da Türkistan'ı kurtarma hareketini başlattı. Turan Kağanlığı'nı kurmak için büyük uğraşlarda bulundu ve Türkistan Türklerini birleştirerek Basmacı İsyanı'nı başlattı. 4 Ağustos 1922'de Kurban Bayramı sırasında Tacikistan'da, Belçivan yakınlarında Agop Melkovian komutasındaki Bolşeviklere karşı yapılan bir çarpışmada üzerine düşen havan topuyla şehit oldu ve orada gömüldü. Tacikistan'daki naaşı 1996 yılında Türkiye'ye getirildi ve ölüm yıldönümü olan 4 Ağustos 1996'da Şişli Abide-i Hürriyet Tepesi'ne defnedildi. Törene dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bakanlar ve Enver Paşa'nın torunları katıldılar


EK 1 
Mondros Ateşkes Antlaşması (tam metin) http://www.ttk.gov.tr/wp-content/uploads/2016/11/7-Mondros.pdf
Okumak için tıklayarak büyütünüz. 








[*] Metinde kimi yerlerde kaynak olarak gösterilen Wikipedia şu anda açılmıyor bilindiği gibi bu site Türkiye'de yasaklı. Bu durumda açılan sayfanın adres kısmına iki sıfır yazınız. O zaman açılır. Şöyle: https://tr.00wikipedia.org/wiki/Talat_Paşa
tr. 'dan sonra iki sıfır yazılacak. 

20 Ekim 2019 Pazar

Türk-İtalyan Savaşını Bir Görsel Üzerinden İncelemek

Türk-İtalyan Savaşını Bir Görsel Üzerinden İncelemek

Dilara Kahyaoğlu
2011-19

kaynak
Poster, 1912 İtalyan-Türk Barış anlaşmasının (UŞİ) hayali bir tasvirini, 'LA PACE ITALO-TURCA' başlığı altında göstermektedir. Aşağıdaki soruların yardımıyla resmi analiz edelim. Bazı sorular için sözü edilen savaşla ilgili olgusal bilgilere ihtiyacınız olacaktır. Yeri geldiğinde ilgili kaynaklara bakmayı ihmal etmeyiniz.

1. Önce şu temel problemleri çözelim:
- Resimdekiler kim? Onların kim olduğunu hangi ipuçlarını kullanarak anladınız?
- Burası neresi? Bunu hangi ipuçlarını veya bilgilerinizi kullanarak çözdünüz?

2. Herkesin erkek olduğu bu ortamda iki kadın var:
- Onlar neyi temsil ediyor? (Neden kadın olarak düşünülmüş? (Benzer tabloları hatırlayınız.)
- Kadınların birbiriyle ilişkisi nasıl? Birbirlerine nasıl davranıyorlar? Neden? Görüşünüzü örneklerle açıklamalısınız.
- Neden başka kadın yok? Tabloya konmuş iki kadının, kadınları temsil ettiğini düşünebilir miyiz? Düşüncelerinizi argümanlarla destekleyerek, tartışınız.
3. Savaşın sonunda kimin kazandığını hangi ipuçlarından çıkarabiliyoruz? Resmi gözlemleyerek (okuyarak) saptama yapın ve bunları tek tek yazınız.

4. Çizer, yerli halkı nasıl betimlemiş? Neden böyle çizmiş olabilir? Bu gösterge, İtalyanların yerli halkı nasıl gördüğüne dair ne gibi ipuçları barındırmaktadır?

5. Bu tablo, çizer/yazar hakkında neler düşündürdü? İpuçlarından yola çıkarak çizerin profilini çıkarınız. Saptamalar ipuçlarıyla birlikte belirtilmeli (kanıt göstermek).

6. Görsel hakkında sizde oluşan duygu ve düşünceleri ifade ediniz. Serbestçe yazın. Kısıtlama yok.



kaynak belirtilmeden kullanılamaz
Zihin Haritasıyla Trablusgarp Savaşı

Zihin Haritasıyla Trablusgarp Savaşı

Dilara Kahyaoğlu
2011-19
Zihin haritasıyla Trablusgarp Savaşı

Çalışma Soruları

1. Trablusgarp Savaşı dünya literatüründe hangi isimle bilinmektedir?

2. İtalya'nın yerini bir haritada bulun sonra da Libya'yı bulun... İtalya, Libya'da ne arıyor? Deniz aşırı bu toprakları ne yapacak?

3. Osmanlı'nın burayı doğrudan savunamamasının nedenlerini düşünün sonra da şu konuyu tartışın: Osmanlı Devleti bu duruma nasıl düştü? Neden?

4. Haritada Libya için Osmanlı'nın Kuzey Afrika'da elinde kalan son toprak parçası deniliyor. Bu doğru mu? Mesela Osmanlı egemenliğinde olan Mısır vardı, Cezayir vardı... Onlara ne oldu?

5. Haritada Uşi Antlaşması'nın ayrıntıları belirtilmemiş. Bunları maddeler halinde yazınız. 

6. Haritada şantaj politikası diye bir not var. Nedir bu şantaj politikası? 

7. İngiltere başta olmak üzere Batı devletleri İtalya'nın Libya'yı işgalinin yolunu açıyor veya sesini çıkarmayarak destekliyor. Neden? 

Kaynağı belirtilmeden kullanılamaz


19 Ekim 2019 Cumartesi

Zihin Haritasıyla Balkan Savaşları

Zihin Haritasıyla Balkan Savaşları

Dilara Kahyaoğlu
2011

Üzerine tıklayarak büyütünüz
Çalışma Soruları

1. Haritayı bir metne dönüştürünüz. Bunu yaparken varsa eksik bulduğunuz olguları da ekleyiniz. Kendi bulduğunuz bir yöntemle bunların sizin eklemeniz olduğunu da göstermeyi unutmayınız.

2. Haritadaki "Dikkat, Bulgaristan Ege Denizi'ne açıldı" uyarısı üzerinde düşününüz. Bu gerçekten de o dönem için önemli bir gelişme midir? Tartışınız.


3. Haritada İTC'li subaylar ile "diğer" subaylar arasındaki çatışmadan bahsediliyor.
-Öncelikle isimlerin ne anlama geldiğini açıklayınız. İTC'li subaylar ve diğer subaylar... Kim bunlar?
-Bu iki farklı kesim subay neden birbirleriyle kavga ediyor?

4. Birinci Balkan Savaşı'nın nedeni nedir diye sorulduğunda şu cevabın verildiğine çok kere tanık olunur. "Çünkü Bağımsızlıklarını istiyorlardı." Bu cevap doğru mu? Örneklendirerek açıklayınız.

Aşağıdaki haritaları da inceleyiniz
Kaynak: A Military Atlas of the First World, Arthur Banks

Kaynak: A Military Atlas of the First World, Arthur Banks



Kaynak belirtilmeden kullanılamaz

16 Ekim 2019 Çarşamba

Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı'nda

Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı'nda

Dilara Kahyaoğlu
2011-19
Savaş zamanının Osmanlı yöneticileri
Kaynak: Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Askerleri, Atlas Dergisinin eki, 
Savaşa Giriş Nedenleri
Savaş öncesinde ülkenin karşı karşıya kaldığı siyasi, ekonomik, askerî ve toplumsal koşullar ile yönetici elite (İTC yöneticileri) egemen olan siyasi-ideolojik bakış açısı gözden geçirildiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girme nedenlerini şöyle sıralamak mümkündür:
• İtilaf Bloku'nda yer alan devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’na karşı izledikleri saldırgan politikalar
• Son savaşlarda kaybedilen toprakların geri alınmak istenmesi
• Ekonomik bağımsızlığın kazanılmak istenmesi
• Almanya’nın savaştan üstün çıkacağı düşüncesi
• Osmanlı-Alman yakınlaşması
• Turan İmparatorluğu kurma düşüncesi
Yukarıda ana hatlarıyla verilen nedenler, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa sürüklenmesinde başlıca rolü oynadı.
Seferberlik ilanından sonra Sultanahmet'de yapılan destek mitinginden bir sahne
Kaynak: Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Askerleri, Atlas Dergisinin eki, 



Osmanlı –Alman Antlaşması
Trablusgarp ve Balkan Savaşlarından ağır yenilgiyle çıkan Osmanlı İmparatorluğu, dünya savaşından hemen önce ordu ve donanmasını modernleştirme ve siyasi yalnızlıktan kurtulmak için de bazı diplomatik girişimlerde bulundu. İngiltere’ye yakınlaşma ve İtilaf Devletleri blokunda yer alma çabası sonuçsuz kaldı. Bu durum karşısında yalnızlıktan kurtulmak isteyen Osmanlı İmparatorluğu, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Alman yanlısı üyelerinin (başta Enver Paşa olmak üzere) baskısıyla Almanya’ya daha çok yakınlaşmaya başladı. İki ülke arasında 27 Temmuz 1914’te başlayan ittifak görüşmeleri 2 Ağustos 1914’te antlaşmayla sonuçlandı. Osmanlı Hükümeti üyelerinin bir bölümünün haberi olmaksızın imzalanan ittifak antlaşmasının en önemli hükümleri şunlardır:
• İki devletin Avusturya-Macaristan ile Sırbistan arasında çıkan bir anlaşmazlıkta tam bir tarafsızlık içinde bulunması,
• Avusturya-Macaristan ile Rusya’nın savaşa tutuşması halinde Almanya’nın da buna katılmak zorunda kalması durumunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun da savaşa girmesi,
• Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun tehditle yüz yüze kalması durumunda silahla Osmanlı’yı savunması.
Osmanlı’nın Savaşa Girişi
Goben ve Breslau'nun İngiliz savaş gemilerinden kaçarken çizdiği rota
En son olarak önce Çanakkale'ye daha sonra İstanbul'a geliyor
Siyah çizgiler Alman, sarı çizgiler İngiliz gemilerinin rotalarını gösteriyor.

Osmanlı Hükumeti, antlaşmanın onaylandığı gün genel seferberlik kararı aldı ve tarafsızlığını ilan etti. Ancak antlaşmanın onaylanmasından sonra Alman-Rus Savaşı başladığından Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girmesi gerekiyordu. Oysa ittifak antlaşmasından haberi olmayan İtilaf Devletleri, Osmanlı Hükümeti’nin tarafsız kalacağını ilan etmesinden hoşnut kaldıklarını açıkladılar. Osmanlı Hükümeti de, İtilaf Devletlerinden kapitülasyonların kaldırılması, Ege Adalarının kendisine geri verilmesini ve Mısır sorununun çözümlenmesini istedi. İngiltere, bu istekleri kabul etmedi.

Osmanlı İmparatorluğu politik manevralarına rağmen hızla savaşa sürüklenmekten kurtulamadı. Akdeniz’de İngiliz donanmasının takibinden kaçan Goeben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisinin 10 Ağustos’ta Çanakkale Boğazı’nı geçerek Marmara Denizi’ne girmesi Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa katılması sürecini hızlandırdı. Uluslararası hukuka göre gemilere savaş sonuna kadar el koyması gereken Osmanlı Hükümeti, bunları satın aldığını açıkladı. Gemilere Türk bayrağı çekti, adlarını Midilli ve Yavuz olarak değiştirdi ve personele de fes giydirdi.

Yavuz Zırhlısı'nın Alman Komutanı Souchon ileTürk ve Alman kurmay heyeti.
Resimde görüldüğü gibi Alman subayları da fes ve Osmanlı üniforması giymiş.
Kaynak: Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Askerleri, Atlas Dergisinin eki, 
Almanya, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girmesi yönünde baskılarını arttırdı. Oysa Osmanlı Hükumeti çeşitli gerekçeler öne sürerek savaşa hemen girilmesini arzu etmemekteydi. Bir yandan da diplomatik ataklarını sürdürerek 19 Ağustos 1914’te Bulgaristan’la dostluk antlaşması imzaladı. Yıllardan beri Osmanlı İmparatorluğu’nun sömürülmesine neden olan kapitülasyonları 7 Eylül 1914’te tek taraflı olarak kaldırdığını ilan etti. Ancak Almanya ve Avusturya başta olmak üzere ilgili devletler itiraz ettiler.

Almanya, bir oldu bitti ile Osmanlı İmparatorluğu’nu savaşa sürükleyerek üzerindeki yükü hafifletmeye çalıştı. Nitekim Osmanlı Hükumeti tarafından donanma komutanlığına getirilen Alman Amirali Souchon (Zuşon) başta Yavuz ve Midilli olmak üzere Osmanlı donanmasını 29-30 Ekim 1914’te Karadeniz’e çıkartarak (Enver Paşa’nın bilgisi ve onayı dahilinde) Odessa ve Sivastopol gibi Rus limanlarını bombardıman ettirdi. Bu olay üzerine Rusya 2 Kasım’da, İngiltere ve Fransa da 5 Kasım’da Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan ettiler. Osmanlı İmparatorluğu da 12 Kasım 1914’te bu devletlere resmen savaş açarak çöküşünü hızlandıracak adımı attı.
Savaş propagandası posterinde Osmanlı Devleti Avusturya-Macaristan ve Almanya'nın
yanında yer almış olarak gösterilmiş.


Padişah Mehmed Reşad savaşa girildikten kısa bir süre sonra Almanya ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin isteğiyle İtilaf Devletlerinin egemenliği altındaki Müslümanları onlara karşı ayaklandırmak amacıyla 23 Kasım 1914’te Kutsal Cihat (Cihad-ı Mukaddes) ilan etti. Ancak bu girişimi de savaş sırasında bir yarar getirmediği görüldü.


Osmanlı İmparatorluğu’nun Savaştığı Cepheler
Osmanlı İmparatorluğu şu cephelerde savaştı:
• Kafkasya ve Doğu Anadolu Cephesi
• Irak Cephesi
• Kanal Cephesi
• Çanakkale Cephesi
• Galiçya Cephesi (ana cephe değildir)
Daha ayrıntılı incelemek için linke gidiniz.
Kafkasya ve Doğu Anadolu Cephesi: Bu cephenin açılmasının temel nedeni Güney Kafkasya ve Kuzey İran’a girip Rusya’nın arkasını çevirerek bu ülkeye ölümcül darbe vurmak, Kafkaslardan Hindistan’a ulaşmak ve Orta Asya Türkleriyle birleşerek bir Turan İmparatorluğu kurmaktı. Osmanlı-Alman askerî planı doğrultusunda açılan bu cephe, Başkomutan Vekili Enver Paşa emrindeki 190 bin kişilik ordu, sözü edilen hedeflere ulaşmak için 22 Aralık 1914’te Sarıkamış Harekâtı’na girişti. 9 Ocak 1915’e kadar devam eden taarruz soğuk, yolsuzluk, açlık, hastalık ve iyi planlama yapılmamış olmasından dolayı Osmanlı Ordusu’nun 60 bin kişilik kaybına rağmen (bazı kaynaklarda 90 bin) başarıya ulaşamadı. Bunun üzerine karşı saldırıya geçen Rus Ordusu, Şubat-Temmuz 1915 arasında Artvin, Erzurum, Muş, Bitlis, Rize, Trabzon ve Erzincan gibi önemli kentleri işgal etti. Çanakkale Savaşı’nın sona ermesinden sonra 16. Kolordu Komutanlığı’na atanan Mustafa Kemal (Atatürk), 6-7 Ağustos 1916’da başlattığı taarruz sonucu Muş ve Bitlis’i Rus işgalinden kurtardı. Bu cephedeki savaşlar Bolşevik İhtilâli’nin patlak vermesinden sonra, Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanan Erzincan Mütarekesi ile (18 Aralık 1917) sona erdi. 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk Barış Antlaşmasıyla tamamen kapandı.


Rus propaganda posterinde gülen Rus askeri İstanbul'da Ayasofya'nın
önünde keyfi yerinde, eğlenirken..  
Irak Cephesi: İngiltere savaşın başlamasından kısa bir süre sonra Hindistan ile deniz bağlantısını sağlamak, bölgedeki Alman tehlikesini ve varlığını ortadan kaldırmak ve petrol yönünden zengin kaynaklara sahip bu bölgeyi ele geçirmek için Basra Körfezi’ne askeri harekât düzenledi. Bununla birlikte İran petrolünün bulunduğu Abadan’ı güvenlik altına almak ve kuzeye doğru ilerleyerek Ruslarla birleşip, Osmanlı kuvvetlerinin İran’a girip Hindistan’ı tehdit etmesini önlemek de İngilizlerin amaçları arasındaydı. Osmanlı Ordusu, 29 Nisan 1916’da Kut-ül Amare’de İngiliz kuvvetlerini bozguna uğrattı. Binlerce İngiliz askeri esir alındı. Ancak ordusunu takviye eden İngiltere, yeni bir taarruzda bulunarak 11 Mart 1917’de Bağdat’a girdi.


Süveyş Kanalı'nın avantajları
Kanal Cephesi:
Osmanlı İmparatorluğu Mısır’ı geri almak, bu bölgedeki İngiliz varlığını ortadan kaldırarak Süveyş Kanalı’nın kontrolünü ele geçirmek amacındaydı. Almanya da bu bölgeye özel önem veriyordu. Bu nedenle, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin/Partisi’nin önemli aktörlerinden biri olan Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Suriye ve Filistin’deki 4. Ordu Komutanlığı’na atandı. Cemal Paşa komutasında Osmanlı Ordusu, Şubat 1915’te Kanal’ı geçmek için iki girişimde bulundu. Ancak başarısızlığa uğradı. Padişah Mehmed Reşad’ın ilan ettiği Kutsal Cihat (Cihad-ı Mukaddes) bu cephede de etkili olmadı. Araplar, Mekke Şerifi Hüseyin’in önderliğinde İngiliz Ordusu’yla iş birliğine girerek büyük bir ayaklanma çıkarttı. Osmanlı kuvvetleri bu cephede ağır yenilgi aldı.


Çanakkale Cephesi: İngiltere ve Fransa, Boğazları ve İstanbul’u almak, Osmanlı İmparatorluğu’nu savaş dışı bırakmak, Karadeniz’e çıkarak Rusya’ya her türlü yardım ve savaş gereçleri ulaştırmak ve Batı Cephesi’ndeki yüklerini hafifletmek üzere Çanakkale’de bir cephe açmayı planlamışlardı. İngiliz Bahriye Nazırı Winston Churchill’in ısrarı sonucu İngiliz ve Fransız gemilerinden oluşan bir filo, 19 Şubat 1915’te Kumkale ve Seddülbahir tabyalarını dövmeye başlamasıyla bu cephede savaş başlamıştı. İngiliz-Fransız Donanması, 18 Mart 1915 günü Boğaz’ı geçmeye çalıştı. Ancak bu güçler, ağır bir yenilgiye uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Gelibolu Yarımadası’na asker çıkaran İtilaf Devletleri, Osmanlı Ordusu’nun olağanüstü direnişiyle karşılaştı. Ağustos 1915’te Osmanlı kuvvetleri Anafartalar ve Conkbayırı’nda büyük başarılar kazandı. İngiliz ve Fransızlar, 19 Aralık 1915’ten itibaren kuvvetlerini geri çekmeye başladılar. 8-9 Ocak 1916’da da bu cepheyi tamamen boşalttılar. Bu cephede kazanılan zafer, Bolşevik İhtilali’nin başarıya ulaşmasını etkiledi.

Çanakkale Cephesi'nin genel komutanı Alman General Liman Von Sanders 
cephede ele  geçen İngiliz silahlarını inceliyor (ortada)
Yanında; 3. ordu kumandanı Esat Paşa ve kurmay albay Fahrettin Altay var. 

Galiçya Cephesi: Alman, Avusturya-Macaristan birlikleri, 1915 yılının kış aylarında Rusya’ya karşı düzenledikleri ortak saldırı sonucunda Galiçya’yı ele geçirmişlerdi. Ancak Rusya, 1916 yılının Nisan ayı sonlarında karşı bir saldırıya geçerek Avusturya-Macaristan’ı gerilemeye zorlamıştı. Osmanlı Hükümeti de zor durumda kalan ortaklarına 33 bin kişilik bir askerî birliği yardıma gönderdi. Osmanlı kuvvetleri ağır kayıplar verdi.

Osmanlı İmparatorluğu’nu Parçalayan Gizli Antlaşmalar
Avrupalı emperyalist devletlerin Şark Meselesi (Doğu Sorunu) adını verdikleri Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması girişimi, savaş sırasında yapılan gizli antlaşmalarla doruk noktasına ulaştı.
Gizli Antlaşmalarda Osmanlı Devleti'nin paylaşımı

 İngiltere, Fransa ve Rusya Arasında Boğazlarla İlgili Yapılan Antlaşma: İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını ele geçirmek için yıllarca çaba gösteren Rusya, İngiltere başta olmak üzere Avrupa devletlerinin karşı çıkmasından dolayı amacına ulaşamamıştı. İngiltere ve diğer Avrupa devletlerinin bu politikası 19. Yüzyılın sonlarından itibaren değişmeye başladı. Nitekim Rusya, 1913 yılında İstanbul ve Boğazlar konusunda ilgili devletlerle pazarlıklara girişti. Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra da Boğazlar sorununu kendi çıkar ve amaçları doğrultusunda çözmek üzere 4 Mart 1915’te İngiltere ve Fransa’ya bir nota verdi. Rusya bu notada; İstanbul ve Boğazlar Sorunu’nun yüzlerce yıllık Rus isteklerine göre çözümlenmesini, İstanbul kentini, Boğaziçi’ni, Marmara Denizi’nin ve Çanakkale Boğazı’nın batı kıyılarını ve Midye-Enez hattına kadar Güney Trakya’nın kendisine verilmesini istedi. Ayrıca İstanbul Boğazı’nın doğu kıyısıyla, Sakarya Nehri ile İzmit Körfezi’nin sonradan saptanacak bir noktası arasında kalan toprakların ve Marmara Denizi’ndeki Adalar’ın Rusya’ya katılması notanın diğer koşulları arasındaydı.

İngiltere 12 Mart 1915’te, Fransa ise 10 Nisan 1915’te Rusya’ya verdikleri notalarla bu istekleri kabul ettiklerini bildirdiler. Buna karşılık Rusya da, bu iki devletin Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli bölgeleri ile Asya’da bulunan topraklar üzerindeki çıkar ve amaçlarını kabul ettiğini açıkladı.

Londra Antlaşması: İngiltere, Fransa ve Rusya, Nisan 1915 tarihli Londra Antlaşması’yla İtalya’nın savaşa girmesi koşuluna bağlı olarak bu ülkeye Antalya iline yakın olan Akdeniz bölgesinde adil bir pay verilmesinin uygun olacağını belirtmişlerdi. Yine bu üç devlet, İtalya’nın Uşi Antlaşması (1912) gereğince geçici olarak elinde bulundurduğu Oniki Ada üzerinde egemenliğini tam olarak kurmasına yardımcı olacaklardı. İtalya da, üç İtilaf Devleti’nin (Fransa, İngiltere ve Rusya) Arabistan ile Müslümanlarca kutsal sayılan yerlerin bağımsız Müslüman yönetim altında bırakılmasına dair olan açıklamasını kabul edecekti.

Sykes-Picot Antlaşması (Seyko-Piko): İngiltere ve Fransa, Rusya’nın Boğazlar ve çevresini alması, İtalya’ya da Anadolu’dan pay ayrılması üzerine Ortadoğu topraklarını paylaşmak için harekete geçtiler. Ayrıca savaş başladıktan sonra Mekke Şerif’i Hüseyin’i kışkırtarak kendi saflarında savaşmaya ikna eden İngiltere, Ortadoğu’yu kontrol etmek için büyük bir mesafe de almıştı. İşte bu hızlı gelişen uluslararası gelişmeler sonucunda İngiltere ve Fransa, Ortadoğu topraklarını paylaşmak üzere 16 Mayıs 1916’da anlaştılar. Bu antlaşmanın görüşmelerini Fransa adına Georges Picot, İngiltere adına Sir Mark Sykes sürdürdüğü için antlaşmaya bu ad verildi. Bu antlaşmaya göre Adana, Antakya bölgesi, Suriye kıyıları ve Lübnan Fransa’ya, Musul hariç Irak, İngiltere’ye bırakıldı. Fransa ve İngiltere’nin bu bölgelerde istedikleri yönetimleri kurabilmesi, Suriye’nin diğer bölgeleri ile Musul ve Ürdün’ü kapsayan Büyük Arap Krallığının kurulması da bu antlaşmanın maddeleri arasındaydı. Hiç kuşkusuz kurulacak Arap İmparatorluğu’nun koruyuculuğunu Fransa ve İngiltere üstlenecekti. Ayrıca bkz. 

Saint Jean de Maurienne Antlaşması (Sen Jan dö Moriyen): İtalya; İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan gizli antlaşmaların ortaya çıkması üzerine 19 ve 20 Kasım 1916’dabu üç ülkeye nota vererek bir takım isteklerde bulundu. Bir dizi diplomatik girişim ve gelişmelerin sonucunda 19 Nisan 1917’de İngiltere ve Fransa arasında Saint Jean de Maurienne Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre İtalya, üç müttefiki arasında imzalanan antlaşmayı kabul edecekti. Ancak Anadolu’dan Antalya, Konya, Aydın ve İzmir gibi önemli şehirleri kendi topraklarına katacaktı.
Balfour Deklarasyonunun orjinal metni ve Lord Balfour 


Balfour Deklarasyonu: İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Balfour 2 Kasım 1917’de Uluslararası Siyonizm Hareketi’nin liderlerinden Lord Rothschild’e bir mektup göndererek Filistin’de Yahudilere bir “ulusal yurt” kurulması çabasının ülkesi tarafından destekleneceğini bildirdi. Ancak bölgenin Yahudi olmayan halklarının hakları ihlal edilmeyecekti. İngiliz Dışişleri Bakanı bu girişimle çok sayıda Yahudi’nin yaşadığı ABD’nin sempatisini ve desteğini sağlamayı amaçladı. Diğer İtilaf Devletleri Hükümetleri tarafından da desteklenen bu bildiri, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Filistin üzerinde kurulacak olan “manda” sisteminin temelini oluşturdu.
...
Birinci Dünya Savaşı sırasında imzalanan gizli antlaşmalar, Avrupalı emperyalist devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaya yönelik yaklaşık 150 yıldır sürdürdükleri girişimlerin en çarpıcı halkasıydı. Çelişkilerle dolu idi. Araplara büyük bir imparatorluk vaat eden İngiltere, Ortadoğu’yu Fransa ile paylaşmıştı. Bolşevikler bu antlaşmaları açıklayarak oyunun ortaya çıkmasını sağladılar.

Osmanlı askerînden 550.000’i cephelerde şehit düşmüştür. 2.167.841 yaralının, yarıya yakını sakat kalmıştır. 103.731 kayıp ve 129.644 esir olmuştur. Esaret altında ölenlerle birlikte ölen sayısı 600.000 civarındadır.

OKUMA PARÇASI
Galiçya Cephesinde Savaşan Apti Topal Anlatıyor, Çanakkale - Kayadere Köyü'nden 1315 (1899) yılında doğdum. Askere aldıklarında İngiliz kaçmıştı Çanakkale’den. Galiçya cephesine yolladılar bizi. 5 senede geldim askerden.

Önce Eceabat’ın Yalova köyüne götürdüler bizi. Cephane vapuru gelmişti. Bir tayyare geldi, iki bomba attı. Biri deniz kenarına kuma düştü, öteki de denize. Bizi 200 kişi ayırdılar. O gece cephaneleri boşalttık gemiden sabaha kadar. Harp gemisiydi, bizimdi. Yalova köyü ağzında indirdik cephaneleri gemiden. Ya Barbaros’tu, ya Turgut’tu. Bilmiyorum. Çamların içinde askerler hasta yatıyorlardı. Biz 40 gün durduk orada. İstirahat ettik. Soğandere'ye götürdüler bizi sonra. Soğandere'de talim terbiye gördük. İngiliz kaçmıştı o zaman. Seddülbahir Soğanderesi'nde 3 ay kadar kaldık. Yürüyüşe çıkardıklarında hep cesetlerle doluydu ortalık. Bir gün Enver Paşa ile başka paşalar geldi. Bizi teftiş ettiler. 400 kişi kadar ayırdılar bizi. Siz Galiçya’ya gideceksiniz dediler.
Yaya başladık yürümeye. Araplı, yeğen köy, Uzunköprü’ye geldik. Bindirdiler trene Uzunköprü’de. Bulgar içinden, Sofya’dan geçtik, Romanya’ya, Galiçya’ya geldik.
.....
Aramızda bir dere var düşmanla. Yağmur da nasıl yağıyor, karavana da gelmiyor. Tam 18 gün aç durduk. 18 gün yiyecek bir şey bulamadık. Zabitlerden emir geldi ki: "taş sarın belinize" diye. Göbeğime taş koyup kayışla bağladım. Epey durduk öylecene iki tane çiğ patates bulup yedim.

Almanlar bozulunca cephede bizi de geri çektirler. Çıplak dedikleri yere. Çıplak Tepe’de mevzilerde bir ay Ruslarla savaş yaptık. Avusturyalılar kaçtılar. Sonra orduların yerlerini değiştirdiler. Sağa bizi, sola Almanı, ortaya Avusturyalıları aldılar. Tekrar cephe tuttuk. Bir buçuk ay kaldım orda. Bir karavana yedik hücuma kalktık. İkinci hücumda ben yaralandım. Şarapnel tuttu beni. Bizim asker bozuldu. Çok şarapnel attılar. Ben yaralı kaldım yerde, yatıyorum. Gâvur askerleri geldiler. Tüfeğimi attılar. Çantamda cephane vardı. Onu da attılar uzakça bir yere. Ateş ederim diye mi korkuyorlar acaba. Gâvur askerinin biri de bir dilim ekmek koydu göğsüme. "su" dedim. "yok" dedi omuzlarıyla. Geçtiler yukarı doğru gittiler. Çok kıştı. Bir gâvur askeri geliyor, elinde süngüsüyle koşarak. Beni süngüleyecek herhalde. Bir başkası koştu geldi. Çatra patra, çatra patra konuştular. Götürdü onu, uzaklaştırdı benim yanımdan. Ne merhametli gâvurlar da var yarabbim. İki saat geçmedi arası bizim asker imdat gelmiş. Bir hücum etti bizimkiler. Gâvurlar lap lap düşüyorlar. Bir de kaldırdım kafamı şöyle bir baktım. Arpa demeti gibi döşemişler gâvurlar.

Sabah oldu. Beni alıp sargı mahalline götürdüler. Bir subay var, yazıyor. Dedim ki:
-Müslümansan yanıma gel, beyim. Geldi.
-Bir kaput atın üstüme, bir de su verin, dedim.
-Şimdi asker yolladım suya, gelince çok vericem, dedi.
Sonra doktorlar geldiler.
"Bunun yarası ağır, burada sarılmaz. Büyük sargı mahalline götürün" dediler.

Sabahleyin bir gâvur arabası geldi. Atlı araba. Atıverdiler bizi içine. 4-5 kişi yaralı varız arabada. Arabacı gâvur askeri bir kamçı vurdu atlara. Dört nala kalktı hayvanlar. Yaram çok acıdı sarsıntıdan. Kafama karanlık çöküverdi. Gâvurun saçından tuttum. Bir darttım. Badırdandı gâvur. "arkandaki adam ölecek" dermiş. Bir daha vurdu kamçıyı atlara. Gâvur haklı. Dolaşıverdik sargı mahalline vardık. Bir subay geldi başıma. Baktı bana:
-Haaa dedi. Bir düdük çaldı. Sıhhiye askerleri koştular, geldiler.
Subay:
-İndirin şunu yarasını temizleyin çabuk sargılayın, atın trene, dedi.
4 gün 4 gecede Gedik kasabasına geldim. Avusturya'da bir kasaba. Hastanede çok iyi baktılar bize. Francala verdiler. Kıtlıktı o seneler. Haftada iki gün ziyaret günüydü. Çokcası kadınlar gelirdi ziyaretçi olarak; sigara, bisküvi, bazan da para dağıtırlardı yaralılara. Pani doktor derdik erkek doktorlara. Hemşireler de öyle derdi.

Pavla diye bir hemşire vardı. 20-25 yaşlarında. Yaşıyorsa selam söylerim. Çok güzeldi. Bana çok baktı. Ah! O Pavla yok mu? Viyana'da: "Bir kadın vereceğiz, bir de dükkân vereceğiz, kalırsanız" diye ilan ettiler. Kalmadık. Cahillik ettik. Kalsana be adam, kalsana. Banger olacaktık. Bak şimdi millet oralara gitmek için birbirini yiyor.

Avusturya'da bir hastanede iki sene yattıktan sonra Edirne’ye geldim. Biraz Bakırköy hastanesinde kaldım. Sonra Büyükdere'ye götürdüler. 2 sene de böyle geçti. Köye gelince 5 sene oldu. Edirne'ye geldiğimde bir heyet beni muayene etti. Avusturya hastanesinden bana verdikleri kâğıtları hep yırttılar. Türkiye ödeyemez bu maaşı dediler. Avusturya hastanesinde "sana tam maaş yazdık" demişlerdi. Edirne'de 75 kuruş maaş yazdılar.

Madalyam yok. Üç ayda bir 30 bin lira falan maaş alıyorum. 60 senedir alıyorum bu maaşı.

Sağ kalçamda kırık var. Sağ yanıma yatamıyorum.
Bizim köyden Kuvayı Milliye’ye katılanlar oldu. Ben nasıl gideyim. Yaralıyım, sakatım.
...
Ninenin adı "yete" idi [karısı]. 4 çocuğum oldu. Biri yaşıyor. Ben de onun yanında yaşıyorum. Kaynak: http://www.canakkale.gen.tr/gaziler/g5.html
Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Ortadoğu

ÇALIŞMA SORULARI

1. Savaşın nedenleri verilirken “son savaşlarda kaybedilen yerler…” cümlesi geçiyor. Burada kastedilen son savaşlar hangileridir. Ve hangi toprakların geri alınması hedefleniyor?

2. Osmanlı-Alman ittifakının tarihine dikkat ediniz. O sırada büyük savaş başlamış mıydı?

3. Goeben ve Breslau’nun yaptığı saldırıyı, Franz Ferdinand’ın öldürülmesi olayına benzetebilir miyiz? Neden? Düşüncelerinizi argümanlarla destekleyiniz.

4. Odessa ve Sivastopol günümüzde hangi devletin sınırları içindedir?

5. Sultan Reşad’ın cihat ilanı etkili oldu mu? Osmanlılar Araplardan destek alabildi mi? Tartışınız.

6. Hangi Cepheleri Osmanlı Devleti açtı, hangilerini İtilaf devletleri? Saptayarak yazınız.

7. Çanakkale Cephesi’nin açılış nedenini ve sonuçlarını maddeler halinde özetleyiniz.

8. Gizli Antlaşmalar hangi tarihlerde imzalanmış? Neden daha önce değil?

9. Gizli Antlaşmalar sonucu ortaya çıkan durum ilgili haritada verilmiştir. Buna göre Osmanlı Devleti’ne nereleri kalmaktadır? Saptayarak yazınız.

10. Gizli Antlaşmalarda verilen kararlardan hangisi veya hangileri sonuca ulaşmıştır? Tartışın ve yazın.

11. Savaş öncesi ve sonrası durumu gösteren haritaları kıyaslayarak değişen duruma ilişkin en az beş saptama yazınız.

12. Okuma parçasını okuyarak duygu ve düşüncelerinizi yazınız.

13. Çanakkale Cephesi'nin genel komutanının Alman General Liman Von Sanders olduğunu biliyor muydunuz? Evet veya hayır demeniz yeterli değildir. Nasıl? Neden? sorusuna da yanıt vererek açıklayınız.


Kaynak belirtilmeden kullanılamaz

14 Ekim 2019 Pazartesi

Zihin Haritasıyla Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı'na Girişi

Zihin Haritasıyla Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı'na Girişi

2011-19
Zihin Haritasıyla Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı'na Girişi
Harita bana aittir DK


Çalışma Soruları

1. Elinizdeki kaynakları ve zihin haritasını değerlendirerek şu soruyu tartışınız. "Osmanlı Devleti Müttefikleri yenildiği için, yenilmiş sayıldılar" iddiası doğru mu? Görüşlerinizi argümanlarla destekleyiniz. 

2. Haritada Osmanlıların ağır antlaşmalar imzalamasının nedeni olarak kısaca, "gizli antlaşmalar" denilmiştir. Ne demek bu? Burada anlatılmak istenen fikri açıklayınız. Somut örnekler vererek açıklamanız gerekmektedir. 

3.  Elinizdeki kaynakları ve zihin haritasını değerlendirerek şu soruyu tartışınız. "Osmanlı Devleti, Almanlara ait iki savaş gemisi Rus topraklarını bombaladığı için savaşa girmiş sayıldı" iddiası doğru mu? Görüşlerinizi argümanlarla destekleyiniz. 
4. "Osmanlı Devleti için savaşa giriş kaçınılmazdı" tezini doğru  buluyor musunuz? Görüşlerinizi argümanlarla destekleyiniz. 

5. Yukarıdaki soruyu (4.) bu sefer de biraz farklı soralım. Osmanlı'nın, Almanyanın yanında savaşa girmek dışında başka seçenekleri var mıydı? Somut örnekler vererek açıklamanız gerekmektedir. 

6. Haritada eksik bulduğunu yerler var mı? Varsa bunların neler olduğunu maddeler halinde yazınız.


Kaynak Gösterilmeden Kullanılamaz