Dilara Kahyaoğlu
|
Norman ve Nina Davis, Nakht Mezarı'nı bu şekilde resmetmişler Mezar; MÖ 15. Yüzyıl ait Fotoğraf, Ocak 1907'de çekilmiş |
Mısır hemen her zaman Avrupalıların sürekli ilgisini çekmiş ve 6. yüzyılda Miletos'ta yaşayan Yunanlı Hekataios'dan
(kitabı kaybolmuştur) günümüze kadar birçok yazara ilham kaynağı olmuştur. Geç Roma Döneminde Mısır uygarlığının sona ermesi çağdaş çalışmaların da sonu olmuş, ancak Orta Çağ boyunca anıtları, özellikle de piramitleri ile hatırlanmıştır. Kutsal topraklara yolu düşen hacılar daha çok İsa'nın orada kaldığı yerle ilgili bölgeleri görmek için Mısır'ı
ziyaret etmişlerdir. Hatta piramitlerin bile Kutsal Kitap'ta yer alan "Hz. Yusuf'un tahıl ambarları"nın tasviri olduğuna inanılmıştır.
İlk Evreler
Rönesans'la birlikte eski çağlara karşı ilgi ve ona ilişkin bilgiler canlanmış olup 15. yüzyılda gün ışığına çıkarılan ilk klasik metinler arasında,
İ.S.
4. yüzyıla ait bir metin olan
Horapollo'nunHieroglyphica'sı bunlardan biridir.
Mısır kaynaklı
olduğu
öne
sürülen eserde hiyeroglif yazısından bazı harflerin anlamları verilmektedir. Diğeri ise
Corpus Hermeticus (Keşiş Külliyatı)'tur.
İsa’dan sonraki ilk yüzyıllara ait olan bu
felsefe risaleleri muhtemelen Mısır'da yazılmış ve bazı gerçek Mısır düşüncelerini
Yeni Platoncuve diğer malzemeyle yoğurmaktadır. Bu ikinci türden metinler,
kökeni eski Yunan düşünürlerine uzanan ve Mısır'ın bütün bilginin kaynağı olduğu varsayımına dayanan düşünceyi desteklemektedirler. Aynı düşünce, resim harflerinin derin düşüncelerin özünü oluşturduğunu iddia eden Hieroglyphica için de geçerlidir.
|
Kanatlı bir melek olarak İsis Philae Tapınağı |
16. yüzyılın eski çağ meraklıları bu dönemlere ait maddi kalıntılara eskisinden fazla önem vermeye
başlamış ve araştırma merkezleri olan Roma'da Mısır kalıntılarıyla
karşılaşmışlardır.
Bunların
çoğu
Roma İmparatorluğu'nun ilk dönemlerinde pek moda olan
İsis kültüzamanında Roma'ya getirilen Mısır eserleriydi. Bunlar eski çağa ait ilk yayınlarda görülür ve halen Roma'nın çarpıcı görüntülerinden olan dikili
taşlarla birlikte klasik çağ yazarlarının verdiği bilgiler ışığında incelenmişlerdir. O dönemin tasvircileri kendi tasvir biçimleriyle eski Mısır tasvir biçimi arasında bir fark görmedikleri için onların reprodüksiyonları
gerçeklerine
çok az benzer.
Geç 16. ve erken 17. yüzyıllarda ilk eski eser koleksiyoncularının
Mısır'ı ziyaretleri başlamıştır.
Pietro della Valle (1586-1652) bütün Doğu Akdeniz'i dolaşarak
1614'ten
1626'ya
kadar
Doğu'da
kalmış,
Mısır mumyaları ve önemli Kıpti elyazmalarından oluşan bir koleksiyonla İtalya'ya
dönmüştür.
Bu yazmalar Mısır dilinin en son şekliyle ve Yunan harfleriyle yazılmışlardı ve bu dil Mısır Kıpti papazlarınca düzenli olarak öğrenilerek bugüne kadar Mısır Kıpti kilisesi ayinlerinde kullanıla gelmiştlr. Dolayısıyla Arapça bilenler bu yazmaları inceleyebilirlerdi, zira Kıpti dilinin alfabesi Arapça yazılmıştı. İki yüzyıl sonra Kıpti
dili
hiyeroglif
yazısının
şifresini
çözmeye
temel oluşturacaktı. Mısır üzerine birçok çalışması olan ve hiyeroglifleri
çözmeye ilk çaba
gösterenlerden
çok yönlü bilgin
Athanasius Kircher'in(1602-80) ilk çalışması da Kıpti
dili
üzerineydi.
|
Eski Mısır'ın en önemli kalıntılarının bulunduğu yerler haritada gösterilmiş Harita, I. Çavlayan'da bitmiş gibi görünse de devamı vardır (aşağıdaki haritaya bkz). Mısırlılar Nil boyunca beşinci çavlayana kadar alan tüm alanları kullanmış buralara çeşitli tapınak ve mezar kompleksleri yapmışlardır. |
Mısır üzerine Avrupalıların bilgisinin nasıl arttığının ilginç bir örneği de, 1589'daYukarı Mısır'ı dolaşan ve Aşağı Nubya'da güneydeki ed-Derr'e kadar inen adı bilinmeyen bir Venedikli'nin seyahatini anlatan elyazmalarında ortaya çıkar. Yazar herhangi bir yarar amacıyla seyahat etmediğini, yalnızca çok sayıda harikulade anıt, kilise, heykel, dev heykel, dikilitaş ve sütun görmek istediğini yazmış. Ama, şöyle devam ediyor: "Çok uzak mesafeler kat ettiğim halde gördüğüm binalardan hiçbiri takdire şayan değildi, birisi hariç, Magribilerin Oçsur dedikleri." (Burada Karnak ve Luksor'u birlikte alıyordu). Bu yargı, 250 yıl kadar sonra Luksor bir turizm merkezi haline geldiğinde geçerli olacaktı. Karnak hakkında da şunları söylüyor: "Bu devasa binanın dünyanın yedi harikasından üstün olup olmadığına siz karar verin. Bunlardan biri halen ayaktadır. Firavun piramitlerinden biridir; ama bu yapıyla karşılaştırıldığında küçük bir şeydir. Bu anıtı görmek isteyeni dünyanın öbür ucuna göndermiyorum, Kahire'den sadece on günlük yoldur ve oraya oldukça ucuza ulaşılabilir." Bu şaşırtıcı çalışma, 20. yüzyıla kadar yayınlanmamıştır ve başka yazarlar üzerinde de etkili olmamışa benzer.
Bir sonraki yüzyılda buna en çok benzeyen ve ikincil kaynaklardan öğrenilen
iki Fransisken rahibin 1668'de Luksor ve Esna'yı ziyaretlerinin öyküsüdür. Bunlar
"insanların hatırlayabildiğinden beri hiçbir Fransızın gitmediği" yerlere
gitmiş olduklarını yazmışlardır. Onların da bir önceki yüzyıldaki Venedikli gibi zamanları azdı, buna rağmen Teb'de nehrin batı kıyısına geçip Edildiklerinin kaçırdığı turistleri çeken
Krallar Vadisi'ni görebilmişlerdir.
|
Harita birinci çavlandan aşağısını gösteriyor. Haritaları Erik Hornung'un Mısır kitabından aldım |
Gezginler ve arkeologlar
Yukarıda anlatılan türden keşif gezilerine arkeolajik araştırma denemez. Ancak 1646'da Piramidographia veya Mısır Piramitleri Üzerine Bir Tez adlı eserini yayınlayan İngiliz gökbilimcisi John Greaves'in (1602-52) çalışmalarına arkeoloji tanımı uygun düşer. Greaves, Gize'yi 1638-39'da iki kez ziyaret etmiş ve piramitleri dikkatle inceleyerek ölçümlerini yapmış ve onlarla ilgili eski yazı eserlerin eleştirel bir analizini yapmıştır; ayrıca Sakkara'ya da gitmiştir. Ortaya çıkan çalışma o zamanın en üstün çalışmasıdır; dikkate değer bir boyutu da Orta Çağ Arap kaynaklarının zikredilmesidir. Greaves Rönesans'ın hümanist bilimsel geleneğini Mısır'da uygulamıştır ama onun yöntemleri Mısır'a uygulama biçimi başkaları tarafından pek taklit edilmemiştir.
17. yüzyılın sonlarından başlayarak Mısır'a giden gezgin sayısı yavaş yavaş artmış ve yazdıklarının
yanısıra anıtların kullanılabilir çizimleri de ortaya çıkmıştır. Bu konudaki en önemli bilgisel ilerleme Fransız Krallığı tarafından Mısır'daki eski anıtları araştırmakla
görevlendirilen
Cizvit papazı Claude Sicard (1677-1 726) tarafından gerçekleştirilmiştir. Sicard'ın mektuplarından ancak bazıları günümüze kadar korunabilmiştir. Yukarı Mısır'ı dört kez ziyaret etmiştir ve Teb bölgesini, Mennon heykeliyle Krallar Vadisi'ni klasik çağ tariflerine dayanarak açıklayan ilk çağdaş gezgindir. Onun en önemli takipçisi
Danimarkalı bilgin Frederik Ludwig Norden (1708-42) olmuştur. 1737- 38 arasında
Mısır'ı ziyaret eden Norden'in ölümünden sonra yayınlanan gezi yazıları kendi çizimleriyle en güzel şekilde resimlendirilmiş olup 1751'den 18. yüzyıl sonuna kadar defalarca basılmıştır.
Mısır'ı ziyaret edenlerin artmasıyla, Mısır ile ilgili konuların ve bütün eski çağ ile egzotik kültürlerin işlendiği çalışmaların düzeyi 18. yüzyıl eserlerinde yükselmiştir. Bu çalışmaların iki ünlü örneği, Bernard de Montfaucon (1719-24 arası yayınlanmış) ve Baron de Caylus'ün (1752-64) yapıtlarıdır. Bunların ikisi de, Mısır'dan çıkan parçalara şaşılacak kadar yer ayırmışlar ve başka yerlerden gelen birçok parçayı da Mısır'a atfetmişlerdir. Önemli eski eser koleksiyonları oluşmuş ve hatta bazıları İngiliz Başpiskopos Laud'un 1630'lardaki koleksiyonunda olduğu gibi sahte parçaları da içerir olmuşlardır.
Hiyeroglif yazısının çözülmesi
18. yüzyıl boyunca hiyeroglif yazısı ile ilgili araştırmalar sürmüş, ancak çözüme doğru fazla yol
alınmamıştır. Eski eser merakıyla linguistik kaygılar Georg Zeoga'nın {1755-1 809) çalışmalarında
bir araya gelmiştir. Zoega'nın iki en değerli çalışmasından biri, dikilitaşlar üzerindeki hiyerogliflerleri ele alır, diğeri ise Vatikan koleksiyonundaki Kıpti elyazmalar kataloğudur. Dikilitaşlar üzerine çalışmanın tarihi {1797) Napoleon'un 1798 Mısır seferinden önceki Fransız Mısır incelemelerinin sonuncusu olduğu için anlamlıdır. İki dilin birlikte kullanıldığı yazıtlar bulunmasaydı da, hiyeroglifler kuşkusuz çözülebilirdi ve çözüleceklerdi. Ancak bildiğimiz şekliyle Ejiptoloji, Napoleon'un seferinin, Rozetta taşının bulunmasının, bunun yarattığı genel Mısır merakının ve Batı Avrupa'da değişen düşünce ortamının ürünüdür.
|
Description de L'Egypte'ten bir görsel |
Napoleon'un seferine katılan bir grup bilim insanı, Mısır'ın eski ve yeni her boyutunu incelemek ve
kaydetmekle görevlendirilmişti. Rosetta taşı kısa sürede İngilizlerin eline geçti, ama bu bilim insanları, Mısır biliminin temel kaynaklarından olan ve 1809-30 arasında yayınlanan hacimli
Description de L'Egypte'i
(Mısır"ın Tasviri) ortaya çıkardılar. Bu çalışma, yazının 1 822-24 yıllarında
Jean Francois Champollion le Jeune (1790-1832) tarafından çözülerek, Egyptolojinin bağımsız bir dal haline gelmesinden önceki en son ve türünün en önemli çalışmasıdır. Champollion ve Pisalı İtalyan
Ippolito Rossellini(1800-43) Mısır anıtlarını incelemek
için ortak bir araştırma gezisi düzenleyip 1820'lerde Mısır'a vardıklarında geç kalmışlardı bile. Son 20 yıl zarfında birçok gezgin Mısır'ı ve Aşağı Nubya'yı ziyaret etmiş, bölgeyi eski eserler uğruna talan etmiş veya kitap yazmışlar, bazen de bu iki uğraşı birlikte sürdürmüşlerdi. Bunların başlıcaları, Napoleon'un
konsüllerinden
Anastasi,
d'Athanasi, Drowetti ve Saet, İtalyan'ın güçlü adamı Belzoni, Fransız
heykeltraş
Rifaud
ve
İsviçreli
gezginler
Gau
ile Burcklard'dır.
Bu kişilerce bir araya getirilen koleksiyonlar Londra'da British Museum, Paris'te Louvre Müzesi, Leiden'de Rijksmuseum Van Oudehen ve Torino'da Museo Egizio'nun Mısır koleksiyonlarının çekirdeğini oluşturdu. (Kahire'de 1850'lerin sonlarına kadar bir Mısır müzesi yoktu.) 19. yüzyılın ilk yarısında Mısır'daki kazılarda esas amaç, eski eser edinmek olmuştur. Bilgi edinmeye, eser toplamaktan çok daha az ağırlık verilmiştir.
Champollion 1832'de ölmeden önce Mısır dilini anlamada ileri adımlar atmış ve Mısır kültürüyle
tarihini ortaya çıkarabilmiştir, ama çalışmalarının yayınlanmasındaki gecikmeler ve bunların
tümüyle akademik nitelikte olmaları ürünlerinin fazla etkili olmamasına yol açmıştır. 1840'lara
gelindiğinde ilk nesil Ejiptologlar ölmüştü ve konu Fransa'da Vicomte Emmanuel de Rouge (1811-72), Hollanda'da Conrad Leemans (1809-93) ve özellikle Prusya'da Carl Richard Lepsius
(1810·84) sayesinde varlığını sürdürebilmiştir.
|
Carl Richard Lepsius’un eliyle tuttuğu notlar ve kendi çizdiği görseller Denkmaeler aus Aegypten und Aethiopien |
ÖzeIlikle Lepsius'un 12 ciltlik
Denkmaeler aus Aegypten und Aethiopien(Mısır ve Etyopya'daki
Anıtlar, 1849-1859) adlı eseri yazarın 1842-45 yılları arasında Nil üzerinde kuzeye Meroe'ya kadar
yaptığı araştırmaları içerir ve anıtlarla ilgili en eski güvenilir bilgilerini korumaktadır. Öncü insan Wilkinson’a daha ilerde değinilecektir.
Ejiptoloji'nin gelişmesi
Yüzyılın ortalarında Lepsius ve genç çağdaşı Heinrich Brugsch (1827-94) ve diğer birkaç bilim
İnsanı konuyu geliştirmeyi sürdürmüşlerdir. Bu arada 1850'de Louvre müzesince Kıpti elyazmalarını
toplamak üzere Mısır'a gönderilen Auguste Mariette(1821-81) araştırmalarına ara vermeden devam
etmiştir. 1858'de Mısır Hidivi Said'in hizmetine giren Mariette, o tarihten önce ve sonra Mısır'da
birçok bölgede kazı başlatmış, ayrıca Mısır Müzesi'ni ve Eski Eserler Dairesi'ni kurmuştur. Bu kurumun görevi anıtları korumak ve kaydetmek, kazı yapmak ve müzeyi yönetmekti. 1952 Mısır Devrimi'ne kadar müdürleri Avrupalı olan bu kurumun yöneticilerinden en ünlüsü, Mariette'in halefi Gaston Maspero'dur (1846-1916).
Mısır'da bilimsel Kazıların amaçları ilk kez 1862'de İskoçyalı Alexander Rhind (1833-63) tarafından
tanımlanmış, ancak bunlar
W.M.F. Petrie'nin
(1853-1942) çalışmalarına kadar gerçekleşmemiştir.
Petrie, Mısır'a ilk kez 1880'de Büyük Piramit’in ölçülerini almak üzere gitmiştir. Daha sonra Mısır'da birçok bölgede kazı yapmış ve bir evvelki kışın kazı sonuçlarını her yıl yayınlamıştır. Yaptığı kazıların bazılarınnda çarpıcı buluntular ortaya koymuşsa da, bu araştırıcının gerçek katkısı Mısır tarihinin değişik dönemleri hakkında oluşturduğu bilgi birikimidir.
Bu birikim çoğu kez başkalarınca üstünkörü bir biçimde kazılmış bölgeleri tekrar ele almasıyla oluşmuştur. Petrie'nin ölçütleri,
daha
sağlığında Amerikalı
G.A. Reisner (1867- 1942) tarafından aşılmış, ancak bu araştırıcının buluntularının çok azını yayınlaması onların
değerini eksiltmiştir.
1880'den 1914'e kadar Mısır yoğun arkeolojik araştırmalara sahne olmuş, özellikle ilk Asvan Barajı'nın yapılışı (1902-1907) çalışmalara hız kazandırmış ve ilgiyi Nubya'daki alanlara kaydırmıştır. 19. yüzyılın sonlarında Mısır dili ve kronolojisi konusunda, Berlin'de Adolf Erman (1854-1937) ve Edward Meyer'in(1855-1930) çalışmalarıyla ilerleme kaydedilmiştir. Ayrıca bu yıllarda tüm tarihsel dönemlerden özellikle Nakada döneminden önemli buluntular ortaya çıkmıştır. O zamandan beri Ejiptoloji çalışmaları birçok alanda geniş bilgiler sağlamışsa da, temel çerçeve bu alanların pek azında köklü değişikliklere uğramıştır. 19. yüzyıl sürekli değişimin yaşandığı bir devir olmuştu. Yaklaşık 1870'e kadar Ejiptolojik bilgilerin çoğu Mısır uygarlığının son dönemleriyle ilgili olmuş, maddi kalıntıların ve Mısır dilinin dönemlere ayrılması düzenli biçimde yapılmamıştır. Zamanla bu durum değişerek Mısır kalıntılarının ve dilinin daha erken "klasik" çağlarına duyulan ilgi artmıştır.
20. Yüzyılda kazılar
Bu yüzyılda kazılar birkaç çarpıcı buluşa sahne olmuş, Nubya'da birinci
Asvan Barajı'nın yükseltilmesi ve Büyük Asvan Barajı'nın yapımı yoğun kurtarma kazısı faaliyetlerine neden olmuştur. Düzenli bir tarama yapılmamış olmakla birlikte, giderek artan sayıda bölge araştırılmıştır. Kazıları bütünlenmesi açısından kazının kendisi kadar önemli olan mevcut anıtların kaydedilme ve bulguların yayınlanması uğraşı ancak 1900 yılı civarında yeterli düzene ulaşabilmiştir. Bu uğraşların kazının kendisi kadar çekici olm yışı, onların çoğu kez kazılardan daha az ilgi çekmesine ve daha az destek görmesine neden olmuştur.
En çok ilgi çeken araştırma Teb'de Krallar Vadisi araştırmasıdır. Burada Mısır krallarına ait ilk buluntular, 1870'de Kurnalı Abdürresul ailesi tarafından Yeni Krallık dönemi krallarının çoğunun mumyalarının bulunduğu toplu mezardan elde edilmiştir. Bu mumyalar 21. Hanedan devrinde güvenlik gerekçesiyle asıl mezarlarından çıkarılmış ve Deyrü'l-Bahri bölgesine gömülmüşlerdir. En önemli buluntuların birçoğunda olduğu gibi, bunda da buluntuları sistematik bilimsel kazılar değil, yerel halkın kar amacı güden kazıları ortaya çıkarmıştır. Ejiptologların, neden olduları büyük ilgi kaybından ötürü bu tür girişimlere haklı olarak karşı çıkmalarına karşın, birçok buluntunun da düzenli kazılarla hiçbir zaman ortaya çıkarılamayacağı bir gerçektir.
1898'de yine Krallar Vadisi'nde
Victor Loret (1 859- 1946) II. Amenofis'in mezarını bulmuş ve bunda yukarıda sözü edilen mezarda bulunamayan birçok kralın mumyasının yer aldığı görülmüştü. 1932'ye kadar vadideki çalışmalar hemen hemen kesintisiz olarak sürdürülmüştür. Bu çalışmaların içinde en düzenlisi
Carnarvon Dükü adına çalışan Howard Carter (1874-1939) tarafından yapılmıştır.
Carter'ın tabii ki en önemli keşfi, 1922'de bulduğu ve üzerinde on yıl neredeyse kesintisiz çalıştığı Tutankamon mezarıdır. Yakındoğu'da başka el değmemiş mezarların bulunmuş
olmasına
karşın,
bu
buluntu
ortaya
çıkardığı eserlerin
benzersizliği bakımından
eşi
görülmemiş zenginliktedir.
|
Eski bir resimde Tutankamon'un mezar girişi |
Bundan başka, Mısır'da bu yüzyılda birkaç kral gömülü veya mezarlığı daha bulunmuştur.
Reisner'in 1925'te
Gize'de ortaya çıkardığı Heteferes'in mezarı, Eski Krallığa ait tek mücevher ve eşya aynağıdır. Ahşap aksamı tümüyle çürümüş olan eşyanın şekillerinin belirlenmesi büyük özenle gerçekleştirilmiştir. 1940'lı yıllarda
Pierre Montel (1885-1966) Tanis'de 21 ve 22. Hanedan Kralları ve ailelerine ait bozulmamış bir dizi mezarı açmış ve günümüze pek az buluntu bırakmış olan bu dönemde çok ender rastlanan değerli malzemeden yapılmış sanat eserlerini gün ışığına çıkarmıştır.
Kazılmış en önemli yerleşim alanları olan el Amarna ve Deyrü'l-Medine farklı birçok araştırmaya sahne olmuşlardır. Bu bölgede 1880'lerde gizli kapaklı yürüttüğü araştırmalarla çiviyazısı el-Amarna tabletlerini bulan Urbain-Bouriant (1849-1903) burada çalışmalarını sürdürmüş ve Tel el Amarna'da İki Günlük Kazı başlığıyla buluntularını yayınlamıştır. Onu kısa süreli bir çalışmayla (1891-92) birçok değerli buluşu yapan Petrie izlemiş, ancak Petrie'yi de Alman Ludwig Borchardt (1863-1938) 1913-14 yılları arasında yaptığı ve heykeltraş Tutmos'un evini ortaya çıkardığı kazısıyla
gölgede bırakmıştır. Bu kazı Nefertiti'nin dünyaca ünlü büstünü ve daha başka birkaç şaheseri
ortaya çıkarmıştır. 1920'ler ve 1930'larda birkaç mevsim çalışan ingiliz kazı ekipleri 18. Hanedan'ın tarihini aydınlatan ve kısa ömürlü başkentlerini açıklayan katkılarda bulunmuşlardır, yakın zamanlarda bu bölgede yeniden çalışılmaya başlanmıştır. Deyrü'l-Medine 19. yüzyıl boyunca buluntulara sahne olmuş ve yüzyılın sonunda bir İtalyan ekibi orada çalışmış ve bunu 1911 ve 1913 yıllarında Georg Möller'in (1876-1921) yönetiminde bir Alman ekip izlemiştir. 1917'de Kahire'deki Fransız Doğu Arkeoloji Enstitüsü bu bölgede çalışmalarına başlamış ve bu çalışmalar kesintilerle günümüze kadar sürmüş, işçilerin köyü ve onun yanındaki ölüler kenti hemen hemen tümüyle ortaya çıkarılmıştır.
Burada Mısırlı Ejiptologların ve Mısır Eski Eserler Dairesi'nin etkinliklerine de değinmek yerinde olacaktır. Daire'nin Mariette tarafından kuruluşundan sonra Mısırlı ilk görevlisi Ahmed Kemal (1849-1932), Kahire Müzesi'nde çalıştığı yıllarda birçok bölgede kazılar yürütmüştür. Bu yüzyılın başından itibaren, Daire'nin personeline giderek daha fazla Mısırlı katılmış ve Mısırlılar Kahire Üniversitesi'nde Ejiptoloji dersleri vermişlerdir. 1952'den beri Daire'nin ve Kahire Üniversitesi'nin personeli tümüyle Mısırlılardan oluşmaktadır. Mısır Eski Eserler Dairesi bütün diğer yerli ve yabancı kurumlardan daha fazla kazı yapmış ve Kahire Müzesi'ndeki birçok malzemeyi ve halen İskenderiye, Minya, Mallawi, Luksor ve Asvan'da bulunan birçok eser bu kazılardan çıkarılmıştır. Mısırlılarca gerçekleştirilen en çarpıcı buluntular muhtemelen Tuna el-Cebel'den çıkmış olan hayvan ölüleri kenti ve Yunan-Mısır ölüler kenti ile Ahmed Fahri'nin (1905-73) batı çölü vahalarındaki öncü çalışmışlarıdır.
Araştırmalar ve yayınlar
Nubya'nın Dal şelalesine kadar uzanan bölgesi birçok araştırmalara sahne olmuş ve Aşağı Nubya
belki de dünyanın üzerinde en çok arkeoloji çalışması yapılmış bölgesi olmuştur. Yükselen baraj
sularının üzerinde bir tek İbrlm Kasrı kalmıştır ve bu halen kazılmaktadır. Nubya araştırmalarının artması ve Eski Taş devrinden 19. yüzyıla kadar uzanan buluntuların ortaya çıkması ayrı bir araştırma dalı yaratmıştır.
Anıtların bir bütün halinde dökümünün yapılması Maxence de Rochemonteix (1849-91) ilejohannes
Dümichen (1833-94) tarafından başlatılmışsa da, her ikisi de çalışmalarını bitiremeden ölmüşlerdir. Onların ölümlerini izleyen yıllarda
Mısır Keşifleri Vakfı (sonra
Derneği
olmuştur).
"Mısır'ın Arkeolojisi" çalışmasını başlatmış ve halen ayakta bulunan anıtların katalogunu çıkarmayı amaç
edinmiştir.
Aynı zamanda J
acques de Morgan (1857-1924)
Anıtlar Kataloğu'nu başlatmış ve bunun kapsamına
, Kom Ombo mabedinin bütününü almıştır. Bu iki çalışmada hedeflerini fazla yüksek tutmuşlardır ama
Arkeolajik Araştırma Mısır mezarlarının en büyük çizimcisi
N. de. G Davies'in(1865-1941) çalışmalarına zemin hazırlamıştır. Davies'in salt mezarlar üzerine 25 cilt çalışması vardır ve mezarların bütün iç dekorasyonunu vermektedir. Ayrıca karısı Nina ve yardımcıları seçilmiş sahnelerin ayrıntılı renkli reprodüksiyonlarını
yapmışlardır.
Yakın
zamanlara
kadar
anıtların renkli resimlerini içeren yayınlar yapılmamıştı
ama, yapılanlar
tam
anlamıyla
yeterli
değildirler.
Mısır anıtlarının hızla kaybolan renk
mirasının
etkin
bir işi
halen
gerçekleşmemiştir.
Davies'den sonra en önemli yazıt çalışmaları girişimi Chicago Üniversitesi'nin Doğu incelemeleri
Enstitüsü'nce 1924'te Luksor'da Üniversitenin arazi araştırma üssü olarak Chicago House'un
kurulmasıdır. Enstitü Amerikan Ejiptoloisinin kurucusu Ejiptolog James. H. Breasted'in (1865-1935) eseridir. Chicago House projesi için john. D. Rockefeller'ın desteği sağlanmıştır. Chicago araştırması büyük bir Mısır tapınağının geniş tek tıpkıbasımını gerçekleştirmiş (Medinet Habu, 1930-70) ve diğer bazı çalışmalarını yayınlamıştır. Aynı düzeye ulaşan bir diğer çalışma ise, gene Rockefeller'ın mali destek sağladığı Abidos'da Sethos tapınağının iç kısımlarının A.M. Calverley (1896- 1959) ve M.F. Broome tarafından yayınlanışıdır. Bir duraklama süresinden sonra yayın etkinlikleri son zamanlarda tekrar canlanmıştır.
Mısır dışında Ejiptoloji
Vazgeçilmez olmakla birlikte, Mısır'daki Ejiptoloji etkinlikleri yapılan çalışmaların ancak küçük bir parçasıdır ve alan çalışmalarıyla akademik araştırmalar arasında şaşırtıcı denecek kadar az bağantı olmaktadır. Akademik Ejiptologlar arasında bir liste oluşturmak arazi araştırıcılarından çok daha zordur, ama dengeli bir tablo çizmek için gereklidir.
Ejiptologların birinci amacı her zaman için dili anlamak olmuştur. Bu yüzyılın başlarında P.L.L.
Griffith (1862-1934) ve Wilhelm Spielberg (1870-1930) Geç Dönem ve Yunan-Roma Döneminin halka özgü (demotik) yazısı, el (kursiv) yazısı ve dili konusunda büyük ilerlemeler kaydederken, Adolf
Erman daha erken dönem Mısır dili üzerine buluşlarını sürdürüyordu. 1927'de Sir Alan Gardiner'in (1879-1963) kendi buluşlarıyla Battiscombe Gunn'un (1883-1950) çalışmalarını içeren Orta Krallık Mısırca’sı grameri halen aşılamamıştır. Ejiptolojinin bugünkü en yaşlı önderi, H.J. Polotsky, 1944'te Mısır ve Kıpti dilleri gramerinde bu diller konusunda ve diğer dönemlerin dilleri üzerine son 30 yıl içinde yaptığı çalışmalarla bu konularda bildiklerimizi kökten değiştirecek eserini yayınlamıştır. Ancak Mısır diliyle ilgili bütün sorunların çözümlendiği gün, henüz çok uzaktadır. Bu bağlamda Adolf Erman ile Hermann Grapow'un (1885-1967) 1926 ile 1953 arasında yayınladıkları 11 ciltlik sözlük, Heinrich Brugsch'un bu alandaki öncü çalışmasının üzerine çok şey katmakla birlikte, gene de Mısırca sözcüklerin anlamı üzerine çalışmaların sonu olmaktan çok başıdır.
Anıtlardan uzakta yürütülen bu tür çalışmalar için Ejiptologların anıtlar üzerine yapılan yayınlara, hiyeroglif, hiyeratik ve demotik- metinler üzerinde daha ayrıntılı çalışmalara ve başka bazı kaynaklara ihtiyaçları vardır. Bu alanlarda Kurt Sethe (1869-1934) öncü bilim insanı sayılabilir. Gramerci olarak başlayan Sethe her alanda katkılarda bulunmuş, metin yayıncıları içinde en verimlisi olmuş; bugünün ve gelecek nesillerin, çalışmalarından yararlanacağı bir araştırıcı olarak yerini almıştır. Sir Alan Gardiner papirüs metinlerin en önemli yayıncısı olmuş ve papirüs metinlerin düzenlenmesinde ve derlenmesinde yeni ölçütler oluşturmuştur. Jaroslav Cemy (1898- 1970) de özellikle Deyrü'l-Medlne bölgesinden çıkan metinler üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan bir uzmandı.
En son daha genel kapsamlı Ejiptoloji çalışmalarına örnek olarak, alanda köklü değişliklere yol açmış iki araştırıcıya değinmek gerekmektedir, dlğer isimlere bibliyografyamızda yer verilecektir. Bunlardan ilki Heinrich Schafer'in (1886-1957) Mısır sanatı üzerine temel bir eser niteliğindeki, Mısırlıların doğada gördükleri cisim ve şekilleri nasıl sanata aktardıklarını inceleyen çalışmasıdır. Benzer bir çalışma da, Gerhard Fecht'in Mısır metinlerine bakış açımızı değiştiren çalışmasıdır. Fecht, Mısır metinlerinin çoğunluğunun belirli ve düzgün bir vezine göre yazıldığını, yazının genellikle "düzyazı" olmaktan ziyade "dize"lerden oluştuğunu ortaya çıkarmış, böylelikle Mısır metinlerini düzenleyenlerin yazı yazabilmek için şiirsel yeteneklere sahip olmaları gerektiğini savunmuştu. Bu bilim insanlarının ikisi de Mısır sanat ve yazısının çağdaş gözlere yabancı gelen yönlerini aydınlatmışlar ve eski kaynakların tam anlamıyla değerlendirilmesi için zorunlu önkoşulları belirlemişlerdir. Ejiptoloji'nin her alanında yapılan her çalışma, yapılabilecek başka bir çalışmaya önsöz oluşturmaktadır.
Bugün Ejiptoloji geleneksel bir bilim dalıdır ve 20'den fazla ülkede üniversite, müze ve enstitülerde üzerinde çalışmalar yürütülmektedir. 300 kadar Ejiptolog dil, edebiyat, tarih, din, sanat gibi modem dünyada ayrı ayrı ele alınacak alanların bütünü üzerine çalışmaktadırlar. Bu durumun genel perspektifi geniş tutması açısından yararlı olmakla beraber, sözlük yazımı gibi ayrıntılı çalışmalar için sorunlara yol açabildiği görülmüştür. Üzücü olan Ejiptolojide özgün çalışmaların artık tümüyle akademik bir uğraş haline gelmiş olmasıdır.
Metin: Atlaslı Uygarlıklar Ansk. Mısır, İletişim Yayınları, s. 18-25
Metinde Geçen Konularla İlgili Diğer Resimler |
Kutsal Anne olarak İsis, Oğlu Horus'u emziriyor. Roma'da da ortaya çıkan İsis Kültü Hristiyanlıkla birlikte Meryem Ana tapıncına dönüşmüştür Bu eser Louvre Müzesi'nde. Metinde de anlatılan gelişmeler sonucu bir çok kıymetli Mısır eseri bugün dünya müzelerine dağılmış durumdadır. Kaynak |
|
Piramitler Bölgesi. Gize, Mısır. Gize Piramitleri diye bilinir çünkü başka yerlerde de piramitler vardır ama diğerleri bunlar kadar görkemli değildir. Sağdan sola: Keops (uzakta olan), Kefren ve Mikerinos'un piramitleri. Ortadaki Kefren piramidi bu açıdan bakınca en büyük piramit gibi görünmektedir. Tepesinde hala dökülmemiş dış kaplamalar var. Bu Kefren'in piramidi. Bir çok yerde yanlış olarak Keops Piramidi olarak gösteriliyor. Aslında yükseklik açısından Keops'tan çok da farkı yok. Yüzlerce yıl sonra bile ayakta kalan piramitler sayesinde ve elbette hemen bulunabilecek coğrafi konumu sayesinde Eski Mısır unutulmadı. Avrupalı araştırmacıları, Mısır'ın keşfine yönelten en gizemli yapılar bunlardı. Aşağıda bu bölgenin ayrıntılı bir planı var.
|
|
Sfenks Yüzlerce yıl toprak içinde kaldı. Bazı tarihi kaynaklarda sadece sfenksin başından bahsedilir. Mısır'ı gezen bazı seyyahlar ise ondan hiç bahsetmemiştir. Muhtemelen dönem dönem tamamen toprak altında kalıyor hiç görülmüyordu. Belki de bu sayede yok olmaktan kurtulmuştur. Sfenks, Kefren Piramidi önündedir. |
|
Kufu'nun Gemisi (Keops) Bu gemi büyük piramidin altında bulunduğu için (demonte olarak bulunmuş sonradan birleştirilmiştir) Kufu'nun Gemisi olarak adlandırılmıştır. Khufu'nun gemisi, eskiden kalma en eski, en büyük ve en iyi korunmuş gemilerden biridir. 43,6 m uzunluğunda ve 5,9 m genişliğindedir, dolayısıyla gerçek bir gemidir. Bazı uzmanlar bunun suda gitmesi için yapılmamış olduğunu söylese de suda kullanılmış olduğuna dair bazı işaretler taşımaktadır. Görsel kaynak |
|
Sakkara Basamaklı Piramidi (kaynak) MÖ 2630 Gize'nin güneyinde kalan Sakkara bölgesi gerçekte büyük bir komplekstir. Basamaklı Piramit olarak bilinen bu piramit Firavun Zoser'e aittir. Zoser, Mısır tarihinde mimari yapılar açısından başlangıç olarak kabul edilir çünkü bu piramidi yaptırarak yeni bir çığır açmıştır. Dolayısıyla bu piramit dünyanın bilinen ilk piramididir. Mimarı dünyada ismi bilinen ilk mimar olan İmhotep'tir. Basamaklı olarak başlayan inşa üslubu giderek gelişmiş ve Keops, Kefren ve Mikerinos'ta zirveye ulaşmıştır. Aşağıda Sakkara bölgesinin bir haritası var, tıklayınca büyüyor.
|
|
Karnak 356'da Konstantius II , Mısır'ıdaki pagan tapınaklarının kapatılmasını emretti . Bu zamana kadar zaten terk edilmiş olan Karnak harabeleri arasına Hristiyan kiliseleri kuruldu. |
|
Karnak Karnak tapınağı kompleksi ilk olarak 1589 yılında bilinmeyen bir Venedikli tarafından tanımlanmıştır. Burada bulunan Akhenaten'in (Amenhotep IV) tapınağı, firavunun ölümünden sonra yarattığı dini yok etmek isteyenler tarafından bilinçli olarak yok edilmiştir. |
|
Luksor Orijinal halinin böyle olduğu düşünülmüş |
Video ve fotoğraflar için linklerFotoğrafların bir kısmını bu kaynaktan aldım. Resimlerin altyazılarında nereden alındıkları belirtilmiştir.