Görsel Kaynak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Görsel Kaynak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Nisan 2020 Salı

Eski Atina'da Gelin Alayı, Analiz Sorularıyla Birlikte..

Eski Atina'da Gelin Alayı, Analiz Sorularıyla Birlikte..

Dilara Kahyaoğlu

Eski Atina'da evlilik, gelinin baba evinden törenle alınıp koca evine götürülmesi ile başlıyordu. Anadolu'da bugün bile sürmekte olan adetlerle olağanüstü bir benzerlik vardır. Aslında günümüz modern dünyasının bir çok yerinde benzer adetler gözlenebilir.

Atina'da Gelin Alayı, British Museum
Bu resim bir pyksis üzerine çizilmiş.
Pyxis:  Antik çağda, içine takıların veya makyaj malzemelerinin konduğu kapaklı seramik kutudur. Kapağın ortasında bir tutamağı vardır. MÖ  V. yüzyılın sonlarında  pyxislerin kapaklarına tunçtan halka şeklinde bir kulp eklenmiştir. Aşağıya bir tane pyksis örneği aldım.


Yukarıdaki sahneyi uzmanlar şöyle yorumluyor.

1. Olasılıkla gelinin annesi olan bir kadın yarı açık kapıdan giden alayı gözlüyor. 

2. Bir sonraki kadın, lebes gamikos yani evlilik kasesi denilen büyük bir kap taşıyor. Bu kapların kazılarda ele geçen örneklerinde üzerlerinin genellikle evlilik sahneleri ile süslenmiş olduğu görülmektedir. Evlilik törenlerinde hediye olarak verilen bu kap bu nedenle evlilikle ilişkilendirilmiş ve evlilik kabı olduğu düşünülmüştür. Aşağıya bir örnek aldım. 

3. Üçüncü sırada gelinin çeyizinin bulunduğu sandığı taşıyan bir kadın yürüyor. Diğer elinde lebes olarak adlandırılan bir kap taşıyor. Bu kaplar şarap sunmak için kullanılıyordu. Aşağıya lebes örneği aldım.

4. Damadın en yakın arkadaşı (muhtemelen sağdıç) gelinle damadın arkasından, başında taç elinde meşale ile eşlik ediyor.

5. Gelinle damat, atların çektiği arabada yan yana oturuyor. Arabanın dizginleri damadın elinde, gelinin başında bir örtü var. 

6. Elinde meşaleyle bir kadın gelinle damadı karşılıyor. Muhtemelen damadın annesi...

7. Damadın başka bir arkadaşı eliyle işaret ederek (?) damadı ve gelini eve davet ediyor. 


Örnek 1: Pyksis

Metropolitan Müzesi
Terracotta bir pyksis (kutu) 

Örnek 2: Lebes Gamikos

 British Museum'un koleksiyonunda
Kulplu, kadehe benzer biçimde bir Antik Yunan seramik kap tipi.
Antik yunan'da genellikle evlilik törenlerinde hediye olarak verilen, çeşitli törenlerde içerisinde 
kutsal kabul edilen sıvıyı barındıran, çoğu zaman kulpsuz, derin gövdeli ve kısa boyunlu kap.

Mitolojik açıdan Zeus'un attırdığı kap olarak da bilinir. Kutsal sıvının Zeus'un fışkısı olduğuna inanılırdı. 
Örnek 3: Lebes (kazan)
 British Museum'un koleksiyonunda
 Dinos ya da Deinos da denir.
İçinde şarapla su karıştırılan kap türlerinden biri.
Yuvarlak dipli, şişkin karınlı, yüksek omuzlu, geniş ağızlı, boyunsuz ve kulpsuz olan lebesler
 devrilmemeleri için genellikle bir ayaküstüne oturtulurdu.


Görselin ve metnin kaynağı; Antik Devirde Çocuk Eğitimi, Ian Jenkins, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 1987

ÇALIŞMA SORULARI
Bu görsel, açıklamalarıyla birlikte Eski Yunan Uygarlığı üzerine çalışma yaparken kullanılabilir. Yalnız bunun için hem analize hem de eleştirel okumaya yön veren sorulara ihtiyaç var. Aşağıya örnek bir soru dizini hazırladım.

1. (1) Bir numarada yer alan kadın, gelinin annesi değilse başka kim olabilir?
2. 3 numarada yer alan erkek başına taç takmış... Bunun anlamı ne olabilir. Araştırmak gerekir.
3. Töreninin günün hangi saatinde yapıldığına dair ipucu var mı?
4. Damat yarım kalmış bir eylemle gösterilmiş. O ne yapıyor?
5. Gelini karşılayan, kayınvalide değilse başka kim olabilir?
6. Kapıdaki erkeğin, damadın bir arkadaşı olduğu,  gelinle damadı eve buyur ettiğine dair bir işaret yaptığını yazmış uzmanlar. Bu yoruma katılıyor musunuz? Değilse o erkek başka kim olabilir ve ne yapıyor?
7. Kadın yanında çeyiz olarak neden Lebes götürüyor? Lebesle, kadının ev hayatını ve bir eş olarak görevlerini düşünerek ilişkilendirirsek ne gibi sonuçlar çıkarabiliriz.
8. Lebes Gamikos ile ilgili açıklamaları okuyunuz buna göre yeni evlilere bu kabın armağan edilmesinin sembolik bir anlamı olduğunu düşünebilir miyiz? Eğer öyleyse yeni evlilere verilen bu mesaj nedir?
9. Eski Yunan'da kadının yeri ve konumu üzerine tartışınız.
10. Sahnede betimlenen aile sınıfsal olarak nereye ait? Bu düşüncenizi görselden bulunan ipuçlarını kullanarak ve eski Yunanlılardaki sosyal sınıfları düşünerek yanıtlayınız.

Çalışmaya dair not
Fark edileceği gibi sorular basitten karmaşığa doğru ilerliyor. Böyle yapmak gerekir, yoksa daha baştan katılımcıların uzaklaşmasına neden oluruz. Ve ilk altı soru betimleme  ve sahneyi anlamamız için gerekli de. Anladıkça dibe doğru inmek daha kolaydır. İlk soruların yanıtlarını vermeye herkes gönüllü olur. Katılımcı olmanın zevkini almaya başladıktan sonra da devam ederler, en zor soruları bile düşünmekten, yorum yapmaktan kaçmazlar zaten amaç da budur. Sınavlarda da soruları böyle sormak gerekir. Herkesin yapabileceği kolay sorular mutlaka olmalıdır. 


26 Mart 2020 Perşembe

Voynich Kodeksi

Voynich Kodeksi

Dilara Kahyaoğlu

Voynich Codex'i, sahaf Wilfrid Voynich tarafından 1912'de keşfedilen gizemli, tuhaf figüratif resimlerle ve yazılarla dolu bir el yazması kitaptır. Benzersiz sembolleri ve metinleri, dünyaca ünlü kriptologların çeviri girişimlerine meydan okuyarak, çözülemeden bugüne kadar gizemini korumuştur.

Kodeks, ansiklopediktir ve yaklaşık 359 bitki veya bitki parçası görüntüsü içerir, bu da onu temelde resimli bir bitki kitabı yapar. Ama bundan çok daha fazlası vardır. Voynich Kodeksi, garip su tesisatı olan havuzlarda çoğunlukla çıplak olan 500'den fazla periyi tasvir eder. Zodyak, astronomik ve kozmolojik tasvirler de dahil olmak üzere garip sihirli daireler vardır. Kodeks, harita olarak yorumlanabilecek kabala benzeri görüntüler içeren geniş bir katlama bölümü de içerir. Sayfalarının çoğunda  tıbbi yemek tarifleri, şiir veya büyüler varmış gibi görünür.  Voynich Kodeksi birçok kişinin hayal gücünü ele geçirmiştir ama gerçekte kimse bu el yazması kitabın gizemini çözememiştir.

Havuzda yüzen veya banyo yapan çıplak kadınlar
Kaynaklar bunlardan "periler"  (Nymphs) olarak bahsediyor
Harfler latince işaretlere benziyor ama farklı, dili ise hiç bilmiyoruz.
Voynich Kodeksi'nin kökeni bilinmemektedir. İtalya'da bulunan bir parşömenle yaklaşık olarak tarihlendirildiği için on beşinci yüzyıl Avrupa el yazması olması olasıdır. Yine araştırmacılar pigment testleri ve parşömen kağıdının karbon 14 metoduyla analiz edilmesi sonucu bunun doğrulandığını söylemektedir. Kodeksin 1492'den sonra yazılmış olması muhtemel deniyor çünkü resmi bulunan iki bitki acıbiber ve ayçiçeği olarak tanımlanmıştır. Bazı uzmanlar ise bu el yazmasının Eski Dünya'ya değil Yeni Dünya'ya ait olduğunu ileri sürer.
Kodekste bulunan bitki resimleri ve kitapta yer alan haliyle isimleri..
Uzmanlar bu bitkilerin farmakolojiyle ilgisi olduğunu düşünüyor.


Gizli bir kodla ya da kayıp bir dille yazıldığı düşünülen Kodeksle ilgili iddiaların başlıcaları şunlardır.

Yazarı kimdir? Buna göre yazıldığı yüzyıl da değişiyor.
(iddiaları en eski araştırmalardan başlayıp en yeniye doğru sıraladım)

*Roger Bacon, 1214-1294, 13 yüzyıl
*Anthony Askham (astrolog, 1553), 16. yüzyıl
*Birden fazla yazar yazmıştır, veya iki yazarı vardır,
*John Dee (1527–1608), 16. yüzyıl
*Giordano Bruno, 16. yüzyıl
*Wilfrid Voynich (1865–1930), 19. yy sonu, 20 yüzyıl başı
*Tommaso Campanella (1568–1609), 16. yüzyıl
*Francisco Hernández ve Aztekli yardımcıları (16. yüzyıl)
*Michel de Nostredame (Nostradamus) veya oğlu Cesar
*Edward Kelley (1555–1597), John Dee, ve/veya Francis Pucci, 16. yüzyıl
*Sınır Bilimciler (Fringe Scientist), isimleri bilinmiyor, 15. yüzyıl
*Antonio Averlino (1400–1469), 15. yüzyıl
*Circo Simonetta (1410–1480), 15. yüzyıl
*İsmi bilinmeyen bir seyyah, 15. yüzyıl
*Georg von Handsch Limuz (1529–1595), 16. yüzyıl
*Hieronymus Reusner (1558–16--?) 16. yüzyıl
*Cornelius Drebbel (1572–1633), 16.-17. yüzyıl
*Francis Bacon (1561–1626), 16.-17.yüzyıl
*Gian Francesco Poggio Bracciolini (1380–1459), 14.-15.yüzyıl
*II. Frederick için yazılan erken dönem belgelerinin bir kopyası, 16. yüzyıl
*İspanyolca eğitim almış Aztekler, 16. yüzyıl
*İsmi bilinmeyen Meksikalı bir yerli, 16. yüzyıl
*Paolo dal Pozzo Toscanelli (1397–1482),
*Çizer Juan Gerson, yazar Gaspar de Torres, 16. yüzyıl  (Aşağıda imzasının görüntüsü var)
*Yahudi bitkibilimciler, astrologlar ve doktorlar,  15. yüzyılın ilk yarısı
*Latince kullanıp da şifreli alfabeyle yazan bir kaç yazar
*Sahte tekstir, 16. yüzyılın sonunda yazılmıştır

Kodeks Yale Üniversitesi'ndedir

Kodeks'te kullanılan dille ve üretildiği ülke veya şehirle ilgili aşağıdaki iddialar ileri sürülmüştür.
(iddiaları en eski araştırmalardan başlayıp en yeniye doğru sıraladım)

*Ortaçağ Latincesi, İngiltere
*Ortaçağ İngilizcesi, İngiltere
*Sentetik Evrensel Dil, ülke/şehir?
*Latince temelli, İngilizce, Fransızca, İtalyanca veya Tötonik bir dil olabilir, kesinlikle Avrupalı
*Arapça olabilir, İtalya veya Arap Dünyası
*Bilinmeyen Kuzey Germenik lehçesi, Kuzey Avrupa
*Hawaiice'ye benzeyen bir dil, ?
*II. Rudolf'u kandırmak için yazılmış sahte Latince, Ukrayna (Hazar); Robert S. Brumbaugh'un tezi. (professor of philosophy, Yale University), 1978
*Hazarların Slavik dillerinden, Avrupa?
*Çok dilli, sözlü bir dil, ?
*Çince veya Nahuatl dili, ?
*Gerçek ve doğal bir dilin iki lehçesi, ?
*İki veya muhtemelen dört dil, ?
*Klasik Nahuatl dili, Meksiko
*Eski Yunanca'da anlamsız bir metin, ?
*Belirli pozisyonlarda her karakterin oluşumunu kısıtlayan bir tür ızgara kullanan bir şifre ile yazılmıştır. ?
*İbranice, ?
*Pre-Mançu dili, ?
*Semitic, muhtemelen Nebati dili, ?
*Orta Yüksek Almanca, Avrupa
*Şifreli bir dil, Kuzey İtalya
*Romance Lehçesi, ?
*Proto-Manchu veya Jurchen  dili (Chinese), İtalya veya İspanya'nın güneyi
*Anlamsız, muhtemelen İngilizce ve Latince temel alınmış, Fransa
*Belki Arapça veya Sanskritçe'den türetme, şaka mı?, İngiltere veya Kuzey İtalya
*Saçmalık, Milano
*Almanca, İsveççe, Hollandaca, Latince, İngilizce, Galce ve Nahuatl dilinin karışımı, Kuzey İtalya
*Şifreli İbranice, ?
*Eski Hollandaca, ?
*Çoğunlukla doğal dillerle uyumlu ve rastgele metinlerle uyumlu değil, ?
*Okunamayan bir dilde yazılmış rüyalar ve vizyonlar, ?
*Öncelikle Meksika'nın merkezindeki Nahuatl'ın İspanyolca, Mixtec ve Taino'dan ödünç alınmış kelimelerle soyu tükenmiş lehçesi, ?
*Klasik Nahuatl dili ve İspanyolca, ?
*Latince “kriptolojik alfabe” ile yazılmış, ?
*Sahte bir dil, ?
*Yeni İspanya'nın çağdaş dilleri ile karıştırılmış sentetik dil, ?
*Çince, ?
*Sembolik dil, ?
*Yapay dil, ?
Kitabın bazı sayfaları katlanır şekilde yapılmıştır, dolayısıyla açınca
büyük bir sayfa ortaya çıkmaktadır.
Erich von Däniken gibi yazarlar da bu konuyla ilgilenmiş herkes kendi paradigmasına göre fikirler ileri sürmüştür mesela Daniken bu kitabın Enok'un (Hanok, İdris?) kitabıyla bağlantısı olduğunu ileri sürmüştür (2009). Araştırma yapanlar arasında çok sayıda NSA uzmanı vardır (William Friedman, John H. Tiltman, vd. National Security Agency, Washington, DC, USA 1962, 1967). Araştırmacılar çok çeşitli mesleklerdendir: bilgisayar analistleri, akademisyenler, mühendisler, bağımsız yazarlar, dilciler ve diğer alanlardan bilim insanları, gibi. İlk yayın; William R. Newbold (professor of philosophy, University of Pennsylvania, PA, USA, 1921-1928) tarafından yapılmıştır. Newbold, eserin yazarının Roger Bacon olduğunu ileri sürmüştü. Çince ile bağlantılı bir dil olduğunu ileri süren bir yazar ise; bu kitabın Marco Polo ile ilişkili olabileceğini önerisinde bulunmuştur (Jacques B.M. Guy, Telstra Research Laboratories, Clayton, Australia, 1991).
(a) Wilfrid Voynich, 1895 ve (b) karısı Ethel Boole
Geleneksel bilgelik, Voynich Kodeksi'nin  bir zamanlar II. Rudolf'un  koleksiyonunda olduğunu söylüyor (Sanat Odası, Kunstkammer)  II. Maximilian'ın oğlu olan II. Rudolf, bir zamanlar Almanya, Bohemya, Macaristan ve Hırvatistan'ın kralı ve 1576'dan 1612'ye kadar Kutsal Roma imparatoru idi. Dünyanın en büyük sanat patronu ve koleksiyoncusu olarak biliniyordu. Ölümünden sonra, kodeksin görünüşe göre çeşitli sahipleri oldu en son bir manastır kütüphanesinde görüldü.  1912 yılında Polonyalı sahaf Wilfrid Voynich tarafından, bazı varlıklarını gizlice satan İtalya'nın Frascati kentindeki Villa Mondragone'da meskun Cizvitlerden satın adı.  Wilfrid Voynich, eserin Dr. Mirabilis olarak bilinen bir Fransisken filozof olan İngiliz Roger Bacon (1214-1292) tarafından yazıldığına ikna olmuştu. Voynich, o zamanlar 160.000 dolara aldığı yazmaya çok değer verdi, ancak bir alıcı bulamadı. 1960 yılında Voynich'in eşi Ethel Lilian Boole'nin (ünlü matematikçi George Boole'nin kızı;) ölümünden sonra, Voynich'in sekreteri, Anne Nill (kısmen sahibiydi), kitap satıcısı Hans Kraus'a 24.500 dolara sattı.  Kraus da uygun bir alıcı bulamadı ve Voynich Kodeksini 1969'da Yale Üniversitesi'ndeki Beinecke Nadir Kitap ve El Yazması Kütüphanesi'ne bağışladı. Beinecke MS 408 olarak kataloglanan ünlü kodeks artık web'de serbestçe kullanılabilir ve telif hakkı yoktur.
A ve B'nin yeşil biber ve kırmızı biber olduğu düşünülmüş
Bu kanıttan yola çıkarak bu el yazması 1492'de sonra yazılmış olmalı  veya
bu kitabın imal edildiği yer Yeni Dünya olmalı, diyorlar.
Kanımca, yeşil ve kırmızı biber benzetmeleri zorlama (aşırı yorum) olabilir. 
Voynich Kodeksinin ilk tarihi kaydı, 1639'da Prag'dan Georg Baresch (1595-1662) tarafından, Cizvit papazı ve bilgin Athanasius Kircher'e (1601-1680) yazılan ve René Zandbergen tarafından ortaya çıkarılan mektuptur. Görünüşe göre, Georg Baresch kodeksin sahibiydi ve yazmanın bir kopyasını Athanasius Kircher'e göndererek yazmayı çözümlemek için yardım istiyordu. Ona göre bu kodeks Mısır bilimini temsil ediyordu. Kircher'in kitabı elde etmek istemesinden konuyla ilgilendiği anlaşılıyor. Ne var ki Baresch kitabı vermeyi kabul etmedi. Ama Baresch'in ölümü üzerine elyazması o sırada Prag'daki Charles Üniversitesi'nin rektörü olan Jan Marek Marci'ye geçti.

Havuzda duran çıplak kadınla birlikte beş tane de hayvan var.
Bu hayvanların ne olduğuna dair de bir çok fikir var.
Bir canavar kadını yutuyor bunun timsah balığı ( alligator gar) olduğunu düşünmüşler.
Voynich Kodeksi'nin daha önce II. Rudolf'un koleksiyonunda olduğuna dair kanıtlar dolaylıdır. Bohemyalı doktor, bilim insanı  ve Prag Üniversitesi rektörü Johannes Marcus Marci (1595-1667), Athanasius Kircher'e yazdığı 1665 tarihli mektupta II. Rudolf'un bu yazmayı 600 altın dükâya satın aldığını belirtmiştir. Mektup şöyledir:

Mesih'in Babası Rahip ve Saygıdeğer Efendim:
Bana samimi bir arkadaşım tarafından miras bırakılan bu kitabı sizin için ayırdım çok sevgili Athanasius. elime geçer geçmez sizin dışınızda kimsenin okuyamayacağına ikna oldum.
Bu kitabın eski sahibi, fikrinizi mektupla sordu, kitabın geri kalanını okuyabileceğinize inandığı bir kısmını kopyalayıp size gönderdi, ancak o sırada kitabın kendisini göndermeyi reddetti. Şifresini çözmek için, size burada gönderdiğim girişimlerinden açıkça görüldüğü gibi, bitmek tükenmez çabaları ve umudunu sadece hayatıyla birlikte geride bıraktı. Ama zahmeti boşuna, çünkü Muammalar, efendileri Kircher'den başka kimseye itaat etmiyorlardı. Şimdi bu simgeyi, sizin için olan sevgimle beraber gecikmiş olarak kabul edin ve eğer mevcutsa, alışılmış başarınızla sır perdesini aralayınız. Dr. Raphael, bohem dilinde bir öğretmen, III. Ferdinand daha sonra Bohemya Kralı, bana söz konusu kitabın İmparator Rudolph'a ait olduğunu ve kendisine kitabı getiren taşıyıcıya 600 düka sunduğunu anlattı. Yazarın İngiliz Roger Bacon olduğuna inanıyordu. Bu noktada tahminleri askıya alıyorum; bu görüşleri incelemek sizin alanınız, bizzat iyilik ve nezaketlerimi sunuyorum.
Hürmetler ve Saygılarımla
Cronland'dan Joannes Marcus Marci
Prag, 19 Ağustos 1665 [veya 1666]


Burada ne olduğunu anlamak kolay değil
Rudolph'un sahipliğini destekleyen bir diğer kanıt da, kitabın ilk sayfasında, Rudolph'un Prag'daki botanik bahçelerinin başı ve II. Rudolf'un doktoru olan Jacobus Horcicky de Tepenecz'in neredeyse görünmez adı veya imzasıdır. Jacobus'un kitabı, kralın ölümünden dolayı kendine ödenen borcun bir parçası olarak II. Rudolph'un koleksiyonundan almış olabileceği ileri sürülüyor. Bu imzayı sahaf Voynich keşfetmiştir. 
Bu görüntünün astroloji ile ilgisi var
Folyonun 12 sayfası bu türden çizimlere ayrılmış
12 burçtan 10'nunun gösterildiğini belirtiyor uzmanlar
Oğlak ve Kova burcu yokmuş, onların kayıp sayfalar nedeniyle eksik
olduğunu düşünüyorlar.
Sonraki 200 yıl boyunca kitaba ait herhangi bir kayda rastlanmıyor. Ama kitap muhtemelen, II. Vittorio Emanuele'in birliklerinin şehri 1870'de ele geçirip Papalık Devletleri ilhak etmesine kadar Collegio Romano'nun kütüphanesinde kaldı. Yeni İtalyan hükumeti Kilise'nin birçok malına el koydu ve bunlar arasında Collegio Kütüphanesi de bulunuyordu. Ama bu olmadan hemen önce üniversite kütüphanesinde bulunan ve el koymadan muaf tutulan birçok kitap alelacele üniversitenin öğretim üyelerinin özel kütüphanelerine aktarıldı. Bu nedenledir ki, Voynich elyazması, o zamanlar Cizvit tarikatının başı ve üniversite'nin rektörü olan Petrus Beckx'in mührünü hala taşıyor.
Beckx'in "özel" kütüphanesi, 1866'da Cizvitler tarafından satın alınan ve Roma yakınlarındaki büyük bir kır sarayı olan Villa Mondragone'ye taşındı.

Burada görüldüğü gibi burçlar için ayrı sayfalar var.
Bu görüntünün yengeç (canser) burcuna ait olduğu kabul ediliyor.
1912'de, para sıkıntısı çeken Collegio Romano kitaplarından bazılarını satmaya karar verdi. Wilfrid Voynich buradan 30 elyazması satın aldı ve bunlar arasında sonradan kendi adı verilen elyazması da bulunuyordu. Bundan sonra olanları ilk paragraflarda yazmıştım. 

Bu imzanın kodeksinin yazarı olduğu düşünülen Gaspar de Torres'e ait olduğu belirtiliyor.
Kaynak: Unraveling the Voynich Codex
Voynich elyazması, başka yazar ve çizerlere de ilham kaynağı olmuştur. Örneğin 1981 yılında yayınlanan Codex Seraphiniaus İtalyan sanatçı, mimar ve endüstriyel tasarımcı Luigi Serafani tarafından 30 ayda (1976-1978) yaratılmış hayali bir dünyanın ansiklopedisidir. Kitap ortalama 360 sayfadır (baskısına bağlı olarak) ve kurmaca bir dilde, şifrelenmiş bir alfabe ile yazılmıştır. İlk önce İtalya’da yayınlanan kitap daha sonra başka ülkelerde de yayımlanmıştır.
Codex Seraphinianus


Kaynaklar

Unraveling the Voynich Codex, Jules Janick & Arthur O. Tucker, Springer, 2018 (ana kaynak)
Bu metindeki çoğu veri bu kaynak içindeki Literatür bölümü, Tablo 1.1'den elde elde edilmiştir.
Çoğu görseli de bu kaynaktan tarayarak aldım.  

https://pubs.rsc.org/no/content/chapterhtml/2018/bk9781788011389-00001?isbn=978-1-78801-138-9&sercode=bk
https://www.rbth.com/science_and_tech/2017/04/20/russian-scholars-unlock-the-secret-of-the-mysterious-voynich-manuscript_746881
http://ciphermysteries.com/the-voynich-manuscript/voynich-codicology
https://tr.wikipedia.org/wiki/Voynich_el_yazmas%C4%B1
https://tr.wikipedia.org/wiki/Codex_Seraphinianus

16 Aralık 2019 Pazartesi

Keops Piramidini, Kefren Piramidi ile Karıştırmayın!

Keops Piramidini, Kefren Piramidi ile Karıştırmayın!

Dilara Kahyaoğlu

Giza (Gize) Piramitleri
Önden arkaya doğru: Mikerinos, Kefren ve Keops (Kufu) Piramidi
Çekim ön cepheden yapılmış. Çoğu fotoğraf bu cepheden çekilmiştir.
Bu açıdan bakınca Kefren'in (ortadaki) piramidi, en büyükleriymiş gibi görünür.
Kahire yakınlarındaki bu piramitler, Gize Piramitleri diye bilinir çünkü başka yerlerde de piramitler vardır ama diğerleri bunlar kadar görkemli değildir.

Ortadaki Kefren piramidi bu açıdan bakınca en büyük piramit gibi görünmektedir.
Tepesinde hala dökülmemiş dış kaplamalar var. Bu Kefren'in piramidir. Bir çok yerde yanlış olarak
Keops Piramidi olarak gösteriliyor. 

Yüzlerce yıl sonra bile ayakta kalan piramitler sayesinde Eski Mısır unutulmadı. Avrupalı araştırmacıları, Mısır'ın keşfine yönelten en gizemli yapılar bunlardı.

Kefren Piramidi
Onu tepesindeki şapkadan tanıyabiliriz ve meşhur Sfenks, bu piramidin önündedir
Kaynak: Panorama A World History Volume 1: to 1500



Sfenks'in arkasında görünen piramit büyük piramit yani Keops veya Kufu Piramididir.
Kaynak: People of the Earth: An Introduction to World Prehistory, 15th edition (2019)

Piramitlerin üsten görünüşü
1. Keops'un Piramidi
4. Kefren'in Piramidi
8. Sfenks
9. Mikerinos'un Piramidi

Kaynak: World Prehistory and Archaeology

Bu seferki fotoğraf arka cepheden ve yukarıdan çekilmiş.
soldan sağa; Keops, Kefren ve Mikerinos'un piramitleri
Kaynak: The Human Past: World History & the Development of Human Societies (Fourth Edition)

Piramitlerin büyüklük açıdan karşılaştırılması en iyi bu açıdan sonuç veriyor
Arkada planda Kahire şehri var
Kaynak: The Essential World History volume Volume 1 To 1800

İngilizce kaynaklarda firavun isimleri şu şekilde geçiyor.
Keops: Khufu [eski Yunanlılar Keops (Cheops)] diyorlar
Kefren: Khafre [eski Yunanlılar Kefren (Chephren)]  diyorlar
Mikerinos: Menkuare
Firavun: Pharaoh

14 Aralık 2019 Cumartesi

Knossos Sarayındaki Duvar Resimleri Ne  Kadar Gerçek?                                                 Yazılı Kanıtlarla Desteklenmeyen Görsellerde Yorumlama Sorunu

Knossos Sarayındaki Duvar Resimleri Ne Kadar Gerçek? Yazılı Kanıtlarla Desteklenmeyen Görsellerde Yorumlama Sorunu

Dilara Kahyaoğlu

[Bu yazıda yazılı kaynakların olmadığı veya az sayıda olduğu dönemlere ait görsellerin, buluntuların  yorumlanmasında ne derece gerçeğe yaklaşılmaktadır, eski görseller bize ulaşırken bozulmaya uğruyor mu, kanıt nedir, inanç nedir, teori nedir, kuşku iyi bir şeydir ama nereye kadar kuşku duyulmalı gibi konuları tartışıyor, soru soruyorum.]
Knossos Sarayı'ndan Bir Duvar Resmi, Girit.  
Orijinallerin parçaları şuradadır: Ulusal Arkeoloji Müzesi, Atina, Yunanistan / Bridgeman Sanat Kütüphanesi.

Minoslu sanatçılar bina duvarlarını canlandırmak için sıva üzerine canlı renklerle boyanmış büyük duvar resimleri yapmışlardır. Bu resim Knossos'taki sarayda, havada takla atmakta olan bir gencin bir boğanın üzerinde gerçekleştirdiği akrobatik performansı gösteriyor. Bazı bilim insanları bu tehlikeli sıçramanın dinsel bir nedeni olduğunu düşünüyor. Yani onlara göre bu gösteri bir dinsel ritüel. Bir kısım bilim insanı ise bu gösterilerin sadece eğlence amacıyla yapıldığını, sirkteki gösterilerden bir farkı olmadığını dile getiriyor.

İşin doğrusu amaçlarının ne olduğunu bilemiyoruz. Sadece tahminde bulunuyoruz çünkü elimizde bunu neden yaptıklarını bize anlattıkları bir yazılı belge yok. Sadece görsellerden yola çıkarak yapılan yorumların yüzde yüz doğru olduğunu düşünmek hatalı bir yaklaşımdır hatta bu konularda yorum yapanların dili tartışılmaz bir kesinlik taşısa bile yine de bir kuşku payı bırakmalıyız çünkü bu resimleri günümüzün bakış açısıyla yorumluyoruz. Gerçekte binlerce yıl önce yaşamış bu insanların kültürüne tam anlamıyla nüfuz edebilmiş değiliz. Bu yorum, yazılı belgeleri hiç olmayan veya az sayıda olan kültürler için söz konusu.  Oysa Mısırlılar ve Sümerlerden bize ulaşan; kendilerini ifade ettikleri, kültürlerini anlattıkları o kadar çok yazılı belge var ki. Bu nedenle bu uygarlıkların görsellerini doğru yorumlamakta oldukça başarılıyız. O yorumlara güvenebiliriz çünkü onlar yazılı kanıtlarla, bilimsel bulgularla desteklenmektedir.



Knossos'a sarayına geri dönecek olursak... Ne yazık ki, zaman ve depremler Minos uygarlığına ait bu resimlerin çoğunu ciddi şekilde tahrip etmiştir. Ve maalesef bizim birebir gerçek zannettiğimiz Knossos duvar resimlerinin bugün gördüğümüz sürümleri büyük ölçüde hayatta kalan resimlerin sonradan boyanmasıyla elde edilmiş rekonstrüksiyonlardır. Bu resimlerin boyanmasını sağlayan ve orijinal görsellere müdahale eden kişi ise Knossos'u bulan ilk kişi olan  Arthur Evans'tır. Arkeolojk çalışmaların hemen başında gerçekleşen bu tip müdahaleler, diğer bir deyişle tahrip etme, bir çok eski sanat eserinin orjinalliğinin bozulmasına yol açmıştır. Hatta bazı iddialara göre bazı resimler icat edilmiştir.

Özellikle ilk dönemlerde yapılan kazılar ve elde edilen buluntulara dair yorumlar için her zaman bir kuşku payı ile yola çıkmalı, kendimizi araştırma yapmaya teşvik etmeliyiz. 
Altamira Mağarası yukarı kesiminden bir sahnenin, bir sanatçı tarafından yeniden çizimi
Kaynak: Max Raphael, Prehistoric Cave Paintings, 1945

Altamira, Yukarı Kesim
Aynı sahnenin daha dar bir çerçeveden çekilmiş fotoğrafı

Düşünme, Tartışma Sorusu
* Binlerce yıl önceden kalan mağara resimleriyle ilgili yorumları okudunuz mu?
Okumadıysanız biraz bekleyin ve o resimleri inceleyerek aklınıza gelen fikirleri not edin sonra o yorumları okuyarak karşılaştırma yapın, arada fark var mı?

*Şunları da dikkate alarak düşünmeye devam edelim;
*Sizin aklınıza gelen fikirleri destekleyecek kanıtlarınız var mı?
*Peki okuduğunuz bilim insanlarının yorumlarını destekleyecek kanıtlar var mı? 

*Önemli Bir Uyarı ve Son Soru
Kanıtla, inancı birbirinden kesin olarak ayırmak gerekir.
Kanıt olarak ileri sürdüğünüz veya sürdükleri argümanlar; inanç mı, bilimsel bir kanıt mı? 
Bu sorunun da cevabını vermek gerekir.

Bilimsel ilerlemenin temel koşullarından biri yorum yapmak, soru sormak, tahminde bulunmaktır. Buna "Tez" ve/veya "Teori" diyoruz. Önemli olan bu iddianın yanlışlanabilir veya doğrulanabilir özellikler taşımasıdır. Tezler bunun için yapılır, bilimsel ilerlemenin yolunu açar. Ama bunun bir bilimsel bir tahmin, bilimsel bir tez olduğunu görmezden gelirsek, bir inanç gibi kesin bir dille "bu budur" diye ifade edersek bu artık bilimsel bir tez olmaktan çıkar bir dogma olur. Böylesi durumlar, kim yaparsa yapsın; araştırmanın, farklı düşüncelerin önünü keser, bilimsel ilerlemenin damarlarını tıkar.

Şunu da eklemek gerekir: Bazı teoriler zaman içinde çok sayıda bulguyla kanıtlanmıştır. Onlar artık bir teori olmaktan çıkmış birer olguya dönüşmüşlerdir. Örneğin Evrim Teorisi. İlk ortaya atıldığında adı teoriydi, şimdi de o ilk an'a ait ismiyle anılıyor. Bu durum bazı kişilerin gerçeği görmesini engellediği gibi, "teori" kelimesinin, karşı-kanıtmış gibi kullanılmasına yol açıyor. "Adı üstünde işte, bu sadece bir teoridir" diyorlar. Köprünün altından çok sular aktı geçti. Bu teorinin gerçekliği, sayılamayacak kadar çok olguyla, bulguyla kanıtlandı hala daha kanıtlanmaya devam ediliyor bunun tartışılacak bir yanı yoktur, Evrim bir olgudur. Tıpkı Vegener'in Kıt'a Kayması Kuramımın (Levha Tektoniği) gerçek olduğunun ortaya çıkması ve kıt'aların kaymasının bugün artık bir olgu olarak kabul edilmesi gibi. Oysa Wegener bunu ilk ortaya attığında şüpheyle karşılanmış hatta kendisiyle dalga geçilmişti.
Levha Tektoniği
Kaynak


19 Kasım 2019 Salı

Alman Halkının Çoğu Kamplarda Neler Olup Bittiğini Biliyordu

Alman Halkının Çoğu Kamplarda Neler Olup Bittiğini Biliyordu




Savaştan sonra kurtarılan kamplardaki durumu gören Amerikan askerleri; Naziler tarafından kamplarda işkence edilen ve öldürülen tutsakların cesetlerini Alman halkına göstererek onları gerçeklere bakmaya, gerçekle yüzleşmeye zorladılar.

Onlar her ne kadar dehşet içinde kalmış görünse de, hiç bir şeyden haberleri olmadığını beyan etse de eldeki kayıtlar, anılar, sözlü tarih çalışmaları bunun tam tersini söylüyor: Haberleri vardı. Umursamadıkları gibi onayladılar da.


Görselin Kaynağı: David F. Crew, Hitler and the Nazis A History in Documents, Oxford University Press, 2005


Şu vieolara bkz. 

**https://www.youtube.com/watch?v=iQsiGaOmn_I
German civilians visit the Buchenwald concentration camp in Weimar, Germany.
Bu video, görseldeki konuyla doğrudan ilgilidir. Kampı ziyaret etmeye zorlanan Alman vatandaşlarını göstermektedir. 

https://www.youtube.com/watch?v=BHIDHniKVjQ&has_verified=1
İngiliz askerlerinin 1945 yılında Belsen kampına girişi ve tanık oldukları durumlar

https://www.youtube.com/watch?v=czbUP6cl2NE
Liberation of Flossenburg Concentration Camp

https://www.youtube.com/watch?v=3BI1WTC67ZI
British Members of Parliament visit German concentration camps and witness atroci..

13 Kasım 2019 Çarşamba

1556 ve 1509 İstanbul Depremleri

1556 ve 1509 İstanbul Depremleri


The 1556 Istanbul (Constantinople) Depremi. Elle renklendirilmiş, gravür baskı.
Özel koleksiyon, Prag.
10 Mayıs 1556'da gerçekleşen depremi temsilen gösteren yukarıdaki resim; depremin çağdaşı olan, geniş kapsamlı bir Alman raporuna dayandırılarak Hermann Gall tarafından gravür olarak hazırlanmış, Nürnberg'de basılmış  ve dağıtılmıştır.

Resimde ağır hasar alan Ayasofya Camii'nin yanı sıra; tahribata uğrayan binalar, saraylar, kiliseler, surlar, kapılar, panik içinde deniz yoluyla şehirden kaçmaya çalışan insanlar da gösterilmiştir.

Felaketten önce bir kuyruklu yıldız (5 Mart'tan itibaren) art arda 12 gün boyunca gökyüzünde görülmüştür ki bu da resimde gösterilmiş. Bilindiği gibi Orta Çağ'da kuyruklu yıldızların büyük uğursuz olayların bir işareti olduğu düşünülürdü. Bu olay da bu inancı adeta doğrulamış görünmektedir.

1556 depremi  İstanbul için ciddi sonuçlar doğuran ilk deprem değildi. Yaklaşık 50 yıl önce, yani 10 Ekim 1509 tarihinde çok şiddetli bir deprem olmuştu. 1509 depremi, 1556 depreminden çok daha yıkıcı bir depremdi. Bu depremde 109 cami, 1000 kadar ev harap olmuş, 13.000 kişi ölmüş, büyük kayıplar yaşanmıştır. Depremden sonra tsunami görülmüş, depremin etkileri Yunanistan, Romanya ve Nil Deltası'nda dahi hissedilmiştir.

Kaynak: The Illustrated History of Natural Disasters, Jan Kozák-Vladimír Cermák, Springer, 2010

8 Kasım 2019 Cuma

MÖ 5000 Yılından Kalma Figürin: Cernavoda Düşünürü

MÖ 5000 Yılından Kalma Figürin: Cernavoda Düşünürü



Cernavoda Düşünürü
Romanya Ulusal Sanat Müzesi, Bükreş
Bu küçük *terra-cotta yani pişirilmiş kilden yapılmış olan bu figür Romanya'nın Cernavoda bölgesinde bulunmuş. Yapıldığı yılın MÖ 5000 olduğu düşünülüyor.

Küçük heykele konu olan kişi alçak bir taburede oturuyor, iki elini de başına dayamış, muhtemelen düşünüyor. Bu yüzden arkeologlar ona düşünür adını vermişler. Bu kişinin kadın veya erkek olup olmadığı çok net değil ama beden yapısı onun bir kadın olabileceğini gösteriyor.

Bu çok önemli bir buluş bizim için. Bu kişi başkaca bir şey yapmayıp sadece düşünüyor. Elbette düşünüyor olduğunu düşünmemiz yanlış değilse... MÖ 5000 yılında yapılmış bu heykel bir insanın kendi içine dönerek gözlem yaptığı en eski, ilk örnek.

Bu **figürin bir mezarın yanında bulunmuş. Bu durumda bu kişinin kederli düşüncelere daldığını da öngörebiliriz  ki bu olabilecek en uygun çıkarım olur.

Görsel Kaynak: A History of World Societies, Merry Wiesner-Hanks vd., Bedford/St. Martin’s, 2018, s. 84

*Terakota veya terrakotta; pişmiş; kil bazlı, kahverengimsi kızıl renkli, mat seramik toprağı. Bununla birlikte bazı su geçirgen ve parlak seramiklere de terrakotta denir. Saksı ve çömleklerden, su ve kanalizasyon borularına; yüzey süslemelerinden, inşaat malzemelerine kadar çok çeşitli bir kullanım alanı vardır. 
**Figürin: Genellikle canlı varlıkları betimleyen, kolayca taşınabilir nitelikte üç boyutlu küçük sanat yapıtı. Heykelcik. Taş, ahşap, metal, pişmiş toprak vs. gibi her tür malzemeden yapılabilir.

16 Haziran 2019 Pazar

Taş Kesilmiş Niobe

Taş Kesilmiş Niobe


Manisa Sipil Dağı'ndaki Ağlayan Kaya, mitolojik kahraman Niobe ile özdeşleştirilmiştir.
İzmir-Manisa karayoluna yakın olduğu için oradan geçerken dahi görülebilir. Karşıdan değil de
profilden bakınca başı önüne eğik bir kadına benzer. Bir sanat yapıtı mı yoksa aşınmış bir kayanın doğal
olarak aldığı biçim mi olduğu Antik Çağ'dan beri tartışılmaktadır.
Eski Yunan yazarlarının yapıtlarında da sözü edilen bu kayanın Zeus'un taşa dönüştürdüğü
efsanevi Niobe olduğuna inanılır.
Pelops'un kız kardeşi ve aynı zamanda Thebes'in kralı Amphion'un eşi olan Niobe, evliliğinden yedi erkek ve yedi kız çocuğu dünyaya getirmiş­ti. Kızlarının güzelliği ve oğullarının cesurluğu ile her fırsatta övünen Niobe, daha da ileri giderek işi, Leto'yu sadece iki çocuk -Apollon ve Artemis- sa­hip olmakla aşağılamaya kadar götürmüştü.

Sınırları aşan bu kadının söyle­diklerini duyan ve babası Teiresias gibi ünlü bir kahin olan Mante, yaşanacak felaketi tahmin ettiğinden Thebesli kadınları Leto ve çocukları için ibadet et­meye ve kurbanlar sunmaya ikna etti. Bunun üzerine kadınlar Olymposlu­ların gazabına uğramamak için tütsüler yakıp saçlarına defne ağacı yaprakla­rından taçlar taktılar. Tütsü kokusu havaya yayıldıkça orada bulunanlar da dualar etmeye başlamışlardı. Olan biteni öğrenen Niobe kısa bir süre sonra yanına aldığı insanlarla beraber kadınların toplanmış olduğu alana geldi. Gi­yinişinde ve yürüyüşünde bile tanrıçalara benzemek isteyen bir eda ile, sade­ce iki çocuğu olan bir kadına ibadet etmektense birbirinden güzel on dört ço­cuğu olan ve Zeus ile bir zamanlar Titanların lideri olan Atlas'ın torunu olan ve aynı zamanda Kadmos Krallığı'nda kraliçe olan bir kadına tapmalarını söyledi onlara. Hakaretlerinde ve aşağılamalarında o kadar ileri gittik ki, Ar­temis'in bir kızdan çok erkeğe, Apollon'un ise bir erkekten çok kıza benzedi­ğini bile söyledi. Niobe'ye göre on dört çocuktan birkaçını kaybetmesi ondan çok fazla bir şey almayacaktı. Fakat Leto'nun böyle bir felaketle karşılaşması durumunda tamamen yapayalnız kalacağını da ekledi konuşmasına.

Niobe'nin çocuklarının öldürülmesi
Sanatçı: Marcantonio Raimondi  1541

İbadeti yarıda kesmeye cüret eden Niobe yüzünden Thebesli kadınlar alçak seslerle Leto ve çocuklarına dua etmeye ve onlardan af dilemeye çalış­tılarsa da artık çok geçti. Leto bir kadın ve iki Olymposlu'nun annesi olarak kendisine yapılan bu saygısızlık karşısında çocuklarını çağırarak
onlardan bu kendini bilmez kadının küstahlığını cezalandırmalarını istedi. Apollon Ni­obe'nin oğullarını Kithairon Dağı'nda avlanırken buldu. Aralarından sadece annesi Leto'ya dua eden Amyklas haricindeki diğer altı delikanlıyı gönderdi­ği oklarla öldürdü. Aynı şekilde kızların hepsi de Amyklas gibi Leto'ya dua eden biri haricinde (Meliboia) sarayda iplik eğirirken Artemis'in gizli oklarıyla can verdiler. Kardeşlerinin cansız bedenlerini aniden yanında gören ve ka­pıldığı korku yüzünden sararıp solan Meliboia, daha sonra Khloris ismini al­dı ve birkaç yıl sonra Neleus ile evlendi. Her iki kardeş de başlarına gelen fe­laketten hemen sonra Leto onuruna bir tapınak inşa etmeyi ihmal etmedi. Bununla beraber bazı yazarlar, Niobe'nin hiçbir çocuğunun iki Olymposlunun gazabından sağ olarak kurtulamadığını ve Amphion'un da Apollon'a başkal­dırması nedeniyle yine aynı tanrı tarafından öldürüldüğünü öne sürerler.
Niobe'nin çocuklarının öldürülmesi 1772
Sanatçı. Jacques Louis David 


Acılı anne çocuklarının ölüm haberi üzerine ağıtlar yakıp dokuz gün dokuz gece onların cansız bedenlerini gömmek için her yeri aradı durdu. Zi­ra bu olayda Leto'nun tarafını tutan Zeus, Thebeslilerin hepsini taşa çevirmiş­ti. Niobe'nin cesetleri bulamayacağını anlayan Olymposlular onuncu günde kendi aralarında düzenledikleri cenaze töreni ile Apollon ve Artemis'in öl­dürdüğü çocukların cesetlerini gömdüler. Çocuklarının ölümüne neden ol­duğu için dayanılmaz acılar içerisinde babası Tantalos'un ülkesinde bulunan Sipylos Dağı'na gelen Niobe, burada çektiği azaptan kurtulması için Zeus ta­rafından bir kayaya dönüştürüldü. Niobe'nin dönüştürüldüğü kayanın bir yüzü ilkbahar aylarında rahatlıkla görülebilir bir şekilde bugün bile ıslak ve nemlidir.[1]

Hem kendi hayatını hem de çocuklarını kaybeden, Amphion'un ölü­münden sonra ülkede yaşayan
insanların hepsi büyük işler başaran kralları için ağıtlar yakıp dualar ettiler. Fakat kendisi gibi boş yere gururlanmayı adet haline getiren kardeşi Pelops'un dışında hiç kimse Niobe'nin ölümüne üzü­lüp ağıtlar yakmadı.[2]

Niobe'nin sahip olduğu çocukların sayısı yazarlara göre büyük farklılık gösterir. Örneğin Homeros'a göre on iki olan bu sayı Hesiodos'a göre yirmi, Herodotos'a göre dört ve nihayet Sappho'ya göre ise on sekizdir. Fakat Euripides ve Apollodoros tarafından nakledilen ve akla daha çok yatkın olan anlatıma göre Niobe'nin yedi kızı ve aynı şekilde yedi tane oğlu vardı. Efsane­nin Thebes versiyonuna göre Niobe bir Titan olan Atlas'ın torunuydu. Argiv­liler ile Pelasgların anlattığı şekliyle Niobe yine bir Titan, fakat bu kez Phoro­neus'un kızı ya da annesi olarak tasvir edilmiştir (Apollodoros: ii. 1. 1, Kritik - Euripides Orestes 932). Buna göre Niobe, Zeus'un o güne dek baştan çıkardığı ilk ölümlüdür. (Sicilyalı Diodoros: iv. 9. 14; Apollodoros: a.g.e.; Pausani­ as: ii. 22. 6). Söz konusu efsanede geçen olaylar ayrıca sayıları yedi olan Titan tanrı ve tanrıçalarının Olymposlular tarafından yenilgiye uğradıktan hemen sonra cezalandırılmalarıyla da alakalı olabilir.

Eğer durum gerçekten böyleyse hikaye, Yunanistan, Filistin, Suriye ve Avrupa'nın kuzeybatı  taraflarında uzun bir süre geçerli olan ve ayın yedi günden oluşan dört haftadan oluştuğu ve her bir günün yedi gezegensel güçten biri tarafından yönetildiği tezine dayanan takvimin değiştirildiğini anlatır niteliktedir. Homeros'un anlatımın­da karşılaştığımız (llyada xxiv. 603-17) Amphion ve çocuğu, muhtemelen bu takvimdeki on üç ayı sembolize etmektedir. Sispylos Dağı da çok büyük bir olasılıkla Titan kültünün Anadolu' daki son uğrak yeridir. Söz konusu kültün Yunanistan'daki son durağı ise Thebes şehriydi. Niobe'nin çocuklarını kay­bettikten sonra sözü edilen dağa gelmesi, burada Titan kültünün izlerine rast­lamasındandır. Onun insan formunu andıran bir kayaya çevrilen cesedi, yay­dan kopan oklar gibi Güneş' ten kopup gelen ışıkları gördüğünde karla kaplı zemininde daima ıslak bir görünüm kazanır. İnsan şeklini andıran bu görü­nüm, MÖ 15. yüzyılın sonlarına doğru aynı dağa Hititlerin Ana Tanrıçası'nın silüetinin oyulmasıyla daha da pekiştirilmiştir. Bir başka önemli ayrıntı ise, mezarı her güneş çıktığında eriyen karların verdiği ıslaklığı andıran Niobe'nin adının da "karlı" anlamına gelmesidir; sözcükteki b harfi Latince bir kelime olan nivis'deki v'yi ya da Yunanca bir kelime olan nipha'daki ph'yi temsil etmektedir. Kraliçenin kızlarından biri Hyginus'un anlatımında, eğer chionos niphades "kar bulutu" sözcüğünün bir varyantı değilse, Yunanca ile hiçbir alakası olmayan Chiade olarak isimlendirilmiştir.

Parthenios (Erotika Pathemata 33), eserinde, efsaneyi oldukça farklı bir şekilde anlatır. Buna göre Niobe'nin aşağılamalarına daha fazla dayanama­yan Leto, Niobe'nin babasının ona aşık olmasını sağlar. Niobe babasının ken­disine olan ilgisini fark ettiğinde onu şiddetle reddeder. Kızıyla ensest bir iliş­ki yaşamak isteyen fakat bunda başarılı olamayan baba, bunun üzerine Ni­obe'nin çocuklarının hepsini yakar. Acılı annenin yaşadıkları bununla da bit­mez. Kocası Amphion da vahşi bir domuzun saldırısına uğrayarak hayatını kaybeder. Hem çocuklarnı hem de kocasını kaybeden Niobe de kendisini bir kayalıktan atarak hayatına son verir.

Parthenios dışında Euripides'in Phoeni­cian Women (Fenikeli Kadınlar) adlı eseri üzerine çalışma
yapan mitolog tara­fından da teyit edilen bu hikayenin; Kinyras, Smyrna ve Adonis'in anlatıldı­ğı efsanelerin yanı sıra Tanrı Molokh onuruna çocukların yakılması şeklinde olan gelenekten de etkilenmiş olduğu açıktır.

1. Hyginus: Fabulae 9 - 10; Apollodoros: iii. 5. 6; Homeros: llyada xxiv. 612; Ovidius:
Metamorp­ hoses vi. 146-312; Pausanias: v. 16. 3; viii. 2. 5 - i. 21. 5; Sophokles: Elektra 150-52.

2. Ovidius: Metamorphoses vi. 401-4.

Metin: Yunan Mitleri, Tanrılar, Kahramanlar, Söylenceler, Rober Graves, Say Yayınları, 2010/2, s. 342-344

14 Haziran 2019 Cuma

Klasik Bir Resmi Picasso Nasıl Çizerdi?

Klasik Bir Resmi Picasso Nasıl Çizerdi?

Sanatçılar:
Diego Velàzquez
Picasso
Kübist akımı anlamak için iyi bir çalışma. Aşağıdaki klasik tarzda yapılmış bir tablo ile aynı tablonun Picasso tarafından yapılan bambaşka bir şekilde tasarlanmış bir versiyonu; karşılaştırarak anlamak için çok kullanışlıdır.
'Las Meninas' [solda], Madrid'deki del Prado müzesinde sergilenen İspanyol Altın Çağ'ın önde gelen sanatçısı Diego Velàzquez'in 1657 tarihli resmidir.

Picasso
'nun ilgi çekici çalışmalarından biri olan Las Meninas (sağda), klasik İspanyol ressam Diego Velázquez'in aynı isimli eserinin yeniden yorumlanmasına dayanan 58 resimden oluşan bir seridir. Orjinal resmin 45 ayrı tasvirinden ve ayrıntılarından oluşur. Picasso'nun bir arada düzenlendiği bu seri, sanatçının kendisi tarafından 1968'de Barselona'daki Picasso Müzesi'ne, o yıl vefat eden sanatçı  Jaime Sabartés anısına bağışlanmıştır.



15 Mayıs 2019 Çarşamba

Eski Mısır'ın Keşfi, Gezginler, Arkeologlar ve Ejiptolojinin Doğuşu

Eski Mısır'ın Keşfi, Gezginler, Arkeologlar ve Ejiptolojinin Doğuşu

Dilara Kahyaoğlu
Norman ve Nina Davis, Nakht Mezarı'nı bu şekilde resmetmişler
Mezar; MÖ 15. Yüzyıl ait
Fotoğraf, Ocak 1907'de çekilmiş
Mısır hemen her zaman Avrupalıların sürekli ilgisini çekmiş ve 6. yüzyılda Miletos'ta yaşayan Yunanlı Hekataios'dan[1](kitabı kaybolmuştur) günümüze kadar birçok yazara ilham kaynağı olmuştur. Geç Roma Döneminde Mısır uygarlığının sona ermesi çağdaş çalışmaların da sonu olmuş, ancak Orta Çağ boyunca anıtları, özellikle de piramitleri ile hatırlanmıştır. Kutsal topraklara yolu düşen hacılar daha çok İsa'nın orada kaldığı yerle ilgili bölgeleri görmek için Mısır'ı  ziyaret etmişlerdir. Hatta piramitlerin bile Kutsal Kitap'ta yer alan "Hz. Yusuf'un tahıl ambarları"nın tasviri olduğuna inanılmıştır.

İlk Evreler
Rönesans'la birlikte eski çağlara karşı ilgi ve ona ilişkin bilgiler canlanmış olup 15. yüzyılda gün ışığına çıkarılan ilk klasik metinler arasında,  İ.S.  4. yüzyıla ait bir metin olan Horapollo'nun[2]Hieroglyphica'sı bunlardan biridir.  Mısır kaynaklı  olduğu  öne  sürülen eserde hiyeroglif yazısından bazı harflerin anlamları verilmektedir. Diğeri ise Corpus Hermeticus[3] (Keşiş Külliyatı)'tur.  İsa’dan sonraki ilk yüzyıllara ait olan bu felsefe risaleleri muhtemelen Mısır'da yazılmış ve bazı gerçek Mısır düşüncelerini Yeni Platoncu[4]ve diğer malzemeyle yoğurmaktadır. Bu ikinci türden metinler,  kökeni eski Yunan düşünürlerine uzanan ve Mısır'ın bütün bilginin kaynağı olduğu varsayımına dayanan düşünceyi desteklemektedirler. Aynı düşünce, resim harflerinin derin düşüncelerin özünü oluşturduğunu iddia eden Hieroglyphica için de geçerlidir.
Kanatlı bir melek olarak İsis
Philae Tapınağı
16.  yüzyılın eski çağ meraklıları bu dönemlere ait maddi kalıntılara eskisinden fazla önem vermeye
başlamış ve araştırma merkezleri olan Roma'da Mısır kalıntılarıyla  karşılaşmışlardır.  Bunların  çoğu  Roma İmparatorluğu'nun ilk dönemlerinde pek moda olan İsis kültü[5]zamanında Roma'ya getirilen Mısır eserleriydi. Bunlar eski çağa ait ilk yayınlarda görülür ve halen Roma'nın çarpıcı görüntülerinden olan dikili  taşlarla birlikte klasik çağ yazarlarının verdiği bilgiler ışığında incelenmişlerdir. O dönemin tasvircileri kendi tasvir biçimleriyle eski Mısır tasvir biçimi arasında bir fark görmedikleri için onların reprodüksiyonları  gerçeklerine  çok az benzer.


Geç 16. ve erken 17. yüzyıllarda ilk eski eser koleksiyoncularının  Mısır'ı ziyaretleri başlamıştır.  Pietro della Valle[6] (1586-1652) bütün Doğu Akdeniz'i dolaşarak  1614'ten  1626'ya  kadar  Doğu'da  kalmış,  Mısır mumyaları ve önemli Kıpti elyazmalarından oluşan bir koleksiyonla İtalya'ya  dönmüştür.  Bu yazmalar Mısır dilinin en son şekliyle ve Yunan harfleriyle yazılmışlardı ve bu dil Mısır Kıpti papazlarınca düzenli olarak öğrenilerek bugüne kadar Mısır Kıpti kilisesi ayinlerinde kullanıla gelmiştlr. Dolayısıyla Arapça bilenler bu yazmaları inceleyebilirlerdi, zira Kıpti dilinin alfabesi Arapça yazılmıştı. İki yüzyıl sonra Kıpti  dili  hiyeroglif  yazısının  şifresini  çözmeye  temel oluşturacaktı. Mısır üzerine birçok çalışması olan ve hiyeroglifleri  çözmeye ilk çaba  gösterenlerden  çok yönlü bilgin Athanasius Kircher'in[7](1602-80) ilk çalışması da Kıpti  dili  üzerineydi.
Eski Mısır'ın en önemli kalıntılarının bulunduğu yerler haritada gösterilmiş
Harita, I. Çavlayan'da bitmiş gibi görünse de  devamı vardır (aşağıdaki haritaya bkz). Mısırlılar Nil boyunca beşinci çavlayana kadar alan tüm alanları  kullanmış buralara çeşitli tapınak ve mezar kompleksleri yapmışlardır. 
Mısır üzerine Avrupalıların bilgisinin nasıl arttığının ilginç bir örneği de,  1589'daYukarı Mısır'ı dolaşan  ve  Aşağı  Nubya'da  güneydeki  ed-Derr'e  kadar inen adı bilinmeyen bir Venedikli'nin seyahatini anlatan elyazmalarında ortaya çıkar. Yazar herhangi bir yarar amacıyla seyahat etmediğini, yalnızca çok sayıda harikulade  anıt, kilise, heykel, dev heykel, dikilitaş ve sütun görmek istediğini yazmış. Ama, şöyle devam ediyor: "Çok uzak mesafeler kat ettiğim halde gördüğüm binalardan  hiçbiri takdire şayan değildi, birisi hariç,  Magribilerin  Oçsur dedikleri." (Burada Karnak ve Luksor'u birlikte alıyordu). Bu yargı, 250 yıl kadar sonra Luksor bir turizm merkezi haline geldiğinde geçerli olacaktı. Karnak hakkında da şunları söylüyor: "Bu devasa binanın dünyanın yedi harikasından üstün olup olmadığına siz karar verin. Bunlardan biri halen ayaktadır. Firavun piramitlerinden biridir; ama bu yapıyla karşılaştırıldığında küçük bir şeydir. Bu anıtı görmek isteyeni dünyanın öbür ucuna göndermiyorum, Kahire'den sadece on günlük yoldur ve oraya oldukça ucuza ulaşılabilir." Bu şaşırtıcı çalışma, 20. yüzyıla kadar yayınlanmamıştır ve başka yazarlar  üzerinde  de  etkili  olmamışa benzer.

Bir sonraki yüzyılda buna en çok benzeyen ve ikincil kaynaklardan öğrenilen iki Fransisken rahibin 1668'de Luksor ve Esna'yı ziyaretlerinin öyküsüdür. Bunlar  "insanların hatırlayabildiğinden beri hiçbir Fransızın  gitmediği"  yerlere  gitmiş olduklarını yazmışlardır. Onların da bir önceki yüzyıldaki Venedikli gibi zamanları azdı, buna rağmen Teb'de nehrin batı kıyısına geçip Edildiklerinin kaçırdığı turistleri çeken  Krallar Vadisi'ni görebilmişlerdir.
Harita birinci çavlandan aşağısını gösteriyor.
Haritaları Erik Hornung'un Mısır kitabından aldım

Gezginler ve arkeologlar
Yukarıda anlatılan türden keşif gezilerine arkeolajik araştırma denemez. Ancak 1646'da Piramidographia veya Mısır Piramitleri Üzerine Bir Tez adlı eserini yayınlayan İngiliz gökbilimcisi John Greaves'in (1602-52) çalışmalarına arkeoloji tanımı uygun düşer. Greaves, Gize'yi 1638-39'da iki kez ziyaret etmiş ve piramitleri dikkatle inceleyerek ölçümlerini yapmış ve onlarla ilgili eski yazı eserlerin eleştirel bir analizini yapmıştır; ayrıca Sakkara'ya da gitmiştir. Ortaya çıkan çalışma o zamanın en üstün çalışmasıdır; dikkate değer bir boyutu da Orta Çağ Arap kaynaklarının zikredilmesidir. Greaves Rönesans'ın hümanist bilimsel geleneğini Mısır'da uygulamıştır ama onun yöntemleri Mısır'a uygulama biçimi başkaları tarafından pek taklit edilmemiştir.

17. yüzyılın sonlarından başlayarak Mısır'a giden gezgin sayısı yavaş yavaş artmış ve yazdıklarının
yanısıra anıtların kullanılabilir çizimleri de ortaya çıkmıştır. Bu konudaki en önemli bilgisel ilerleme Fransız Krallığı tarafından Mısır'daki eski anıtları araştırmakla  görevlendirilen  Cizvit papazı  Claude  Sicard (1677-1 726) tarafından gerçekleştirilmiştir. Sicard'ın mektuplarından ancak bazıları günümüze kadar korunabilmiştir. Yukarı Mısır'ı dört kez ziyaret etmiştir ve Teb bölgesini, Mennon heykeliyle Krallar Vadisi'ni klasik çağ tariflerine dayanarak açıklayan ilk çağdaş gezgindir. Onun en önemli takipçisi Danimarkalı bilgin Frederik Ludwig Norden[8] (1708-42) olmuştur. 1737- 38 arasında  Mısır'ı ziyaret eden Norden'in ölümünden sonra yayınlanan gezi yazıları kendi çizimleriyle en güzel şekilde resimlendirilmiş olup 1751'den 18. yüzyıl sonuna kadar defalarca basılmıştır.

Mısır'ı ziyaret edenlerin artmasıyla, Mısır ile ilgili konuların ve bütün eski çağ ile egzotik kültürlerin işlendiği çalışmaların düzeyi 18. yüzyıl eserlerinde yükselmiştir. Bu çalışmaların iki ünlü örneği, Bernard de Montfaucon (1719-24 arası yayınlanmış) ve Baron de Caylus'ün (1752-64) yapıtlarıdır. Bunların ikisi de, Mısır'dan  çıkan parçalara şaşılacak kadar yer ayırmışlar ve başka yerlerden gelen birçok parçayı da Mısır'a atfetmişlerdir. Önemli eski eser koleksiyonları oluşmuş  ve  hatta  bazıları  İngiliz  Başpiskopos  Laud'un 1630'lardaki koleksiyonunda olduğu gibi sahte parçaları da içerir olmuşlardır.

Hiyeroglif yazısının çözülmesi
18. yüzyıl boyunca hiyeroglif yazısı ile ilgili araştırmalar sürmüş, ancak çözüme doğru fazla yol
alınmamıştır. Eski eser merakıyla linguistik kaygılar Georg Zeoga'nın {1755-1 809) çalışmalarında
bir araya  gelmiştir. Zoega'nın iki en değerli çalışmasından biri, dikilitaşlar üzerindeki hiyerogliflerleri ele alır, diğeri ise Vatikan koleksiyonundaki Kıpti elyazmalar kataloğudur. Dikilitaşlar üzerine çalışmanın tarihi {1797) Napoleon'un  1798 Mısır  seferinden önceki Fransız Mısır incelemelerinin sonuncusu olduğu için anlamlıdır. İki dilin birlikte kullanıldığı yazıtlar bulunmasaydı da, hiyeroglifler kuşkusuz çözülebilirdi ve çözüleceklerdi.  Ancak bildiğimiz şekliyle  Ejiptoloji,  Napoleon'un seferinin, Rozetta taşının bulunmasının, bunun yarattığı genel Mısır merakının ve Batı Avrupa'da  değişen düşünce  ortamının ürünüdür.
Description de L'Egypte'ten bir görsel

 Napoleon'un seferine katılan bir grup bilim insanı, Mısır'ın eski ve yeni her boyutunu incelemek ve
kaydetmekle görevlendirilmişti.  Rosetta taşı  kısa sürede İngilizlerin eline geçti, ama bu  bilim  insanları, Mısır biliminin temel kaynaklarından olan ve 1809-30  arasında yayınlanan hacimli
Description de L'Egypte'i [9](Mısır"ın Tasviri) ortaya çıkardılar. Bu çalışma, yazının 1 822-24 yıllarında Jean Francois Champollion le Jeune (1790-1832) tarafından çözülerek, Egyptolojinin bağımsız bir dal haline gelmesinden önceki en son ve türünün en önemli çalışmasıdır. Champollion ve Pisalı İtalyan Ippolito Rossellini(1800-43) Mısır anıtlarını incelemek  için ortak bir araştırma gezisi düzenleyip 1820'lerde Mısır'a vardıklarında geç kalmışlardı bile. Son 20 yıl zarfında birçok gezgin Mısır'ı ve Aşağı Nubya'yı ziyaret etmiş, bölgeyi eski eserler uğruna talan etmiş veya kitap yazmışlar, bazen de bu iki uğraşı birlikte sürdürmüşlerdi. Bunların başlıcaları, Napoleon'un  konsüllerinden  Anastasi,  d'Athanasi, Drowetti ve Saet, İtalyan'ın güçlü adamı Belzoni, Fransız  heykeltraş  Rifaud  ve  İsviçreli  gezginler  Gau  ile Burcklard'dır.
Gize'nin ilk fotğraflarından biri
Sfenksin sadece başı toprak üstünde.  1880

Bu kişilerce bir araya getirilen koleksiyonlar Londra'da   British  Museum, Paris'te Louvre Müzesi, Leiden'de Rijksmuseum Van Oudehen ve Torino'da Museo  Egizio'nun  Mısır  koleksiyonlarının  çekirdeğini oluşturdu.  (Kahire'de  1850'lerin sonlarına  kadar bir Mısır müzesi yoktu.)  19. yüzyılın ilk yarısında Mısır'daki kazılarda esas amaç, eski eser edinmek olmuştur. Bilgi  edinmeye,  eser toplamaktan  çok daha az ağırlık verilmiştir.

Champollion 1832'de ölmeden önce Mısır dilini anlamada ileri adımlar atmış ve Mısır kültürüyle
tarihini ortaya çıkarabilmiştir, ama çalışmalarının yayınlanmasındaki  gecikmeler ve  bunların 
tümüyle akademik nitelikte  olmaları ürünlerinin fazla etkili olmamasına yol açmıştır. 1840'lara
gelindiğinde ilk nesil Ejiptologlar ölmüştü ve konu Fransa'da Vicomte Emmanuel de Rouge (1811-72), Hollanda'da Conrad Leemans  (1809-93)  ve  özellikle  Prusya'da  Carl  Richard Lepsius
(1810·84) sayesinde varlığını sürdürebilmiştir.
Carl Richard Lepsius’un eliyle tuttuğu notlar ve kendi çizdiği görseller
Denkmaeler aus Aegypten und Aethiopien

ÖzeIlikle Lepsius'un 12 ciltlik Denkmaeler aus Aegypten und Aethiopien[10] (Mısır ve  Etyopya'daki 
Anıtlar, 1849-1859) adlı eseri yazarın 1842-45 yılları arasında Nil üzerinde kuzeye Meroe'ya kadar
yaptığı araştırmaları içerir ve anıtlarla ilgili en eski güvenilir bilgilerini korumaktadır. Öncü insan Wilkinson’a  daha  ilerde değinilecektir.

Ejiptoloji'nin gelişmesi
Yüzyılın ortalarında Lepsius ve genç çağdaşı Heinrich Brugsch (1827-94) ve diğer birkaç bilim
İnsanı konuyu geliştirmeyi sürdürmüşlerdir. Bu arada 1850'de Louvre müzesince Kıpti elyazmalarını
toplamak üzere Mısır'a gönderilen Auguste Mariette(1821-81) araştırmalarına ara vermeden devam
etmiştir. 1858'de Mısır Hidivi Said'in hizmetine giren Mariette, o tarihten önce ve sonra Mısır'da
birçok bölgede kazı başlatmış, ayrıca Mısır Müzesi'ni ve Eski Eserler Dairesi'ni kurmuştur. Bu kurumun görevi anıtları korumak ve kaydetmek, kazı yapmak ve müzeyi yönetmekti. 1952 Mısır Devrimi'ne kadar müdürleri Avrupalı olan bu kurumun yöneticilerinden en ünlüsü, Mariette'in halefi Gaston Maspero'dur (1846-1916).

Mısır'da bilimsel Kazıların amaçları ilk kez 1862'de İskoçyalı Alexander Rhind (1833-63) tarafından
tanımlanmış, ancak bunlar W.M.F. Petrie'nin[11](1853-1942) çalışmalarına kadar gerçekleşmemiştir.
Petrie, Mısır'a ilk kez 1880'de Büyük Piramit’in ölçülerini almak üzere gitmiştir. Daha sonra Mısır'da birçok bölgede kazı yapmış ve bir evvelki kışın kazı sonuçlarını her yıl yayınlamıştır. Yaptığı kazıların bazılarınnda çarpıcı buluntular ortaya koymuşsa da, bu araştırıcının gerçek katkısı Mısır tarihinin değişik dönemleri hakkında oluşturduğu bilgi birikimidir.  Bu birikim çoğu kez başkalarınca üstünkörü bir biçimde kazılmış bölgeleri tekrar ele almasıyla oluşmuştur. Petrie'nin ölçütleri,  daha  sağlığında Amerikalı  G.A.  Reisner  (1867- 1942) tarafından aşılmış, ancak bu araştırıcının buluntularının çok azını yayınlaması onların  değerini eksiltmiştir.
Ebu Simbel
Fotoğraf 1878'den önce çekilmiş 

1880'den 1914'e kadar Mısır yoğun arkeolojik araştırmalara sahne olmuş, özellikle ilk Asvan Barajı'nın yapılışı (1902-1907) çalışmalara hız kazandırmış ve ilgiyi  Nubya'daki  alanlara  kaydırmıştır.  19. yüzyılın sonlarında Mısır dili ve kronolojisi konusunda, Berlin'de Adolf Erman (1854-1937) ve Edward Meyer'in(1855-1930) çalışmalarıyla ilerleme kaydedilmiştir. Ayrıca bu yıllarda tüm tarihsel dönemlerden özellikle Nakada döneminden önemli buluntular ortaya çıkmıştır. O zamandan beri Ejiptoloji çalışmaları birçok alanda geniş bilgiler sağlamışsa da, temel çerçeve bu alanların pek azında köklü değişikliklere uğramıştır. 19. yüzyıl sürekli değişimin yaşandığı bir devir olmuştu.  Yaklaşık 1870'e kadar Ejiptolojik bilgilerin çoğu Mısır uygarlığının son dönemleriyle ilgili olmuş, maddi kalıntıların ve Mısır dilinin dönemlere ayrılması düzenli biçimde yapılmamıştır. Zamanla bu durum değişerek Mısır kalıntılarının ve dilinin daha erken "klasik" çağlarına duyulan ilgi artmıştır.

20.  Yüzyılda kazılar
Bu yüzyılda kazılar birkaç çarpıcı buluşa sahne olmuş, Nubya'da birinci Asvan Barajı'nın yükseltilmesi ve Büyük Asvan Barajı'nın yapımı  yoğun kurtarma kazısı faaliyetlerine neden olmuştur. Düzenli bir tarama yapılmamış olmakla birlikte, giderek artan sayıda bölge araştırılmıştır. Kazıları bütünlenmesi açısından kazının kendisi kadar önemli olan mevcut anıtların kaydedilme ve bulguların yayınlanması uğraşı ancak 1900 yılı civarında yeterli düzene ulaşabilmiştir. Bu uğraşların kazının kendisi kadar çekici olm yışı, onların çoğu kez kazılardan daha az ilgi çekmesine ve daha az destek görmesine neden olmuştur.
Tutankamonun ölüm maskesi 

En çok ilgi çeken araştırma Teb'de Krallar Vadisi araştırmasıdır. Burada Mısır krallarına ait ilk buluntular, 1870'de Kurnalı Abdürresul ailesi tarafından Yeni Krallık dönemi krallarının çoğunun mumyalarının bulunduğu toplu mezardan elde edilmiştir. Bu mumyalar 21. Hanedan devrinde güvenlik gerekçesiyle asıl mezarlarından çıkarılmış ve Deyrü'l-Bahri bölgesine gömülmüşlerdir. En önemli  buluntuların  birçoğunda olduğu gibi, bunda da buluntuları sistematik bilimsel kazılar değil, yerel halkın kar amacı güden kazıları ortaya çıkarmıştır.  Ejiptologların, neden olduları  büyük  ilgi  kaybından  ötürü  bu  tür  girişimlere haklı olarak karşı çıkmalarına karşın, birçok buluntunun da düzenli kazılarla hiçbir zaman ortaya çıkarılamayacağı bir gerçektir.

1898'de yine Krallar Vadisi'nde  Victor Loret (1 859- 1946) II. Amenofis'in mezarını bulmuş ve bunda yukarıda sözü edilen mezarda bulunamayan birçok kralın mumyasının yer aldığı görülmüştü. 1932'ye kadar vadideki çalışmalar hemen hemen kesintisiz olarak sürdürülmüştür. Bu çalışmaların içinde en düzenlisi   Carnarvon  Dükü  adına  çalışan  Howard  Carter[12] (1874-1939) tarafından yapılmıştır.  Carter'ın  tabii ki en  önemli  keşfi, 1922'de bulduğu  ve  üzerinde on yıl neredeyse kesintisiz çalıştığı Tutankamon mezarıdır. Yakındoğu'da başka el değmemiş mezarların bulunmuş  olmasına  karşın,  bu  buluntu  ortaya  çıkardığı eserlerin  benzersizliği bakımından  eşi  görülmemiş zenginliktedir.
Eski bir resimde Tutankamon'un mezar girişi

 
Carter mezar odasına bakıyor
Dünyaca ünlü bu fotoğrafı Harry Burton çekmiş.1925
Fotoğraf o ilk keşif anından sonra çekilmiş


Bundan başka, Mısır'da bu yüzyılda birkaç kral gömülü veya mezarlığı daha bulunmuştur.  Reisner'in 1925'te Gize'de ortaya çıkardığı Heteferes'in mezarı, Eski Krallığa ait tek mücevher ve eşya aynağıdır. Ahşap aksamı tümüyle çürümüş olan eşyanın şekillerinin belirlenmesi büyük özenle gerçekleştirilmiştir.  1940'lı yıllarda Pierre Montel (1885-1966) Tanis'de 21 ve 22. Hanedan Kralları ve ailelerine ait bozulmamış bir dizi mezarı açmış ve günümüze pek az buluntu bırakmış  olan bu dönemde çok ender rastlanan değerli malzemeden yapılmış  sanat  eserlerini gün  ışığına  çıkarmıştır.

Kazılmış   en   önemli   yerleşim   alanları   olan   el­ Amarna ve Deyrü'l-Medine farklı birçok araştırmaya sahne olmuşlardır. Bu bölgede 1880'lerde gizli kapaklı yürüttüğü araştırmalarla çiviyazısı el-Amarna tabletlerini bulan Urbain-Bouriant (1849-1903) burada çalışmalarını sürdürmüş ve Tel el Amarna'da İki Günlük Kazı başlığıyla buluntularını yayınlamıştır. Onu kısa süreli bir çalışmayla (1891-92) birçok değerli buluşu yapan Petrie  izlemiş, ancak Petrie'yi de Alman Ludwig Borchardt (1863-1938) 1913-14 yılları arasında yaptığı ve heykeltraş Tutmos'un evini ortaya çıkardığı kazısıyla 
gölgede bırakmıştır. Bu kazı Nefertiti'nin dünyaca ünlü büstünü ve daha başka birkaç şaheseri
ortaya çıkarmıştır.  1920'ler ve  1930'larda birkaç mevsim çalışan ingiliz kazı ekipleri 18. Hanedan'ın  tarihini  aydınlatan  ve kısa  ömürlü  başkentlerini açıklayan katkılarda bulunmuşlardır, yakın zamanlarda bu bölgede yeniden çalışılmaya başlanmıştır. Deyrü'l-Medine  19. yüzyıl boyunca buluntulara sahne olmuş ve yüzyılın sonunda bir İtalyan ekibi orada  çalışmış  ve bunu  1911  ve  1913  yıllarında Georg Möller'in (1876-1921) yönetiminde bir Alman ekip izlemiştir.  1917'de Kahire'deki Fransız Doğu Arkeoloji Enstitüsü bu  bölgede  çalışmalarına  başlamış  ve bu çalışmalar kesintilerle günümüze kadar sürmüş, işçilerin köyü ve onun yanındaki ölüler kenti hemen hemen tümüyle ortaya çıkarılmıştır.

Burada Mısırlı  Ejiptologların  ve Mısır Eski Eserler Dairesi'nin etkinliklerine de değinmek yerinde olacaktır. Daire'nin Mariette tarafından kuruluşundan sonra Mısırlı  ilk görevlisi Ahmed  Kemal  (1849-1932), Kahire Müzesi'nde çalıştığı yıllarda birçok bölgede kazılar yürütmüştür. Bu yüzyılın başından itibaren, Daire'nin personeline giderek daha fazla Mısırlı katılmış ve Mısırlılar Kahire Üniversitesi'nde  Ejiptoloji  dersleri vermişlerdir.  1952'den  beri Daire'nin ve  Kahire Üniversitesi'nin personeli tümüyle Mısırlılardan oluşmaktadır. Mısır Eski Eserler Dairesi bütün diğer yerli ve yabancı kurumlardan daha fazla kazı yapmış ve Kahire  Müzesi'ndeki  birçok  malzemeyi  ve  halen  İskenderiye, Minya, Mallawi, Luksor ve Asvan'da bulunan birçok eser bu kazılardan çıkarılmıştır. Mısırlılarca gerçekleştirilen en çarpıcı buluntular muhtemelen Tuna el-Cebel'den çıkmış olan hayvan ölüleri kenti ve Yunan-Mısır ölüler kenti ile Ahmed Fahri'nin  (1905-73)  batı çölü vahalarındaki öncü çalışmışlarıdır.

Araştırmalar ve yayınlar
Nubya'nın Dal şelalesine kadar uzanan bölgesi birçok araştırmalara sahne olmuş ve Aşağı Nubya
belki de dünyanın üzerinde en çok arkeoloji çalışması yapılmış bölgesi olmuştur. Yükselen baraj
sularının üzerinde bir tek İbrlm Kasrı kalmıştır ve bu halen kazılmaktadır. Nubya araştırmalarının artması ve Eski Taş devrinden 19. yüzyıla kadar uzanan buluntuların ortaya  çıkması  ayrı bir araştırma  dalı  yaratmıştır.

Anıtların bir bütün halinde dökümünün yapılması Maxence de Rochemonteix (1849-91) ilejohannes
Dümichen (1833-94) tarafından başlatılmışsa da, her ikisi de çalışmalarını bitiremeden ölmüşlerdir. Onların ölümlerini izleyen yıllarda Mısır Keşifleri Vakfı (sonra  Derneği  olmuştur).  "Mısır'ın Arkeolojisi" çalışmasını başlatmış ve halen ayakta bulunan anıtların katalogunu çıkarmayı amaç  edinmiştir.  Aynı zamanda Jacques de Morgan (1857-1924) Anıtlar Kataloğu'nu başlatmış ve bunun kapsamına, Kom Ombo mabedinin bütününü almıştır. Bu iki çalışmada hedeflerini fazla yüksek tutmuşlardır ama  Arkeolajik Araştırma Mısır mezarlarının en büyük çizimcisi N. de. G Davies'in[13](1865-1941) çalışmalarına zemin hazırlamıştır. Davies'in salt mezarlar üzerine 25 cilt çalışması vardır ve mezarların bütün iç dekorasyonunu vermektedir. Ayrıca karısı Nina ve yardımcıları seçilmiş sahnelerin ayrıntılı renkli reprodüksiyonlarını  yapmışlardır.  Yakın  zamanlara  kadar  anıtların renkli resimlerini içeren yayınlar yapılmamıştı  ama, yapılanlar  tam  anlamıyla  yeterli  değildirler.  Mısır anıtlarının hızla kaybolan renk  mirasının  etkin  bir işi  halen  gerçekleşmemiştir.

Davies'den sonra en önemli yazıt çalışmaları girişimi Chicago Üniversitesi'nin Doğu incelemeleri
Enstitüsü'nce 1924'te Luksor'da Üniversitenin arazi araştırma  üssü  olarak  Chicago  House'un 
kurulmasıdır. Enstitü Amerikan   Ejiptoloisinin   kurucusu   Ejiptolog James. H. Breasted'in (1865-1935) eseridir. Chicago House projesi için john. D. Rockefeller'ın desteği sağlanmıştır. Chicago araştırması büyük bir Mısır tapınağının geniş tek tıpkıbasımını gerçekleştirmiş (Medinet Habu,  1930-70) ve  diğer bazı  çalışmalarını yayınlamıştır. Aynı düzeye ulaşan bir diğer çalışma ise, gene Rockefeller'ın mali destek sağladığı  Abidos'da Sethos tapınağının iç  kısımlarının A.M.  Calverley (1896- 1959) ve M.F. Broome tarafından yayınlanışıdır. Bir duraklama süresinden sonra yayın etkinlikleri son zamanlarda tekrar canlanmıştır.

Mısır dışında  Ejiptoloji
Vazgeçilmez olmakla birlikte, Mısır'daki   Ejiptoloji etkinlikleri yapılan çalışmaların  ancak küçük bir parçasıdır ve alan çalışmalarıyla akademik araştırmalar  arasında  şaşırtıcı denecek kadar az  bağantı  olmaktadır.  Akademik   Ejiptologlar  arasında bir liste oluşturmak arazi araştırıcılarından çok daha zordur, ama  dengeli  bir  tablo  çizmek için  gereklidir.

Ejiptologların  birinci amacı her zaman için dili anlamak olmuştur. Bu yüzyılın başlarında P.L.L.
Griffith (1862-1934) ve Wilhelm Spielberg (1870-1930) Geç Dönem ve Yunan-Roma  Döneminin  halka özgü (demotik) yazısı, el (kursiv) yazısı ve dili konusunda büyük ilerlemeler kaydederken, Adolf
Erman daha erken dönem  Mısır  dili  üzerine  buluşlarını  sürdürüyordu. 1927'de Sir Alan Gardiner'in (1879-1963) kendi buluşlarıyla Battiscombe  Gunn'un (1883-1950) çalışmalarını içeren Orta Krallık Mısırca’sı grameri halen aşılamamıştır. Ejiptolojinin bugünkü en yaşlı önderi, H.J. Polotsky,  1944'te  Mısır ve Kıpti dilleri gramerinde bu diller konusunda ve diğer dönemlerin dilleri üzerine son 30 yıl içinde yaptığı çalışmalarla bu konularda bildiklerimizi kökten değiştirecek eserini yayınlamıştır. Ancak Mısır diliyle ilgili bütün sorunların çözümlendiği gün, henüz çok uzaktadır. Bu bağlamda Adolf Erman ile   Hermann   Grapow'un (1885-1967) 1926 ile 1953 arasında yayınladıkları 11 ciltlik  sözlük,  Heinrich Brugsch'un bu alandaki  öncü çalışmasının üzerine çok şey katmakla birlikte, gene de Mısırca sözcüklerin anlamı üzerine çalışmaların  sonu olmaktan çok  başıdır.

Anıtlardan uzakta yürütülen bu tür çalışmalar için Ejiptologların  anıtlar üzerine yapılan yayınlara, hiyeroglif, hiyeratik ve demotik- metinler üzerinde daha ayrıntılı çalışmalara ve başka bazı kaynaklara ihtiyaçları vardır. Bu alanlarda Kurt Sethe (1869-1934) öncü bilim insanı sayılabilir. Gramerci olarak başlayan Sethe her alanda katkılarda bulunmuş, metin yayıncıları içinde en verimlisi olmuş;  bugünün ve gelecek  nesillerin,  çalışmalarından  yararlanacağı  bir araştırıcı olarak yerini almıştır. Sir Alan Gardiner papirüs metinlerin en önemli yayıncısı olmuş ve papirüs  metinlerin  düzenlenmesinde ve  derlenmesinde yeni  ölçütler  oluşturmuştur.  Jaroslav  Cemy  (1898- 1970) de özellikle Deyrü'l-Medlne bölgesinden çıkan metinler üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan bir uzmandı.

En son daha genel kapsamlı  Ejiptoloji  çalışmalarına örnek olarak, alanda köklü değişliklere yol açmış iki araştırıcıya değinmek gerekmektedir, dlğer isimlere bibliyografyamızda yer verilecektir. Bunlardan ilki Heinrich Schafer'in (1886-1957) Mısır sanatı üzerine temel bir eser niteliğindeki,  Mısırlıların doğada gördükleri cisim ve şekilleri nasıl sanata aktardıklarını inceleyen çalışmasıdır. Benzer bir çalışma da, Gerhard Fecht'in Mısır metinlerine bakış açımızı değiştiren çalışmasıdır. Fecht,  Mısır metinlerinin çoğunluğunun  belirli ve düzgün bir vezine  göre yazıldığını, yazının genellikle "düzyazı" olmaktan ziyade "dize"lerden oluştuğunu ortaya çıkarmış, böylelikle Mısır metinlerini düzenleyenlerin yazı yazabilmek için şiirsel yeteneklere sahip olmaları gerektiğini savunmuştu. Bu bilim insanlarının ikisi de Mısır sanat ve yazısının çağdaş gözlere yabancı gelen yönlerini aydınlatmışlar ve eski kaynakların tam anlamıyla değerlendirilmesi için zorunlu önkoşulları belirlemişlerdir.   Ejiptoloji'nin her alanında yapılan her çalışma, yapılabilecek başka bir çalışmaya önsöz oluşturmaktadır.

Bugün Ejiptoloji  geleneksel bir bilim dalıdır ve 20'den fazla ülkede üniversite, müze ve enstitülerde üzerinde çalışmalar yürütülmektedir. 300 kadar  Ejiptolog dil,  edebiyat, tarih,  din,  sanat gibi modem dünyada ayrı ayrı ele alınacak alanların bütünü üzerine çalışmaktadırlar. Bu durumun genel perspektifi geniş tutması açısından yararlı olmakla beraber, sözlük yazımı gibi ayrıntılı çalışmalar için sorunlara yol açabildiği görülmüştür. Üzücü olan Ejiptolojide özgün çalışmaların artık tümüyle akademik bir uğraş haline gelmiş olmasıdır.

Metin: Atlaslı Uygarlıklar Ansk. Mısır, İletişim Yayınları, s. 18-25


Dipnotlar (DK)


[1] Hekataios: “Tarih bir yönüyle araştırma ve incelemeye, diğer yönüyle ise anlatıya, dolayısıyla bir anlatı metnine dayanmaktadır. İnsan topluluklarının geçmişini nesnel olarak araştırma, insan eylemlerini anlatma girişimi, bilindiği gibi, ilk olarak çoğu Batı Anadolulu Yunan tarihçileri ile başlamıştır. Bunlardan ilki olan Miletoslu Hekataios hem düzyazıyla yazmanın hem de evreni eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmenin ortaya çıktığı İonia’dandır. Hekataios, büyük ailelerin geçmişlerini söylencelere dayandırarak anlattığı ve günümüze yalnızca 35 fragmanı kalan Genealogia (Soyağaçları) yazmıştır. Onun, çeşitli ülkelerin tasvirleri ve doğu tarihi ile ilgili bilgileri içeren Periegesis (Yeryüzünün Tasviri) adını taşıyan eserinden günümüze 335 fragman kalmıştır. Hekataios, geniş bilgisi ve uyanık eleştirelliğiyle dönemin dünya haritasını tamamlayıp düzeltmiştir.” Yazının tamamı için bkz. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/940/11704.pdf

[2] Horapollo milattan sonra 5. yüzyılın sonları ve 6. yüzyılın başlarında yaşamış bir geç antik çağ filozofu. Horapollo aynı zamanda 5. yüzyıla tarihlenen Mısır hiyeroglifleri hakkında yazılan ancak günümüze yalnızca Yunanca çevirisinin ulaştığı Hieroglyphica adlı eserin yazarıdır. http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvSG9yYXBvbGxv

[3] Corpus Hermeticus : Mısır ve Yunan bilgelik metinleri. 2. Yüzyıldan kalmadır. Metinler Hermetizm’in temelini oluşturur. İçinde; evren, zihin, doğa, ilahiyat vb. üzerinde tartışmalar vardır. http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvSGVybWV0aWNh

[4] Yeni Platonculuk: Platon ve Aristoteles öğretilerini uzlaştırarak oluşturulmuş felsefi akım. Platonizm'in bu türü doğasında mistik veya dini unsurlarla tanımlanmaktadır. http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvWWVuaV9QbGF0b25jdWx1aw

[5] İsis Kültü: Aslında bir Mısır tanrıçası olan İsis, İsa'dan sonraki yüzyıllarda Yunan-Roma dünyasına girmiş ve kişiliğinde birçok dişi tanrıları toplayarak bir süre tek tanrıça olarak tapım görmüştür.
Mısır efsanesine göre İsis kral tanrı Osiris'in kız kardeşi ve karısı, güneş tanrı Horus'un anasıdır. Karanlıklar tanrısı Set (Yun. Typhon) Osiris'i öldürünce İsis kocasını aramaya çıkar, bulur ve oğluna öcünü aldırtır (Osiris). Bu efsane ile Yunan mythos'unda mevsimleri simgeleyen Adonis-Attis, ya da Demeter-Kore efsaneleri arasında benzerlik olduğu gibi, başında ay taşıyan bir inek biçiminde imgelenen İsis'le İo arasında da bir ilişki kurulmuş, böylece zamanla İsis Yunan-Roma pantheon'unda çok önemli bir yer almıştır. Yunanistan'ın İskender'den sonra, Roma'nın da Augustus zamanında Mısır'a açılması, puta taparlığın son demlerinde tek tanrıya ve özellikle tek bir ana ve bereket tanrıçasına mistik bir eğilimin baş göstermesiyle İsis, tıpkı Ana Tanrıça tipini simgeleyen Artemis-Hekate ya da Kybele gibi, toprak, toprak ürünleri, deniz ve yeraltı ülkesine egemen olup yaşamla ölümü elinde tutan, ayrıca büyü yoluyla doğa güçlerini yöneten bir tanrıça oluvermiştir. İsis'e özellikle Anadolu'da tapınıldığı Efes ve Bergama'da adını taşıyan tapınakların kalıntılarından da anlaşılmaktadır. https://www.arkeolojikhaber.com/haber-isis-veya-isis-isis-9024/

[6] Pietro Della Valle: “İtalya’da Modena kenti arşivlerinde bulunan ve onyedinci yüzyıl gezgini Pietro Della Valle’ye ait olan bir not defteri, bu bildirinin konusunu oluşturmaktadır. Defter, 1586-1652 yılları arasında yaşayan ve Osmanlı İmparatorluğu, İran ve Hindistan’a yolculuk eden Roma kökenli şair ve gezgin della Valle’nin ilişki kurduğu çevreler ve ilgilendiği konulara işaret etmesi bakımından büyük önem taşımaktadır.  Yazarın yaptığı yolculukları anlattığı mektupları ile ‘Divan’ olarak nitelendirilebilecek, şiir ve düz yazılardan oluşan bir yapıtı vardır. Çokdilliliğin hakim olduğu not defteri, gezginin engin kültürü ve bilimsel titizliği konusunda  bilgi vermektedir. Not defterinde sözcüklerin kökeni üzerinde duran della Valle, örneklendirme yönteminden sıkça faydalanmış  ve olabildiğince kolay anlaşılabilir ifadeler kullanmayı yeğlemiştir.  Yaşadığı yüzyılda Osmanlı  İmparatorluğu, İran ve Hindistan ile ilgili çok değerli bilgileri birinci elden güzel betimlemeler ve önemli ayrıntılar  ile nakleden gezginin bu çalışması, onun dil konusundaki kabiliyetini ve bilimsel merakını ortaya koymakta ve onyedinci yüzyılın bu ilginç kişisini farklı bir yönüyle okuyucunun karşısına çıkarmaktadır.” http://dtcfdergisi.ankara.edu.tr/index.php/dtcf/article/view/1318/922

[7] Athanasius Kircher (2 Mayıs 1601, Almanya - 27 Kasım 1680; Roma, İtalya) Alman bilim insanı. Henüz 17 yaşındayken Cizvitler'e katılan Kircher, birden fazla konuyla ilgilenmiş üniversitede ders vermiştir. Hiyeroglifler üzerinde çalışmasından dolayı öncü-Mısırolog (ejiptolog) olarak değerlendirilmiş, bu konuda attığı adımlar, kurduğu doğru bağlantılar ileride hiyeroflifleri deşifre etmeyi başaran Champollion'a büyük katkı sağlamıştır. http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvQXRoYW5hc2l1c19LaXJjaGVy
Athanasius Kircher, Atlantis ile ilgili araştırmaları ve haritasıyla da bilinir. Hatta çoğu kişi bu bilgini esas olarak bu çalışmasıyla tanımıştır. Harita aşağıda gösterilmiştir. 
Athanasius Kircher'ın Platon'un yazdıklarını göre çizdiği Atlantis harita
 Amsterdam'da yayınlanan Mundus Subterraneus içindedir.
Harita ters yapılmıştır. Kuzey aşağıdadır. y. 1669

[9]Description de L'Egypte: Kitapta yer alan olağanüstü görseller için bkz. (ikinci cildin 2. Baskısı, Antikalar)  İkinci  linkte görselleri barındıran diğer ciltler de mevcuttur. https://www.wdl.org/en/item/520/view/1/1/
https://www.wdl.org/en/item/520/

[10] Carl  Richard Lepsius’un eliyle tuttuğu notlara ve kendi çizdiği görsellere bkz.
Türk tarihinde yakından bilinen Johannes Lepsius, burada adı geçen ejiptolog’un en küçük oğludur.  


Metinde Geçen Konularla İlgili Diğer Resimler

Kutsal Anne olarak İsis, Oğlu Horus'u emziriyor.
Roma'da da ortaya çıkan İsis Kültü Hristiyanlıkla birlikte Meryem Ana tapıncına dönüşmüştür
Bu eser Louvre Müzesi'nde. Metinde de anlatılan gelişmeler sonucu bir çok kıymetli Mısır eseri bugün dünya müzelerine dağılmış durumdadır.  Kaynak

Piramitler Bölgesi. Gize, Mısır.
Gize Piramitleri diye bilinir çünkü başka yerlerde de piramitler vardır ama diğerleri bunlar kadar görkemli değildir. 

Sağdan sola: Keops (uzakta olan), Kefren ve Mikerinos'un piramitleri. 
Ortadaki Kefren piramidi bu açıdan bakınca en büyük piramit gibi görünmektedir. 
Tepesinde hala dökülmemiş dış kaplamalar var. Bu Kefren'in piramidi. Bir çok yerde yanlış olarak 
Keops Piramidi olarak gösteriliyor. Aslında yükseklik açısından Keops'tan çok da farkı yok. 
Yüzlerce yıl sonra bile ayakta kalan piramitler sayesinde ve elbette hemen bulunabilecek coğrafi konumu
sayesinde Eski Mısır unutulmadı. Avrupalı araştırmacıları, Mısır'ın keşfine yönelten en gizemli yapılar bunlardı. 

Aşağıda bu bölgenin ayrıntılı bir planı var. 


Sfenks
Yüzlerce yıl toprak içinde kaldı. Bazı  tarihi kaynaklarda sadece sfenksin başından bahsedilir. Mısır'ı gezen bazı
seyyahlar ise ondan hiç bahsetmemiştir. Muhtemelen dönem dönem tamamen toprak altında kalıyor
hiç görülmüyordu. Belki de bu sayede yok olmaktan kurtulmuştur. Sfenks, Kefren Piramidi önündedir.
Kufu'nun Gemisi (Keops)
 Bu gemi  büyük piramidin altında bulunduğu için (demonte olarak bulunmuş sonradan birleştirilmiştir) Kufu'nun Gemisi olarak adlandırılmıştır. Khufu'nun gemisi, eskiden kalma en eski, en büyük ve en iyi korunmuş gemilerden biridir.  43,6 m  uzunluğunda ve 5,9 m  genişliğindedir, dolayısıyla gerçek bir gemidir. Bazı uzmanlar bunun suda gitmesi için yapılmamış olduğunu söylese de suda kullanılmış olduğuna dair bazı işaretler taşımaktadır.  Görsel kaynak
Sakkara Basamaklı Piramidi (kaynak) MÖ 2630
Gize'nin güneyinde kalan Sakkara bölgesi gerçekte büyük bir komplekstir. Basamaklı Piramit olarak
 bilinen bu piramit Firavun Zoser'e aittir. Zoser, Mısır tarihinde mimari yapılar açısından başlangıç olarak kabul edilir çünkü bu piramidi yaptırarak yeni bir çığır açmıştır. Dolayısıyla bu piramit dünyanın bilinen ilk piramididir. Mimarı dünyada ismi bilinen ilk mimar olan İmhotep'tir. Basamaklı olarak başlayan inşa üslubu giderek gelişmiş ve
Keops, Kefren ve Mikerinos'ta zirveye ulaşmıştır.
Aşağıda Sakkara bölgesinin bir haritası var, tıklayınca büyüyor.


Karnak
356'da Konstantius II , Mısır'ıdaki pagan tapınaklarının kapatılmasını emretti . Bu zamana kadar zaten terk edilmiş olan Karnak harabeleri arasına Hristiyan kiliseleri kuruldu. 

Karnak
Karnak tapınağı kompleksi ilk olarak 1589 yılında bilinmeyen bir Venedikli tarafından tanımlanmıştır. Burada bulunan Akhenaten'in (Amenhotep IV) tapınağı, firavunun ölümünden sonra yarattığı dini yok etmek isteyenler tarafından bilinçli olarak yok edilmiştir. 



Karnak ilk keşfedildiğinde böyle bir yerdi

Luksor
Orijinal halinin böyle olduğu düşünülmüş
Tutankamon'un mezar buluntuları Avrupa'ya götürülüyor

Video ve fotoğraflar için linkler

*Mısır'da kısa bir tur. Çok güzel çekim. https://www.youtube.com/watch?v=Dtw2vfKihXA
Fotoğrafların bir kısmını bu kaynaktan aldım. Resimlerin altyazılarında nereden alındıkları belirtilmiştir. 

*Immortal Egypt: Chaos (Ancient Egypt Documentary) | Timeline
https://www.youtube.com/watch?v=k3QiW0gEpYM (1)


*İçinde keşiflere dair eski görüntüler de var: https://www.youtube.com/watch?v=LwXfvfPy6fc

* Eski fotoğraf/belge arşivihttp://www.griffith.ox.ac.uk/archive/

*Piramit Bölgesini Google Earth'ten inceleyiniz.