Belge-Kaynak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Belge-Kaynak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Şubat 2020 Cumartesi

Osmanlı Toplumunun Geçirdiği Değişikliklerin Taslağı

Osmanlı Toplumunun Geçirdiği Değişikliklerin Taslağı

Sina Akşin

       Birinci Dönem
"Klasik" Dönemde (1450-1550) Osmanlı Sınıf Yapısı
-Fark edileceği gibi Sina Akşin, toplumsal sınıfları imparatorluk dönemiyle birlikte başlatmıştır. Osmanlı'nın ilk devirlerindeki toplumsal yapısı, askeri sınıfları bu çizelgede yoktur.-
  
I. Yönetenler (askerîler) sınıfı

                 A. icraî askerîler
                      1. Maaşlılar
                      2. Zaimler ve Tımarlı Sipahiler

                 B. Ulema

       
II. Yönetilenler (reaya) sınıfı

                 A. Kentliler
                      1. Lonca esnafı
                      2. Tüccarlar ve sarraflar

                 B. Köylüler

                 C. Göçebeler

   
 İkinci Dönem 
Tımar Sisteminin Gevşemesiyle Ortaya Çıkan 
Ademimerkezî Sınıf Yapısı

 -Sina Akşin bir önceki dönemi (Klasik Dönem) 1550'de bitirdiğine göre demek ki bu yeni dönemi 16. yüzyılın ortasından itibaren başlatıyor.-

I. Yönetenler (askerîler) sınıfı

                 A. Merkeze bağlı icraî askerîler
                      1. Maaşlılar
                      2. Zaimler ve tımarlı sipahiler

                 B. Ademimerkezî yönetenler (ayanlar) -*ana değişiklik budur-

                 C. Ulema


     
II. Yönetilenler -Reaya-  (yukarıdaki gibi)

                 A. Kentliler
                      1. Lonca esnafı
                      2. Tüccarlar ve sarraflar

                 B. Köylüler

                 C. Göçebeler

Üçüncü Dönem
Tanzimat (1830) ve Islahat Fermanının (1856) 
Getirdiği Sınıf Yapısı 

-*Değişimin olduğu alanlar ve katmanlar-

I. Yönetenler

                 A. Merkeze bağlı icraî yönetenler
                      1. Alafranga yönetenler *
                      2. Alaturka yönetenler   *

                 B. Ademimerkezî yönetenler (ayanlar)

                 C. Ulema

     
II. Azınlık burjuvazisi *

       
III. Yönetilenler (reaya) sınıfı

                 A. Kentliler
                      1. Tüccarlar
                      2. Esnaf  *
                      3. İşçiler *

                 B. Köylüler

                 C. Göçebeler


Sina Aksin, «Osmanlı-Türk Toplumundaki Sınıf Yapısı Üzerine bir Deneme», Toplum ve Bilim. sy. 2, yaz 1977.

Ara notlar bana ait DK.  -...-, *

14 Şubat 2020 Cuma

Gezi: İstanbul Üniversitesi Merkez Binası

Gezi: İstanbul Üniversitesi Merkez Binası

Dilara Kahyaoğlu
Mayıs 2019

Yağmurlu, bulutlu bir vakitte kızımla birlikte Eski İstanbul'u gezmeye karar verip yola çıkmıştık. Başlama noktamız, metrodan indiğimiz Vezneciler'di. Oradan fotoğraf çeke çeke merkez binaya kadar gelmiştik. Buradaki görseller o gün Birce'nin çektiği fotoğraflardır.  Ben de bu üniversite okudum ama bu binada değil. Buraya genellikle öğle yemeğimizi yemeye gelirdik. Bu binada hukuk ve iktisat fakülteleri vardı. Bu bina neler gördü neler... Mesela 16 Mart öğrenci katliamını gördü. O gece hepimiz burada gecelemiş, ertesi gün binadan çıkıp büyük bir yürüyüş gerçekleştirmiştik. Bu binayı ve çevresini hatırlamak bana neşe değil hüzün veriyor.
İstanbul Üniversitesi Merkez Binası, Beyazıt
1933 yılına kadar Darülfünun-ı Şahane, Darülfünun-ı Osmani ve İstanbul Darülfünunu adıyla eğitim veren kurum,
1 Ağustos 1933'te İstanbul Üniversitesi adını alır ve aynı yıl 18 Kasım'da Türkiye'deki ilk ve tek üniversite olarak eğitim
hayatına başlar.
Kayıtlara göre bu arazide Fâtih’in İstanbul’da yaptırdığı ilk saray yani Sarây-ı Atîk (Eski Saray) bulunmaktaydı.  II. Sultan Mahmud bu arazide (1836) Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’nin yönetildiği bir kışla inşa ettirir ve sarayın kalıntıları bu maksatla yıktırılır. Daha sonra buraya Abdülaziz zamanında Askerlik Dairesi yaptırılır. Bu dairenin adı daha sonra Harbiye Nezareti olarak değiştirilir. Bu bakanlığın ortadan kaldırılmasıyla da bu binalar Darülfünun yönetimine geçer. 

Merkez Binası'ndaki büyük bahçeden bir köşe
Bu bahçede her zaman kediler vardı, hala varlar
Tabelada, bahçe düzeninin İBB tarafından yapıldığı yazılmış (2005)



İstanbul Üniversitesi Merkez Binası, Beyazıt
Bu yapı Abdülaziz döneminde (1864) inşa edilmiştir. Mimarı, Sarkis Balyan'dır.*

Burası, üniversite reformu için çağrılan İsviçreli bilim insanı Albert Malche'nin  önerileriyle tamamen
yeni bir anlayışla açılmıştır. (1933)  Bu nedenle Darülfünun'un devamı sayılmasının doğru olup olmadığını
tartışmak gerekir.  Darülfünun'un (Darülfünun-u Şahane) açılış tarihi 1900'dür. 
Ondan önce 1870 yılında açılmış ama hemen bir yıl sonra kapatılmıştı.
Aslında 1900 yılında açılan Darülfünun, dördüncü üniversite açma denemesidir.
O nedenle üniversite çok önceden açılmıştır hatta Sahn-ı Seman'ın devamıdır
iddiaları gerçeği yansıtmaz, doğru değildir. 

İstanbul Üniversitesi Merkez Binası, Beyazıt
Osmanlı Devleti'nde bir dönem Harbiye Nezareti (Savaş Bakanlığı) olarak kullanılan 
İstanbul Üniversitesi rektörlük binası ve önünde bulunan Atatürk anıtı
Eskiden bu bölgede Eski Saray vardı, bu sarayın artık yıkıntı haline gelmiş kalıntılarını II. Mahmut
ortadan kaldırtmış ve burada bir kışla inşa ettirmişti. 

19. yüzyılın sonuna ait olan bu fotoğrafta merkez binanın eski hali görünüyor.
O zamanki adıyla Harbiye Nezareti binası (Savaş Bakanlığı)
eski adıyla Bab-ı Seraskeri..
Girişten, Merkez Binası'na giden ana yol

İÜ Merkez Binası'nın oldukça büyük bir bahçesi var

Bahçenin arkasında görülen bina, merkez binasıdır
Eski fotoğrafta da gördüğümüz gibi nezaret olarak kullanıldığı yıllarda burada bahçe yok.
Burası,1988 yılında dış cepheleri temizlenerek onarım geçirmiştir. 

Seraskerlik binası iken burada talim yapıldığı için bahçe yoktu. Ağaçlandırma Dârülfünun emini olduğu yıllarda
İsmail Hakkı Bey (Baltacıoğlu) tarafından başlatılmıştır.

Baltacıoğlu bu bahçeyi rektörlük yaptığı 1924-27 arası yaptırmış olmalı. Darülfünun rektörü iken üniversiteye
muhtariyetini (özerklik) sağlayan kanunun çıkarılması ve yürürlüğe konulması, üniversite binasının ilga
edilmiş olan Harbiye Nezâreti’ne nakli,
müderrislerin yalnız kendi dersleriyle uğraşmalarının sağlanması, üniversitenin
merkezî bir kütüphaneye kavuşturulması gibi işleri gerçekleştirdi. 1927’de rektörlükten istifa etti;

Anıtsal kapının iki yerinde yer alan köşklerden bir grup bina görünüyor
Bâb-ı Seraskerî olarak tanınan bütün bu yapılar, Seraskerlik Dairesi’nin Sultan Abdülaziz zamanında Neo-Rönesans üslûbunda yapılmış ana binasının girişini meydana getirmektedir. Mühendishâne’den yetişme Ali Paşa tarafından yapılan ve bina eminliğini Altunîzâde İsmâil Zühdü Paşa’nın yürüttüğü bu büyük binanın girişindeki âbidevî kapı ve yan köşklerin mimarı olarak da Fransız asıllı Bourgeois’nın adı geçmektedir. Nitekim İstanbul Arkeoloji müzelerinin ilk müdürlerinden Dr. A. Dethier’nin yazılarında mimarının Bourgeois olduğu belirtilir. Neo-klasik ve Mağrib üslûpları karışımı karma (eklektik) bir dış görünüşe sahip olan bu kapı ve köşk kompozisyonu, yan köşklerin planı ve düzeni açısından klasik ve klasik öncesi Türk mimarisinin izlerini taşımaları bakımından ayrıca dikkat çekicidir. Bu dönemlerde Batı etkilerini dış mimaride en çok gösteren yapılardan Dolmabahçe Sarayı’nda ve özellikle harem bölümünde de böyle bir durumla karşılaşılmaktadır. kaynak

Üniversitenin anıtsal giriş kapısının içeriden görüntüsü
Yeşil zemin üzerine altın varakla yazılmış bu kitâbe düzeni kapının iç tarafında da yer almakta, ancak burada Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin hattıyla tarih beyti, “Askere Nüzhet kulu tebşîr eder târîhini / Lutf-i Şâh Abdülazîz açtı der-i nasr-ı azîz” olan manzume bulunmaktadır. Kaynak

Anıtsal girişten girildiğinde uzaktan merkez binaları görünür

Kediler her yerde...

İstanbul Üniversitesi Merkez Binası'nın Anıtsal Girişi
Bugün İstanbul Üniversitesi merkez binasının giriş kapısı olan bu âbidevî kapı, güney (dış) tarafındaki yazıda belirtildiği üzere Dâire-i Umûr-ı Askeriyye girişi idi. Kesme küfeki taşı kaplamalı ve iki tarafından dendanlı kulelerle sınırlandırılmış olan üçlü bir giriş takı biçiminde inşa edilmiştir. Ortada geniş ve yüksek, hafif at nalı bir kemer ve iki yanında sütun demetlerine oturtulmuş daha alçak ve dar iki kemer vardır. Yanlardaki kuleler iki katlı olup üst katlara girişler arka taraftaki kapılarla sağlanır. Günümüzde ilâve edilmiş “İstanbul Üniversitesi” yazısının altında üçlü bir düzenleme ile Şefik Bey hattı, celîsülüs kitâbe bulunur. Ortasında diğerlerine göre daha irice “Dâire-i Umûr-ı Askeriyye” yazısı, bunun sağında Fetih sûresinin birinci âyeti (إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبِينًا “Biz sana apaçık bir fetih yolu açtık”), solunda ise aynı sûrenin üçüncü âyeti (وَيَنْصُرَكَ اللَّهُ نَصْرًا عَزِيزًا “Seni kıymetli bir zaferle destekledik”) yazılıdır. Altında ise Şefik Bey’in imzası ile 1282 (1865) tarihi yer alır.

İstanbul Üniversitesi Merkez Binası'nın anıtsal girişi
En üstte Roma Rakamlarıyla 1453 (MCDLIII) yazıyor

Bu tarih bize İstanbul'un fethiyle bir bağlantı kurulduğunu gösteriyor.
Kitabede bulunan Fetih suresinin birinci ve üçüncü ayetleri de bu varsayımı doğrulamaktadır.
Unutmayalım burası savaş bakanlığının cümle kapısıydı ve kapıda altın çağı ima eden sözlerin yer alması,
geçmiş parlak başarılara özlem duyan Osmanlı askeri idareciler için yol gösterici olmuş olmalı.

Dış cephede Sultan Abdülaziz’in tuğrası “T.C.” harflerinin bulunduğu oval madalyonla kapatılmıştı.
2013 yılında bu konuda çıkan haberlerden sonra "TC" madalyonu kaldırılmış. Görüldüğü gibi Mayıs 2019'da çektiğimiz fotoğrafta Abdülaziz'in tuğrası var. 

Kaynak
Fotoğraflar: Birce Simay Kahyaoğlu


* Bu bilgiyi şuradan aldım. Ayla Ödekan, Türkiye Tarihi, cilt 3, Cem Yayınevi, s. 410

Metin için, şu kaynaklardan yararlandım: 
https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2020/02/19-yuzyl-osmanl-devletinde-sivillerin.html

https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2020/02/turkiyede-universitenin-ksa-tarihi-1900.html

29 Ocak 2020 Çarşamba

Oryantalist Tabloların Ders İçi Etkinliklerde Kullanılmasına Bir Örnek

Oryantalist Tabloların Ders İçi Etkinliklerde Kullanılmasına Bir Örnek

Dilara Kahyaoğlu

Bu resimle ilgili bilgi daha sonra verilecektir
1810 tarihli Napolyon Piramitlerde (Versay'da) Gros için bkz. 


Aynı tablonun siyah beyaz baskısı.. Bazı ayrıntılar daha iyi seçiliyor
İki versiyonu da kullanınız.

A. Herhangi bir açıklama okumadan aşağıdaki soruları yanıtlayalım.

1. Tablonun konusu nedir? Hangi ipuçlarını kullanarak yanıtı buldunuz? Bulduğunuz yanıtları tartışınız.

2.  Burası neresi? Hangi ipuçlarını kullanarak yanıtı buldunuz? Bulduğunuz yanıtları tartışınız.

3. Resimdeki insanlar kimleri temsil ediyor? Kim bunlar?  Hangi ipuçlarını kullanarak yanıtı buldunuz? Bulduğunuz yanıtları tartışınız.

4. Resimde bir olay canlandırılmış. Hangi olay olduğunu tahmin ediyorsunuz? Hangi ipuçlarını kullanarak yanıtı buldunuz? Bulduğunuz yanıtları tartışınız.


B. Şimdi aşağıdaki metni okuyalım. Bu aşamada başka kaynaklara başvurarak araştırma da yapabilirsiniz. 

Fransız ressam Antoine-Jean Gros (1771-1835), Jacques-Louis David'in atölyesinde eğitim almıştı. Gelecekteki İmparatoriçe Josephine de Beauharnais ile de arkadaş olan Gros, Fransız ordusuna sadık bir ressam olarak Napolyon'un güvenini kazanmıştı.
Bir zamanlar devlet, sanatçılar için sponsorluk yaparak büyük ölçekli projelerin gerçekleşmesine olanak sağlıyordu ama üretilen eserlerin propaganda işlevi görmesi de gerekiyordu. Nitekim Napolyon'dan ve dolayısıyla Fransız devletinden destek alan Gros'un eserleri tam olarak bu kategoriye girer. O Napolyon'un dolayısıyla Napolyon rejiminin, propagandasını yapan bir devlet ressamıydı.
Gros, 1798 Mısır seferine katılan ekipteydi. Napolyon 19 Mayıs 1798'de yola çıkmış,
yanında  35.000 asker ve 167 uzmanla birlikte bilgin olarak isimlendirilen: mühendisler, kimyagerler, mineraloglar, botanikçiler, zoologlar ve sanatçılar dahil bir çok kişiyi Mısır'a götürmüştü.
Gros, bu sefer sırasında Fransız ve Osmanlı (aslında fiili yönetim Memluk beylerindeydi) askerleri arasındaki savaşa tanıklık etti ve bu ve Mısır ve Ortadoğu'ya ilişkin gözlemleri ve algısı onun daha sonra yapacağı eserlere de kaynaklık etmiştir. Nitekim analiz için kullandığımız bu eser daha geç dönemde 1810 yılında yapılmıştır. 
1. Yukarıda verdiğiniz yanıtlarla, metinde verilen bilgileri karşılaştırınız. Hangilerine doğru, tutarlı yanıtlar vermişsiniz?

2. Metinde yazmayan şu bilgiyi araştırınız? Napolyon Mısır'da ne yapıyor? Bu "macera" politik açıdan nasıl sonuçlanmış?

3. Mısır'a giden bilim insanlarının Mısır'da bulunmasının sonuçlarından önemli gördüğünüz iki tanesi sizce nedir? Neden öyle düşünüyorsunuz, bu konuda argümanlarınız nedir? Bu yanıtı gerek kendi içinizde gerekse arkadaşlarınızla tartışınız. (Bu soruyu araştırmanız gerekebilir.)

4. Temel Soru:
*Bu tabloyu Oryantalist tablo, olarak tanımlayabilir miyiz? Neden? İpuçlarını kullanarak yanıtlayınız. (Oryantalist sanat akımıyla ilgili araştırma yapmanız gerekebilir)

Buna bağlı olarak şu konu üzerinde düşünelim:
" Edward Said’in Oryantalizm’inin 1978’de yayımlanmasından bu yana, pek çok akademik söylem “Oryantalizm” terimini Ortadoğu, Asya ve Kuzey Afrika toplumlarına yönelik Batılı bir tutumu ifade etmek için kullanmaya başlamıştır."
Öncelikle Said'in "Batılı Tutum"dan kastının ne olduğunu -gerek duyuyorsanız- araştırınız. Daha sonra aşağıdaki soruyu tartışınız.

*Bu tabloda Said'in eleştirdiği "Batılı tutum"a dair ipuçları var mı? (semboller, imalar, alegoriler vb.) Varsa onlar nelerdir ve onların; dolaylı veya dolaysız olarak içerdiği anlamlar, göndermeler nelerdir?

5. Bu tabloyu bir propaganda eseri olarak tanımlayabilir miyiz? Neden? İpuçlarını (metin/görselden) kullanarak yanıtlayınız.

6. Tabloya hakim olan temayı, motifi düşününüz. Buna göre tabloya bir isim verecek olsanız ne derdiniz?

C. Şimdi de aşağıdaki yorumla kendi yorum ve cevaplarınızı karşılaştırarak değerlendiriniz.
Bu resimde Gros, fetih ve merhametin alegorisini motif olarak kullanmış. O zamanlar Etiyopyalı olarak isimlendirilen ölmüş siyahi askerin yanında Arap ve Türk askerlerini temsil eden kişiler, Napolyan'a yalvarıyor, merhamet diliyorlar. Napolyon’un kolu piramitleri işaret ediyor. İddialara göre Napolyon; "Askerler, 40 asırlık tarih, bu anıtlardan size küçümseyerek bakıyor!"* demiş. İşte tabloda tam olarak o an resmedilmiş. Peki neden 40 asırlık tarih demişti, bunu neye göre hesaplamıştı tam olarak bilmiyoruz.

Gros, bu tabloyu 1810 yılında sergiledi ve salonda ziyaret eden herkes bu savaşın nasıl sonuçlandığını, zaferin kısa sürdüğünü biliyordu. Durum böyle olunca tablonun yarattığı sanatsal etkiye acı bir gülümseme de eşlik etmiş olmalı. Şunu da eklemeli bu tabloyu ve bundan sonra yaptıklarını ilk tabloları kadar başarılı bulmuyor uzmanlar.

Napolyon neden piramitlerin 4.000 yıllık olduğunu düşünüyordu. Daha doğru bir tahmin yaklaşık 4.500 yıllık olacaktır. Kesin olarak doğru rakama ulaşamasa da yuvarlak sayılarla tahminlerin yapıldığı o dönemlerde gerçeğe önemli ölçüde yaklaşmış olduğunu söyleyebiliriz. Zaten Mısır hakkında derin araştırmaların başlayacağı, yazısının çözümleneceği, dönemlerin, tarihlerin, firavun isimlerinin daha doğruya yakın hesaplanacağı, Mısır eserlerlerinin Avrupa müzelerine taşınacağı, Mısır merakının başlayacağı dönem bundan sonradır ve işte bu anlamda Napolyon'un yanında götürdüğü bilim insanlarının yarattığı etki ve kültürel sonuçlar açısında bu sefer bir milat olarak kabul edilir.
Özel Soru: Gros'un daha başarılı bulunan 1810 öncesi tablolarına da bkz. Bu yorumu yapanlar haklı mı? (tıklayarak büyütünüz)

Bonaparte on the Bridge at Arcole
 1796
Oil on canvas, 134 x 104 cm
The Hermitage, St. Petersburg
.
The Battle of Abukir
1806
Oil on canvas, 578 x 968 cm
Musée National du Château, Versailles

Napoleon Bonaparte on the Battlefield of Eylau, 1807
1808
Oil on canvas, 521 x 784 cm
Musée du Louvre, Paris
* "Soldiers, from these monuments forty centuries of history look down on you"
Egypt: Lost Civilizations, Christina Riggs, s. 35

12 Ocak 2020 Pazar

Tarihlemede Kullanılan Kısaltmalar

Tarihlemede Kullanılan Kısaltmalar

Kaynak: The Essential World History, Volume I: To 1800: Sixth Edition, William J. Duiker, Jackson J. Spielvogel, 2011
Bu kaynak; düzeltilmiş, onanmış tarihler kullandığı için başa "c." kısaltmasını koymuş.
Her kaynakta bu tür bir ayrıntıya rastlamayız. Ama yeni basım kitaplarda arkeometrik
hesaplamalarla düzeltilmiş tarihler artık daha sık kullanılıyor. 

Milattan Sonra (MS) için kullanılan kısaltmalar
AD: (Anno Domini), latince bir kelimedir ve in the year of our Lord anlamına gelir. Yani İsa, kastedilerek Efendimiz'in Yılı anlamında kullanılmaktadır. Türkçe'de Milattan Sonra anlamında kullanıyoruz. Kısaltarak; MS (M.S.) olarak yazıyoruz. İS (İ.S.) şeklinde de kullanılır (İsa'dan Sonra).

Yahudi tarihçiler ve/veya bu din odaklı kısaltmaya karşı çıkanlar;

CE: (Common Era) yani Bilinen Dönem anlamına gelen CE kısaltmasını kullanırlar.  Bu kısaltma Türkçe tarih yazımına yerleşmemiştir.

Şu önemli: Milattan Sonra için hiç bir kısaltma kullanılmaz. Doğrudan tarih yazılır. Ama bazen vurgulamak için bazen de Milat'a yakın bir dönem veya iki dönemi de aynı anda yazmak söz konusuysa karışıklığı önlemek için  kısaltma kullanılır.

Milattan Önce için kullanılan Kısaltmalar

BC (Before Christ) ise İsa'dan önce anlamına gelmekte ve 'Milattan Önce' anlamında kullanılmaktadır. Türkçe'de MÖ (M.Ö.) veya İÖ (İ.Ö.) şeklinde kısaltıyoruz.

Yahudi tarihçiler ve/veya bu din odaklı kısaltmaya karşı çıkanlar;

BCE: (Before Common Era) kullanıyor. Bu kısaltmanın açılımı Bilinen Dönemden Önce anlamına gelmektedir. Türkçe'de yine  MÖ (M.Ö.) veya İÖ (İ.Ö. -İsa'dan Önce anlamına gelmektedir-.) kısaltmasını kullanıyoruz. 

Milat: Arapça olan bu kelimenin anlamı doğumdur.  Tarih yazımında İsa'nın doğduğu yıl kastedilir ve "0" olarak kabul edilir.

Bir de Günümüzden Önce anlamında kullanılan kısaltmalar vardır. Burada hesaplama "0" noktasına yani milata göre değil günümüzden kaç yıl önceye ait olduğunu belirtmek için kullanılır.

Göbeklitepe'nin Yapılışı..................................0..........................................Günümüz
y. MÖ 10. 000 ................................................ +............................................2 000

Göbeklitepe'nin günümüzden 12. 000 yıl önce kurulmuş olduğu düşünülmektedir. Bu iddia yaklaşık bir tahmindir (y).

Bunun İngilizce olarak kısaltması;"Günümüzden Önce" (BP)'dir. BP 12. 000 gibi. BP (Before the Present). Bu tür kısaltmalar daha çok arkeometrik sonuçlarla elde edilen çok daha eski dönemlere ait tarihler için kullanılır. Bu laboratuvar ölçüm tarihleri sürekli olarak düzeltilmektedir. Eğer düzeltilmiş bir tarih kullanılıyorsa o zaman da Kalibre (ing. caliber) sözcüğünün kısaltması olan "c" veya "cal." kısaltması ile bu durum belirtilir. c. BP 12.000 gibi.


şu kaynaklara da bkz.

https://www.arkeolojikhaber.com/haber-milat-common-era-milattan-once-ve-milattan-sonra-kisaltmalari-16914/

https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2020/01/arkeoloji-bir-buluntunun-yasn-nasl.html

10 Ocak 2020 Cuma

Arkeolojik Bir Buluntunun Yaşı Nasıl Belirlenir: Arkeometride Yeni Yöntemler

Arkeolojik Bir Buluntunun Yaşı Nasıl Belirlenir: Arkeometride Yeni Yöntemler

Mehmet Özdoğan

Son sempozyumun afişi, Haziran 2019
bilgi için bkz.
Bu sempozyumdaki arkeometriyle ilgili bildiriler için EK1'e bkz.
Şu linkte ayrıntılı program var.
https://i.arkeolojikhaber.com/pool_file/2019/24/8193_arkeoloji-sempozyumu.pdf
Arkeoloji, geçmiş dönemlerdeki yaşamı zaman ölçeğine bağlayarak tanımlayan bir bilim dalıdır. Bu nedenle, insanı ve oluşturduğu kültürü, içinde yaşadığı doğal çevre ortamı ile birlikte bir bütün olarak ele alır; yalnızca süreci tanımlamakla kalmaz, göreli yada mutlak tarihlerle kronolojik bir dizin de oluşturur. Dolayısıyla geçmişi doğru bir şekilde anlayabilmek için arkeolojinin, konusu dünya olan bütün bilim dallarıyla bilgi paylaşımı yapması gerekmektedir. Her ne kadar bu bağlamda ilk akla gelenler iklim, topoğrafya, canlılar dünyası gibi doğal çevrenin makro ölçekli elemanları ise de, bunların temelini oluşturan mikro ölçekli kimyasal, fiziksel ve biyolojik verilerin, süreci ortaya koymaktaki önemi giderek daha iyi anlaşılmaktadır.

Arkeolojinin ilk dönemlerinde doğa bilim dallarıyla olan ilişki, yukarıda tanımladığımız makro ölçek düzeyinde jeoloji, coğrafya, zooloji, botanik ve fiziki antropoloji ile kurulmuşken, geçen yüzyılın ortalarından itibaren giderek çeşitlenmiş, günümüzde artık nükleer fizikten mikrobiyolojiye, astronomiden jeokimyaya kadar birçok bilim alanıyla arkeoloji arasında karşılıklı bilgi paylaşımına dayanan bir birliktelik doğmuştur. Arkeoloji, doğa bilim dallarının olanaklarından yararlanırken, doğa bilim dalları arkeolojinin geçmişi zaman dizinine bağlayarak süreci tanımlamasından yararlanmaktadır. Bu da arkeolojiye yeni bir işlev yüklemiş ve arkeolojiyi doğa bilim dallarının "zaman laboratuvarı " konumuna taşımıştır.
Zaman laboratuvarı nedir?

Doğa bilim dalları kendi yöntemleriyle süreci tanımlar; örneğin radyoaktif maddelerin zaman içinde radyoaktivitesinin giderek azaldığını kendi yöntemleriyle ortaya çıkarırlar. Ancak bunun hızını saptayabilmek için kesin tarihi bilinen nesnelere gerek vardır. Bu sürecin en tanımlı yansıması, daha önce yukarıda değindiğimiz ve bugün arkeolojinin vazgeçilmez bir yöntemi durumuna gelmiş olan radyoaktif tarihlemedir. Nükleer fizikçi Libby, maddelerin içerdiği radyoaktivitenin zaman içinde azaldığını belirledikten sonra, bunun süresinin nasıl hesaplanacağı sorunuyla karşılaşmış ve bu konuda arkeolojinin yardımcı olabileceğini öngörmüştür. Bunu belirlerken, öncelikle tarihi bilinen dönemlerden günümüze kadar gelen ve aynı zamanda radyoaktivitesinin azalma hızı fazla olan bir maddeyi ele almanın doğru olacağına karar vermiş ve bu nedenlerle deney için karbonu seçmiştir.

Bilindiği gibi karbon, bütün organik maddelerde bol miktarda bulunan ve yandığı zaman da korunan bir elementtir. İlk olarak tarihi bilinen bir Mısır mumyası ile çalışmalar başlamış ve yapılan ölçümlerden radyoaktif karbonun radyoaktivitesinin azalma hızı hesaplanarak yarıyaşı (yarılanma ömrü) belirlenmiştir. Ancak bu yöntemin kullanımı ve bununla ilgili çalışmalar ilerledikçe, Libby’nin karbonun yarıyaşı olarak yaptığı ilk hesaplamanın çok hassas olmadığı görülmüş ve 1960'lı yıllardan itibaren tarihleme farklı bir yarıyaşa göre yapılmaya başlanmıştır. Çalışmalar daha da ilerledikçe farklı bir sorun daha ortaya çıkmış, karbon yaşının standart olmadığı ve atmosferdeki radyoaktiviteye göre salınımlar gösterdiği belirlenmiştir. Bu nedenle laboratuvarda elde edilen karbon yaşının diğer verilere göre uyarlanması bir zorunluluk haline gelmiş ve özellikle takvim yaşıyla radyoaktif yaşın arasındaki farkın standart olmayışı, konunun çok daha kapsamlı bir şekilde ele alınmasını gerektirmiştir. Karbon yaşının hesaplanmasında temel olarak, "ağaç halka analiz (dendrochronology) yönteminden elde edilen veriler kullanılmaktadır. Bu yöntem çevre ortamına duyarlı uzun ömürlü ağaçların her yıl oluşturduğu halkaların sayımı ve bu halkalardan aralıklı olarak alınan radyoaktif tarihlerle belirlenmektedir. Önceleri, günümüzde halen yaşamakta olan ağaçlardan elde edilen serilerin, daha sonra arkeolojik kazılarda ortaya çıkan ve yeterince halka sayısı korunmuş durumdaki kömürleşmiş örneklerle birleştirilmesiyle yöntem gelişmiş ve böylelikle günümüzden yaklaşık 10.000 yıl öncelerine kadar inen ağaç halkaları dizimleri oluşturulabilmiştir. Bu yöntem yalnızca radyoaktif karbon yaşındaki değişimleri değil, ağaç halkalarının kalınlık ve inceliğine göre doğal çevre ortamındaki değişimleri de yansıttığından, giderek daha yoğun olarak kullanılmaktadır. Ağaç halkaları yöntemi ve bunun radyoaktif tarihlerle eşleştirilmesi de sürekli olarak geliştirilmekte ve bu nedenle hemen hemen her yıl yeni bir uyarlama çizelgesi oluşturularak eski tarihler buna göre dönüştürülmektedir.

Günümüzde uyarlanmamış olan laboratuvar ölçüm tarihleri "Günümüzden Önce" (BP) olarak verilmektedir. Düzeltilmiş tarihler ise, uyarlanmış anlamındaki "Kalibre" sözcüğünün kısaltması olan C ya da Cal. ön ekiyle "Milattan Önce" (BC) olarak verilmektedir.

Bu durum arkeoloji ile doğa bilim dalları arasındaki ilişkinin karmaşıklığını ve sürekli olarak nasıl geliştiğini gösteren en iyi örnektir. Bu yöntem daha sonra yarıyaşı daha uzun olan uranyum, toryum, potasyum, argon gibi maddeler için de Paleolitik Çağ dolgularında uygulanmış ve böylelikle arkeoloji bir yanda nükleer fizik için bir zaman laboratuvarı oluştururken, diğer yanda da aynı yöntemden yararlanarak tarihi bilinmeyen arkeolojik buluntuların zamanını belirleyebilmiştir. Günümüzde arkeoloji ile doğa bilim dalları arasındaki bu temele dayalı ilişki gerek zaman belirleme, gerek sürecin anlaşılması bağlamında giderek çeşitlenmiş ve bu süreçten ele "arkeometri" adını verdiğimiz bilim alanı ortaya çıkmıştır.

Bir diğer örnek olarak jeofizik alanında deprembilim ve arkeoloji arasındaki bağlantıyı sayabiliriz. Deprembilimciler fay hatları üzerinde çalışırken, meydana gelen eski depremleri ve bunların şiddetini kendi yöntemleriyle saptayabilirler. Ancak depremlerin ne sıklıkla tekrarlandığını belirleyebilmek için, bunların mutlak tarihlerini bilmeleri gerekir. Bu bağlamda arkeolojik veriler, fay oluşumları içinde bulunan arkeolojik malzeme ya da höyüklerdeki deprem çatlakları, jeofiziğe önemli bir katkı sağlamakta, arkeoloji de ören yerlerindeki tahribatın nedenleriyle ilgili olarak deprem bilimcilerden yararlamaktadır.

….

Arkeometride gelişen yeni yöntemler nelerdir?

Yukarıda değinildiği gibi arkeoloji, doğa bilimlerinin bütün alanlarıyla bilgi paylaşımı içindedir ve her geçen yıl geçmişi daha iyi ve farklı açılardan anlamamızı sağlayan yeni yöntemler ortaya çıkmakta ve uygulanmaktadır. Kuşkusuz bunların bir kısmı, şimdilik kesin sonuç vermeyen deneysel nitelikte çalışmalardır. Buna karşılık son yıllarda ortaya çıkan bazı yöntemler, ilerisi için umut veren ve hızla yaygınlaşan uygulamalar olmuştur. Bunların başında kuşkusuz biyoarkeoloji ve biyogenelik arkeoloji gelmektedir. Moleküler biyoloji ve genetik araştırmaların hızla gelişmesi, arkeolojiye daha önceden öngöremeyeceğimiz kadar önemli ve yeni bir açılım getirmiştir. Geçmiş dönemlerden kalan kemik, diş gibi dokulardan DNA zincirinin okunabilmesi, insan topluluklarının dünya üzerindeki yayılım sürecini, yer değiştirişini ve ''evrim" olarak tanımladığımız mutasyon ve doğal seçilime bağlı değişimini, kültürel dolgular ve zaman ölçeği içinde görebilmemizi sağlamıştır.

Örneğin Neolitik Çağ'la birlikte önemli bir besin kaynağı haline gelen ve yabani türleri çok geniş bir bölgede bulunan arpanın DNA zincirinin çözümlenmesiyle, bu bitkinin ilk olarak tarıma alındığı bölgenin Urfa Karacadağ olduğu ve belirli bir genetik yapıya sahip olan bu alt türün (mutant) tarım bitkisi olarak dünyaya yayıldığı anlaşılmıştır. Aynı şekilde hemen her yerde yabandomuzu bulunmasına karşın Neolitik Çağ'da Avrupa'daki yerleşimlerde görülen evcil domuzların yerel yabandomuzundan değil, Anadolu yaban domuzundan geldiği de örnekler arasında sıralanabilir.

Biyogenetik arkeoloji araştırmaları, yalnızca DNA zincirinin incelenmesiyle sınırlı değildir. Kemik ve diş dokularında yapılan izotop analizleri, beslenmenin protein, karbonhidrat, su ürünlerine mi bağlı olduğunu ya da belirli bir yaştan sonra besin kaynağının değişip değişmediğini ve hatta o kemik ya da dişin sahibinin yaşamının ilk yıllarını farklı bir bölgede geçirip geçirmediğini bile öğrenmemizi sağlamaktadır. Biyogenetik arkeoloji, örneğin kemik dokularının oluşumundan çevresel stres faktörünün okunması gibi, her yıl hepimizi heyecanlandıran yeni açılımlar getirmektedir.
....

EK 1
2019 haziranında yapılan sempozyumda yer alan arkeometriyle ilgili konu başlıkları, bizlere günümüzde bu alanda varılan noktaları ve uzmanların hangi konularla ilgilendiğinin bir özetini sunmaktadır.  Ayrıntılı program için bkz. 

D SALONU - ARKEOMETRİ SONUÇLARI TOPLANTISI
OTURUM BAŞKANI: Mehmet SOMEL
14.00-14.15 Orta Anadolu’da At Arkeogenomiği Mustafa ÖZKAN
14.20-14.35 Neolitik Anadolu Koyunlarının Genomik Analizi Erinç YURTMAN
14.40-14.55 Aşıklı Höyük İnsanlarının Genomik Analizi; İlk Bulgular Reyhan YAKA
15.00-15.15 Alaca Höyük İnsan İskeletlerinin Genom Analizleri Füsun ÖZER
15.15-15.25 Ara
OTURUM BAŞKANI: Füsun ÖZER
15.25-15.40 Neolitikten Günümüze Anadolu Popülasyonlarının Genetik Tarihi Dilek  KOPTEKİN
15.45-16.00 Anadolu’da Görülen Genetik Hastalıkların Neolitik Dönemden Günümüze Evrimi-Ön Sonuçlar - Mehmet ÇETİN
16.05-16.20 Neolitik Öncesi ve Sonrası Antik Metilasyon Motifleri - Fatma Rabia FİDAN
16.25-16.40 Materyal Kültürü ve Antik DNA’yı Birleştiren Hesaplamalı Bir Sistem Geliştirmek - Elif SÜRER
16.40-16.50 Ara
OTURUM BAŞKANI: Mehmet ÇETİN
16.50-17.05 Türkiye’de Antik DNA Çalışmaları - Mehmet SOMEL
17.10-17.25 İstanbul’un Neolitik ve Bizans Dönemi Yerleşmelerinde Arkeobotanik Araştırmalar - Burhan ULAŞ
17.30-17.45 Ulusal 1MV AMS Laboratuvarı’nda Uygulanan Radyokarbon Yöntem ve Teknolojileri - Turhan DOĞAN
17.50-18.05 Metrik Ölçümlerle Depo Ünitelerinde Kapasite Hesapları: Güvercinkayası Kazısı Örneği - Pınar ÇAYLI
18.05-18.15 Tartışma....
Kaynak: 50 Soruda Arkeoloji, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, s. 121-129
Kaynakta bu konuda daha fazla bilgi bulunmaktadır. 

19 Aralık 2019 Perşembe

Tarım Havzası Mumyaları - Tarim Basin Mummies

Tarım Havzası Mumyaları - Tarim Basin Mummies

Dilara Kahyaoğlu

[Türkiye'de kaynak bulunmayan bir konuda yazdım. Birinci elden kaynaklardan yararlandım. Görselleri kaynaklardan taradım, nereden aldığımı tek tek belirttim. Bu ülkede (ve dünyada) komplo teorilerine maruz bırakılan bu konuda okumak istiyorsanız metne bir göz atınız.]


***
Kurumuş derisi ve çökük göz boşlukları dışında uyuyan bir adama benzeyen kişiye bakınca garip bir duyguya kapıldım ve böylece çağımızın çok eski yüzyıllarında bu kasvetli Lop bölgesine yerleşmiş ve herhalde buradan hoşlanmış olan yerli halkın bir temsilcisiyle karşı karşıya olduğumu  hissettim. 
Aurel Stein, 1928
Zaghunluk'ta bulunan bu kişinin mumyalaşma yaşı MÖ 1000 ile 600 arasında tarihleniyor.
Yüzüne aşı boyasıyla dövme yapılmış olan bu kişinin ağzı açılmasın diye bağlanmış.
Tarım Mumyalarını ilk keşfeden kişiler İsveçli Sven Hedin, Alman Albert Von La Coq ve İngiliz Aurel Stein'dir. 20. yüzyılın başında bu kişiler İpek Yolu üzerinde bulunan vaha kentlerini araştırmak için buralara gelmişlerdi. Bu sefer sırasında mumyaları bulmuş, fotoğraflarını çekip, tanımlamışlardı.
Çinli arkeologların son yıllarda yaptığı araştırmalar sırasında ortaya çıkan mumyalar ise bu konuyu hem ilgi hem de tartışma odağı haline getirmiştir. Çinlilerin bulduğu mumyaların bir kısmı çok daha eski bir döneme aittir, çok az bozulmuştur ve fiziksel yapıları Çinlilerden ve/veya o bölgede şu anda ikamet edenlerden farklıdır. Batılı araştırmacılar bunların Hint-Avrupa kökenli olduğunu söylerken Çinliler bu konunun sadece bu yönüyle dile getirilmesini eleştiriyor.
a1. Aşağıdaki mumyalaşmış kadın bu şekilde bulunmuş, Zaghunluk Mezarlığı
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]

a2. Tarım'da bulunan mumyalardan birinin sarı saçları var. Günümüzden bir sanatçı bu kişinin
yaşarken nasıl göründüğünü hayal etmiş (sağ)
Yalnız dikkat! Kadının yüzünde dövme var ve yeniden çizimde bu ihmal edilmiş.
Esas onlarla birlikte bu yüzün nasıl göründüğünü hayal etmek lazım. Bu haliyle modern bir
kadın izlenimi veriyor ve bu da yanlış bir algı oluşmasına neden oluyor. 
Tarihi canlandırdığını iddia eden görseller daima eleştirel
bir gözle incelenmeli.



Uzun cadı şapkalı kadınlardan biri
Üzerinde; yünlü etek ve bluz, koyun postundan bir pelerin ve deri
ayakkabılar var. Sol eli deri bir eldiven içinde.
[Fagan]
Mumyaların yakın dönemde yeniden gündeme gelmesi sağlayan kişi de Pennsylvania Üniversitesi'nde Çin dilleri ve edebiyatı profesörü olan Victor Mair.  Mair, mumyaları ilk kez 1987 yılında müzede görüyor o anda işi gereği Sincan eyaletinde bulunan Urumçi şehrindeki bir müzede bir tur grubuna liderlik ediyormuş. Orada, camın altında, yakın zamanda keşfedilmiş bir ailenin her biri uzun, koyu mor yünlü giysiler ve keçe çizmelerle kaplanmış cesetlerini - bir erkek, bir kadın ve iki ya da üç çocuk- görür.  O ilk anı Mair şöyle anlatıyor: “Çinliler 3 bin yaşında olduklarını söylediler, ancak cesetler daha dün gömülmüş gibiydi.” Fakat asıl şok, Mair'in yüzlerine yakından baktığı zaman geldi. Orta Asya halklarının çoğunun aksine, bu cesetlerin belirgin beyaz veya Avrupalı ​​özellikleri vardı - sarı saçları, uzun burunları, derin gözleri ve uzun kafatasları-. “Bir tur grubuna liderlik yapmam gerekiyor olsam da, o odadan çıkamadım. Bu insanlar kimlerdi?”

En eski mumyaların bulunduğu yerlerden biri de  bugün kurumuş olan Lobnur tuz gölü yakınlarındaki yerler ve Kavrighul mezarlığıdır. MÖ 1000 yılından önceye ait mumyalar basit bir dokumaya sarılı olarak gömülmüşken MÖ 1000'den sonra kalanlarda ise sofistike bir değişim olduğu gözlenmektedir. Bu mumyalar yünlü şapkalar, ekose battaniyeler, tamamen giyinmiş olarak, pantolonlu, renkli, işlemeli çoraplı, gömlekli olarak bulunmuştur. Bu kişilerin hala daha bozulmamış olan sarı ve kızıl saçları, Mongoloid olmayan yüz ve beden hatları, örneğin uzun parmakları ve ayakları, ince uzun bir yüzleri vardır. Batılılar bunların Kafkasya ya da Avrupa'dan gelenler olduğunu söylemekte hatta Hint Avrupalı olduğu iyi bilinen Toharların ismi telaffuz edilmektedir.
Bu haritada İpek Yolu'nun geçtiği yerler ve bu bağlamla ilgili görülen şehirler, bölgeler gösterilmiş.
Kültür Birliği bulunan yerler sayılarla gösterilmiş noktalı bir çerçeve içine alınmış
Araştırmaya konu olan arkeolojik siteler kırmızı üçgendir
Küçük haritada mumyaların bulunduğu yerler ayrıntılandırılmış. Çıkarılan mumyalar işte bu
sitelerin ismiyle anılıyor. Örneğin: Zaghunluk Adamı, gibi.
Gömü yerlerinin daha çok Tarım Nehri ve kolları üzerinde olduğu görülüyor

Bu harita biraz daha ayrıntılı olabilir.
Çift isimli yerler de belirtilmiş, bu önemli bir fark ve bilinmesi gereken bir bilgi.
Aksi takdirde metinleri izlemek, bağlantı kurmak zor oluyor.
New Research on East-West Exchange in Antiquity, 2014
Toharlar için bkz.
Görselin kaynağı: Fagan, Eski Dünyanın Yetmiş Büyük Gizemi, s. 170


Bağlama Uygun Ara Metin: Toharlar
Toharlar bugün yok ama bazı yazılı belgelerden kullandıkları dilin kökeni çözülebildi. Toharların atalarının MÖ 4. binin ortalarında Volga-Ural bölgesinden ayrılarak doğuya doğru başlayan büyük göçün parçası oldukları düşünülüyor. Afanasevanlar olarak bilinen kültüre ait olan bu insanlar Sincanın kuzeyindeki Altay Dağları ile Minusinsk Havzasına yerleşmişlerdi. Afanasevanların MÖ 2000 yılında Tarım Havzasına yerleşmek  üzere yeni bir göç yaptıklarına dair kanıtlar da var. İpek Yolu'nun güney bölgesinden  saf Toharca metin kalmamasına rağmen Hint belgelerinde Toharca'dan alınmış kelimeler ve kişi adları bulunmaktadır. Bu bölge (Tarım Havzası) Çin'de Budizm'i ilk benimseyenlerin bulunduğu, mağara duvarlarına resimler yaptıkları, manastırlar kurdukları bölgedir. Buralardan çok sayıda el yazısı koleksiyonu ele geçirilmiştir. Ele geçirilme ifadesi tam olarak doğrudur çünkü buraları ilk bulanlar bu yazılı belgeleri Avrupa'ya götürmüştür. Budizm yazılı söze büyük önem veren bir dindi  gerek görsellerle gerekse metinlerle kendilerini ifade etmeyi düstur edinmişlerdi. Bulunan bu yazılı belgelerin bir kısmı Sanskritçe yazılmış diğerleri yerel dillerden oluşmuştu.  Dillerden ilki Hotan-Saka'ca olup İran grubuna dahil bir dildir. Mumyaların çoğu Hotanca'nın görülmediği bölgeden gelmektedir ve burası Toharların bilinen dağılım ve yerleşimleriyle uyumludur. Bu bilgiden yola çıkan araştırmacılar, bu mumyaların (özellikle en eskilerinin) Toharlar veya onlarla genetik ve dilsel açıdan (linguistik) bağlantılı bir grup oluğunu düşünmüştür. Araştırmalarda bazı temel kelimeler kullanılarak karşılaştırma yapılmıştır ki bu çok sık baş vurulan bir yöntemdir elbette elde yazılı kaynaklar varsa... Nitekim Hititler üzerine yapılan araştırmalarda da ilk yol gösteren kelimelerden biri; su kelimesinin (İngilizce water) Hititçe vatar kelimesi ile benzerliğini keşfetmek olmuştu (ilk kelime Sümerce ideogramla yazılmış olan ekmekti).

Aşağıdaki tabloda temel kelimelerin karşılıkları yazılmıştır. İlki Toharca diğeri İngilizcedir.
  • Pacer......Father
  • Macer.....Mother
  • Procer.....Brother
  • Ser..........Sister
  • Keu.........Cow
  • Okso.......Ox
  • a(u).........Ewe
  • twere......Door
  • nuwe......New

Hamiwupu mezarlığında bulunan ekoseli, çok renkli dokuma yün kumaş
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]

Çizgili, çok renkli dokuma yün kumaş Zaghunluk mezarlığından çıkarılmış
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]

Tekrar mumyalara dönersek... Mumyalar Çin'in kuzeybatısındaki Tian Shan'ın ("Göksel Dağlar") kurak eteklerine ve güneyden 150 mil uzaklıktaki Taklamakan Çölü'nün eteklerine dağılmış mezarlık alanlarından geliyor. Çinli arkeologlar buraları son 16 yıldır kazıyor ve 100’den fazla mumya çıkarmışlar. Hepsi şaşırtıcı derecede iyi korunmuş durumda. MÖ 2000-MÖ 300 arasına tarihlenen bu bedenler, dünyanın tarih öncesi mumyalar kataloğuna önemli bir katkı sağladı. Eski Mısır mumyalarının aksine, Sincan mumyaları; yönetici ya da soylu kesimden değildi dolayısıyla bilinçli bir şekilde mumyalama prosedürlerine maruz bırakılmamıştı. Onlar sadece taşlık çöle gömülerek korunmuşlardı. Orada gündüz sıcaklıkları genellikle 100 derecenin üzerine çıkar. Bu ısıda bedenler hızlı bir şekilde kurumuş, yüz kılları, cilt ve diğer dokular büyük oranda bozulmadan kalmıştır. https://www.discovermagazine.com/planet-earth/the-mummies-of-xinjiang

Tüyleri başa ya da şapkalara takıyorlar
Yün dokuma bir battaniyeye sarılmış
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]

a3. Bir çok mumyanın ellerinde, yüzlerinde ve bedenlerinin çeşitli yerlerinde
dövmelerin olması bunun yaygın bir adet olduğunu gösteriyor.
Zaghunluk'ta bulunan mumya kadının elleri bunlar. (bkz. a1, a2)
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]

Çölün kuraklığının cesetlerde yol açtığı hızlı kuruma nedeniyle çok iyi durumda saklanmış mumyalar; birçok Kafkas ırkı kökenlilerin fiziksel özelliklerini paylaşıyorlar: uzun gövdeler, açılı yüzler, gömülü gözler ve çoğu sarışından kırmızıya, kırmızıdan koyu kahverengiye kadar değişen, genelde uzun, kıvırcık ve örgülü saçlar... Mumyaların bedenlerinde çeşitli biçimlerde ve çok sayıda dövmeler vardır.

Giysiler ve tekstil ürünleri, Hint-Avrupa neolitik kıyafet teknikleriyle ortak bir kökene veya ortak bir tekstil teknolojisine işaret eder. Çerçen Adamı kırmızı renkli kabartma çizgili kumaştan tunik ve tartan desenli pantolon giyerek bulunmuştur. Tartan tarzı kumaşı inceleyen tekstil uzmanı Elizabeth Wayland BarberHallstatt Kültürüyle ilişkili tuz madenlerinden çıkartılmış kalıntılar ile aralarındaki benzerlikleri öne sürmüştür.
İşlemeli ayakkabılar da (çarık) Zaghunluk mezarlığında bulunmuş
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]

İşlemeli çarık ya da çorap
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]
New York Times'te çıkan Ed Wong'un makalesine göre Çinli yetkililer Mair'in topladığı 52 genetik örnekle ülkeden ayrılmasını engellemiş. Bununla birlikte, bir Çinli bilim insanı -gizlice- kendisine bir İtalyan genetikçisinin test ettiği yarım düzine örneği yollamış.  O zamandan beri Çin, yabancı bilim insanlarının mumyalar hakkında araştırma yapmalarını yasaklamış. Ama, Wong'un dediği gibi, "Siyasi sorunlara rağmen, mezar alanlarının kazıları devam ediyor."
Araştırma sonuçlarını gösteren grafiksel harita
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]
En başta söylediğimiz gibi Çinliler bu bölgeyle yakından ilgileniyor.  Araştırmaları başlatan da sürdüren de onlar. Batılı bilim insanların arasında Toharların yanısıra doğrudan Keltlerin adını telaffuz edenler bu kişilerin Kelt kökenine vurgu yapanlar da var. Ama ortak fikir bu mumyaların genetik olarak bir karışımı yansıttıkları yönünde. Bu konuda araştırma sonuçları beklenmeli. Sonuç olarak araştırma yapanların konuşmaya hakkı var, yapamayanlar; izleyici olur, anlamaya çalışır, öğrenir, düşünür, tartışır (bu iyi bir şey)  veya komplo teorisi üretir.
Xiaohe'nin Güzelliği” özellikle iyi korunmuştur. Xiaohe'den kurtarıldı (Küçük Nehir Mezarlığı) 
Yaklaşık MÖ 1800–1500 yılları arasından kalmadır. [Fotoğraf Elizabeth Barber]
Görsel Kaynak: New Research on East-West Exchange in Antiquity, 2014

Loulan'ın Güzelliği ismi verilen mumya, Urumçi Müzesi
Öldüğünde 45 yaşındaydı, evcilleştirilmiş buğday, tarak, tüy ve sonraki yaşamı için
gerekli olabilecek bir sepet dolusu yiyecekle gömülmüştü. 


Loulan'ın Güzelliği adı verilen bu mumyanın  bulunduğu "Xiaohe mezarlığı, Tarım Havzasında 
bugüne kadar keşfedilen en eski arkeolojik alandır. "Genetik analizlerimiz, Xiaohe halkının annelik soylarının hem Doğu'dan hem de Batı'dan geldiğini, Xiaohe halkında keşfedilen babalık soylarının hepsinin Batı kökenli olduğunu ortaya koydu." https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2838831/
Bu kişinin gömülme yaşının MÖ 1800 civarında olduğu düşünülüyor. Daha muhafazakar tahminler ise onu ilk bin yıla (MS) tarihlendirmektedir.  Dokuma koyun yününden bir şala sarılmış olarak bulunan bu kadının ve yanında bulunan diğerlerinin yanında tarımsal araçlar yoktu. Bu yüzden araştırmacılar bu kişilerin çiftçi olduğunu düşünmüyor [James A. Millward]. Onlara göre bu halk çoban, balıkçı ve avcıydı. Sepet içinde bulunan buğday tanelerinin ise sembolik olduğunu düşünüyorlar. Üremeyle ilgili bir gönderme olmalı bu. Çünkü arkeologlar bazı mezarların üstüne dikilmiş uzun ve çok sayıda sırıklar buldular. Çinli araştırmacılar bunların fallik semboller olduğunu ve çocuk ölümlerinin çok fazla olduğu dönemde üremenin öneminden bahsediyorlar. Nitekim Kadın mumyalarının yanında penis olduğu düşünülen tahta parçalar da bulunmuş. Yine de açıklanması gereken çok fazla şey var.





Küçük Nehir Mezarlığı ("Xiaohe mezarlığı, üste) üzerine dikilmiş onlarca sırık var. En eski mumyaların bulunduğu yerlerden birisi de burası. Karbon testine göre buradaki mumyalar yaklaşık 4000 yıllık. Uygurlar (ve komplo teorisyenleri) her ne kadar bu mumyaların kendilerine ait olduğunu söylese de onların bu bölgeye MS 10. yüzyılda, yani oldukça geç bir dönemde gelmiş olduğu iyi bilinen bir tarihsel olaydır. Dr. Zhou ve ekibi, elde ettikleri genetik araştırma sonuçlarına göre konuşarak; bu insanların (bu en eski mumyaların) Avrupa ve Sibirya halklarının bir karışımı olduğunu ve bu melez grubun buraya gelip yerleştiğini söylüyor. Buradaki halk büyük teknelerle gömülmüş (üsteki resme bkz.) Aslında onların başka bir bölgede yaşadığı ve ölülerini gömmek için teknelerle buraya geldikleri ileri sürülen varsayımlardan biri. Çünkü civarda direklerin oyulup orada şekillendirildiğine dair bir kanıt bulunamamış. Belki de bir zamanlar denizle yakın ilişkisi olan bir halkın geleneğini sürdürüyorlardı,  Nitekim tekneleri tabut olarak kullanma geleneği Vikinglerde de vardır. 

Bu bölge Sakaların da (Hint Avrupalıların İran öbeğinden bir kabileler birliği, Herodot onlardan İskitler diye bahseder) yerleştiği ve kendilerine dair ipuçları, kalıntılar bıraktığı yerlerden biri. Bu bağlamda yine Türk tarihinden iyi bilinen Yüeçilerin de ismi geçiyor. Bazı uzmanlar Yüeçilerin İskitler olabileceğini öne sürüyor. Dolayısıyla bu mumyaları (zaman boyutuyla bakarsak bir kaç çeşit mumya var, burada söz konusu olan eski dönemlerden kalanlar)  İskitler/Toharlar/Yüeçiler ve Kuşhanların kültürel birliği ve sürekliliği içinde düşünme eğilimindeler. [James A. Millward]. Bu bilgiler eşliğinde Millward bunlara Avrupalı denmesinin ve bu şekilde reklamının yapılmasının saçma olduğunu düşünüyor. Bir mumyanın gözünün mavi olup olmadığını bilmenin mümkün olmadığını, bunların İran'la ve Kafkaslarla ilişkilendirilebileceğini ama hem kültürel hem de genetik olarak karışım olduğunu kabul etmenin tarihi gerçeklerle ve araştırma sonuçlarıyla uyumlu olduğunu belirtiyor. Adı geçen yazar,  kendi yazdıklarını bir zaman çizelgesiyle özetlemiş. Bu kıymetli çalışmaya göz atınız: EK1 

İşlemeli başlık
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]

Sepet
İçinde tahıl taneleriyle birlikte Gumugou mezarlığında bulunmuş
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]
Fırfırlı etekleri ellerinde dikmişler elbette.
Dikkatli bakınca tek tek görülebiliyor
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]

Çinli uzmanlar mumyalar üzerinde fiziksel ölçüm yaparken
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]

Üçgen desenlerle işlenmiş yün dokuma. Bugün de aynı desenleri
kullanıyoruz, aynı şekilde işliyoruz. Dokuma Hamiwupu mezarlığında bulunmuş.
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]

Gumugou mezarlığında bulunan çocuk mumyası
Yün battaniyesi kalın çizgili olarak dokunmuş. Çok ince biçimlendirilmiş,
büyük birer iğne haline getirilmiş tahta çubuklarla battaniyeyi iliklemişler.
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]

Zaghunluk'ta bulunan bu kadın mumyasının üzerinde
olağanüstü güzellikte borda renkli bir elbise var
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]


Subeshi, M6 numaralı mezardan çıkartılan kadın mumyasından detay
çok  kalın renkli parçalar dikilerek birleştirilmiş,
hayvan postları herhangi bir işleme tabi tutulmadan olduğu gibi kullanılmış
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]


Subeshi, M6 numaralı mezardan çıkartılan kadın mumyasından detay
Baştaki şapkayı hotoz şapka olarak adlandırmak yanlış olmaz.
 Şapkanın sorguca benzer  bir uzantısı var.
Bu kadın şapkası Orta Asyalı ve Çinli kadınlar tarafından yaygın olarak kullanılıyordu.
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]

Subeshi, M6 numaralı mezardan çıkartılan kadın mumyasının genel görünümü
[Görselin Kaynağı: Wang Binghua]


Keçeden yapılmış ve süslü başlıklar Friglerin kullandığı şapkalara benziyor. Onların da şapkaları böyle sivri bir uçla sona eriyordu. Görselin Kaynağı: New Research on East-West Exchange in Antiquity, 2014



Alt yazılar, ayrıca belirtilmediği, gösterilmediği sürece bana aittir. DK


Ana Kaynaklar
Wang Binghua, Victor H.Mair (çeviren)., The Ancient Corpses Xinjiang, The People Ancient Xinjiang and Their Culture, 1998-1999

Brian M. Fagan, Eski Dünyanın Yetmiş Büyük Gizemi, Oğlak Yayınları, 2002



Victor H. Mair and Jane Hickman (Ed.), Reconfiguring The Silk Road New Research on East-West Exchange in Antiquity, Published for the University of Pennsylvania Museum by the University of Pennsylvania Press. 2014


James A. Millward, Eurasian Crossroads A History Of Xinjiang, Columbia University Press Publishers, New York, 2007 

New Research on East-West Exchange in Antiquity, 2014

https://www.wikizeroo.org/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvVGFyaW1fbXVtbWllcw, Erişim Tarihi 17 Aralık 2019

https://www.nytimes.com/2010/03/16/science/16archeo.html?pagewanted=1, 15 Mart  2010, Erişim Tarihi 17 Aralık 2019

Diğer kaynaklar metnin üzerinde belirtilmiştir.
Sincan Mumyalarıyla ilgili araştırma ve yayın yapan kişiler konuyla ilgili bir konferansta
bir araya gelmiş ve şu toplu fotoğrafı çektirmişler.
New Research on East-West Exchange in Antiquity 2014
Sincan Arkeoloji Enstitüsü Başkanı  Wang Binghua da aralarında (sağdan ikinci)

EK 1 Sincan Bölgesinin Zaman Çizelgesi
Üzerine tıklayarak büyütünüz o zaman rahat okunuyor.

1. sayfa

2.


3.

4.

5.

6.

7.

8.


9.



Aynı yazarın yakın dönemde çıkmış söyleşisine bakınız. Uygurlar ve Sincan bölgesindeki kriz üzerine konuşmuş.
https://www.georgetownjournalofinternationalaffairs.org/online-edition/2019/4/1/dr-james-millward-on-the-uyghur-crisis-in-xinjiang


Şu linklere de bakabilirsiniz.

Bu makalede genetik araştırmalarla ilgili ayrıntılı bir rapor var